Gençlik, ihtiyarlık Sami yirmi beş senelik arkadaşı Hakkıya döndü: — Kuzum Hakkı, dedi, ben yaşım- dan çok daha genç görünüyorum de. ğil mhi Hakkı güldü — Şimdi bu sual de neden icap etti? Maamafih cevap vereyim. Dai- ma da söylerim ya... Sen şaşılacak derecede genç görünüyorsun. Lâf aramızda su içinde ellisinde varsın Çünkü kendi yaşımdan biliyorum. Aramızda tam iki yaş fark vardır. Ben elli iki yaşını dolduruyorum. Sen de ellisini doldurmak üzeresin. Fakat otuz dokuz kırkından fazla göstermiyorsun. Sami memnun bir tavırla gülüm- sedi. Bundan sonra bir müddet da- ha çene çaldılar. Sami, : Hakkının evinden çıktı. Saadet içinde idi. O gün Selma ile buluşücaktı. Sena yirmi yaşında, yeni çiçeklenmiş bir erik fidanını hatırlatan genç bir kız. dı. Sami onunla dört haftağanberi tanışıyordu; Genç kiz bu orta yaşlı adamın hayatına güneşli, çiçekli, ko- kulu bir ilkbahar gibi girmişti. Sami, Selmayı tanıdıktan sonra adeta kendisini bir rüya içinde imiş gânıyordu. Vakıa aralarında büyük vardı. Fakat genç kiz Sami ile çok iyi arkadaş “olmuştu Hatta bir gün aralarında evlenme bahsi bile açılmış, Selma Samiye çok ümid verici sözler söylemişti Saminin en büyük rüyası Selma ile evlenmekti. Fakat onu” en faxla korkutan şey aralarındaki müthiş yaş uçurumu idi, Maamafih Sami bu hususta kendisini çesaretlendire- cek bir felsefe de bulmuştu. Bir kere yaşından çok genç gösteriyordu. Sonra yakışıklı bir erkek olmakla tanılmıştı. Bülün bunlardan maada çok iyi, çok zarif giyinirdi. Bunları düşün- dükçe kendi kendine: «Neden diyor- du, miyeyim? Seimanın kendisine karşı diği i artırıyordu. O günü genç kızla buluşmağa gi- derken büyük bir heyecan içindeydi. Herhalde çok zevkli, şairane bir gün geçireceklerdi, (Belki de şehirden uzaklara kâdar çıkacaklar, bir su başında oturacaklardı. Aşktan bah- sedeceklerdi. Selma bir gün evvel ona: — Saat tam dörtte beni Şişlide bekle... demişti. Sami dörde çeyrek kala orada idi. Yirmi dakika sonra Selma neşe için- de gelmişti. Saminin elini, sıkar sık- maz: — Haydi, dedi, maça gidiyoruz. Bizim klübün mühim bir maçı var. Maç!.. Sami elli senelik hayatın- da hiçbir maça gitmiş değildi. Maç gösler. seyretmek zevki onun için © kadar | uzaktı ki... Selmaya: — Maça gideceğimiz yerde şöyle şehirden uzaklara çıksak başbaşa şairane bir gün geçirsek... dedi. Selma bir kahkaha kopardı: — Aman, dedi, bunlar bayatlamış zevkler... Maça gidelim maça... Ya. rum sant sonra maçı seyrediyorlardı. Belma adeta kendinden geçmişti. He- yecan içinde bağırıp çağırıyordu. Bami gördüklerinden bir şey anla- mayor, etrafını dolduran binlerce genç srasında kendisini başka bir âlemden gelmiş bir insan sanıyordu. Bütün bu kalabalığın büyük bir he- yecan duydukları şu futbol maçı ona hiç bir zevk vermiyordu. Stadyomdan çıktılar. Selma kapı- nın önünde bir erkek arkadaşına rasladı. Bu genç, yakışıklı bir adam- dı. Yepyeni bir spor otomobili vardı. Genç adam Selmaya: — Yeni otomobilimi beğendiniz mi? dedi. Genç kız: z — Fevkalâde... diye cevap verdi. Delikanlı onlara dönerek: — Haydi, dedi, hep beraber Bü- yükdereye kadar şöyle bir uzana- hm Selma Samiye bakarak: — Gideriz değil mi? diye sordu. Sami cevap vermedi: — Ben müsandenizi rica edece- ç bir kadın tarsfından sevil. İ leri görmeği çok istiyordu fat onun cesaretini büsbütün | ma ısrara başladılar. Hep birden oto- mobile bindiler. o Mecidiyeköyünden sonra Selma direksiyonun başına geçti. Asfalt yolun üzerinde otomo- bili uçuruyordu. Saminin içine bu delice sürat adeta korku salmıştı. Fakat rüzgârdan saçları havalanan genç kız bu baş döndürücü hızla sarhoş olmuş gibi idi: — Sürat ne güzel şey... diyordu. Sami kendi kendine «benim anla- madığım ne tuhaf zevkler varmiş!a diye düşünüyordu. Büyükdereye gelince bir bahçede oturdular, Yemek yediler. Hava ka- rTarmıştı, Kocaman bir ay karşıki sırtlardan yavaş yavaş yükseliyordu. Sami Selmanın kulağına eğilerek: — Ne güzel gece... dedi, burada seninle yanyana sabaha kadar mehta- ba karşı oturmak isterim, Bu sırada otomobili delikanlı on- ların müsaadesini alarak gitmişti Yalnız kaldıkları zaman Sami bu şairsne dekor içinde Selmaya bazı güzel şeyler söylemeğe başladı. Fa- kat genç kız ikide birde mehtaba karşi esniyordu. Bir aralık Sümiye: — Siz eski romanlardaki âşıklar gibi konuşuyorsunuz... dedi, haydi Beyoğluna çıkalım... Ben bu gece dansetmek istiyorum... dedi Selmaya hayretler kendi kendine: «Bu mehtaplı gece, bu güzel deniz kenarı nasıl bırakı- lir?» diyordu. Bu esnada bahçedeki orkestra €s- ki fakat çok güzel bir hava çalmağa başlamıştı. Bu Saminin çok hoşuna gitmişti. Fakat Selma: — Aman kalkalım kalkalım... d- yordu, bu eski, ağır havalar benim uykumu getiriyor. Kalktılar, Bir otomobile atladılar. Beyoğluna gelâiler, O sıralarda artistleri gelmişti. Bunların bulun- dukları bara girdiler, Selma zenci- Sahnenin tam karşısındaki masa- Jardan birine oturdular, Biraz son- ra zenci artistler dansliamna başla- dılar, Sami hayretler içinde kalmış- tı. Ne Arapların hareketleri dansa, ne de cazband heyetinin çaldığı şey- ler musikiye benziyordu Kendilerini yerden yere atan zen- eller timarhane kaçkınlarına benzi- yordu. Hele çalman havalar Saminin tüylerini ürpertiyordu. Biraz evvel Büyükderedeki bahçe. de çalman eski, güzel valsi hiç be- genmiyen Selma şimdi kendinden geçmiş, hayran hayran: — Ne musiki!. Ne dans!... mırıldanıyordu Variyete numaraları bitine: barda- kiler dansa başladılar, Delicesine bir Rumba çalıyordu. Bu suada tanıdığı genç Lir adam gelerek Selmayı dansa davet etti, Genç kız kalktı, Şimdi Sami onu diye uzaktan seyrediyordu. Selmz baba- ları tutmuş Araplar gibi zıpzıp siçri- yor, gatip garip İ&reketler yapıyor, kendinden geçmiş oynayıp duruyor. Sami onu seyrederken bu genç kız- la aralarında ne derin bir uçurum olduğunu anlıyordu. Vakır Sami ellisine geldiği halde henüz yüzü ve vücudu çok genç kal. mıştı. Fakat içi?. Ruhu yüzü gibi genç kalmak saadetine ulaşamamış- tu. Zevkleri gençlerin zevklerine | adım uyduramamıştı. Selma İle aralarında doldurulması- Da imkân olmayan bir zevk boşluğu vardı, O gece bardan döndüler. Er- tesi günü Sami Bursa civarında bir köye gitti. Bir buçuk ay orada kal dı. Bir daha da Selmayı görmedi. Hikmet Feridun Es Çocuğunuza Dadı Bulmak için «Akşamsm KÜÇÜK İLÂNLARI En süratlı ve en ucuz vasıtadır. Sami | içinde bakıyor, ! is | ianbula Amerikadan bir zenci dans | ğu 182 Ke./8. 120 Kw. Ankara Radyosu TAG. 1914m. 15195 Ke/a 20Kw. Ankara Radyosu TAP. Tom. 9466Ke./s Ew. TÜRKİYE SAATİLE Pazartesi 24/7/09 1240: Program, 1235: Türk müziği -Pi, 19: Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri, 13415 - 14: Müzik (Ken- şık program - PL). 19: Program, 1909 Müsik (Mozart'ın Alisabeth Benumaı tarafından söylen- miş iki aryas 15: Türk müziği (İln- cesaz faslı), : Memleket saat ayan, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,18: Ko- nuşma (Doktorun saati), 2030: Türk mü- ziği (Kadın küme okuyucuları), 2110: Mill mücikilere dair dördüncü konuşma (Fin musikisi - Hall Bedi Yönetken), 21/25: Neşeli plökler - R., 2130: Müzik (Mozart - Keman konsertosu (Re ma- jör) - PI. Çalanlar: Yahudi Menuhim. Or- kesira şefi; eGorges Evesco, 72 Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın): 1 — Rio Gebhardt - Romans (Violonsel ve or- kestra için), 2 — Hanns Sehmidi - Jer (vals), $ — Ed May - Bir şişe Mosel şarabını kargisindâ, 4 — J. Brahms - Macar dansı No. 8, 5 — Korsakow - Hind şarkım, 6 — Emst Piseher - Tatil gün- leri: a» Tatil günleri, b) İşte dağlar, €) Beklenilmiyen bir tesadüf, d) Buların süküneti, e) Avdet, 7 Ludwig Slede - İlkbahar melodisi, 8 — J. Sirauss - Şen Viyana (vals), 23: Son ajans haberleri, ziraat, esham, iahvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 2320: Müzik (Cazband - PL), 23,55 - 24: Yarınki program Avrupa istasyonları Sant de Münih 20 karışık muzika Athlone 20,15 hafif muzika — Belgrad 20,05 çin- gene çalgısı — Beromünster 2042 marş- Jar — Budapeşte 20,25 dans musikası — Fiorans 20 salon muz'kası — Sofya 20,10 senlon, konser — Stokholm 2050 dans — Toulouse 20,15 hafif muzika. Saat 21 de Berlin ve Breslav 2135 karışık muzi- ka — Danzig 21,15 orkestra — Prankfert 21,15 asri muzika — Königsberg 215 bü- yük orkestra Münih 21,15 dans muzi- kası Ştutigart 21,15 karışık muzika — Athione 21,54 salon muzikasi m 2115 Yunanca neşriyat — Belgrad 20 man — Beromünster 2120 hafif muzika — Bü“ dapeşle 2120 Mascagni'nin «Cüvnllerin Rüstcana, operası — Brüksel 21 orkes- ira — Plorans 2180 karışk murika — Tile 2130 konser — Londra 21 Havaiyen muzikası — Lyon 2130 konser Pa- ris P.'T, T. 30 opera — Sofya 21,50 ha- Hf muzika — Toulouse 21,45 hafif muzlka, Saat 12de Münih 2220 opera havaları — Londra 20 İsveç muzlkası — Milâno 22 hafif mu- İ sika, 2230 senfon, konser — Roma 22 ope- ret — Sofya 2240 dans — Stokholm 22 Isveç muzikası — Toulouse 22,15 operek musikası ve dans. Sant 23de Berlin, Münih 2320 - i dans — Bres- lav, Danzig 2330 - 1 karışık muzikka — Prankfurt, Königsberg, Leipzig 340 -ı - Kolonya 2340 dans — 9330 akşam konseri — Buda- çalgısı — Bükreş 2319 Konser — Beottise Reg. 7505 Könser. Saat Wden sonra 24 Çek musikası (orkestra) — — Londra 24,10 dani Hamburg, Münl Prag Florans 24 dans Roma 14 dans huttgart İ 4 tattgari İLE GRİ a mmm BULMACAMIZ m m E elenen | | | | Lİ Soldan sağı 1— Not yazmak için gepte balunur. 2 — Aşiretler - Kolay. 3 — Tembellik. 4 — En az - Bir olns çimen. 5 — Bir nevi tabanca. & — Tersi ipek böceğinin oYatağıdır - Birdenbire. 7 — Çok taneli bir meyva - Tersi no- tadır « İsim. 8 — Bonuna «Re gelirse edebiyat olur. 9 — Beyaz - Dokunma hissi, 10 — Taraşsud etme - Zekâvetli, Yukardan aşağı: 1 — Camlı dolaplar. 2 — Kapı dibi - Lezzet duyma hassası. 3 — Seyahat cüzdanı, 4 — Barplık - Bir göz rengi. 5 — Başına «8» gelirse sürati olar - Akar, 6 — Noksan. 7 — Hatmi çiçeği - Yüksek perde. 4 — Sonuna «K> gelirse kölelik olur - Esirlerin başı. 9 — Bir içki - Zarf edatı - Yama, 19 — Küçük mağara - İtibarı mall, Geçen bulmacamızın halli kum 2 — İse, Fiat, 3 Mesai, 4 Otur, Üşüme, 5 — NU, Ufun: 4 — Oluk, Emin, 7 — Ener, Tam, 8 Anlar, Cefa, $ — Arife, İn, 10 — Evham, LEYLÂ iie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Gülsüm, Kabile reisinin cenge gittiği gündenberi faaliyete geçmiş, Can beyi avlamak yolunu arıyordu | — Talih kuşu omuzuna kondu... Onu kışkırtmadan işimi bitirmeliyim. Urman'ın yerine kolayca geçebilir- sem, ilk işim Duran'ın İşini bitirmek olacak. Budalayı ne kadar da çabuk avladım! O, hazineyi ele geçirmek hulyasile relsi öldürmekte tereddüd etmiyecektir. “ Leylânın çektiği ıztırap... Şeyh Mehdi, bir sabah kızmı Ça- gırdı: — Ömere söz verdim... Bugün söz kesilecek. Seni ona veriyorum. Ve ge- lecek hafta düğününüz olacak, Dedi. Zaten herkes, son günlerde Leylâyı Ömerle nişanlanmış biliyor- du. Ömer, nişanlısının Can beye gö- nül verdiğini, onunla seviştiğini bil miyor değlidi. Fakat: — Hele bir kere Leylâya kavuşa- yım da, diyordu, ben onun kalbine girmesini ve onu Can beyden vazge- çirtmesini bilirim. Leylâ babasına itiraz edemiyordu. Leylânın annesi de kızının Can beyi nasıl delice sevdiğini görüyordu. Hattâ söz kesiminden bir gün önce şeyh Mehdiye: — Kızın başını yakacağız. Leylâ- nın gözü Candadır, Can da onu se viyör. Neden birbirini seven bu iki genci yekdiğerinden ayırıyorsun? In- safın, merhametin yok mu hiç? Demiş ve: — Sen sus! Ben işimi bilirim, Cevabını alarak ağzını kapamıştı. Şeyhin dört karısı vardı. Fekat, Mehdi, Leylânın annesini hepsinden çok severdi. Böyle olmakla beraber kadınların kabile şeyhleri üzerinde hiç bit nüfuz ve tesiri yoktu. Leylâ- nn annesi de kızı kadar muztaripti. O, Leylânın çektiği iztırapları görü- yordu. Leylâ, düğün hazırlıkları karşısın- da her dakika gözyaşı dökmeğe, in- lemeğe başlamıştı. Bir gün, babası çöle doğru uzanmıştı. Leylâ bün- dan istifade ederek, kabilenin bah- çelerine doğru yürüdü; yolda geçen bir atlı gördü. Bu atlı Urman kabile- sine mensup bir sınır bekçisiydi. Leylâ atlınm yolunu kesti. Hayvanın ayaklarına doğru atıldı: — Can bey nerede? Diye sordu. > Atlı durdu: — Evinde oturuyor... Neden sor- dun? -— Ona bir haber göndermek isti- yörum... Söyler misin? Dedi ve gözleri sulandı. Atlı her şeyi anlamıştı: — Sen şeyhin kızı mısın? Diye sorunca, Leyiâ önüne baktı: — Evet, Mehdinin kızı ve Canın sevgilisiyim. Onu görürsen; «Leylâ- yı babası Ömerle evlendiriyor!» de ve kendisile bir kere görüşmek İste- diğimi söyle! dedi. Atlı söz verdi: — Şimdi Ur'a gidip Can beyi bu- lacağım. Hiç meruk etme! İstersen, gel, seni de atıma bindirip onun ya- nına götüreyim. Leylâ birdenbire şaşırdı. ©, Can beyi bu kadar kolay görebilecek miy- di? Fakat, bu adama da nası) inana- bilirdi? Ya Leylâyı başka yere kaçırırsa?... Leylâ o zaman büsbütün muz- tarip olacak,. babasına karşı de kü- çük düşecekti. Atının ısrarı üzerine dayanamadı: — Beni, istediğim zaman gene ka bileme getirebilir misin? Hiç merak etmeyin... Ne zaman dönmek isterseniz, getirmeğe hazı- rım, Zaten bu işi Canbey bana bi- rakır mı? Siz istediğiniz zaman Can beyin etile yurdunuza dönebilirsiniz! Leylâ o kadar muztaripti ki, o de- rece şaşkın ve coşkundu Ki. niha- yet her tehlikeyi göze alarak: — Peki, geliyorum... Dedi, kolunu uzattı. Ve atlının ar- kasına sıçradı. Kİ - 5 e yolumu S7KtUMME.,. Leylâ ne yaptığını bilmiyordu. Aşk ateşi damarlarını tutuşturmuş ve gözlerini karartmıştı. Gözünün önün- de ve kafasının içinde bir tek erkek hayali yaşıyordu: Can. Leylâ, ondan bâşka bir erkeğin koynuna girmeme- ğe and içmişti. " Leylâ, reisin oğluna kaçarken... Can bey, o gün, Ur dağının yama- cında bir ağaç dibine oturmuş, kuş” lar, ceylânlar ve çiçeklerle konuşu yordu. Ki Can, her çiçeğin üzerinde Leylâ- nın kokusunu duyar; bütün kuşlar» | | da onun hayalini görürdü. Dağın y&- | maçlarında sürülerle dolaşan ©ey- lânlar Can beyin etrafını sarar, ona yardım etmek İster gibi, mütemadi- yen sağa sola koşuşurlardı. Relsin oğlu hiç bir şeyden zevk duymaz, hiç bir şeyle oyalanamazdı. Kabilenin kızları peşine düştükçe” — Bırakın beni, âşifteler! derdi. Ben Leylâmı arıyorum. Onu bülma- dan, ona kavuşmadan, size selâm bile veremem. Can bey, başka kızlara yanpözle bakacak olsa, Leylâ onu kıskanacak, güceneke sanırdı. Son yıllar içinde yetişen kendi kabilesinin güzel kızla- rina karşı o kadar lâkayd davranır- dı ki.. bunların küçüklüklerini çok iyi tanıdığı halde, şimdi hiç birinin âdını bile bilmiyordu. Can beye — Biz de güzel kızlarız.. bize ne den bakmıyorsun? Diyenlere, Can: — Leylânui hakkını yiyemem. Ka- dın olarak yalnız ona bakmağa and içtim. Başkasına bakarsam, gözlerim kör olur! Diye cevap verirdi. "Türk kabilesi içinde güzelliğile ta- nınmış kızlardan biri daha vardı; Seyid Ahmedin yeğeni Gülsüm. Seyid Ahmed bir Arap ailesine? mensuptu. Kiz kardeşi bir 'Türk gen- | ci ile evlenmiş, Gülsüm, Ur'da dün- yaya gelmişti. Gülsümün 'Türktü. Aradan yıllar geçince anasıda 'Türkleşmişti. Yalnız Seyid Ahmed Araplığını unutmazdı. Gülsümün Can beyde gözü vardı. Seyld Ahmed de Gülsümün Can beyle evleitmesin! isterdi. Kabile reisi | cenge gittikten sonra, Ahmeğ, yeğe- nini çağırdı: | — Can beyi avlamak için bundan | daha güzel bir firsat ele geçemez. Onun Leylâ ile münasebet ve temas sini keseceğim. Demiş ve adamlarına bu hususta gizli emirler vermişti. Can beyin çö | le inmesine her taraftan mâni olu- yorlardı. Ve Gülsüm, kabile reisinin cenge gititği gündenberi daaliyele geçmiş bulunuyordu. Gülsüm cidden Can beye lâyık bir kızdı. İnce sülün boyu, sehhar ba kışları, tatlı sözleri ile her görüştü- ğü erkeği kendisine çeken kuvveti bir cazibesi yardı. Can bey ona du- dak büktükçe: — Bütün erkekler benim peşimden | geliyor da, Can neden beni görünce omu 2siikip geçiyor?! Diye hiddetlenir ve onu avucunun içine almak için çareler düşünürdü. | anası Arap, babası ! İ i i Gülsüm, Can beyi avlamak yolu nu arayadursun... i Leylâ'yı Ur'a kaçıran atlı, süratle şehre doğru ilerliyordu. İ Yolda bir ağaç dibinde tek başına oturan ve kuşlarla, ceylânlarla, çi çeklerle konuşarak vakit geçiren Can bey birdenbire uzaktan bir ati nın arkasındaki kadını gördü. 'Uzandığı yerden doğruldu. Başını kaldırdı. ş Atlıya seslendi: j — Yolun açık ve Tanrı yardımcın olsun, yiğit! Ben de bir gün sevgilimi Rİ Email