HER AKŞAM BİR HİKÂYE Ferdi kırkını çoktan geçmişti. Hâ- | lâ evlenmemişti. Kendisine: — Yahu evlenmemeğe yemin mi ettin kuzum? diye soranlara daima ayni cevabı verirdi: — Yoo... Evlenmemeğe yemin f1- Jân etmiş değilim... Fakat fırsat düş medi de evlenmedim işte... Ferdi saçlarına hafif hafif ak düş. mesine rağmen yakışıklı bir adamdı. Uzun boylu, geniş göğüslü idi, Göz- leri dâima zekâ İle parlardı. Epeyce de parası vardı, Çalışmadan yaşıyor- du, Onun en büyük zevklerinden biri tavla oynamaktı. Bu onda bir tirya- kilik, hatta bir hastalık halinde idi. 'Tavlanın başına oturduğu zaman saallerce kalkmazdı. Pek yorulursa bir kenara çe bu sefer de tavla oynayanları seyrederdi. Lâkin bu sıralarda bir türlü rahat €demez, oyunculara akıl öğretir, on- ların oyunlarını sayrederken, bayağı kendisi oynuyormuş gibi zevk duyar, heeycan geçirirdi. O sene yazı geçirmek için İstan. bul civarındaki sayfiyclerden birine taşımıştı. Oturduğu köşkün biraz ilerisinde güzel bir bahçeli gazino vardı. Bol gölgeli ağaçları İle bu bahçe Ferdinin çok hoşuna gidiyordu. Her gön akşam üstleri evinden çıkar, bahçeye giderdi. Buraya bazı akşam- ları genç genç, güzel güzel kadınlar da gelirdi. Lâkin Ferdi bunlara dik- kat bile etmezdi. Onu en ziyade alâkadar eden bu. radaki tavla partileri idi. Eğer bir tanıdık bulursa kendisi de saatlerce tavla oynardı... Bir akşam bahçeye erkenden gel- di. Bir masaya oturdu, Gazetesini açıp okumağa başladı. Bir aralık ya- nındaki masada bir takım kadın ses. Jeri işitti. Son derece kayıtsız bir ta- wrla başını çevirdi. Bakti. İki genç ve güzel kadın... Bunlardan birini Ferdinin gözü ısırıyordu. Lâkin Fer- di bu iki kadınla fazla meşgul olma. dı. Tekrar başını çevirdi. Biraz ileri- deki havuzun fiskiyesine bakarak düşünmeğe başladı. Fakat tam bu es- nada arkasındaki masadan tatlı bir kadın sesinin garsoan: — Kuzum bize bir tavla getirir mis siniz? dediğini işitti. «Tavla» kelimesi birdenbire Ferdi- nin bütün dikkatini uyandırmıştı. İskemlesini yavaşca yana çevirdi. Şimdi iki genç kadınla karşı karşıya oturuyordu. Onlara pek ziyade ya- kındı. Garson tavlayı getirdi. Genç ka- dınların masasına koydu. Ferdinin dikkati biraz daha ziyadeleşti. Genç kadınlar tavlayı açtılar. Onlar tav. Janın pullarını dizerlerken Ferdi de karşısındaki kadınlardan birine ba- karak: «Bu sarışın genç kadını pek ziyade gözüm ısırıyor amma Onu ne- reden tanıyorum? diye kendi kendi. ne düşünüyordu. Nihayet hatırladı. Karşısındaki genç kadın bitişik köşkte oturan komşusu idi, Hatta Ferdi onun aği- nın Mebrüre olduğunu bile işitmişti, Mebrüre ile karşılaştıkları zaman genç kadın daima ona tuhaf tuhaf bakardı. Demek bu sarışın, güzel komşusu da kendisi gibi tavla me- raklısı idi ha. Ferdinin genç kadına karşı alâkası birdenbire artmıştı. Mebrüre ile arkadaşı tavla oyunu- na başlamışlardı. Ferdi onların iki- sini de acemi buluyordu. Fakat Meb- rüreye son derecede İyi zar geilyor- du, Buna mukabil genç kadın bu gü- zel zarlardan istifade ederek, iyi oy. namasını, bir türlü beceremiyordu. Ferdi bu çok güzel gelen zarların Mebrüre tarafından çök fena oynan- dığını, adeta berbat edildiğini gör- dükçe adeta yerinde duramıyordu. Eğer yanında iki erkek tavla oy- namış olsaydı çoklan işe karışırdı. Muhakkak iki tarafa akıl öğretir, onların oyunlarını tenkit ederdi. Lâkin bu genç, şık, güzel, zarif kadınların oyunlarına O karışmağa bayağı utariıyordu Mebrurenin her fena oyununu gör- dükçe şöyle yerinde bir kımıldanı- yor ağzını açıp da: Canım bu ayun böyle mi oyna- mir? dememek için kendisini güç hal- le zaptediyordu. İskemlesini tiraz daha onlara yak, TAVLA OYUNU laştırmıştı. Şimdi sanki kendisi oy. nuyormuş gibi bu tavla partisine dal mış, gitmişti. Fakat işte tam bu sı- rada Mebrürenin çok fena bir oyu. nunu gören Ferdi kendisini tutama. dan, hiç farkına varmadan ağzından Şu sözleri kaçırdı: — Ne yaptınız canım? Ne yaptı. ni: Çıharse öyle mi oynanır? gülümseme ile ona baktı. Ferdi oyu- ni karıştığı için münasebetsizlik et. tiğinin farkına varmıştı: — Vallahi affedersiniz efendim. dedi, bendeniz bu oyunun O derece meraklısıyım ki işte böyle yanımda tavla oynandığı zaman çok defa ken- dimi tutamam, gevezelik ederim... Cüretimi af buyurunuz... Mebrüre Ferdiye tatlı tatlı baka- rak: v — Estağfurullah. dedi, ben de tavlayı çok severim... Dediğiniz gibi çıharseyi çok fena oynadım. Şimdi farkına vardım amma İş işten geç- tikten sonra... Genç kadınlar oyunlarına devam ettiler. Tavla maçı büsbütün heye- canlanmıştı. Ferdi iskemlesini biraz daha onlarış yaklaştırdı. Gözlerini dört açmış, oyunu seyrediyordu. Mebrürenin acemice hareketleri Ferdiyi çileden çıkarıyordu, Artık utanmağı filin bırakmış mütemadi- yen genç kadına akıl öğretiyordu. Hani futbol maçlarında kendisini kaybedip sahadaki oyunculara bağı- ra bağıra akıl öğretenler: «Pas.. Pas ver...», «koş, yeliş» diye bağıranlar vardır, İşte bu tavla partisinin karşı- sında Ferdi de o hale gelmişti. Kah- ve döğücüsünün «lınk!» deyicisi gi- bi mütemadiyen: — Şu taşı kır... Haaaah şöyle... Şimdi şuraya bir kapı.. Şuraya bir kapı... Mükemmel... Altı kapısını da kapattın mi onun taşları içeride kal- âı demektir. Hapsettin onu... Şimdi bir düşeş atmağa bak... Çıharse mi geldi? Bu da iyi... Buna da eyvallah. Çıharse... Severelr güzeli genç ise... Şurada bir kapı daha yap bakayım. Hanaah... Şimdi de şu taşı kır... Âlâaa, Karşıdaki bir gele attı mı sağlam marstır, Mebrure de o tatlı bakışı ile Ferdiyi dinliyordu. Genç kadın iki parti arasında; — Sizin tavla meraklısı olduğunu- zu işitmiştim amma bu derece bi yük bir tavla üstadı olduğunuzu bil- miyordum., dedi, İşte onlar bu suretle ahbap oldu. lar. Aralarındaki samimiyet arttı, Artık her akşam bahçede buluşuyor. lardı. Mebrüre de favlayı çok ilerlet- mişti, Şimdi genç kadın çok iyi oy- nuyordu, Ferdi ile karşılıklı, heye canlı maçlar yapıyorlardı, Artık bir. birlerile buluşmak onlar için adeta bir ibtiyaç haline girmişti. Nihayet meşhur bekâr tavla yüzünden Meb- Türe ile evlendi... Hikmet Feridun Es Bu gece Nöbetçi eczaneler Beyoğlu ciheti: Posla soküğında Garih, İstiklâl caddesinde Limonei- yan, Pangaltıda Halâskârgazi cadde- sinde Narçileciyan, Okçumusa cad- desinde Doğruyol, Necatibey cadde- sinde Bporidis, Sarıyer: Nuri. İstanbul tarafı: Fatih: Hamdi, Ka- ragümrük; Arif, Eminönü: Salih Ne- cati, Bakırköy: Merkez, Aksaray: Ziya uri, Fener: Hayim Berk, Kumkapı: Lâlelide Haydar, Küçükpazar: Yorgi, Samatya: Yedikülede Teofilos, Alem- dar: Divanyolunda, Esad; Şehremini: Ahmed Hamdi. Kadıköy: Pazaryolunda Namık, Mo- da caddesinde Nejad, Üsküdar: Çar- gıboyunda İtimad, Heybeliada: Halk, Büyükada: Şinasi Rıza. Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Bey- kos, Paşabahçe, Anadoluhisarı, Ta- Tabya, Yeniköy, Emirgân ve Rümeli- hisarındaki eczaneler he gece açıktır. Dr. A. Asim Onur Ortaköy ŞiFA YURDU İstanbulun en güzel yerinde, geniş bir park içinde, konforu mükemmel, bakımı iyi, kadın ve erkek her türlü bastalıklara aşık hastane, Doğum ve kadın ameliyatlarile f- tık, apandisit, basuf ve diğer ameliye- Yen için çok ucuz busus! flatler. Orta- köy, tramvay yolu, Muallim Naci cad. 111 - 118. Telefon: 42271, İ ca neşriyat — Peşte 2110 - 2840 ope- AKŞAM Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 14 m Türkiye Radyosu TAG 19/14 m. 15195 Ke/s, Ew. Radyosu TAP.SI 0m. #465 Ke/s. BOK. CUMARTESİ 8/7/9939 1330 Program, 1335 Türk müziği: 7- Rast peşrevi, 2- Abdi efendi « Rast şarkı « Senin aşkınla çâk oldum, 3- Faik bey » Rast garkı - Bir dame düşürdü beni, 4- Kanun taksimi, 6- Lütfi bey » Hicaskür şarkı » Ba- na noldu gönül, 6- Arif bey . Hicazkir şarkı - Açıl ey göncai sadberk, 7- Arif bey » Hicazkir şarkı « Güldü açıldı gene gül yüzlü yar, 14 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 14,10 - 1530 Mü- sik (Dans müziği - PL), . 18,30 Program, 1835 Müzik (Sousa'nın marşları » Pİ), 1845 OMüzik (Küçük or- kesira - ge: Necip Aşkın); i- Liemann « Vals boston, 2- Wilhelm Wacek - Marş, nen - Dua, 4- Gustav Lind- ner - arab ilâhı Baküs şefefine dans 5- J. Strauss - Yarasa öperetinden (potpuri) 19,15 Türk müziği (İnce saz faslı), 20 Mems leket sant ayarı, aja ve metsoroloji ha- berleri, 20,10 Neşeli plâklar - R., 2015 Türk müziği: i - Puselik peşrevi, 2 - Tiri Puselik beste - Her gördüğü periye gönül, 3- Şakir ağa - Puselik şarkı « Sünbülistan etme etrafı, 4- İshakın - Buselik şarkı - Gönül verme bi vefaya, 5- III Selim - Pu- #elik şarkı - Bir pür cefa heş dilberdir. 6- Puselik Yürük seri 7. Puselik Saz #e- malsi, $- Rahmi bey - Kürdi hicarkâr şarkı - Sana ey canımın canı, 9- Osman Nihat » Kürdili hicazkâr şarkı - Akşam güneşi, 10 - Salâhattin Pınar - kürdüli hi- | şarkı « Aşkınla yanan gönlüme, 11-| Kaynak » Muhayyer şarkı - Ne zaman görsem omü, 2050 Konuşma (Dış politika hâdiseleri), 2105 Temsil, 22 Haf- talık posta kutusu (Ecnebi dillerde), 290 Müzik (Bale müziği - PL), 23 Son ajans ha- berleri, siraat, esham, tahvilât, kambiyo — nükut borsası (fiyat), 2320 Müzik (Cas- band - PL), 2358 - 24 Yarınki program. 182 Ke/8. 120 Kw. Avrupa İstasyonları Sant 20 de Berlin 20 opera melodileri —— Danzig 20 sskeri muzika — Hamburg 20,15 güzel melodiler — Kolonya 20,10 karışık muzi- ka — Ştuttgart 20 dans orkestraları — Athlone 20,45 konser — Peşte 20,25 ke- man — Bükreş 20,15 hafif muzika — Solya 20 konser — Toulouse 2045 hafif xuzika, Sant ?ide Berlin 21,15 karışık muzika Breslav 21,15: karışık muzika — Frankfurt 2115 hafif muzika — Königsberg 21,15 karışık muzika, — Leipzig 21,15 dans — Ştutigart 21,15 karışık muzika — Viyana 2115 dans — Prag 21 orkestra — Athlone 2155 Havayen muzikası — Bari 21,15 Yunan- ret — Bükreş 21,19 dans — Florans 2130 hafif muzika — Lyon 2130 « 2330 kon- ser - NS 21,30-23,30 konser — Paris P.T.T. 21,30 - 23,30 kunser — Sottens 2130 - 2330 konseş — Toulouse 21,45 operet muzikası, Sant 22de Belgrad 22 konser — Bükreş 22,15 piya- no — Florans 2215 opera muzlkası — Londra 23 dans — Milâno 22 orkestra — Bofya 22 hafif musika — Stokholm 22 dans, Saat 23 te Berlin, Frankfurt, Münih ve Üiyana 2 - 1 hafif muzika — Breslav 2330-1 hafif muzika — Hamburg 2340-1 dans— Kolonya ve Künigiberg 2340 gece muzi- kası ve dans — Prag 2330 opera muzi- kası — Belgrad 23.15 dans — Bükreş 23,15 Rumen muzikası — Roma 2330 keman Konseri — Scottish - Reg. 23,15 İskoçya havaları ve dansları — Stokholm 2320 dans Prag ve Brünn 24 dans — Peşte 2430 Florans 24 dans — İondra 24,15 dans — Roma 24 dans — çingene çalgısı — Saat 14 ten sen; i Berlin, Frankfurt, Kolonya, Künigsberg, | Lelpzik ve Ştuligart 1 - 4 gece konseri, Abone ücretleri Türkiye oo Benebi Cemazielevvel 20 — Henr 64 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yata E. 636 853 435 835 1200 301 Va, 119 4361219 16,19 1943 2144 İş bulmak Için Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! sAkşamıa bir KÜÇÜK İLÂN vermek kâfidir. Sahife 11 -——— Tefrika No. 87 fok bahasına aldım anam; ii sana da veririm, bir hırka dikti- rir#in olmaz mı? Zaten bu kışa hepi- miz iyi giyineceğizi, göreceksin! dedi. Ananın ağzı kulaklarına gitmişti, memnundu ve oğlu «birşey çalmadım» deyince de hiç bir kuşkusu kalmadı, inandı, Hattâ evlâdının bir sirrina or- tak olabildiğine sevinerek: — Peki yavrum peki evlâdım... Sen hiç merak etme, kimselere söylemem ben, bu odada ağabeyinle gelinin bil. mediği daba çok şeyler var, diye ce- vap verdi, Öleki iki adam paketi getirdiler, gü- rültü etmeden, yatağın altına soktu- Jar, Tavuklar hafif hafif gıdakladılar, camıs uyandı ve geviş getirmeğe baş- ladı. Anası ala koymak istedi amma deli- kanlı duramıyordu. Kadın bu aceleye, telâşa şaşarak, ne yapsın boynunu büktü: — İçin rahat olsun evlâdım, gözü- mü dört açarım, üzülme sen, Sade gü- ve yemesin diye bu derileri havalan- dırmak, güneşlendirmek lâzım değil mi? diye sordu. Genç adam hiç aldırış etmiyormuş Bibi bir hal takiharak: — Bir iki gün içinde hemen bözula- cak değiler ya. Açma, dursun. Biz şimdi ev değiştiriyoruz, daha geniş bir yere taşınacağız, orada tek başıma bir odam olacak, elime de daha çok para geçecek, dedi. O bu «geniş ev» lâkırdısını eder et- mez, ana da zaten her vakıt aklındaki birşeyi düşündü: Oğlunu evlendirme. ği! Delikanlıyı, bir kenara çekti ve yak varan yakaran gözlerle onun yüzüne baktı, Şu çocuğun bir tek kusuru var- sa, o da evlenmem diye tutturması idi! İnsanın damarlarında ateş gibi fıkır ft. kır kaynıyan kanı olması ne demek- tir, bilirdi o; oğlunda da kendi genç. liğindeki yanıp kavruluşlarının izleri- ni görüyor seziyordu, Kimbilir bu taş- kın isteklerini nasıl şurada burada zi- yan edip gidiyordu. Eli yüzü temiz bir kızcağızla evlenip anasının kucağına tosun gibi oğlan torunlar vermesi el. bette ki, daha hayırlı bir iş olurdu. Şu telâşlı dakikada, oğlunun nasl bir an evvel gitmek için acele ettiğini gördüğü ve dışarıda, kapının dibinde de iki arkadaşın bekli bildiği halde bile, gene de dayanamadı, ev- lâdının elini avuçlarının içine aldı ve bütün inandırma, âdela büyüleme kudretlerini sesine vererek, usulce; — Ah benim aslan oğlum, madem ki, o kadar geniş bir yere taşınacak- sın, ne olursun izin verde bana, senin için bir kız arıyayım? En güzelini, en Alâsını bulayım sana - ya da senin bir bildiğin varsa söyle, komşu yengemi- ze anlatayım, söz kessin, düğün ha- zırlığına başlıyalım. Senin istediğini ben de sevebilirsem eğer, razıyım oğ- tam, dilediğin gibi olsun. Delikanlı, gözlerinin üzerine düşen Uzun saçları başını silkeliyerek geri attı ve gözü kapıda, elini anasının avu cundan kurtarmağa çabaladı, Amma ihtiyar kadın öyle sıkı tutuyordu ki, bir yandan da tekrar dil dökmeğe onu kandırmağa çalıştı: — Yazık değil mi oğul, kucağıma yavrumun yavrularını verecek yerde; içinin, iliğinin ateşini, şurada burada, yabani otlar üzerinde ziyan ediyorsun, Ağabeyinin karısı öyle soğuk buz gibi birşey ki, sen de evlenmezsen eğer, bağrıma hiç bir zaman torunlanmı basamıyacağım ben, Babanın nası) bir erkek olduğunu biliyorum, sen de ona benziyorsun. Tohumunu kendi çatının altında ek evlâdım, Delikanlı sessiz sessiz gülüyor ve parlak gözlerinin üzerine dökülen saçları itiyordu, azıcık şaşırmış gibi idi: «— Senin gibi ihtiyar kadınlar, sa- de evlendirmek çocuk üretmekle boz miuşlar anam, Bizim gibi gençlere de vız geliyor böyle şeyler vız! Haydi ba- kalım, üç gün so görüşürüz gene! dedi; elinden zorla kurtuldu ve ka. ranlık tarlaların arasından, yanında iki arkadaşı ile geçerek, kayboldu git- ti, Üç gün geçti, gelmedi. Üç gün da- ba, bir üç daha geçti ve korkmağa baş. gelecek | hyan anayı, acaba başına bir belâ mi geldi diyerek merak ve üzüntüler al- dı. Çıkan yıldanberi, artık şehre de gi- demiyordu. “Çaresiz beklemeğe koyul- du. Canım diyene «canın çıksın!» di- yesi geliyor, üzüntülerini korkularını kimseye açamıyor ve titiz gelini te. mzilik yapmağa kalkar da, yatağın al. tındaki paketi buluverir diye de oda- sından çıkamıyordu, Uykusunun kaçtığı bir gece, gene bütün bunları kurup düşünrken, kalk ta, şamdamı yaktı ve eğilip yatağın al- tına baktı. Kalın kâğlda sarılı, kenevir İpile de sıkı sıki bağlı duran koca pa- keti gördü. Elile üzerine bastı, yok. ladı, hiç de koyun derisine benzemi- yen katı katı birşey vardı. Güzelim kürklere güve girecek üzün; tüsünü bir türlü içinden atamalığı için, kendi kendine: — Gerçekten deri ise bunlar, güne- şe çıkarmalı, yazık olacak, dedi. Am- ma bir türlü de paketi açmağı eli madı, olduğu gibi bıraktı. Yalnız oğ- iu bir türlü çıkıp gelmek bilmiyordu. Günler geçiyordu. Bir ay olmuştu bile, O sıralarda korku ve üzüntüleri» Dİ azıcık oyalıyan bir hâdise olmasay- dı, ana belki büsbütün çileden çıka- cak, oynatacaktı, Böyle bir müjdeyi duyacağını hiç de ummuyordu doğru- su: Gelini gebe kalmıştı. Ya, bu kadar ılık geçen yıllardan sonra, işte kadın kendine gelmiş ve boynunun borcunu yapmıştı. Bir sa. bah büyük oğlu göğsünü şişire şişire kapı eşiğinde oturan anasının karşı- sına geldi ve yüzünün her bir tarafı gülümsiyerek; — Ana, bir torunun olacak! dedi. Kadın, hergün içine dahp gittiği ağır rüya bulutlarından siyrild: ve «misafir» dedikleri bir lekecikle buğu- lanan, perdelenen gözlerini oğluna dikti ve sert sert: — Alık alık söylenme, Karın taş gi. bi soğuk, üstelik de kısır, Kardeşin de nerlerde bilmem... Tohumunu YAS ge le saçıp durüyör, hayrını bereketini aramıyor, evlenmem diye tutturmuş, inad ediyor, dedi. Büyük oğul öksürdü ve bir kere da- ha, kati bir sesle: — Oğlunun karısı gebe! diye tek- rarladı. Evvelâ ana bu müjdeye bir türlü İnanmak İstemedi, dik dik oğluna bak. tı ondan sonra da doğrulmak için so- pasını çekip üzerine abanırken: — Karın mı?... Haydi sen de... Dün. yada inanmam, diye bağırdı. Fakat oğlunun haline baktıkça, doğru söylediğini anladı, Gücü yettiği kadar hızla kalkarak, yürüdü, mut- fakta pırasa kıyan gelinini yakaladı; merakla yüzüne, karnına bakarak: — Hele artık var mi birşey? Şuran. da birşey var mı sahiden? diye sordu. Genç kadın başını salladı, işini ya. pa durdu. Yüzü sapsarı idi, yeryer de kırmızı jekeler vardı, Ananin akl Yi ce yattı ve sordu: — Ne vakıttanberi farkına vardın? — Gökte ây, iki defa çıktı... Biraz da fazlası var. Şimdiye kadar kendisine birşey aç- madılar diye ananın tepesi attı, ve s0. pasile dövülmüş toprak yere vura vü- ra haykırmağa başladı:. — Yıllar yılı bu müjdeyi duymak için yüreğim titrerken, içim bağrım yanarken nasıl ettiniz de benden sak- ladınz! Gökte ay İki defa çıkmışmış! Yeryüzünde acaba senin kadar soğuk, buz bardağı insan görülmüş müdür? Başka bir kadın olsa daha ilk günün- den koşar bana haber verirdi! Gelin kalkıp inen bıçağını dudurt. tu ve her zamanki içten pazarlıklı ha. ile; — Belki yamimışımdır diye korkum dan söylemedim, boşuna sevinmiş Gi muyasın diye... dedi. Anaya bu lâkırdı da «özürü kabahas tandan büyük» gibi geldi. Yere tükür- dü ve — Bu kadar çocuk doğurup dökü. dum... Yanılıp yanılmadığını Söyliye- mez miydim sâna? Çocuk yerine ko- Yuyor insanı... Yaşlandık diye bunak, sersem olduk saniyor... Her adim ba» şında bunu çarpıyor yüzüme... deği. (Arkası var)