Rahmi masasının başında oturmuş, düşünüyordu, Yapdacak birçok işleri vardı, Bunlardan hangisine başlıya- cağını şaşırmıştı. Elindek kalemle dal-! gin dalgın, hiç farkında olmıyarak. önündeki kâğıda mütemadiyen ken- di imzasını atıyordu. Bu, Rahminin acaip âdetlerinden biri idi, Daima bir şey düşünürken dalar, eğer önünde kâğıt kalem varsa, kendi kendine bir, şeyler yazar; imzalar atar; bir takım &caip şekiller çizerdi. İğte O günü de” “böyle dalgın zamanlarındân “biri idi. ; « Birdenbire -yanhanesinin - kapısı açıldı. İçeriye arkadaşı Hasan gir- “di. Bu, deli başlı, neşeli-bix gençti, Da- ha odadan içeriye adımını atar at- maz: — Rahmiciğim, dedi, âşığım... Hem de fena halde Aşık!... Vuruldum git- ti... Sevgilimi görsen şaşâarsın... Ah hele gözleri, hele gözleri... O derin, koyu mavi gözler yok mu? O mavi göz- ler! ... İşte beni bu hale onlar getirdi Rahmiciğim... Hasan nefes almadan anlatıyordu: — Bundan bir hafta evvel işimden çıkmıştım. Şöyle biraz yürümek mak- sadile Tünelden Galatasaraya doğru İlerliyordum. Bir aralık baktım önüm- de bir kadın... Son derece biçimli bir vücudü vardı. Giyinişi, şıklığı fevkal- âde... Yanından geçerken şöyle bir baktım, O bir çift mavi göğü görünce- kendimden geçtim Rahmiciğim... Hasan artık coşmuştü. Ellerile işa- Tetler yaparak, başını salliyarak, göz- lerini açarak anlatıp duruyor, iki- de bir: — Ah 6 mavi gözleri... cümlesini tekrarlıyordu. Lâkin Rahminin Hasa- ni dinlediği bile yoktu. Onun kafası kendi işlerile meşguldü, Hasan da o kadar kendinden geçmişti ki arkada- şının, sözlerini dinlemediğinin farkın- da değildi. Coşkun âşık anlattı, analt- tı. Nihayet: — Aman dedi; şimdi sevgilinle dbu- Tuşacağım, geç kalmıyayım. Ben gidi- yorum. Allaha ısmarladık!... Böyle söyliyerek Rahminin elini sıks tı, çıktı gitti. Odasında yalnız kalın- ca, Rahmi tekrar Kendi düşüncelerine daldı. Hasanın anlattığı bütün sözler- den kulağında yalnız bir cümle kal- mişti: «Ah o mavi gözler...» cümlesi.., Rahmi gene dalgın dalgin düşünür- ken bu sefer de elindeki kâğıda mü- temadiyen bu cümleyi yazıyordu. Bir “müddet sonra, kâğıt - baştan aşağı «Ah o mavi gözler!...s cümlesile dol- muştu.Bu sırada kapı açıldı. İçeriye karısı Neriman girdi, Neriman, za- Yıf, güzlce bir kadındı. Kocasına doğ- ş ru İlerlerken: — Terziye gitmek için sokağa çık- muştım. Sana da uğrıyayım, dedim... Rahmi, karısına yer gösterirken: “ İyi ettin karıcığım!... diyordu. Neriman kocasının masasına yak- Jaştı: - Bakayım dalgın dalgın ne yazı- yordun? diyerek biraz evvel Rahmi- nin önündeki kâğıda eğildi, Birdenbi- Te genç kadının gözleri hiddetle açık- muştı. Masanın Üzerindeki kâğıdı ka- pattı. Bağırarak kocasına sordu: — Bu ne? Hâlâ bir şeyin farkında olmıyan Rahmi, şaşkın şaşkın sordü: — Ne var, ne uş karıcığım?... Neriman, kâğıdı Rahiminin gözleri- ne sokarcusına uzatarak — Daha ne olcak? Bu kâğıda yaz- dıkların nedr?... Baksana kâğıdı baş- tan başa «Ah o mavi güzler!» cümle- sile doldurmuşsun... Muhakkak mavi gözlü bir sevgilin var, Saatlerdenberi onu düşünüyorsun. Bunun tesirile önündeki kâğıda mütemadiyn «Ah O mavi gözler!» cümlesini yazmışsın... Rahmi, ne söyliyeceğini şaşırmıştı: — Ne münasebet karıcığım? diye murıldandı. Lâkin Neriman onu din- lemiyordu bile: Ne söylesen faydasız... Benim gözlerim kapkara... Böyle bir kadınla evli olan bir erkek dalgin dalgın önün. deki kâğıd: «Ah o mavi gözler!» cüm- lesini sırslarsa bunun mânası ne Gir?.. Mullaka senin mavi gözlü bir sevgilin var, Romanlarda, hikâyelerde bile okumaz mısın? Birçok âşıklar sevgililerini düşünürken dalarla, eğer önlerinde kâğıt kalem varsa durma- dan sevdiği kadınların isimlerini ya- zarlarmış... Sen de öyle daldın. Sevgi- linin mavi gözlerini düşünürken bu küğıdı baştan başa o cümlelerle dol- durdun. İnsanlar çok arzu ettikleri, Üzerinde çok fazla düşündükleri şey- leri böyle bir tarafa not ederler... Neriman gittikçe (o köpürüyordu. Rahmi hiç yoktan müthiş bir fırtına kopacağını hissdiyordu, Karısına Ha- sanın aşk macerasını söyledi. Onun mavi gözlü bir genç kadına tutuldu- gunu, ikide bir nasıl «Ah o mavi göz- İleri» dediğini uzun uzadıya anlattı. Fakat Rahmi, Nerimanı buna inandı- rıncıya kadar akla karayı seçti, Nihayet genç kadin işi anlamıştı. Karı koca, yazıhaneden beraber çık- tılar. Yolda Rahmi, Nerimana; — Demek karıcığım, bir insan bir şeyi çok arzu ederse, yahut onu çok düşünürse, öyle yapar ha?... Şayet elinde kalem kâğıt varsa, çok arzu et- tiği, yahut çok düşündüğü şeyi dal gın dalgın mütemadiyen yazıp durür öyle mi? Genç kadın cevap verdi: — Tabii!... Ertesi günü Rahmi eve dönünce canı şöyle güzel bir içki sofrasının ba- şında Keyif çatmak istemişti. Buzlu cacık... Domates salatası... Soğutul- muş meyvalar... » Lâkin karisi ona içki içmeyi: kat- iyen yasak etmişti. Birdenbire Rahmi- nin aklına bir şey geldi. Hemen eline bir kâğıt kalem aldı. Bu kâğıdı ayni cümlelerle başlan başa doldurmağa başladı: “Bir içki sofrası... Buzlu ca- cık... Domates salatası... Soğutulmuş meyvalar... Rahminin önündeki kâğıt ayni ke- limelerle dolmuştu. Karısı içeriye gi- rince, genç adam dalgın bir tavır al- dı. Neriman: — Bakayım ne yaziyorsun? diye kâ- Eıda eğildi. Rahminin yazdığı cümle- leri okuyunca, gülümsedi: — Demek canın bü derece içki isti- yor ha... Ne yapalım bari sana güzel bir sofra hazırlıyayım... Buzlu cacık, domates salatası, soğutulmuş meyva- lar... Daha ne istiyorsun? Aradan üç gün geçti. Rahminin ca- ni bir pastırmalı yumurta yemek istes mişti, Halbuki Neriman sarmısak kokusunu hiç sevmez, evde pastırmalı yumurta yaptırmazdı. Lâkin Rahmi hemen kâğıda, kale- me sarıldı. Bütün bir sahifeyi «pastır- malı yumurta; kelimelerile doldurdu. O akşam sofrada pastırmalı yumurta- nın iştiha verici kokusu etrafa savru- luyordu. Şimdi Rahmi arkadaşlarına: > Ben saadetimi kalemim sâyesin- de kazanıyorum... Onun sayesinde karıma her dediğimi yaptırıyorum!... diyor. Hikmet Peridun Es Akba müesseseleri me TL me Ar Türkiye Radyodifüzyen Postaları Dalga uzunluğu 1648 m. Türkiye Radyosu T.A.O. 1974m. 15195 Ke/&. 20Kw. Ankara Radyosu TAP,3170m. M65Ke/s. 20 Kur. ANKARA RADYOSU TÜRKİYE SAATİLE Salı 21/6/9839 1280: Program, 1235: Türk müziği: 1» Muhayyer peşrevi, 7 - Arif bey - Mu- heyyer şarkı - Titimna etmeğe yare varı- | nız, 3 - Refik Fersan - Muhayyer şarkı - | Her güzel bağından, 4 - Keman #aksimi, 5 - Muhayyer türkü - Ay doğdu batmadı mu, 6 - Hüsemi türkü - Ayrılık yıldönü- mü, 7 - Hüseyni saz semaisi, 13: Memle- kei saat ayarı, ajans ve meteoroliji ha- berleri, 13,15 - 14: Müzik (Karışık prog- ram - PL), 19; Program, 19,05: Müzik (Solist - Pİ), 1915: Türk müziği (Karışık program), 10445: Türk müziği (Halk türküleri ve | oyun havaları), 20: Memleket saat ayarı, ajans ve metcoroloji haberleri, 20,15: Ko- nuşma, 2030: Türk müzigi (Klâsik prog- ram). İdare eden: Mesud Cemil, Ankara Radyosu Küme heyeti: 1 - Surldil peş- revi, 2 - Tanburi Ali - Suzidil birinci bes- te - Yar yıkıldı, 3 - Tanburi Ali - Suzi- dil ikinci beste - Rilmedik yari ki, 4 - Tanburi Alt - Suzidil ağır semai - Kani yüdı lebinle, 5 - Ney taksimi, 6 - Nikoğos ağa - Suzidil şarkı - Bir migâh eyle dilrü- ba, 7 - Ali Ef. - Suzidil şarkı - Yandıkça oldu suzan, 8 - Ali EE, - Suzldil şarkı - Her bir bakışında meşe buldum, 9 - Tan- | buri Ali EL, - Suzidil yürük semai - Cey- hun arayan, 10 - Suzidil saz semalsi, 21,10: | Konuşma, 21/25: Neşeli plâklar - Pİ, 21; Orkestra programının takdimi, 2145: Müzik (Radyo orkestrası - Şef: Hasan Ferid Alnar): 1 - N. Rimsky - Korsakom: Şohrâzad, senfonik süit, op. 35. a) Lara | © macstoso - Allegro non troppo, b) An- dantino - Anllegro molto, ©) Andante, guasi Allegretto, ç) Allegro molto, 2230: Müzik (Opera aryaları - PL), 23: Son ajans haberleri, ziraat, esham, kambiyo - nukud borasi (flati, 2320: Müzik (Caz- band - Pİ), 2335 - 24: Yarınki program. Avrüpa istasyonları Saat 20 de Bortin 20 orkestra — Ştuttgart 20 hafif muzika — Melnik 20 orkestra — Athlone 20,40 keman — Bükreş 20,15 Rumen kon- seri (plâk? — Lille 20 piyano — Londra 2045 Mozart'ın «Figaro'nun İzdivacu operasi — Sofya 2030 halk muzikası Toulouse 20 operet havaları ve marşlar, Saat 21 de Berlin 21,15 dans — Şiutigarttan nak- len Breslav, Münih ve Melnik 21,15 gala konseri — Frankfurt 21,15 muzika — Ko- 2130 dans Lelpzig 21,15 opera ri — Viyana 21,15 karışık muzika — Athlone 21,5 solistler — Bari 2115 Yu- nanca neşriyat — Belgrad 21 konser Peşte 2130 armonik konseri — Bükreş 31 orkestra — Reval 21,10 muzika — Sofya | 21 salon muzikası — Toulouse 2145 hafif muzika. 182 Ko/s. 120 Kw. Sanat 28 de Bresiav OoO2215 musiki (devriâlemi (plâk) — Münih 22,15 orkestra — Melnik 22,15 danı — Prag 2) orkestra — Peşte 22,05 piyano — Bükreş 22,15 valsden caza kadar — Hilversum II 22.10 orkestra — Müâno 22 Verdi'nin «Rigolettar operası — Roma 23 hafif müuzika ve orkestra Konse- ri — Sofya 2240 dana — Vales Reg 22 salon muzikası. Saat 23de Berlin, Breslav, Frankfurt, Hamburg, Kolonya, Leipzig, Viyana 230 -1 hafif muzika ve dans — Ştuttgart 2335 salon muzikasi — Melnik 23,35 salon muzikası — Belgrad 23,15 piyano — Peşte 23 çingene çalgı — Hülversum II 23,05 konser — Lalbach 23,15 orkestra — Ştuttgart 23,15. hafif muzika, Saat 24 den sonra Melnik 24,15 gece musikası — Prag 24 orkestra — Peşte 24 konser — Florâns 34 dans — Londra 24,10 dans Roma 24 dana — Hamburg, Münih, Ştutigart 1-4 karışık muzika, mL m Asfalt yol gelecek sene Edirneye varacak Edirne (Akşam) — Asfalt yolun Edirneye kadar olan kısmı eksiltmeye konmuştur. Bu haber Trakya için ve hele tarihi ve turistik bir şehir olan Edirne için büyük bir müjde oldu. Turistik ve ekonomik bakımdan büyük bir önemi haiz olan bu hâdise her gün biraz daha inkişaf etmekte olan güzel 'Trakyanın kal. kınma hareketlerinin tamamlanmasında mühim bir'rol oynıyacaktır. Asfalt yol 940 sonunda veya ergeç 941 ilk yazında hududa kadar tamamen bilmiş olacaktır. i öğ â j net, hiç yoktan daha iyidir elbette. Tefrika No. 46 — Öyleleri var ki, oğullarını evlen- dirmeğe can atıyorlar amma, para- sızlık bellerini büküyor. Hani salak, topal, dilsiz, ne bulsalar razı olâ- caklar; delikanlının da canına min- İş ki paraya dokunmasın ucu! di- yordu. O zaman gelin de: — İşte benim de istediğim bu ya. Kuzum konişum, kulağına çalınıverir- se böyle bir şey, hemen bana haber ver... Dünyada bu iyiliğini unut- mam senin, diye cevap veriyordu. Paranın kıtlaştığı bu dar zaman- larda, bir boğaz fazlalığının ne de- mek olduğunu bilen bu iyilik düş- künü (!) kadınlar «görümcenin yâ- kışığı elbette koca evidirr diyerek geline yardım etmeğe söz verdiler. Bir gün köyün baş dedikoducusu «çat kapı geldi ananın karşısına geçti, başladı diller dökmeğe: — Kardeşim, eğer kör kızını ev lendirmek istiyorsan, öteyanda, dağ- da oturan birilerini tanıyorum. On yedi yaşlarında bir oğulları var gali- ba. Bunlar, poyraz rüzgârının €sip geldiği taraflarda bir kasabada olu- rurlarmış. Bir aralık memleketlerin- de büyük bir kıtlık olmuş, düşmüşler yola... Bizim köyümüz dağın eteğin- dedir, onlar öle yanda, yukârnda kö- tüce, yabani bir yere yerleşmişler. Er- kek kardeşleri de yanlarına gelmiş beraber oturuyorlarmış. Köyleri de fa- kir, kendileri de; amma senin de pü- rüzün var. Kızın kör! Eğer yol mas. rafımı görürsen, gider, yerli yerinde bir bakar, sana havadis getiririm. Doğ- rusunu istersen ne vakıttır baba bu. cağımı bir gidip görmeğe can alıyo rum amma kayınımdan para istemeğe çekiniyorum. Dul kalıp el evinde $i- gınması kolay İş değil iki gözüm!.. Ana bu iâkırdıyı dinlemek bile iste- medi. Öfkelendi, ve: — Daha elim kolum tutuyor. Kör İ kınma hakacak halim var.» diye ba. | ğırdı. Fakat kadının söylediklerini emmi- oğlu ile, karısına anlatınca adam uzun bir düşünceye vardı ve nihayet: — Ucunda ölüm olmasa iyi amma... Kurtuluş yok ki... Ne kadar yaşasan, sen de, biz de günün birinde gözümü. Zü yumacağız. O vakıt kız ne olacak? Haydi, sen öldün de daha 'biz yaşı. yoruz desek, o vekit de öylesine ihti- yarlamış olacağız ki, çocuklarımızın evinde artık lâfımızı ipe sapa gelmez yerine koyacaklar, adımız büyük, am- ma yerimiz ufak olacak... Kızını kim elinden tutacak? Ana baba, evvelâ kendi evlâdlarını düşünürler; ya biz göçüp gittikten sonra, kötü yıllar olu- verirse, düşün bir kere.» dedi, Ana hiç sesini çıkarmadı. Amma İşin ucunda ölüm olduğunu İyice anladı. Oldum olasıya yaşıyacak değildi ya. Hele o gizli gecedenberi bir türlü eski kuvvetini bulamadı. ğından, şakası yoktu bunun. Bugün yarın derken, Azrail yapışıverirdi yâ- kasına, O ynl ortalıkta dizanteri vardı, ana da yakalandı buna, o vakte kadar yo- diklerinden bir zarar görmez, cani ne çekerse bol bol atıştırmağa bakardı. Lâkin o yaz görülmedik sıcaklar bas- tı, sinekler âfet halini aldı, ortalığı kapladı ve ne yapsalar dü rüzgürla düşüşüp yemeklere karışmağa başla- dı. En sonunda ana «Birâkın şunları!» diye bağırdı. Hem öldürmek neye ya- rıyordu? Boşuna vakıt kaybediliyor, hemen arkasından daha fazlasile sal- dırıyor üşüşüyorlardı, Hiç o seneki ka- dar karpuz bolluğu da görülmemişti, Tam da zamanı idi, koca koca karpuz. lar çatlıyor, cinslerine göre, koyu kıt- mizi, ya da açık sarı içlerini göstere göstere, insanın ağzını sulandırıyor- Jardı. Ana bunları çok severdi, satılmıyan. ları, güneşte fazla olgunlaşıp göçen- leri, sıcağın altından ahp bol bol pat. lhyasıya yiyor. Pek çatlıyacak gibi ol- du mu azıcık duruyor, tek ziyan olma. sınlar diye yeniden başlıyordu. Bu kadar oburca yenilen bu karptz- ların yüzündn, ya da karnına kötü bir yel mi girdi, yoksa biri inkisar m etti nedir -hoş, günahını sezen o kü. j lira v1 imleme Uma çük mâbudeden başka ona lânet okur yacak biri de yoktu ya! - her ne ise bir bal olmuğtu işte ve zavallı dizanleriye tutulmuş, içi dışı sökülmüş, biraz can- lanayım diye içtiği iki yudum çayı bi- le kusa, çıkara, günler günü yalak- lara yapışmıştı. Sancıdan geberdiği, halsizlikten eli. ni kıpırdatamıyacak bir hale girdiği bu işkenceli günlerde, gelini bütür bildiğini öğrendiğini yaparak ona çok iyi baktı ve kocasının anasına karşı her bir vazifesini güzel güzel gördü. Zavallı kör kızın hali içler acısı idi, O da anasının bir hizmetini görmeğe yek teniyor, lâkin istenileni, lâzım olanı çabucak sezip anlıyamağığı için de el- leri ağırlaşıyor ne yapacağını kestire. miyordu. Çoğu zaman yengesi onu itiyor: — Otur kuzum, çekil ayağımın al- tından... Yardım etmek istiyorsan, en iyisi bu... Çekil bir köşeye! diye ba- ğırıyordu. Ana da, takatsizlikten, muhtaçlık- tan, istemiye istemiye de olsa bu bece- rikli, tetik geline yaslanmaktan, onun yardımile doğrulmaktan başka birşey yapamıyordu. Kör kızından yanâ çi- kacak mecali yoktu; küçük oğlu da arada bir anasını yoklamağa geliyor ama, ağabeysine karşı onu koruya- cak bali olmadığını gördüğü için, çok durmadan hemen başını Alıp gidiyor. du, İşte bu dermansızlık - günlerinde, gelini onun başucunda pervane gibi döndü dolaştı. Nihayet dizanteri on- dan çıkıp, kime kısmetse ona geçip gidiverince ana yataktan kalktı ve gelinine dayandı. Onu sevmiyordu; bir türlü bu el kızına ısınamıyordu ammâ, ne yapsın muhtaç olmuştu bir köre, Hasta çok zor ve yavaş yavaş kon- dine gelebiliyordu. Dizanteriden evvel ki kuvvetini bile bir daha ele geçire- medi. Çiy çiy lâhana yemesine bayı- lirdı, ağzına koymaz oldu, Karpuza, kavuna, toplarlarken, bir yandan da atıştırmasını pek sevdiği yer fıstıkla. rına tövbe etmek lâzım geldi. Artık boğazından aşağı ne iniyor diye bak- mak, barsaklarına yarıyanı, yâramı- yanı düşünmek işi çıkmıştı. İnceden inceye bir perhiz kadar ağırına giden bu hallerden öfkelenip de: #— Canım ne isterse yerim ben, karı ram da alışa dursun!» diye bağ'np kafasınm doğrusuna gidince, hemen yeniden dizanteri başlıyordu. “Biraz fazla çalışsa yarda serince bir rüzgâra kendini verip otursa, hastalık pusu- daymış gibi hemen üzerine çullanıyor ve gene bir zaman onu dermansızlık, takatsızlık içinde süründürüp duru- yordu. Çaresi kalmadığını, elinin gücünün artık birşeylere yetip eremediğini iyice anladığı bugünlerde kızını evlendir- menin lüzumu da kafasına dank etti. Artık bu evde istemiyorlardı onu, baş» ka bir yere yollamak lâzımdı. Ana, kör kızından yana çıkacak takat ve der- manı bulamadıkça, onunne kadar derdlendiğini, yengesile ağnbeysinin gözlerine nasıl battığını hissederek iç- lendiğini seziyor ve yüreği sızlıyordu. Nitekim, bir gün anası yalnızken, kış sokuldu: — Anacığım, artık buradâ, kardeşi. min evinde düramıyacağım ben. Anla beni anam! Kime verirsen ver beni amma, tek istenildiğim bir yer olsun, dedi, Ana da nibayet boynunu büktü, bu işe razı oldu. Birkaç candan Sözle, kızının gönlünü aldı, ve gene o Yıldı, güneşli bir kış günü, azıcık 'derman bulur bulmaz, (zaten artık sıcakta değilde, daha ziyade hava soğuk ols duğu zamanlar biraz iyilik hissedebi. liyordu.) kalktı, köyün baş dediko- ducusuna giti. Kadın kapısının eği- ğine oturmuş gene bir bez parçasının üstüne çiçek resimleri işityordu, yal niz artık, koca gözlü iğnenin ucun- dakl pamukakisi pek kalındı ve İşler nen çiçekler de insanı güldürecek ka- dar (uhaf oluyordu. Kibirine yedirip kimselere söylemiyordu amma, ihtiyar kadının gözleri, artık eskisi gibi seçe miyordu. Ana yaklaştı, bezgin yorgun bir ses le; (Arkası var)