© redine bakıyordu. Genç adâm hâlâ > b. Fakat herhalde utangaç bir genç Kd, Bitişik komşu Şayeste saatlerce aynanın karşı» İ tuvaleti ile uğraştıktan sonm >ka Şapkasını giydi. Süslendi, püs- lendi. Apartımanın kapısından çık- madan evvel son defa olarak aynaya şöyle bir göz daha attı, Meminuniyet- Je gülümsedi. Hâlâ genç, hâlâ güzel | bir kadındı. Aparlımanda dört aydanberi otur- “duğu daireden çıktı. İskarpinin yük- sek topuklarını tıkırdata tıkırdata merdivenlerden indi. Bu esnada aşa- “ğı kat merdivenlerden yükselen bir “uyak sesi işitti, Birisi yukarıya çıki- “yordu. Üçüncü katın kriz başında bir. * denbire heyecanla durdu, Uzun boy- “lu, esmer bir gençle karşı karşıya gel- “mişti. Bu delikanlı Şayeste ile ayni katta, bitişik iki dairenin birinde otu- rTuyordu. © Bir kaç zamandır genç adam apar- tımanın önünde, merdivenlerde kar- şılaştıkça Şayesteye uzun uzun ba- © kıyordu. Bu sefer de yine öyle oldu. Delikan- hı Şayesteye dikkatle baktı. Genç adam da bir şey söyliyecekmiş de bunun için tereddüt ediyormuş gibi bir hal vardı. Şayeste kendi kendine: , © (— Bu çocuğun bana söyliyeceği bir “ şey var. Hemde mühim birşey. Sonrü karşılaştıkça bana one kadar “ dikkatli, ne kadar garip: bir tarzda bakıyor, dedi. ©» Bu genç adam Şayesteyi bir müd. dettenberi pek meşgul ediyordu. De. Jikanlının niçin bu kadar'dikkatle © baktığını, kendisi hakkında ne dü- © Şündüğünü çok merak ediyordu. O günü Şayeste öteye beriye uğra- dıktan, kendisine lâzım olan bazı şey» leri aldıktan sonra tekrar apartıma- « na döndü. Soyundu. Sırtına güzel bir “ev elbisesi giydi. Çiçeklerle dolu bal- | kondaki uzun iskemlesine uzandı. “Sırtını ılık mayıs güneşine verdi. Bir — sigara yaktı. Hava son derece güzel- di. Balkondaki ve bahçedeki çiçekle- Tin kokusu ta burnuna kadar geliyor. du. Bir aralık Şayestenin gözleri biti- - Şik dairenin pencerelerine ilişti. Dai- “ ma merdivenlerde rasgeldiği genç - adamı orada idi. Delikanlı gözlerini - Şayestenin oturduğu daireye dikmiş- ti. Yine uzun uzun bakıyordu. Şayeste Kendi kendine: «Anlaşıldı. “dedi, bu adam bana âşık. Merdiven. i lerde görürüm yüzüme dik dik bakar. Apartımana geldiği zaman gözlerini » benim pencerelerimden ayırmaz, Bü- © tün bunların manası başkâ ne ola- bilir ki?..» © “Şhyeste oturduğu yerde kendisine birağ daha çekidüzen verdi. Sigara- suni sinema artistlerinin 'hareketleri- ni taklid ederek içiyor, bir yandan der - gülümsiyerek düşünüyordu. Yaşı kır. — Kı çoktan aştığı hâlde, hâlâ bir genç adamı meşgul edecek kadar güzel gö- “ rünüyordu. Demek hiç de yaşlı bir kadın tesiri yapmıyordu. Gençliğin- ç dede çok güzeldi. Hayatı bir çok ka- “ rışk maceralarla geçmişti. Uzun se. neler erkekleri peşinden koşturmuş» tu, © Bunları düşünürken bir taraftan dâ yan gözle bitişik dairenin pence- orada idi. Hâlâ kendi tarafına doğru dikkatli dikkatli bakıyordu. © Aradan bir iki gün geçti; Âyni hal devam ediyordu. Delikanlı ile sık sık merdivenlerde, apartımanın “önünde — karşılaşıyordu. Hatta bir kere gen; adam Şayesteye yaklaşmış, bir şey söylemek ister gibi bir vaziyet âlıış- olmalı ki bir dakika sonra bundan » vazgeçmişti. * bütün bunları gördükçe kendi >—ndine; 4Bana içini dökmek, aşkını anlat- mak istiyor, fakat utanıyor,» diyor- «Bir gün Şayeste bir gezintiden apar- tımana dönerken arkasında bir ayak © sesi işitti. Dönüp baktı: O idi. Bitişik © komşusu... , Genç adam sıkılgan bit tavırla Şa. yestenin yanına yaklaştı. Şayeste b'i- — yük bir heyecan içinde idi, Delikan- e — Affedersiniz sizi rahatsız ediyo- — rum... diye mırıldandı. Sonra da ilâ. > ve etti: — Ben sizinle ayni apartımanda © Yanunızdaki, dairede oturuyorum. Kendimi takdim edeyim... Ahmed., Şayesle heyecandan cevap vereme- di. Ahmed biraz daha onun yanına sokulmuştu: — Size ne zamandanberi bir şey açmak istiyorum. Onun için rahat- sız ettim efendim. dedi. Şayesle ilk defa genç adama 3öz Söyledi: — Estağfurullah... dedi Ahmed gülümsemeğe çalışarak: - Vakıa bu kabil şeylerle şimdiye kadar hiç meşgul olmadım. Biraz da sıkılgan tabiatlı bir adamım... dedi. Ahmedin bu sözleri Şayesteyi büs- bütün heyecana düşürmüştü. Fakat Ahmedi cesaretlendirmek için bir ke- re daha:, — Buyurunuz efendim... Sizi din- liyorum!.. dedi, Ahmed: — Hatta size söyliyeceklerimi mek» tupla bildirecektim, Fakat olmadı. Bu suretle rahatsız ettim.. Şayeste içinden; «Demek bana aşk mektubu yazacaktı. Sonra içinden geçenleri doğrudan doğruya söyleme ğe karar vermiş..» dedi. O böyle düşünürken Ahmed: , — Efendim.. dedi, bizim oturduğu- muz apartıman İyi hoş, güzel... Fa- kat bir tek mahzuru var, Bütün gün pencerelerden güneş eksik olmuyor. Bu yüzden yaz mevsimlerinde de aparlımanda sıcaktan insan boğul mak derecesine geliyormuş. Dikkat ettim sizin pencerelerinizden de gü- neşin ayrıldığı yok. Ev sahibine söyli- yelim de bütün pencerelere tente yaptırsın... Ne zamandanberi size bunu söylemek istiyorum. Bunun için sizi rahatsız ettim... Affediniz...» Hikmet Feridun Es Buyurunuz... Taşra gazete bayilerinin nazarı dikkatine Bazı taşra bayilerinden aldığı- mız mektuplardan «AKŞAMsı mutlake şu veya bu mutavassit- lardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur addettikleri anlaşılmaktadır. Bu zehab hakikate uygun de. Zildir. Binaenaleyh taşra bayile- rinden arzu edenler her zaman «AKŞAM, idareharesine müra- cadtla doğrudan doğruya mua meleye girişebilirler. Bu hususti «AKŞAM, idaresine mektup ya zarak bayi şartlarını öğrenebi- ANAYA NEN BANANA AAANAANANAA AAA UAAAAANA40000000000000000000000400004080 İ Eğ Pi | Su şehri Bu a Vichy'de birçok spor üsabakaları yapılacak Vichy'den bildiriliyor: Dünya vâ- ziyetinin çok karışık olmasına rağ- men Fransada yaz hazırlıkları baş- lamıştır. Su şehirlerinde, plâjlarda bütün kış kapalı düran oteller birer ikişer açılmakta, bu ayın sonuna doğru gelecek ziyaretçileri istikbale hazırlanmaktadır. Bu hazırlık bilhassa Vichy'de çok büyüktür, Kışın yarı uykuya dalmış e olan bu büyük su şehrinde son günlerde göze çarpan bir faali- yet vardır, Oleller kadrolarını ta- mamlamış, esaslı bir temizlik çalış- masına başlamıştır. Kışın kapanan mağazaların müstahdemleri, bu mev- sime mâhâus mallar yavaş yavaş gel- mektedir. sına kadar sürecek, ondan sonra her şey hazır bulunacaktır. Vichy'nin asıl mevsimi ağustos aylarıdır. Fakat mayısin on beşinden iibaren oteller, haziran on beşinden itibaren de tiyatrolar açi- ır. Belediye ve müesseseler gelecek ziyaretçilerin ve hastaların iyi vakit geçirmeleri için şimdiden programlar hazırlamaktadır. Vichy son seneler. zarfında çok değişmiştir. Bir çok yeni binalar ya- pılmuş, park yeniden tanzim edilmiş, birinci sınıf banyo dairesinin arka- sinda yeni ve muazzam bir ikinci ve üçüncü sınıf banyo dairesi inşa edil- miştir. Eski ikinci ve üçüncü sınıf banyo dairesi yıktınlarak burası kıs- men parka ilâve edilmiş, kısmen bir sergi paviyonu yapılmıştır. Belediye, nehir kenarına çok ehem- | | miyet vermiştir. Burada eski parkta esasen bol olan ağaçlara yenileri ilâ- ve, bu suretle sıcak zamanlarda s8- rin hava almak imânı temin edil miştir. Tiyatro ve eğlencelere gelince, bü- yük gazino tiyatrosunun sahnesi ge- nişletilmiş, burada sık sık büyük konserler. verilmesi kararlaştırılmiş- tır; Bu konserler radyo İle neşredi- lecektir. Diğer tiyatrolarda da büyük hazırlık vardır. Bir çok tanınmış ar. tistler mevsim esnasında bu tiyatro- larda oynâyacaklardır. Bu yaz Vichy'de bir çok spor mü- sabakaları da yapılacaktır. At yarış- | iarına da büyük bir ehemmiyet veri- lecektir gr iştahsızlık-hazımsızlık - şişkinlik - bulantı - gaz - sancı - mide bozukluğu - dil -barsak ataleti - inkibaz - sıkıntı - sinir ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı HASAN MEYVA özü Kullanınız. Mide için her yemekten sonra 1-2 tatlı kaşığı yarım bardak su içinde ve müs- hil için her sabah veya gece yatarken aç karnına 1-2 çorba kaşığı yarım bar- dak su içinde köpürterek içmelidir. HASAN MEYVA ÖZÜ Avrupa ve bilhassa İngiliz meyva tuzlarından daha yüksek olduğu katiyetle sabittir. Buna rağ- men Avrupa meyva özlerinden beş misli daha ucuzdur. HAAN MEYVA ÖZÜ yalnız bir türlü olup şekersizdir ve çok köpürür. Şive İO ii 90 pi, 80 Kr. Bu faaliyet mayısın orta. | temmuz, | i mez oldu. Onlara, tarlalarında yetişen cânım | pirinçten - güzel yemekler hazırlıyor- du. Küçüğün göz ağrısı da olmasa, | pekâlâ sıhhatleri yerinde, gürbüz, güzel çocuklardı. Büyük oğlanı görenler, yedi sekiz yaşında sanıyorlardı. Çocukları hep tosun gibi idi. Sonuncusu da, vaktin- den evvel doğmamış olsa, yaşasaydı, şimdi ne güzel bir oğlan olacaktı... Belki de artık emöklemeğe bile baş- layacakti... Gene içini çekti... Neise,bir iki aya kadar, bir tane daha doğuracaktı ya; gene ne iş çıkacektı başına... Amma halinden hoşnuddu, mesuddu 0... İçinde, taşmağa hazır bir hayat belirmeğe başlarken, bu gebelik gün- lerinde duyduğu saadetin eşini hiç bir zaman bulamazdı... Yolun öbür tarafında, evinin önüne biri dalış çıkıyordu; kapı ara- laninca, dışari yayılan dumanların arasından, ana, erkeğinin, emmioğ. unun karısını gördü; — Yemek mi pişiriyorsun kardeş? Benimki pişti de kotardım bile! dedi. Öteki neşeli, Ye kayıdsız bir sesle: — Elbette iki gözüm, sen her işte hepimizden hamaratsın! diye s0$- lendi. Ana bir nezaket yapmak isleğile: — Daha neler canım... Bizim ço- Cuklar obağırışiyorlardı, acıkmışlar. dı da, ondan... diye cevap verdi. Emmioğlunun karısı, bir kucak otla içeri girerken, tekrar: — Yoo... Sen beceriklisin... Elinin çabukluğuna hiç diyecek yoktur! İşin doğrusu bu! diye bağırdı. Ana, akşamın alaca karanlığında, bir an yalnız kaldı. Yüzü gülümsü- yor gibi idi. Doğru! Koltukları ka- barabilirdi. Kendi gücünü, kuvveti- ni; çocuklarını, erkeğini gözünün önüne getirip göğsünü şişirebilirdi! Amma, rahat vermediler ki. Oğlu birden, eteğini çekmeğe başladı: — Anne, deria isterim! diye, çana- ğını uzattı, O da yerinden kalktı, kâseyi bir daha doldurdu. Tekrar kapısının önüne çıktığı vakit, güneş, bütün gün Ana'nın çalışlığı tarlanın kenarına yaslanmış, yeni bir yolculuğa çıkma- dan, dinleniyormuşcasına, yorgun, bir an duralamışti sanki. Koca altın külçesi, tepelerin orta» sında, âdeta, şaşalamış gibi asılı kal- dı, sonra usulca kaydi, gitti, görün- Tam o sırada, balının ' ortalığa yaydığı loşluklar içinde erkeğini gör- dü. Omuzuna çapasını vurmuş, bir kolu kalkmış, çapanm sapında; bir elile de mintanını İlikliyerek, kır yo- lundan aşağı doğru geliyordu işte. Genç bir kedi gibi çevik, hafif adımlarla yürüyordu; birde şarkı tutturdu. Zaten en hoşuna giden şeylerden biri idi bu; tatlı, güzel, pürüzsüz bir | sesi vardı, pek çok fa türküler bilir. di; önün için, bâyram günleri, çay- hanede, geleni gideni eğlendirsin di- ye ona şarkı söylettirirlerdi, Eve doğru yaklaştıkça, sesini biraz alçaltıyordu, kelimeleri ağzında çiy- niyor, pek söylemiyordu bile amma, bu yanık ve azıcık titrek hava, tatlı bir mıritı halinde gene de duyulu- yordu. Kapının önüne gelince, çapasınt evin duvarına dayadı; bu gürültü ile, yemek üstüne tatlı bir şekerleme ya. pan ihtiyar nine uyandı ve lâkırdısı- na, bıraktığı yerden, yeniden baş- Tadı: — Her zaman da, derim ya, oğlum, pirinç lâpasına bezelye karıştırıldı mi çok sever, Böylesinin tadına hiç doyum olmaz... Erkek, gülerek, evden içeri girdi, kalın, güzel sesile; — Doğru dedin, anam, öylesini el- bette severim! diye cevap verdi. Dışarıda, küçük kız, yemeğini bi. tirmiş, karnı doymuş, kıpırdamadan oturuyordu. Güneş battı mı, artık gözlerini açmaktan çekinmez, ve si- zıldanmadan, rahat rahat etrafına bakabilirdi. Ana, mutfaktan çıktı, elinde ağa- pey na kadar dolu, köy işi, mavili beyazlı büyük bir kâse ile kocasına geldi; bir iki tavukları vardı, üzerinden du- manları #ülen pirinç lâpasının orta- sına, bir yumurta kırmıştı; akı katı- laşıyordu bile. Bir erkek çok çalıştı mi, muhakkak, ya biraz et, yada bir yumurta yemeli idi. Ne Kadar kav- ga etseler, birbirlerine çatsalar da erkeğinin karnını iyice doyurmaktan huşlanırdı; «zaten bütün kavgaları, ağız dalaşmasınden başka neydi ki...» diye düşünürdü. Bazan, öfkelenip, ona ağır söylese bile, erkeğini yemek yerken görmek- ten haz duyardı. Nitekim işte kayna- nasına; — Oğlunun lâpasına taze bir yü- murta kırdım koca nine, üstelik lâ- bâna da koydum!» diye söslendi. İhtiyar kadın, bu sözü işitir işit mez, hemen başladı; «— Taze yumurta mı? Elbette ya. Her vakit te detim ya, güçlü kur- vetli bir delikanlı için, taze yumurta» dan âlâ ne olur... Kan yapar, dinç- leştirir...» Kimsenin onu dinlediği yoktu; bü tün gün toprakla uğraşıp didinmiş olan adamın, karm öyle acıkmışlı ki, önündekini hemen sümürdü, boş kâseyi masanın üzerine vurarak, ka- rısından tekrar yemek istedi, Ana onunla beraber, bu sefer ken- disine de koydu amma, erkeğinin ya» nında durmadı; yemeğini dışarı gö- türdü, alçacık İskemlesine oturdu; sıhhati yerinde bir insanın ağız tadı ve zevkile ağır ağır yemeğe başladı. Arasıra kalkıyor, kocasının lâhâ- hasından azıcık alıyor, tekrar yerine oturuyor, ve iki dağın arasında çok koyu, kırmızımtırak bir renk alan gökyüzüne bakıyordu. Çocuklar - analarına sokuldular; abandılar ve ağızlarını açtılar. Onla- ra kendi «değnecikleriles bir tutam pirinç verdikçe, bunu, karınlarının tok olmasına rağmen, biraz evvel ye- diklerinden daha tatlı, daha güzel bu- luyorlardı. Sarı köpek bile, dayak yemiyeceğini bilmenin verdiği emni- yetle ona sokuluyordu . Biraz evvel, ağzı sulana sulana, efendisinin masası altına girmiş, bir tekme yiyince, sürüne sürüne, dışa- ri kaçmıştı. Şimdi de, Ana'nın attığı yemek lokmalarını büyük bir ustalıkla, ha- vada kapıyor, yutuyordu. Erkeğin çanağı tam üç defa, üst üste dolduruldu. Adamın karnı, patlayasıya doyup ta, bir memnuniyet homurtusu çıkâ- rınca, kadın lâpu çanağına kaynar su koydu. Kocası bunu, kapının önünde, kuvvetli höpürtülerle, yu- dum yudum içti. Bitirince, boş kâsö- yi karısına uzattı ve bir an durup, gecenin örtmeğe (başladığı «memle ketini; e seyretti.” Gökte; yıldızların arasında, İnce, billür gibi bir ilkba- har ayi pırıldıyordu. Gözlerini bu hilâle dikti ve tatlı, sarıcı, yanık bir türkü tutturdu Köyün seyrek evlerinden, bir kâç erkek çıkıyordu. Kimi, kahvede' baş- lanmış bir oyun lâfı ederek birbirle- rine sesleniyorlar, kimi esmiyor, kimi de kapılarının eşiğine oturmuş, ağız- ları açıla kalmış, öylece duruyor lardı, Genç koca, birdenbire türküsünü kesti ve keskin gözleri yol boyunca daldı. Herkes dinlenir, aylak aylak otu- rurken; çalışan bir tek erkek vardı: 'Emmisinin oğlu. Kapısının önünde bağdaşmış, bâ- şın. eğmiş, ince söğül dallarile, gece karanlığında bile, hâlâ sebet örü- yordu. Evet, işte, böyleleri de vardı; halbuki kendisine gelince... O, bir el oyun çevirmeği... Dönüp, karısına baktı... Bir şey söylemek istedi, amma otun, kötü kötü, dik bakışlarını görür görmez, aklına gelen şeyl okumuş olduğunu sezdi ve için için kadına küfür öfti, (Arkası var)