İnsan gibi yaşıyan bir maymun Takdim edildiklerinin elini sıkıyor, sofrada herkes gibi yemek yiyor |Büyükk Sv AKŞAM - Havza -mektupları Halk kaplıcaların biran evvel ıslahını istiyor aplıcanın “Kızgözü,, taşı hak" Maymun bol bir elbise, iskarpin giyiyor. Hiç kında eski devirlerden kalma efsane bir gün banyo yapmağı ihmal etmiyor azl pe lemek Day Parisin meşhur ve muteber bay- tarlarından doktor Mennerat şimdi- ye kadar akla gelmiyen bir hayvan psikulojisi tecrübesi yapmıştır. Dok- tor Mennerat bundan on sene evvel Merkezi Afrikaya yaptığı bir tedkik seyahatinden avdetinde beraberinde iki yaşında bir şimpanze maymunu getirmişti. Gerek doktor, gerekse kü rısı ve İki oğlu evlerine gelen bu yeni aile uzvuna hayvanlığını unuttur- mak ve onu bir nevi İnsan gibi yaşat- mak için ellerinden geldiği kadar çar hşmaktan geri durmadılar. Fatu İs- mini verdikleri bu maymunu diğer haş lara yapıldığı tarzda talim ve terbiye ile yola getirmiyorlar, ona aile efradından imiş gibi muamele edi- yorlardı. Geçenlerde profesör Mennerat ta- rafından hayvanat mülehassıslarına, tabiblere ve gazetecilere verilen bir giyafette Fatu ilk defa sosyete içeri- sins çikarlldı. Arka ayakları üzerin- de susta durarak yürüyen Fatu sa- londan içeriye girdi, kapıyı kapadı, efendisi takdim ederken birer birer misafirlerin ellerini sıktı. Ondon son- ra sofrada kendisine tahsis edilmiş olan sandalyesine oturdu, Herkes gi- bi çorba, balık, et, sebze ve meyva- dan ibaret olan yemeğini, hiç bir ku- sur işlemeden yedi, Fatu yemek es- nasında sakin duruyor, solunda otu- ranın elinden yemek tabağını neza- ketle alıyor, kendisine yemek âyıri- yor ve sonra yemek tabağını sağında oturana uzatıyordu. Yalnız Fatu'nun en ziyade sebzeye ve meyvayn ehem- miyet vermesi! dikkati ce'bediyordü. Maymun şarabi da tıpkı bir insan gibi içiyor, elinde tutuğu şarap bar- dağını acele etmeden ağzına götü- rüyor ve şarabı tadarık yudum yu- dum içiyordu. Çerez yenmekte iken Fatu birden- bire yerinden kalktı, madam Menne- rat'nın yanına gitti, sevgiye delâlet eden bir tavırla elini kadının omuzu- na koydu ve: «Mama, Mamal!s diye- rek elile beyaz Bordo şarabı şişesini gösterdi. Çok sevdiği bu şarabı şişe- nin üzerindeki etiketten tanıdığı için kendisine ondan bir bardak verilme- sini istiyordu. Yemekten sonra doktor Mennerat misafirlerine: «Şimdi birer sigar İçe- Hm! deyince Fâtu hemen kendili- ğinden bir duvar dolabına gitti, ka- AKŞAM'ın tefrikası Nr» Fatu istirahat ederken ve yazı makinesi önünde pısıni açtı, bir kutu sigarla bir paket sigara çıkardı, misafirlere birer tane ikram etti ve elinde tuttuğu çakmak» la sigaraları yakmağı da unutmefı. Sonra kendisi de kutudan bir sigar aldı ve yaktı. Kanâpenin üzerine otur- du, yanına bir sigara tablası aldı, kül- Jeri aradasırada oraya döktü ve sigara bittiği zaman tablaya bastırarak sön- dürdü. Şimpanze maymununun arkasına giydiği elbise bol bir bluzdan, hafif bir pantalondan ibaretti, ayakların- da yelken bezinden mamul iskarpin- ler vardı, Fatu evde kendisine mah- sus bir odâda oturuyordu, bu odada bir masa, bir salıncaklı sandalye, bir yatak, bir elbise dolabı ve bir de ban- yo bulunuyordu. Fatu bizzzat mus- lukları açarak banyonun içine sıcak ve soğuk su gkıtıyor, suyun derecesi- ni muayene ediyor, banyoya girip yıkanıyor, kurularıyor ve bir insan gibi giyiniyordu. Maymun, hiç tahri- bat yapmadan serbesçe evde dolaşı- yordu. Onun yemek dolabına kendi- liğinden giderek yemek çaldığı hiç görülmemiştir. Yalnız, doktor Menne- Tef) AŞKIN KURBANI — Büyük macera romanı — — Küçük hanım, küçük hanım!.. Ablanız çok hâsta!... Çabuk gelin... — Aman Allahım... Ablam m Şimdi geli; m, Bir Sekilde kendini Perihanm oda- sına attı. Genç kadın zehirin ıztırabına rağ- men ayılmış, soyunup yatağa yatma- ğa muvaffak olmuştu. Yastıklara da- yalı güzel başı ölüm sarılığındaydı. Siyah kadife gibi gözleri nöbet ale- vile panl parıl parlıyordu. Nefesi İse, güçlükle uçuk dudaklarından çikı- yordu. Maamafih hemşiresini görün- ce tebessüm etmeğe çalıştı. Genç kız telâşla: — Ablacığım... Ablacığım..- Ne ol- dun? Neren ağrıyor? Doktoru ça- Bırttın mı? diye sordu. Hizmetçi cevap verdi: — Şoför otomobille gitti Nerede ise gelir. -— Babama baber verdiniz mi? Perihan nefretle; — Hayır... Istemem... O gelmesin! Katibi... Ratibi, görmek istiyorum! . Nâkleden: (Vâ-Nü) Evinde olduğunu biliyorum... Koş- sunlar haber versinler, Tendu, hizmetçi kıza: — HBaydi!... Hemen biri git- sin! - emrini verdi. Sonra ablasının elini tutarak: — Ne yapayım?... Seni rahatlan- dırmak için ne vereyim acaba? Çok iztırab çektiğin belli! — Biç, güzelim hiç... Şimdi doktor gelir. Bu sözleri söylerken müthiş bir sancı genç kadının vücudünü kv- randırdı: — Ay... Aman... - diysnledi. - Ah! Ölmeden evvel Ratib yetişse! — Ölmek mi? Aman abla! Allah aşkına böyle söz söyleme! — Ne yapalım yavrucuğum? Mu- kadderat! o İyileşemiyeceğimi biliyo- rum. Bütün derdim Ratibi görebil- mek... Benim takip edemediğim işi 0 takip eder. Hemde intikamını alır! Sabırlı ol! Genç kız hayretle; — Ne intikamı? ika No. 94; rat'ye tedavi ettirilmek üzere geti- rilen hayvanları ürkütmemek için Fatu muayene saatlerinde odasına kilitleniyordu. Doktor Mennerat misafirlerine bu maymun hakkında yaptığı tedkika- tın neticelerini anlatiı, Bilhassa Fü- tu'nun hayatile at cambazhanelerin- de oynatılan, talim ve terbiye gör“ müş olan maymunlar arasında bü- yük bir fark olduğuna işaret etti. Fatu ne biliyorsa bunu kendi görgü- #üne medyun olduğunu - söyledi. Mennerat ailesi efradı Fatu'ya bir şey öğretmeğe biç bir zaman teşebbüs et- memişti. On sene zarfında Falu kü- çük bir çocuğa verilen terbiyeye ben- zer bir muameleye tâbi tutulmuştu. Sandık kapaklarının, dolap kapıları- nın açılması, elektrik lâmbasını yâr kıp söndürmeyi, çatal, bıçuk ve Kâr şık kullanmayı hep kendiliğinden öğrenmişti. Fatu yalnız bir kelimeyi vazıh ola- rak telâffuz edebiliyordu ki oda doktorun oğullarından işittiği «ma- mas kelimesiydi. Doktor Mennerat bu mama kelimesinin beşer lisanı- nın ilk kelimesi olduğunu Zzannet- mektedir. Her lisanda mevcud olan o kelimeyi telâffuz etmek maymun dudaklarına da kolay gelmektedir. Çünkü mama kelimesi dudaklar iki dela ardı ardına açılıp kapandığı 2a- man kendiliğinden hasıl olmaktadır. Havzanın üç kaplıcası Hevza (Akşam) — Havza kaplıra- larile şöhret bulmuştur, Her sene çok uzaklardan, civar vilâyet ve kazalar. dan bu kaplıcalara binlerce halk ma- yıs ayı bidayetinden başlıyarak eylül nihayetine kadar akın ederler, Bir çok yerlere nisbeten Havza sıhhi su- ları, temiz havası maruf ve şifah kap- ıcalarile bir sıhhat yurdu, bir afiyet ocağıdır. Burada Büyük, Maarif ve Küçük ismile anılan üç hamam vardır. Bü- yük hamam hakkında bazı Rum ta- rihlerinin verdiği malümat burasının eski Romalılar tarafından inşa edi) diğini göstermektedir. (665) tarihi hicrisine kadar kaydine tesadüf edil. mekte olan bu hamamın Sadi paşa tarafından vakfedildiği görülmekte ise de bu zatın kim olduğuna ve han- gi devrin ricalinden bulunduğuna dair tarihi bir kayıt yoktur. Haik diğer hamamlardan ziyade Büyük hamama ehemmiyet verirler. Gelibolu (Akşam) — Yeni Halkevi inşaata ilerlemektedir. Binanın zemin katı bitmiş ve birinci kat duvarları yarı yarıya tamamlanmıştır, İnşaata bil. yük bir faaliyetle devam edilmektedir. Bu hefta içerisinde kassbamızı ziyaret eden Trakya Umumi tını gözden geçirmizler ve inşaatın tamamlanması için direktifler vermişler. dir. Yukarıdaki resim Halkevinin bugünkü inşa vaziyetini gösteriyor. O sırada doktor içeri girdi. Hasta- nü görünce endişe ile yak- Dİ Beni zehirlediler... Erkekle genç kız hayretle bağır- dılar... — Zehir mi? — Nasıl olur? — Kim yapar! — Onu şimdi söyliyemem... Ratib bey gelince her seyi öğrenirsiniz... Fakat emin olduğum bir şey varsa O da dijitalin'le zehirlendiğimdir. — Evet... Doğru âraz bunu göste- riyor... Tendu ablasının ayakları ucuna kapanmış hıçkırıyordu. Perihan katilinin Refet olduğunu derhal anlamış, sancılarının. İztarabı- na rağmen sürüklenerek yatağına yaklaşmış, masanın üstünde kendi el yazısını bulmuş, okumuş; hemşi- rTeslne hazırladığı silâhın kendisine döndüğünü görmüştük. «— Cenabı Hakkın cezasıls diye düşündü . Önceden kimseye haber vermeden ölmeğe razı olm . Lâkin Iztırabın şiddetine tahammül edemiyerek ba- ğırmış, zile basmıştı. İşte sağa sola, bu meyanda da TTenduya böylece ha- ber gitmişti. Doktor hüzünle hastasına bakı- i i Tes Müfettişi General Kâzım Dirikle Çanakkale valisi B. Atıf Ulusoğlu Halkevimizin inşaa- yordu, Kurtarmak için yapılacak bir şey yoktu. Manmafih bir reçete yazdı. Zavallı Tendu yalvarıyordu; — Doktor, ablamı kurtar Z değil mi? ei Adamcağız başım önüne ümidsiz bir sesle; — İnşallah! - dedi. Kiz: eğerek Hizmetçi kız içeri girdi: — Efendim Ratip bey evinde yok- muş. Bir saat evvel bir adam kendi- sine bir mektup getirmiş. Onun üze. rine derhal çıkmış. Fakat size veril mek üzere şu tezkereyi yazmış, Perihan son bir gayretle bağırdı: — Çabuk ver... Kâğıdı açlı satırlara baktı: — Aman... Göremiyorum... Gözle- rim kararıyor. — Ben okuyayım abla! — Hayır, hayır olmaz... Fakat sonra fikrini değiştirerek: — Oku... Kaderin cilvesine de bo- yun eğmekten başka çare yok. Genç kiz göz gezdirdi: — Ne dediğini anlamıyorum. İyi bir havadisten bahsediyor... Müda- faa ettiği adam hakkında. Bak dinle: «Kaçta gelireeniz gelin! Mutlak deni bekleyin! Büyük bir müjdem var, Asil katil bana yolladığı bir rek. | | — Yarabbi! Ratip yetişse! - diye hasta inliyordu. Burası harici manzara itibarile diğef” leri kadar zarif ve cazip değildir. Da hili taksimatı altı köşeli bir büyük, dört köşeli bir küçük havuzile if banyo dairesi, bir halvet, altı kurna” dan ibarettir. Bu hamamin şayan! dikkat bir cihetini de burada kay mek isterim, Hamamın aslan ağzı denilen büy kurnasınm sağında, ehtam şekli bir sütuncuk vardır ki adı (Kızgüzü” dür) güya eskiden burada hüküm darlık eden birinin kızı bir gün b hamamda yıkanırken düşman aske leri tarafından basılmış, kız bir kö şeye saklanarak «Yarabbi, demiş, be” ni ya taş yap yahud da kuş yap, bü dua üzerine taş olmuş! Kızgözü d€& nilen teşm tepesindeki ufak bir oyu” ğa tuzlu bulanık bir su birikir. Yap” lan tecrübelere göre biriken su hi” mamın buharından hasıl olma deği” Gr. Nereden ve hangi vasıta ile ge” diği anlaşılmayan ince ve muntazard tertibati: bir mecradan sızdığı zaf” Dedilmektedir. Hükümdar kizinin tas olduğun kani olanlar bu suyun sultanın © #a* mandanberi dinmeyen göz yaşların” dan birikme olduğuna inanırlar, T8* bii bütün bunlar halkın uydurduğü efsanelerdir, Her sene bu kaplıcalara akın ef” mekte olan 30,000 e yakın halk iç& risinde böbrek hastalıklarından hatsız olanlar, ağrı sızıdan kurtulâ” muyanlar ve ellerinde kolluk deyne$ lerile gelen bir takım romati v siyatikliler bu Şifalı sular sayes iyileşirler, Geçen yaz merkezden göndö rilen mühendis ve fen memurla rafından kaplıcalar civarında tetki#” Yer yapılarak deha modem bir şeki konulması muvafık görülmüştür. Havza halkı, kaplıcalarının bir 4 evvel ıslahını dört gözle beklemeki© dirler, tupla itirafı cürüm ediyor. $ 0 müddetumumiye koşuyorum. Arif dimde izahat veririm. Muhakkak tif $ey varsa Kadri efendi kurtulmuştu" Hastanın yüzü bir an içinde «© Yinç!e parladı: — Kurtuldu... Çok şükür... Of mabı Hak bana acıdı demek, Müthiş bir sancı Perihanı ye” den harap etti, İztırabına yağı genç kadının memnun vardı, Mene Tendu ablasına sarılmış ağlıyord” * " Yağmur çiseliyor... Sahte Kadri Memduh paşa, vüc dünde bir #treme hissetti: «— Ne dalgınlık! - diye düşü dü. - Mektupları yazdığım kahve” pardesümü unutmuşum...» Bir an, dönüp alacakmış gibi wi hareket yaptıktan sonra, acı bir “ bessümle güldü ve: «— Adam, sen del... . giye elif salladı. - Pardesü!... Yağmur... İf Janmak!... Hastalanmak!.., Bur artık benden geçli.,> Blini cebine götürdü: «— İkinci mektubu iyi ki unut mısım... Lüzumu olen 0.» Duran taksilenlen birine gtsÖ Şolüre: — İstanbula! - emrini verdi, (Arkası vaf) | |