Cemil şapkasını eline almış, alni- mendilile silerek Köprü üzerinde ilerliyordu. Mevsimin ilk k günleri an birinin koluna değdiğini Guydu. Dönüp baktı: Sel Uzun zamandanberi Se görme- Mişti. İki arkadaş Karaköy tarafına doğru yürüyorlardı, Selim bir aralık Cemi — Sana bir teklifim var... dedi, şuradan vapura atlayalım, Bizim kö- ye gidelim... Bak ne kadar memnun « Bu gece bende kalırsın!.. le gece yatısı misafirliği- ve filân gitmekten boşlanmayan bir adamdı. En yakın akrabalarına. bile bayramdan bayrama ziyarete gider- di, Bunun için Selimin bu teklifine; — Vazgeç Selimciğim... Sevi 1&- hatsız ederim!.. cevabımı verdi. Lâkin Selim: — Rahatsızlık nedemek karde- şim? Öyle söz mü olur? Dünyada ol- maz. Bu gece elimden kurtulamaz. sn... Cemil arkadaşının elinden kurtu- lamıyacağını anlıyordu. Bir bahane in bu işten yakasını sıyırmak mma, dedi, yarın sabah er- kenden benim İstanbulda mühim bir Halbuki sizin köy uzak. 'e yetisemem. Belim buna da bir çare buldu: - Sen onu hiç merak etme, dedi, yarın sabah erkenden ben seni ilk vapura yetişti; İstanbula iner, İşini görürsün, Daha bir diyeceğin var mı? Cemil artık ne söylese fayda etmi- yeceğini anladı ve Selim — Peki, dedi, haydi yalım... iki arkadaş vapura bindiler. Yolda Belim: — Bak bu gece bana geldiğine ne kadar memnun olacaksın... Bir kere dünyanın en saf havası içinde bir gece geçireceksin, Sonra oturduğum Köşkün civarındaki komşuları gür me... Sanki bütün dünya güzelleri benim evimin etrafına toplanmış. Di- yorum ya... Geldiğine pek iyi ettin, diyordu. Selimin oturduğu köyde vapurdan indiler. Çarşının içinden geçerlerken Selim: — Oldu olacak, diyordu, bari bu gece şöyle büyükçe bir şişe imam su- yu alalım, Karşılıklı keyif çatarız. Kirazla iyi gider. Bir de cacık yaptık Mı? Gel keyfim gel... Haaaa... Biraz da çiroz alalım... Tereolu ile çiroz sa- Jatasına ne buyurulur? ... Cemilin içki ile başı pek hoş de- ğlei: Vazgeç Selim... dedi, bilirsin ki ben hiç içmem... Lâkin Selim: — Canım kirk yılda bir... Hatırım için, ne olur sanki?. diye ısrara baş- Jayınca karşılarına çıkan bir bakkal dükkânına girdiler. Selim yarım kiloluk bir şişeyi kâ- da sardınrken bir yandan da cep- lerini araştırıyordu. Uzun uzun cep- lerini karıştırdkılan sonra Cemile döndü: — Kuzum Cemil, dedişbende elli Jirahk bütün paralardan başka bo- sukluk kalmamış. Şu bakkalın hesabı- nı sen gör... Cemil hemen bakkalın parasını verdi. Bir kaç tane de çiroz aldılar. Manavdan kiraz ve cacık için salata- ak almağı da İhmal etmediler. Selimin köskü dimdik bir tepenin en üstünde İdi. Yol yürümeğe hiç alışık olmayan Cemil bu tepeyi çi kıncaya kadar akla Karayı seçti, Ni- hayet gelmişlerdi. Selim cebinden bir anahtar çıkararak kapıyı açtı. İçeri girdiler. Evin içi darmadağınıktı. Belim: — Haydi Cemil, dei, kolları sivaya- hm da kendimize güze! bir sofra ha- zırlayalım. Vakia yokuşu oçikarken çok yoruldun amma $u sofi kurs duktan sonra keyfimize hiç -diyecek yoktur, Zaten köşke gelinceye kö tikanıklıklar geçiren Cemil bu sefer de sofrayı hazıılamak için büsbütün Yoruldu. Sofra balkona kurulmuştu. Cemil içmemek istiyor, fakat Selim Mütemadiyen ısrar ediyordu: — iç yahu... Kuk yılda bir iki ka- n biri idi, Birdenbire | deh içmişsin. kadâr söy kaç kâdeh içmeğe mecbur oldu. Selim bir yandan içerken bir ta- | raftan da karşıdaki köşkün pencere- sinde oturan genç bir kadına dik dik bakıyor, soğuk soğuk işareti yordu. Cemilin böyle şeyler dokunuyordu. Dayanamadı, daşına: — Selim, dedi, komşularını kızdi- racaksın... Böyle şeyler yapma ca- nım... Lâkin Selim hiç o taraflı de- gildi. Durup dinlenmeden işaretleri- ne devam ediyordu. Halbuki pence- redeki kadın hiç o terafh değildi. Ni- hayet karşıdaki kadın hiddetle doğ- ruldu, sinirli bir hareketle «çat!» di- ye pencereyi kapattı. Cemil kendi hesabına yerin dibine geçmişti: — Gördün mü?.. dedi. Selim omuz silkti: — Cilve yapıyor!,. cevabını verdi, Cemil geceyi arkadaşının köşkün- de pek rahatsız geçirdi. Bir kere Se- lim geç vakte kadar onu uyutmadı. İkide bir: — Biraz daha otur, diyordu... Bir parça daha canım... Hem daha erken. Saat bir olmadı. Biraz dedikodu ya palım... Sen şu bizim Rahmiye ne dersin? Çok yalancı, çok düzenbaz heriftir değil mi? Cemil dedikodudan Xaçan bir âdamdı, Bunun için Selim, Rahmi hakkında kendisinin fikrini sorduğu zaman: Vallahi bilmeni ki... Ne çıkar? Selim © arka diye kesip ş saat İkiye doğru ye- | erdi, Fakat Cemil bir türlü w wuyordu. Bir kere Se- limin kü: nde dehşetli sivrisinek, pire, tahtakurusu vardı. Sonra el kole hiç alışık değildi, Selimin 15; le içliği bir kaç kadeh rakı midesini berbad etmişti. Sabaha Kadar hafif hari sancılandı. durdu. Ertesi sabah erkenden döndü. Selim de öğle vapurile İs bula inerken güvertede bir arkağâ- İzklarma Çı — Birader. hayatı iyi hoş umma al misafirler... Onlar- dan kaçmak için bu köye taşındım. Fakat pesim! bırakırlar m hiç? Dün Köprü üzerinde bir arkadaşa rasla- dım. Tuturdu: . — İle köşke gidelim. Bu gece sen- deyim!.. diye başladı. Tabii neder- sin: — Buyur, başımla beraber!... ceva- bu verdim. Kalktık, vapura bindik. Bizim köye geldik. Çarşıdan geçer- ken bizim srkadaş: a — İlle bana rakı al... Senin köşk- te karşılıklı içeriz, diye başladı. Hak buki benim de içki ile başım hiç hoş değildir. Fakat misafirimin hatırını kıramazdım ya... Bakkala grüik. Ya- rını Kiloluk bir şişeyi sardırdım. Pa- rasını verdim. Eve geldik. Sofrayı kur- duk. Ben misafirime: — Müsaade et te ben içmiyeyim... dedim, kim dinler; — Dünyada olmaz... Kırk yılda bir içeceksin... Benim hatırım için ya- hu, ne çıkar? diye ısrara başladı. İç- meğe mecbur oldum. İş bu kadarla kalsa gene iyi... Misafirim bu sefer karsıdaki komşularıma işaret etmeğe kalkmaz mı? Yediği halta bak bir kere birader... Karşıdaki komşu ka- dın hiddetlendi. «Çat!; diye pence- resini kapattı. Yani senin anlayaca- gın bizim misafir beni kendi mahalle- me rezil etti. Bundan sonra da de- dikoduya başladı. Hemde kimin aleyhine söylese beğenirsin... Bizim Rahminin- aleyhine... Zavalı Rahmi güya yalancı, dolandıncının biri imiş... Halbuki ben hiç böyle dedikodula- rı sevmem. Misafirim geç vakte ka- dar oturdu. Uykusuzluktan gebere- cektim. Ben yatmak istedikçe: — Daha erken canım, yatma... dedikodu yapalım! diye tutturu- yordu. Nihayet İkive doğru yattık. Fakat âlkole alışık olmadığım için misafi- rimin zorla içirdiği rakı beni pek rahatsız etti. Görüyorsun ya azizim... Dünyada Hararetlen yandı, | İstanbula | Bu asrın hayat icapları zar rak fazla çalışmamızı gi kadar çok çalışmaktayız ki istirehat zamanlarımızı bile (eda etmeğe mec- burüz. Fakat bu haliri neticesi olarak yoruluyoruz. (o Asabımız bozuluyor. Hüzür ve rabatımız kalmıyor. Doğru fakat bunun sebebi ve çaresi? Evet... Bu hal çok çalışmak ve lâyıla İle din- lenmemekten mütevellit bir nevi te- semmümdür ki, bunun eserin! uzviye- timizin en kıymetli unsuru olan kan hissediyor. Ve ilk önce kanımız 2€- hirlenerek harap oluyor, Sonra bu kansızlık ta, türlü türlü hastalıklara kapı açıyor. Bundan korunmak müm- kündür?,.. Muhakkak... Kanı dalma yenilemek, zehirlenen kısımları taze cevherle tamamlamak, Kan zehirlen- Gikçe azalan HEMOĞLOBİNE'dir. Bu eksildikçe esasen vücud beslenmez, İş- tahasızlık, uykusuzluk, yorgunlukile perişan olur. HEMOĞLOBİNE, bahusus DES CHİENS şurubunda bulunan canlı HEMOĞLOBİNE bu noksenı fenni bir şekilde tamamlar. DESCHİNES şurubunu muntazaman kullanmağı yorgunluk endişesi kalmaz ve taze HEMOĞLOBİN'nin canlandırdığı vü- cutta yorgunluktan eser bulunmaz. Modem çalışmanın Modern yorgun- İ luklarna karşı DESCHİNES şurubu hem şafi hem vaki mödern bir tedavi Her çezanede bulunur, Güzelliğinin Sırrı yok Sebebi var. Dişleri mikroplardan, çürük- lerden, iltihaplardan koruyarak sağlamlaştıran, Hem de minele- rinin bozulmasını ve sararmasını menedecek dnimi bir güzellikle “ muhafaza eden asrın en Kuvvetli diş macunudur. Her sabah, öğle veaksam ye- meklerden sonra günde 3 defa. RADYOLIN Taşra gazele bayilerinin nazarı dikkatine Bani taşra bayilerinden aldığı- mız mektuplardan «AKŞAM» 1 mutlaka şu veya bu mutavasut- lardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur addettikleri anlaşılmaktadır. Bu zehab hekikate uygun de- ğildir. Binaenaleyh taşra bayile rinden arzu edenler her zaman «AKŞAM» idarehanesine mürâ- caatla doğrudan doğruya mu&w meleye girişebilirler. Bu hususta «AKŞAM; idaresine mektup yâ&- zardak bayi şartlarını öğvenebi- Jirler. itiyad edenler için medeni hayatın | usulü teşkil eder, Medeni çalışmanın | medeni ilâcı DESCHİNES şurubudur. | Muharriri Pearl BUCK Kaçmış, işte dışarıda bağırıyordu ! bile: — Haydi bakalım, kes bir elbiselik, bir karış da cabadan veteceksin ha Bilirsin ya âdettir! Satıcı hemen denileni yaptı ve üç gümüş parayı aldı. İstediğinden azdı bu amma, malını satmak, biran evvel de gitmek telâşındaydı. Ana yerden kalkıp geldiğinde, adam gitmişti bile; genç kocası da ağacın yeşil gölgesi altında durmuş, iki elile parlâk, yeni, mavi kumaşı tutuyordu... Ve paralar uçmuştu. İhtiyar nine, korkmuş gibi yerinde oturuyordu, gelininin geldiğini gö- rünce, öksürüklü çatlak sesile uluor- ta: — Ne tatlı mavisi var oğlum... Hiç de pahalı değil; bak, kaç yazdır ki, keten bezinden hiç elbise giymedin- di... dedi. Erkek kıpkırmızı kesilmişti. Kaşla- rını çalarak karısına kötü kötü baktı. Öfkenin verdiği korkusuz bir atılgar- lıkla: — Sen bu elbiseyi dikecek misin, dikmiyecek misin onu söyle?... Bir di- kişçi kadına verip, paramla diktirme- | sinide bilirim ben... Karım dikmek İs- temiyor, derim, kendin utanırsın! di- i ye bağırdı. "Ana birşey demedi. Sesini çıkarms- dan, sapsarı kesilmiş bir yüzle titreye titreye, alçacık iskemlesine oturdu; i kucağındaki yavrusu, daha hâlâ, kor- kudan ağlıyordu. Kadın aldırmadı, çocuğu yere bıraktı, o canı istediği ka- dar bağıra durufken, kendi de çözülen dağılan saçlarını topladı, topuzunu düzeltti. Sık sık nefes alıyor, göğsü helecâanla inip çıkıyordu, Bir iki defa yutkundu ve kocasının yüzüne bak- madan: — Ver... Dikerim, dedi, Bu elbisenin, bir kaşkasının elinde hazırlanması, onuruna dokunuyordu. Böylelikle kavga ettiklerini, elâleme büsbütün belli etmiş olacaklardı, 7a- ten komşu kadınlar kapılarına çıkmış- lar, bağırışıp çağrışmalarını dinliyor lardı bile... İşte, bugünden sonra, kadıncağız, kocasına karşı âdeta garez beslemeğe başladı. Değeri vardır diye, kumaşı her ne kadar bütün gayretile iyi biçip dikmeğe çalıştı ise de, zoraki yapiyor- du bunu. Dikişi sürdüğü müddetçe, ağanı açıp erkeğile hiç konuşmadı. Koca günün içinde, ister evde, ister s0- kakta olup bitenlere dair, tek bir keli- me söylemedi. Hallerinden hoşnudluk getiren kadınların kocalanna anlat- maktan zevk duydukları şeylerden hiç, hiç birinin lâfını etmedi, Erkek de bu soğukluğun, bu mendeburtuğun kar- şısında suratı astı, Artık türkü söyle- miyordu, yemeğini yer yemez de yol kenarına kahveye gidiyor ve gecenin geç vakitlerine Kadar orada oturup çay İçiyor, başka erkeklerle oyun oy- nuyordu. Tabii, bu yüzden de sabah- ları geç kalkıyordu. Eskiden olsa ko- casını paylar, azarlar, söylenirdi. Oda kafasının dinç Kalması İçin, tek vr vır olmasın diye haylazlığı bırakıp söz dinlemek lüzumunu duyardı. Halbu- ki kadın artık hiç birşey demiyordu... O yatakta uyurken tek başına tarla- larının başına çalışmağa gidiyor, koca- sı ne halt ederse etsin kaskatı, sade susuyordu. Hattâ elbise bittiği zaman bile « ki bu epey uzun sürmüştü, çünkü o ara. ık pirincin hazırlanıp dikilme sıra. sıydı - evet, elbise dikilince bile, ana, iyi veya fena oldu diye hiç birşey de. medi. Sadece, ona bunu verdi. Erkek de hemen giyindi, kırık bir taş parça- sile yüzüğünü parlattı, mutfaktaki şi- şeden aldığı yağla saçlarını ovaladı ve salına salma sokağa çıktı, Şu, bu, elbisesinin ne kâdar güzel olduğunu, kendisine ne kadar yakıştı. ğını söyledikçe istediği gibi sevinemi. yordu. Karısı bir şeycikler dememişti ona. Halbuki kapının önünde, mahsus- tan:az mi durmuştu! Kadın, gene de, başını kaldırıp bakmamıştı. Elinde süpürge, İki kat olmuş evin içini süpü- rüyordu. Hiç aldırmamışlı. Elbisenin iyi gelip gelmediğini bile merak etmemiş, her vakıt, hazırladığı en vfek şeylerde, meselâ bir çift çarık ba za Mütercimi Mebrure SAMİ , İyi gitti mis diy: mamıştı. Nihayet erkek dayanamamış şöyle ortaya söyler gibi, utana utana; — Doğrusu Ya, hiç bir elbisemi bu kadar iyi dikmemiştin, Öyle güzel ol- müş ki, tıpkı şehirlilerinkine benze. miş! dedi, Amma o, gene de gözlerini yerden kaldırmadı. Süpürgeyi bir köşeye koy- du, mavi elbisenin dikişi ile ellerindeki tireyi tükettiği için, bir yumak pamuk aldı oturdu; iplik eğirmeğe koyuldu. Aradan biraz vağıt geçince, acı acı; — Bana neye mal olduğuna bakar- sak, padişah elbisesine bile benzese, yeri var... diye karşılık verdi Bunları söylerken, yan gözle olsun kocasına bakmadı. İçi bağrı o kadar acılı, gavezli idi ki, hattâ o sokağa fırla gideken bile, arkasından şöyle bir göz ucu atayım demedi Halbuki için için, bu mavi elbisenin ona Kimbilir, ne kadar Yyaraşlığını düşünüyor, ve biliyordu. ola Saatler ve saatlerce, ana erkeğin dönmesini bekledi. O günü, tarlalar kendi hallerine kalabilirlerd!; pirincin, derinlikleri az bataklıklar halindeki su çukurlarına dikiime işi bitmişti; yeşil taze fbizler, kızgın güneşin altında, daha henüz teşekkül etmemiş başs cıklatını hafif rüzgâra vermişler sal myorlardı. O gün toprakla uğraşı Tüzüm yoktu. Ana, söğüdün altında oturmuş, ip- lik eğiriyordu, pine de kendini tecek birini bulmanın sevincile g ninin yanına gelip çökmüştü, Hem konuşuyor, hem de hırkasını çözüp, göğsünü bağrını açarak kızgın güne- şin altında, ihtiyar sıska kollarile ge» riniyor, bu,şıfalı sıcağın kemiklerine; iliklerine işlemesi için soyunuyordu. Çocuklar: daş'çınıl çıplak, güneşte oynayıp kaşuşuyorlardı. Ana sesini çi. karmıyordu;. eyigindeki pamuğu, di- Mile ıslattığı orla ile baş parmağının arasında #lışılmış becerikli hareket. lerle büküyordu; iplik gergin ve beyaz olarak çıkıyor, istediği boya gelince, © bunu makara yerine kullandığı cilâ, li bir kamış parçasına sarıyordu. Her işi yaparkenki gibi, ipliğini de hama- Tatça ve ne güzel eğiriyordu. Çıkan ti re sağlam ve sert birşey oluyordu. Güneş, ağır ağır kuşluk vaktını gös teren yüksekliklere doğru varıyordü. « Ana da kajktı, örekesini yerine birak« tı. Sert sert; — Mavi elbise, karın doyurmaz... Acıkmıştır, nerde ise gelir... dedi. İn- tiyar nine de ezeli gırgını, ve vara yoğa gülüşü ile; — Sabi... Sahi... Bir erkeğin, karı nım dışını saran başka... İçini duldü. Tan şey gene başka... diye öevap yetiş. tirdi. Ana gitti, ölçek yerine kullandığı içi oyuk su kabağı gibi birşeyi pirinç sepetine daldırdı, ağzına kadar dok durdu, tek bir pirinç tanesi ziyan ol masın diye de, elile güzelce düzledi, Sonra da bu pirinci, incecik kamıştan yapılmış bir sepete boşalttı ve dere kenarına gitti. Yoldan geçerken de, aşağılara doğru, aranarak iyice bak» tı amma, açık mavi hayale benzer bir şeyler göremedi, Pirineini, yikamak için, önüne dike katli dikkatli bakarak bayırdan aşağı, ırmağın kenarina kadar indi. Sepetini suya batırdı ve esmer kuvvetli elleri. nin arasında pirinci ovaladı, iyice te mizlenip beyâzlaşsınlar diye, bu işi bir. iki defa daha yapınca, pirinçler ıslan» mış inci taneleri gibi pırıldaşmağa başladılar. Dönerken, evlerinin yanmda yeti. şen lâhanalardan, eğildi bir baş ko. pardı, ağaç altında bağlı duran can)» sa bir tutam ot attı ve içeri girdi. Bü- yük oğlu da, kız Kardeşini elinden tut- muş, aşağı yoldan geliyordu. Anası sakin sakin sordu: — Babanı gördün mü? Kahvede acaba, yoksa koruşulardan birinin ka- pısında, konuşup dura mı kald:? Küçük oğlan şaşkın şaşkın cevap verdi: (Arkası var)