8 Temmuz 1939 T Yugoslavya ve İspanya elçileri Reisi. cümhura itimadnamelerini takdim ettiler Sahife 8 mam lan “KIZILA Y,, Haftası münasebetile Bereket nehri “AKŞAM ül» doğdu doğalı, e erkek kardeşi İle beraber, türlü türlü yar- dımlar eden «Hayırlı nehrin» yanıba Bu yüzden de, a halde, anlar, ındaki dağle S nm kucaklaş: Gü sında yaşıyordu <Ceyhanz , olduğ Elbistan tarafı ğütlü ile Hurm masından doğan, Y çayını da kandırıp ke ağlı ormanla; dik boğaz si çağlıya ge adi- u sıra di a çen, ovalar sulayan, onu ereket bahar erimeğe derlerdi karlar başlayınca Gül» onun reye. gidip, nerede denizle Ku: tığını bilemerdi bile, Sade Jlk öz kaynağını bir dağın bağrından bu nere bir akışla ; nehrin, ilkönceleri lerde bi sarp bir ince bir bznzet olan kardeşi Ha- e getirirdi Bir erkekten» uzaktı daha. ydi o! yanlaş bıvık'ı Gü akt ırur ve meden i beklerdi özleri lere dalardı s - bulanık çamurlu ca olsa kocaman bir deni zin kenarı urduğunu sanır $ böyle düşünmekten hoşlanırdı Aşağı yukarı her günü, bu su ba- fında geçtiğinden, artık onu canlı biri yerine koyuyordu. İşleri güçleri balıkçılık değildi. - Nehir kenarından kaç evlik küçücük köyle- u olduğu tepeye doğru uzayıp giden İki üç ğ ral 1 vardı lara buğd ckerdi. Ayse Gülün de sı buydu işte. Çoluk raber orada çifçi Ket susam bütün pirinç yaşayıp daha vardı. H su kadar cuklar otur biliyorla çükleri bir iki ar- orlardı. Hem, up, parmak mesi az mı gü- dı bay- n fırladı ve ola bir takoza bağlı ucuza çıksın diye en geri ve uydurma şekilde yapılmış olan - küçük ağın ipine asıldı, çekti Bazan bomboş çikardı, kimi zaman Wak tefek döküntü - bir şeyler, tek tük te balık bulunurdu. Bı sade sırtları esmer yeşii, karır kirli bir beyazlıkta iri böy- Yu bir kaç sazanla, küçük siyah benekli alabalıklardan F yordu Böyle fena h yalnız lde esmer ekr oturmak sıkılırdı yin tatlı ine susamdan yap ederek karnını doyu- buraya gelir, tâ öğleye Kadar eve dünmezdi. Amma o, nehir kenarında çilçilik edenlerin çocukla- rna yaptırdkıları öteberi işler içinde en çok bundan hoşlanırdı Su başında gözcülük etmek, gidip camusu otlatmaktan, koca gün ağa- beysinin > yaptiğı gibi hayvanın katı sırtına çıkıp oturmaktan, ya da kü- ri tahini ki runca hemen Yazan: MEBRURE SAMİ 898 Nobel edebiyat mükâfatını kazanmış olan Pearl Buck'un bir hikâyesinden mülhemdir çük kârdeşi gibi nehir boyundaki | k gölcüklerde ördekleri güdemek- | ten elbette daha hoş bir ii Yürüy: Üstünden, v sallar kuşları dillerini ve leri yaban ardı, ketli bir n ları yiyeceğ tiştiren de, nunda beslediği a tadına doyul maz balıktı veren de hep oydu Yanıbaşında Gül rendi âdeta onun ö gün key Kın mudır, bir bakışta s ladı, Zaten doğrusu aranılırsa, mânasını ki p ta buy- çünkü mektebe gitmeği aklına bile getirmiyordu. Bir kere, ufacık okuma için tâ kasabaya lâzımdı... Hani aba... - Ki Ayşe derdi! - Yılda bir > anlıyabildiği tek ki » denilen şe le sormuştu: rlar ana? a öğreniyorlar! di ne de- bilmiyordu. kuma yazmas mektir, bunu bile pek Merakla: Sen küçükken okuma mi yazma öğrendi Anası: Hah tamam! Fet iş bitti de, bir bu kaldı! Böyle boştan şeylere Yi den vakit bulacaklım? İşim gü mü yok benim! Mektebe sade tenbel tenbel oturanlar, aylaklar, bir de «şehirli kısmı» gider, Bir ara babam erkek kardeşimi mektebe yollamağa kalkıştı idi; «içimizden biri okuma yazma öğrenirse, fena olmaz; de. mişti... Gel gelelim ki, üç gün geçti geçmedi, oğlan öylecene kapamp bir yerde oturmağa alışmamış, yapama- dı gitti, ağladı, tepindi, yalvardı Babam da olmayacağını anlayınca, ne| yapsın, bu okutma sevdasından vaz geçti dedi, e Güls azıcık düşündü ve tekrar Şehirde oturan herkes öğrenir Kızlarda mı? a salmağa götürdüğü bir omuzundan ötekine © geçi. p verdi okuma Ana, p yünü iş, zamane İşi * okuma Kız kısmının mam. İşi gücü ne nek, dikmek, eğirmek, ağ- a bakmak değil mi? Evlenince de 1ep bu, Üstelik bir de, çocuk doğur. | ması yütmesi var, Bana sorarsan | kitaptan, okumaktan kadın kısmına fayda gelmez derim; işte bu kadar. Böyle dedi ve sırtındaki yük ağır geldiğinden daha âcele acele yürü- meğe başladı Ayşe Gül de hızlan ar anl ni pabuçla- ri tozlandı diye, eğildi: E sonra da «okuma yazma Öğre unuttu gitti. Suyun başıma gelince â ? zihnini pek kurcalamadı ve kita, ömründe, şu anı başında sal dendi niden at mak, al üzeri eve dönünce, top- rak ocakta tencerenin altında çirpı yakmak, © gün Allali ve neh ne katık edip ye up su başında y tün Karanlık basmı tağa girmek ve üstü yat tığı yerdem akan suyun muriltısım dinlemek... İşte hergünkü'ömrü bu idi. Bayram ve pazara gitme günleri biraz değişiklik getiriyordu amma, © da-sade birkaç saat sürüyor, “gelip geçiveriyordu. Büyle bir ömür pek çeşnisizdi. Fa- kat çok da rahattı, Bir tehlikesi, kor. kusu yoktu hiç. Ayşe Gülün, sık sık kasabaya giden r işitiyor da gelip yordu. «Kuraklıktan kıtlık aç ık çeken ne köyler memleketler var- elerinde de sözüne, mek bilmiyen şu lâfı katı- — Bir yeyin de bin şükredin. Allah <berekt suyumuzu eksik etme sin! İster ral yağsın, isterse yağ» masın, umurumuzda mu bizim. 'Tar- lamızı sulamanın zoru mu var, Ta nerelerden, dağ tepe asarak bize kıs- met, bereket getiren suyumuz var olsun!» Bu lâflar üstüne, Ayşe Gül: «Yeryü- zünde bizim kadar talihli insanlar tur!» diye düşünür ve yaşlı bir komşu teyzeden -ağzı bir karış açı. j hay hayran. dinlediği «Cen- tablolarına bile hep gönlün- den, bu gördüğü «dünyasının» yeşi- Tini, ışıltısını, çayırını, ağacını katar, İ yurdu ile «Allahın cennetini; birbi- rine karıştırır giderdi. Bütün bunla- rı veren, hep «bereket nehri idi. Ha- yır, hayır, yer yerinden oynasa sağ kaldıkça o, bu sudan uzaklaşamaz, ondan ayrılmazdı. Amma baharlardan bir bahar, neh- rin hali değişti. Kimin aklına gelirdi bu? Hep bir. birinin eşi geçmiş onca yıldan sonra, ilk defadır ki böyle bir iş oluyordu. Yine her vakitki gibi balık bekliyen Ayşe Güle bu «değişikliği. apaçık gördü. Hoş, bu mevsimde sular da- ima yüselirdi amma, bu defa büsbü- tün sarımsı bir renk alan su, koca daireler halinde döne döne iniyor, lara öyle bir hız ve öfkeyle çar- ıyordu ki ğü yeri tit- topraktan adeta dı sanılan koca koca parçaları söküyor ve he men yularak alıp götürüyordu. «Ay ün babası hemen geldi, kızının duğu yerde sökülür, çocuğu be raber sürükler götürür korkusile ağı kaldırdı, nehrin küçük kollara ayrılıp yayılarak, kenarlarda yaptığı göl cüklere götürüp attı. «Ayşe Gül öm- rTünde ilk defadır ki, büyük arkadaşı nehirden, azıcık korkmağa başla- mıştı, (Arkası var) Parsa (Akşam) — Kemalpaşa kazasmın çam ormanı içinde bulunan Parsa nahiyesinde 117 Aâzalı Avcılar cemiyeti, muvaffakıyetli sürek avları ter. tip etmektedir. Son hafta zarfında tertip edilen avda 14 domuz avlanmıştır. Avcilar cemiyeti, köyün hayatında içtimai bir varlık yaratan, değerli bir müessese halini atmıştır. Yukardaki resimde Parsa avcıları bir sürek avında, bir arada görünüyorlar. Yukarıda Yugoslavya, aşağıda İspanya elçileri Çankayada Ankara 'I (A.A.) — Yugoslavyann | yeni Ankara sefiri doktor Şumenko- viç bugün saat 11 de Çankaya köş- | künde Relsicümhur İnönü tarafından mutad merasimle kabul edilmiş itimadnamesini takdim eylemiştir. Kabul esnasında Hariciye Vekâleti genel sekreteri Numan Menemenci- oğlu da hazır bulunmuştur. Ankara 1 (A.A.) — İspanyanın yeni Ankara sefiri Lopez Dorika bu gün saat 11,45 de Reisicümhur İsmet İnö- nü tarafından Çankaya köşkünde Yiu- tad merasimle kabul edilmiş ve :i madnamesini takdim eylemiştir, Ka bul esnasında Hariciye genel se teri Numan Menemencioğlu h bulunmuştur. Ankara lisesinin kampı Ankara 7 (Akşam) — Ankara Tise- sl kampında askeri talimler ve tedri- sat başlamıştır. Talebeler subayların nezareti altında talim ve terbiye gör mektedirler. Yukarıdaki resimler ta- lebeleri kampta bir istirahat anında ve talime çıktıkları sırada göstermek- tedir. Üstteki resimde talebelerin ara- sında oturan, alttaki resimde manga- nın ikinci eri bulunan siyah gözlükiü talebe Reisicümkur İnönünün büyük oğlu Ömerdir,