" , v EYER Un f , çi di a adaşları Raife daima ısrar eder- > Yahu, bu senin hayatın ne ka- İ şu, “Slencesiz geçiyor. Hiç “bir yere a, ala. Sinema, tiyatro, bar, plâj, My, mezein. Bir bahçeye oturup & İki fiç bardak bira içtiğini kim- Ra, tir, Halbuki genç adam- Mer zancın yerinde, sıhhatin mü- Ben el... Böyle rahip hayatı geçir- eden icab ediyor, Haydi bu ak- bizimle beraber gel... Güzel bir bahçeye gideceğiz. Havada Hem bir kaç buzlu bira içeriz, de biraz musiki dinleriz. Bir par- dünya yüzü gör yahu... Raif bunlara her'zaman ayni ce- Yeriyordu: Ben böyle şeylerden hoşlanmam, kendi Keyfinize bakın, beni de rakın... iya arkadaşları daha ileriye tader, derlerdi, bunca senelik 2. Ayni odada yillardanberi karşıya çalışıyoruz. Bir gün toplu bir halde eğlensek ne çi- Galiba masraftan kaçınıyorsun. TAAŞI # / ipi / g » Bunun için arkadaşlarının Milerine daima; İşm benim bira ile, Takı ile iy hoş değildir. Bana zorla bira 'P de elinize ne geçecek”... Sonra “iniz ki ben masraftan filân ka- Yag bir adam değilim. Parayı ye iş © harcamasını severim, Fakat ne © Sevmediğim birşey için para sar- . Değil mi ya?... Bay Hayır, hayır... Sen paradan ka- A Yorsun,.. Darılma amm çok cim- hag msn... İki bardak bira bu yâ- Bir İnsan arkadaşının hatırı için 26- “isa yine içer... hag ardanberi Raif bu mesela etra- Past arkadaşları ile çekişiyordu. mi onu bir içki âlemine gütür- ng, İstiyorlardı. Arkadaşlarının ar&- 4 Fikret isminde biri vardı, Çok « Bilhasa Fikret: Yen çatlasa seni bir gün bir içki Yap, De götüreceğim. Merak ediyo- birader... Bakalım içki masasi Mar KİR ne hale giriyorsun. Eski bir Ni felsefesi vardır. «Bir adamın ta ki hüviyeti içki masasında belli ig derler. Biz de seni bir içki ma- Rh” götürmek istiyoruz, Ayıb değil Pair; Ral Nafile, diyordu, çenenizi yorma- ha” Beni fikrimden caydıramazsı- tat artık arkadaşlarının srarı Maş. Birlikte bir'içki âlemi EN âdıkları için dostları onae cim- admı koymuşlardı. Ralf bu söze fena halde içerliyor- * Şimdiye kadar içkiye karşı” hiç tü, zu duymadığı halde bir gün bü- Yapı adaşları ile beraber bir âlem ağa karar verdi, Onlare” Ni) Peki... dedi, ne zaman İsterse- ben hazırım. aç rtük arkadaşları adetâ bir düğü- Mag, arlanır gibi faaliyete geçmiş- Yy, ok içki içmesile meşhur olan ie, man, diyordu, bizim Raif iç- sonra kim bilir ne sululuklar 2... Onun sarhoşluğu görüle- Mi, ade. Her halde pek eğlenceli yapacağız. Başka biriz Yan Böyle hayatta gayet ciddi görü- Kadeş adamlar bilirim ki bir kaç Kor İçtikten sonra gazel söylemeğe İepmeğe başlarlar... Muhakkak - de böyle yapacaktır, çü ter misiniz Ralf bir kaç dadehi Maky sonra kavgaya başlasın... tüy » hayatta gayet sakin bir adam üyor amma, içince kim < P€ kadar değişir... Yur mu olur? ma şik Raifin arkadaşları, içki 8l€& akşamı adetâ iple çe- Miğeyi O akşam hayatlarının en iy oan olacaktı. bi, Yet kararlaştırdıkları gün hep- tat, birahanede oturdular. Masânın Seşit, çeşit mezelerle donanmıştı, vaz geçtiler, Buzlu Takıları başladılar, utkadayları Ralfin kadehini dol- Ak için adetâ birbirlerile müsa- fi z bakaya gitişmişler gibi idi, Mütema- diyen: — İç. yahu... diye ısrar ediyorlar- dı. Raif üç kadeh içmişti, Lâkin ken- disinde hiç bir değişiklik göze çarp- mıyor, yalnız arkadaşlarına: — Sade ben içecek değilim ya... Siz de için!,., diyordu. O zaman Raifi içirmek, sarhoş ete mek için hepsi birden kadehleri kal- dırıyorlardı. Lâkin dördüncü kadehi yuvarladığı halde Raife yine birşeyler olmamıştı. Arkadaşları birbirlerinin yüzüne bakıyorlar, aralarında fısıl- daşıyorlardı: — Bir kadeh daha içerse işi cıvta- caktır. Fakat bir iki kadeh daha içtiği halde yine Raife birşeyler olmamıştı. Buna o da hayret etmişti. Alkolün kendisine tesir etmediğini ilk defa anlıyordu. Çünkü şimdiye kadar hiç böyle fazla miktarda içmiş, kendisi- ni tecrübe etmiş değildi. Ralifi sarhoş etmek için kendileri de içen arkadaşları, yavaş yavaş ci- wtmağa başlamışlardı. Hele Fikretin ağzından çıkan kelimeler yavanlaşı- yordu. Fikret tam mânasile gülünç bir sarhoş olmuştu. Raife en fazla isarar eden İrfan aheste bir sesle gazel okumağa baş- lamıştı, Mecdi ise iki de bir lüzumlu Tüzumsuz kahkaha alıyordu. Hele masanın ucunda oluran Salim siz- mak üzere idi. Z Halbuki Raif birahaneye girdiği dakikadaki halini muhafaza ediyor, arkadaşlarının hallerine bakıp gül mekten kendini alamıyordu. Nihayet dışarıya çıktılar, İrfan bi- rahanede başladığı gazele sokakta da devam etmek istedi, Mecdi yalpalayor, duvardan duvara çarpıyordu. ; Raif onları birer birer evlerine bi- raktı, Ertesi günü hepsi renkleri sapsarı olmuş, adetâ hastalanmış bir halde işlerinin başına geldiler. Kaba- hatlı gibi duruyorlardı. Bir daha da Raife; — Ne olur, hep beraber bir içki âle- mi Yapalım!... Diyemediler. Şimdi Ralf kendi ha- linde, kendi âleminde yaşiyor. Hikmet Feriduü E$ Çocuğunuza Dadı Bulmak için «Akşamsin KÜÇÜK İLÂNLARI En süratlı ve en ucuz vasıtadır. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra İlk denizaltı gemisi (Baş tarafı 6 ncı sahifede) vazolunduğu zaman, tekne iştial tehli- | kesi sahasından uzaklaşmadan evvel infilâk etmemek üzere gayet emniyet- li ve harikulâde bir makanizma ile tertib edilmiştir; tekne suya dalarak düşman gemilerinin altına girince dâ- hilden bu ağaç klavuz hareket ettirile. rek düşman gemişinin karine tahtala- rma vidalamak ve bu veçhile maymı matlüp mevkie raptetmek suretile ge- minin batmasını temin etmiştir, Eu tekne İle Nevyork limanında yat- makta olan birçok gemiler üzerinde uzun zamanlar tecrübe yapılmış ise de muvaffakıyetli neticeler elde edi- lememiş olduğundan askeri denizcilik bakımından faydasız olduğuna karar verilmiştir. Bu tecrübe sonucu üzeri- ne o zamanın âlimlerinden bulunan (George Washington), (Thomas Jeffer- son) a yazdığı bir yazıda aynen; bu teknenin inşası hakikaten yüksek bir deha eseri ise de; dalma müteyakkız bulunan düşmana karşı matlup işi muvaffakıyetle elde edebilmek için daha bazı emniyetli tertibatı mahsu- saya ihtiyaç vardır denilmektedir. Bu sıralarda istimbot keşfi ile meş- gul meşhur (Robert Folton) un bu tekne nazarı dikkatini celbettiğinden, tecrübelerini denizaltı gemisine has- retmiş ve yapmış olduğu bu hususa ald plânını Amerika Bahriye Nezare- $i salâhiyetli azalarının nazarına ar- zetmiş ise de pek az teşvik ve rağbet görmüş olduğundan plânlarını alarak Fransa hükümetine müracaat etmiş Fransa hükümeti,de (Bushnell) in tek- nesinin esasına istinaden yani bir ki- şilik olmak Üzerâ bir tecrübe gemisi yaptırmıştır. (Bushneli) in teknesi alelâde bir şamandıra tarzında amü- di olarak imal edilmişse de Fulton'un yaptığı uekne iki nihâyetlerini konik bir tarzda sivriltetek silindir şeklinde olarak ve ufki yüzmek üzere imal et. miştir ki, bu şekil sonraları (John P. Holland) tarafından öizayin edilen tahtelbahirin şeklen hemen aynıdır. 1865 ve 1875 seneleri arasında bir. çok memleketlerde denizaltı gemisi hakkında mübim çalışmalar ve gay- retler sarf ve birçok tecrübeler yapıl mış olup bu tecrübeleri yapanlar M. Nordenfelt bir İsveç mühendisi, Mr. Baver bir Alman mühendis Mr, John P. Holland Amerikada iskân eden İs- koçyalı ve bir de Fransız mühendisle- rinden M. Laubeuf'dür, Bu mühendis- lerden son derecede muvaffakıyelli neticeler ve keşifler elde edenler Holan ve Laubeuf olup yapmış oldukları esex- lerle halihazır denizaltı gemilerinin &sas temelleri atılmış ve sonra da &i- lâhın tekâmülü düşünülerek Vayıthet torpidosunun ve buna inzimamen de- niz altında seyrüsefer kabiliyetini uzun müddet elde edebilmek için de akü- mülâtör bataryalarının keşifleri bu Holand ve Laubeuf dizayınlarını takip etmek suretile hali hazır tahtelbahir- lerini meydana getirmiştir. ADYOLIN Kullanan mes'ud güzeller RA kullandıklarını söyledikten sonra, dişlerin niçin bu kadar beyaz ve güzel olduğuna şaşmak hakikaten şaşılacak Sabah. DYOLİIN şeydir RADYOLİN'le fırçala. nan dişler ebedi bir hayata, sıhhata ve cazibeye malik olurlar, öğle ve akşam her yemekten sonra günde üç defa RADYOLİN diş macunile fırçalayınız. EEE EE YERE, 'Teirika No, 36 — Bugün sokakta yazı mi surat mt oynadık, iki metelik kazandım; Öyle talihim var ki, oyunda, hep ben kaza» nıyorum! dedi. Kadın tıpkı kuluçka olmuş bir ta- vuk hazzı İle içi kabara kabara ona bakıyor; ne güzel ne tosun gibi bir ço- cuktu; bunu daha evvel farkedemedi- ğine şaştı. Birden içinden taşan bir ana sevgisi ile ateşlendi: — Ah benim melek evlâdım... Şeker alıp yiyeceğine bir de para biriktirmiş ha... Kurban olsun anan sana! dedi. Bu sözleri duyunca, çocuk düşün- ceye vardı ve azıcık utanarak: — Yoo... Sade bugünlük öyle oldu, yarın şeker alacağım ben... Hem neye almıyacakmışım, neye para biriktire- cekmişim? Hergün kazanmak elim- de... dedi. Bir papara yiyeceğini zannederken anası gayet tatlı tatlı; — Şeker al, canın ne İstiyorsa onu al yavrum. Para kendi paran, diye ce» vap verdi. Her zaman pek o kadar lâkırdıya ka- rışmıyan, büyük oğlunun bile o akşam bir konuşacağı tuttu: — Sana tuhaf birşey söyliyeyim mi anam? Bugün mal sahibinin adamile tarlaları dolaşıyorduk ya hani, ne dedi biliyor musun? Köyümüze son ge- Wişi imiş bu. Para kazanmağa başka bir memlekete gidiyormuş; böyle dağ tepe dolaşmaktan usanmışmış artık; hele çifçilerle bayağı köylü karıların- dan bıkmış gak demişmiş... Her mev- sim hep ayni değişmek bilmiyen işler« miş bunlar... Uzak kocaman bir şehre gidiyormuş...» Ana bu lâkırdıları can kulağile din- ledi ve düşünmiye vardı, O akşam ya- kıp masanın üzerine koyduğu şamda- nın hafif titrek ışığında oğluna bakı. yor, hiç kıpırdamadan oturuyordu. Çocuk susunca, yağmur çoktandır su- suz kalmış kuru bir toprağın tâ bağrı- na nasıl sıza sıza girerse bu kelimele- rin de birer birer yüreciğine yerleşip sinmesi için durdu, bir zaman bekle- di, sonra da boğuk &teşli bir sesle: — Sahiden böyle mi dedi, oğlum? diye sordu. Ve sanki, bunu bile, Jâf ol. sun diye sormuş gibi yaparak, karşıh- ğını filân beklemeden hemen bir ace- le: — Haydi bakalım, artık yatıp uyu- yalım, yarın sabah şafak vaktı kalkıp şehre gideceğim, kız kardeşinin gözle- rine bir ilâç getireceğim, bak nasıl iyi gelecek... dedi, Kadının sesi gene düzgün ve sâkin çıkıyordu. Köpek yanına doğru sokul. du yaltaklandı, o da hiç hasislik et- meden bol bol yemek verdi. Hayvan yarı şaşkın yarı da sevinçten deliye dönmüş bir halde, önündekini obur Obur yuttu sümürdü ve karnı iyice do- yunca, hoşnutsuzluktan derin derin içini çekti. O gece hepsi de uyudular. Ana da, çocuklar da derin, dinlendiren, rahat bir uykuya, çabucak daldılar. e a Sabah oldu; yaz yağmuruna hazır- Janan durgun, puslu bir hava id1, Gök- yüzü alçalmış, su yüklü bir halde va- dinin üzerine bütün ağırlığı ile bas. mıştı, dağlar hiç gözükmüyordu. Ana kızını şehre götürmeği, iyice aklına koyduğu için havaya aldırış etmeden erkenden kalktı. Aylar ayı, hattâ yıllar yılı bekledikten sonra, yavrusunun acısını azıcık olsun rahatlandırmak için artık bir tek gün bile sabredecök halde değildi. Sanki göz yaşlarile kiri, Süçü yıkanmış yeni bir analık içinde, çocuklarna karşı nasıi sevgi, şefkat göstereceğini bilemiyordu, Bundan sonra, onlar için ne yapsa, ne kadar çırpınsa da gene az buluyor, gönlünü rahatlandıramıyördu. Kıza gelince, uzun saçlarını tarayıp örerken pembe bir bez parçasile uçla- rıni bağlarken, heyecandan tir tir tit. riyordu. Beyaz çiçekli mavi, tertemiz entarisini de giydi. Ömründe küçücük köyünden daha hiç çıkmadığı için bir yandan hazırlanıyor, bir yandan di dalgın dalgın: — Ah bugün etrafımı bulanık gör. mesem ne iyi olurdu, kimbilir şehirde ne görülecek şeyler vardır, diyordu. Küçük kardeşi de buna bir büyük — Evet amma, gözlerin de iyi gör. seydi, şehre götürmezlerdi seni! deyu. bina verdi. Bu karşılık o kadar doğru idi ki, kız- cağız gene her vakılki gibi sade gü- lümsedi, birşey demedi. Çünkü pek öy. le keskin bir zekâsı yoktu. Tlerşeyde bir durgunluk, yumuşaklık ve tatlılık vardı, Bir müddet düşündükten sonra: — Keşke iyl göreydim de, ömrüm- de hiç şehre gitmeseydim! dedi, Amma bu cevab o kadar geç çıkmış» ti ki, küçük oğlan ne demeğe geldiğini bile pek hatırlıyamadı. Sabırsız, ncele- ci bir huyu vardı onun; içi içine cığ- mazdı, bir oyundan ötekine geçer, gör- düğü bir iki ufak işin de birini ya- rım bırakır, başkasını yapmağa k dı. Değişikliği severdi. Üç çocuğun için- de babasına en çok benziyen © idi, Ana, söylenenlere hiç kulak vermi- yordu; hazırlanıyordu. Bir müddet, küçük çekmenin önünde durdu, eli varmıyordu... Nihayet açtı, içinden küçük bir paket, çıkardı, ince kâğıdı çözdü ve müceyherlerine baktı, «Şunları saklâsam mı, yoksa götü- Tüp satsam mi?» diye düşündü. Azıcık durakladı ve kendi kendine: «Beni artık dul sanıyorlar, nerden takacağım bunlar! Olsa olsa kızımın düğününe saklıyabilirim.» dedi. Göz- lerini, avucunda tuttuğu bu gümüş süslere dikmiş düşünüyordu; birden- bire birşeyler hatırladı ve içi bulandı; me yapıp yapıp bu mücevherlerden kurtulmak ve hâtırlattıklarını ca unutmak istedi. Bu sefer artık karar rını vermişti: «Olmaz, Saklamıyaca- ğım. Hem belkide.. Olura... Gü- nün birinde... Şey... Kocam dönüve- rirse... Ne der bunlara?... Paramla al- dım lâfına inamr mı hiç 6.» diye dü- şündü. Bunun üstüne ufacık paketli göğsüne soktu «haydi gidiyoruz» di- ye kızına seslendi. Kır yolundân yürüyerek, sabâhin bu pek erken saatinde daha nuşu muş uyuyan köyün içinden geçtiler, Ana gene eskisi gibi dinçleşmiş, kuvvetli, sık adımlarla yürüyordu. Başı yukarı da, kızım elinden tutmuş sis içinde gi- diyor, ilerliyordu. Kızcağız onun koca adımlarına yetişmeğe çabalarken, ar- tık gözlerinin, ne kadar fena gördü. günü seziyordu. Evinde, köyünde, diği yerlerde pekâlâ zararsızca İstedi. ği tarafa gidip gelebiliyordu. Yalnız işin acı olan tarafı, o bunu gözlerile görüşile değil de, el yurdarmı, koku al. ma kabiliyeti sayesinde yapabildiğini fark bile etmiyordu. Halbuki işte bu alışık olmadığı, tümsekli çukurlu yol da, anasının elini tulmasa düşecekti. Ana da, bunun farkına vardı; içini bir korku aldı ve başına yeni bir ceza yumruğu ineceğini bilmiş gibi, şimdi. den titriyerek: — Eyvahlar olsun, galiba iş işten geçmiş bile a yavrum. Amma sen şim. diye kadar görmediğini hiç söylemedin Kİ, bana; gözlerin boyuna sulanıyor da ondan iyi seçemiyorsun sanıyordum.» Kızcağız da hıçkırıklarını tuta tuta; — Ben de öyle sanıyordum anaci- im. Hem bu yol, bir iniyor bir çıki- yor... Ondan,. Bir de bu kadar çabuk yüremeğe alışık değilim ben.... dedi. Ana adımlarını yavaşlattı ve başka birşey demeden yürüdüler durdular. Eczahaneye yaklaştıkça, sabrı tükenen ana, farkına varmadan, gene bizlân- mağa başladı. Daha vakıt çok erken. di, ilk müşteri bunlar olacaktı. Ecza. cı hiç aceleye lüzum görmeden, yavaş yavaş tahta kepenklerini kaldırıyir; durup durup ya esniyor ya da uzamış karışık saçlarına ellerini sokup, hart hart başını kaşıyordu. ş Güzlerini kaldırıp da köylü kadınla kızını tezgâhın önünde görünce birden şaşırdı: — Nerden çıktınız bu saatte? Ne is. tiyorsunuz? diye sordu. Ana, yavrucağı gösterdi: — Böyle ağrıklı gözler için bir ilâ- cmız var mı? dedi, Adam döndü, evvelâ dik dik kıza, sonra da, zoruna aralanabilen kıp kır. mızı göz kapaklarına, ölü gözlerine baktı, — Nasıl başladı bu? diye sordu, (Arkası var)