Selma, kahvaltısını bitirdikten son- ra bir sigara yaktı, gazetesini «ine aldı. İpekli pijamasının içinde bütün güzelliği göze çarpan sırtını yumuşak yastıklara dayadı. Gazeteye göz gez. dirdi: Hitlerin nutku, Almanya Dan- Miği istiyor. Nevyork sergisi bugün açıli-| yor. Hitler nutkunu söylerken Ameri- ka Cümhurreisi mister Rocsevelt uyuyormuş... Cemal Nadirin karikâ- tür albümü çıkmış... Genç kadın gazetesini okuyup bi- tirdikten sonra etrafına şöyle bir bâ- kındı. Odası ne kadar güzeldi. Eşya- ları pahalı ve lüks şeylerdi. Oturduğu apartıman İstanbulun en güzel yerin- de idi, Pencereden nefis bir manzara göze çarpıyordu. Şimdi Selma kendi- sini dünyanın en mesud kadını adde- diyordu. Artık zengindi. İstediğini ya- pabilirdi. Bütün arzularını yerine gö tirebilirdi. Eski mahrumiyet günleri bitmişti Belma altı evveline kadar geçen hayatını düşündü. Babası öldükten sonra çalışmağa mecbur olmuştu, Bir şirketten elli lira maaş alıyordu. Fa- kat işleri çok ağırdı. Sabahleyin çın- grâklı saati onu erkenden uyandırı- yordu. Acele ile giyiniyor, kahvaltısı- m âyak üstünde ediyor, vapuru ka- çırmak heyecanı ve korkusile telâşla İskeleye iniyor, kalabalık tramvayla- Tâ çekişe çekişe biniyor, işinin başı- na geliyordu. Saatlerce süren bir çalışmadan son- ra kısa bir yemek tatili... Akşam üs- tü yorgun argm eve dönüş... İşte eski günleri böyle geçmişti, Ondan sonra karşısına Ahmed çık- mıştı. Ahmed yaşlı başlı, hiç te güzel olmıyan, hattâ çok çirkin addedilen bir adamdı. Lâkin son derece nazik, İyi kalbli bir erkekti, Üstelik hesapsız zengindi. Ahmed, Selmanın babasını tanıyor- du. Selma O zamana kadar kimseyi sevmiş değildi. Aşk için vakit te bu- lamamıştı yâ... Ahmed, yaşlı ve çirkin olmasını Tağmen iyi kalbi, sonsuz nezaketi ile Belmaya iyi bir arkadaş olmuştu. Nihayet bir gün Ahmed: — Benimle evlenir misin. Selma? diye sorduğu zaman genç kız, küçük bir tereddüd bile göstermemişti. O za- ten bunu bekliyordu. Ahmedle evlendikten sonra çok ra- hat etmiştir. Hayatında her şeyi var- dı. Kocası her istediğini, hattâ kal- binden geçirdiklerini bile yapıyordu. Vaktile, fakirlik günleriride imren- diği elbiseleri, gezintileri yapmak, ar- tak işten bile değildi. Selma kendisini tam mânasile mesud görüyordu. Genç kadın bunları düşünürken Odanın kapısı açıldı. İçeriye hizmetçi- Ki girdi. Güzin tereddüdle iler- — Efendim, bugün bana müsaade eder misiniz? Gideyim, annemi göre- yim. Akşam üstü tekrar dönerim... Selma, Güzinin yüzüne baktı, Uzun boyu; biçimli vücudu, ince kaşları, iri Parlak gözleri, etli kırmızı dudakları Me Güzin güzel bir kızdı, Selma onun niçin izin istediğini de biliyordu. Bu göreyims sözü, izin kopar- mak için bir bahane idi. Güzinin asil görmek istediği genç bir şofördü. Hiz- metçi kız birkaç aydanberi daima izin alıp Cevad ismindeki bu şoförle bulu- şuyordu. Selma, şoförle Güzinin biribirlerini deli gibi sevdiklerini biliyordu. Fakat Cevad fakir bir delikanlı idi. Çalıştığı otomobil bile kendisinin değildi, Bu- nun için evlenemiyorlardı, Selma, hâlâ rica eden bir tavırla karşısında duan Güzine: — Peki kızım, dedi, git... Akşama gelirsin!... Güzin memnun: — Teşekkür ederim efendim!... di- yerek etekleri sevincinden zil çala ça- la dışarı çıktı. Selma, odada yalnız kalınca düşün- dü. Şu Güzine acıyordu, Genç hiz- metçi kızın bütün hayatı didinmek ve mahrumiyetle geçiyordu, Birisini se- Yiyordu, Fakat evlenmek için paraları yoktur. Selmâ, kendi kendine: — Güzin hakikaten acınacak bir vaziyette... dedi, Bir de kendisini düşündü. İşte bir tesadüf, Ahmedle karşılaşması, cnu bütün mahrumiyetlerden kurtarmış- tı. Sandetine bir kere daha inandı. Güzin, akşam üstü eve dönmüştü. | Birkaç saatlik izin, genç hizmetçi kızı pek memnun etmişti, Selma, ona ba- Xıp, kendi kendine: — Zavallı Güzin!... diye mırıl- dandı. v Aradan bir hafta geçti. Selma, Gü- zine günden güne daha ziyade acıyor, ona sık sik izin veriyordu. Yalniz izin değil, arasıra ona &z giyilmiş elbise- lerini de hediye ediyordu. Selma, ken- di kendine; Güzin benim hayatıma kim bilir ne kadar gıpta eder? Elbiselerime, giydiklerime nasıl bakıyor?.. Bu za- vallıyı memnun elmeli,.. diyordu. Bir gün Selma banyodan çıktı. Ko- ridordan odasına doğru yürüyordu. Mutfakta ahçı kadınla Güzinin ko- nuştuklarını işitti. Her halde Güzinle | ahçı, kendisinin banyodan çıktığını duymamış olacaklardı. Güzin ahçı kadına diyordu ki: — Vallahi bakıyorum da benden mesud kimse yök... Cevadla aramız. | da nişanlandık, İnşallah para birikti- rip bir de otomobil alacağız. Biribiri- mizi deli gibi seviyoruz. Ikimiz de genciz. Dünyada başka ne istiyelim? Bir de bizim hanıma bakiyorum... Vallahi zavallıya o kadar acıyorum Xi,.. Yüreciklerim paralaniyor. Ken- disinden en aşağı Y yaş adamla evli,.. Üstelik çirkin de,.. nim şoförüm onun yanında dünya güzeli... Amma parası yokmuş... Ne | »arari var,.. Ben hayatımadan mem- nunum ya... Zavallı bizim hanım zâ- vallı... Hikmet Peridun Es Adana belediyesi köpeklerle mücadele ediyor Adana (Akşam) — Adana belediye- si şehirdeki başıboş köpeklerle müca- dele etmektedir. Belediye son aldığı bir kararla, sokaklarda boynu tasmasız ve numarasız köpeklerin itlâf edilece. ğini halka ilân etmiştir. TAG TAP 1974 m. 15195 Kes. 3170 m. 9465 Kes ANKARA RADYOSU PAZARTESİ 1/5/939 TÜRKİYE SAATE 1230: Program: 1235: Türk müziği « Pl, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve mete- öroloji haberleri. 13,15 - 14: Müzik (Ne- #eli plâklar). 18,30: Program. 1835: Müzik (Müzik ve raks - Cevad Memduh tarafından - Ko- muşma): Plâklarla (Doktorun saati) (Karışık program Kadri, Hasan Gür, Hamdi Tokay, Ürer. 20: Memleket saat ayarı, meteoroloji haberleri. 20,15: Türk müziği (Klâsik program). İdare eden Mesud Oe- mil Ankara radyosu küme heyeti: 1 - Rauf Yekta beyin - Mahur peşrevi, 2 - Jtrinin — Pençgâh bestesi, 3 - Rast şarkı - Hatırımdan çıkmaz asla, 4 - Hafız Pos- tun - Rast ağır semaisi - Biz badeyiz. 5 - Dedenin - Rast yürük sema- Jsi - Gelse o şuh meclise, Basri Üfler - Ney taksimi, 7 - Mustafa İzzet efendinin - Segâh şarkı - Doldur getir. 8 - Dedenin mahur yürük semaisi - Yine ezvakı de- runum. 9 - Şakir ağanın — Rast şarkı - Hiç bulunmaz böyle dilbaz. 10 - Dedenin - Mahur şarkı - Gönül adlı bülbülüm var. 11 - Benli Hasan ağanın - Rast saz sema isi. 21: Konuşma. 21,15: Esham, tahviât, kambiyo - nukut ve riraat borsası (flat), 2125: Neşeli plâklar - R. 2130: Müzik (Küçük orkesira — şef: Necip Aşkın): 1 « Lautensehlager - Primavera - Arjan- tin serenadı. 2 - Sehrader - Akşam üzeri (hazin parça). 3 - Aubert - Göbekliler resmi geçidi (komik marş) Menuetto (Sol majeuri Ryming - Entermeazo. 6 - Lehar - Eva operelinin valsleri. 7 - Sehmalstich - Ku- pidon ve 5 kısımlık aşk hikâyesi, a) Yak- Jaşma, b) Aşk valsı, c) Başbaşa, d) Ge- zinti, e) Kavgacık ve barışma, 22, (Şan sanatkârları - PL, iler. 19: Konuşma 19,15: Türk müziği Hakkı Derman, Eşref Basri 2 — Haincesine - 'Tersi asmaktan emir- dir. 3 — Arabanın bir parçası - Tatmaktan emir. 4 — Dokunaklı söz. $ — Sorgu - Tersi büyük çuvaldır. 6 — Bir âzamız - Her zamanki mua- mele. 77 — İtalyanların faşist dideri - Bir mü- nekkidimizin soyadı, 8 — Osmanlıların ikinci paylahlı - Ba- şna «Le gelirse bir cins mobilye boyası olur. $ — Mektup - Mayi mabrukattan biri. 19 — Gaganın yarısı - Tecrübe ile kaza- nilan şey. Yukardan aşağı: 1 — Meydana getiren. 2 — Çalışan - Bursanın karlı dağı » Kalın halat. Melür. 6 — Bizde de değil sizde de değil - 60 muna «L> gelirse arza olur, 77 — Ek - Kırmızı. 8 — Çok taze, $ — Değnek - Pişmiş yumurta. 10 — Petheden - Eşkiya komitesi, Geçen bulmacamızın balli Boldan sağa: 1 — Cemalnadir, 3 — Asiya, Gele, 3 — Minare, 4 — İrin, Nesim, 5 — Pisane, 6 — Peşin, Vald,T Ameliyat, $ — No- faset, Te, 9 — ikav, Şek, 10 — Kedicik. Yukarıdan ayağı; 1 — Cami, Panik, 2 — Esirgemek,3 — Mini, Şefak, 4 — Ayan, İlâve, 5 — Lar, Enis, 6 — Enf, Yeni, 7 — Ağ, Esvat,B — De, Saat, Şi, 9 — İl, İni, Tek, 10 — Res- metmek, Abone ücretleri Türkiye M06 kuruş o 2700 kuruş 750 » M0 » 400 » 1s0 » Ecnebi BENELİK 6 AYLIK 3 AYLIK 1 AYLIK Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. | Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul | | göndermek lâzımdır, Rebiülevvel 11 — Kasım 195 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşım Yatsı 053 508 867 1200 1m m İdarehane: Babiâli clyarı Acımusluk sokak No. 13 el sağarı TARİHİ TURAKiNA Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ ROMAN 'Tefrika No. 127 Samo kolundan incili bir düğme kopararak yolcuya verdi: “Bir mektup versem, Sinvur'a götürür müsün? ,, — Ben onları çok severim, Otlak- ta birbirlerini kovalıyarak, çimenle- Ti yemeğe ve karınlarını doyurmağa başladıkları zaman, içimde garib bir his uyanır. onlara acırım ve onlarla beraber ben de sevinirim. Baykalın gözleri koyun sürüsüne kaydı: — Zavallıların birbirlerile ne tatlı anlaşmaları, birbirlerini me candan korumaları var. Onları başka hay- vanlardan daha çok sevişimin bir s8- bebi de, fazla uysal olmalarıdır. Samo bu fikri kabul etmemiş gibi görünerek, yavaşça başını salladı: — ın uysalı sevilir amma, ben insanların uysallarından hiç hoşlanmam, Baykal! Çünkü, uysal insanlar, çok tehlikeli olurlar. Bir ço- ban, sürüsünü nasıl istediği yere kolayca götürebilirse, böyle kimseleri de istenilen tarafa sevk etmek müm- kündür. Baykal, ihtiras ve entrikanın ne demek olduğunu bilmediği için, Sa- monun sözlerini hayretle dinliyordu. Samo, çoban kızını - bu halile - daha çok sevmeğe başlamıştı. Samo, hayatını entrikalı sahneleri içinde yaşamış) sihirbazların, lâmaların, cücelerin hile ve desiselerinden usan- mış bir adamdı. Karşısına, uzun yıl Jardanberi bu kadar saf ve nezih bir mahlük çıkmamıştı. Onunla müte- madiyen konuşmak istiyordu, Bu ko- nuşma arasında çok ihtiyatlı davra- nıyor, Baykalın kendişinden kork- maması için, daima boş mevzular üze- rinde durmayı tercih ediyordu. Baykal bir aralık Samoya sordu: — Karnın âcıkmadı mı? — Buraya geldiğim gündenberi doyduğumu hatırlamıyorum. İştiham açıldı. — O halde hemen gidip süt getire. yim. Bügün başka yemeğimiz yok. Baykal yerinden fırladı. Eline kü- çük bir bakraç alarak, sürünün ara- sna karıştı. Koyunlardan süt sağdı ve sıcak sicak getirdi: Haydi içelim. Samo bakracı eline gidi; — Ne kadar koyu bir süt, 'Tıpki yoğurda benziyor. — Koyunlarmın karı doyunca, dâima iyi süt verirler. — Bu otlaklar vazın kurursa, yaparsın? — O zaman biraz sıkınlı çekerim. Sürümü başka yerlere götürürüm, Sırtlarda yeşil dağ çiçekleri yediririm onlara. Samo, sütü kana kana içti. Bakracın dibinde kalan kismi Bay-” kalâ uzattı; — Sana yetişir mi bu?... — Yetişmezse, gene sağarım. Böylece iki arkadaş, sütlerini içe- rek karınlarını doyurdular, Tekrar konuşmağa başladılar: — Şehirde yaşamayı düsünmedin mi hiç, Baykal? — Hayır, Orada kimsem yoktu. Düşünsem bile, kimin yanına gide- bilirdim? Ve başını salıyarak ilâve etti; — Şehirde kimsem olsa da, bura- Ğaki âna baba yuvasını kime bıraka- bilirim? Ya sürülerim... Bu sevimli ve uysal hayvancıklarım?... Ben, onlardan aynlabilir miyim? —Herkes bütün ömrünce dağlarda yaşamıyor ya! Şehirdeki insanlar da vaktile senin gibi dağlarda, yaylalar. da yaşamış kimselerdi. — Eski yurdlarını ve ocaklarını bi- rakıp ne den şehre indiler? — Çünkü şehirde yaşamak daha rahattır. İnsan, orada her İsteldiğini bulabilir. Halbuki burada sütten başka.. koyundan başka ne var?... Baykal hayretini giziiyemedi: — Nemi var? dedi. Şu karşıki ağaçlar, mevsiminde öyle tatlı mey- yalar verir... Şu sırtlarda öyle lezzetli yapraklar yetişir ki... Ve nihayet or- manın içindeki avlar dünyanın hiç bir yerinde bulunmaz, : Samo gülerek sordu: — Sen av eti yer misin? — Çok severim, ne — Neden bugün avlamadık?, — Bu âyın dökuzuna kadar av eti yemeyiz biz. — Av eti yemenin de günü, saati mi var?! Elbette. Sen, Cengiz banm öğütlerini duymadın mı? «Her mev- sim başlangıcında, o ayın ilk dokuz günü av eti yemek günahtır!; demiş, Bugün ayın yedisi. Av elini ancak iki gün sonra yiyebiliriz. — Karakurumda biz her gün av eti yeriz. Ne ay dokuzunu bekleriz, nede Cengizin öğütleri aklımıza gelir. İnsanın karnı acıkınca, ay do- kuzunu beklerse, açlıktan ölür, Samo bu sırada yerden bir taş par- çası almıştı. ” Böykal: — Ne yapacaksın o taşı?... Samo: Diye sordu. — Şimdi görürsün! dedi. Elindeki taşı, karşıdaki ağacın da- bna konan bir kuşa savurdu. Samonun nişancılığı meşhurdu. Kuş birdenbire çırpınarak yere yu- varlandı. Baykal koşarak, ağacın dibine gitti: — İşte bir karakuş. can çekişi- yor. Ve Samoya dönerek, halinane bakışla: — Tanrı seni affetsin. Diye söylendi. Same kuşun başını kesti. tüyleri- ni yolmağa başladı: — Haydi, bana biraz çalı çıpa topla, — Ateş mii yakacaksın? — Evet. — Toplarım. Fakat, ben o kuşun etinden yemeni, — Ben yerim, Sen de nasıl yenil- diğini seyredersin!. Baykalın canı sıkıldı, Fakat, Sa- moya fazla bir şey söyliyemedi. Ken- di kendine: — Az kaldı “meşhur bir kahrama- nın karşısında bulunduğumu unutu- yordum. Diye söylendi. Bir kucak çalı top- Jadı. Bir kenars yığdı. Samo, kara kuşu yolduktan sonra, bir değneğe geçirerek, ateşte kızartmağa başladı. — Bu kadar nefis bir kuşun eti yenmez mi hiç?! — Babam yemezâi. Ben de yiye- mem, Günahtan korkarım. — Baban ağzının tadını bilmez- miş. Ben aç kalınca, her ne zaman ve ne blursam, pişirir yerim. — Cengiz hanın öğütlerini aklına getirmez misin? — Hayır, Çünkü, Cengiz han da aç- hğa dayanamazdı; güzel bir Kara kuş kızartmasını yiyebilmek için, ayın dokuzunu bekliyecek kadar sabırlı değildi. — Koyun sütü karnını doyurmâ- dıysa, birâz dühe sağıp geleyim. i — Hayır. Canım av eti yemek İğ tiyir. Samo o gün, kara kuş kızartma- sından Baykala bir lokma bile ye- dirmeğe muvaffak olamadı. — Şimdi biraz daha gözüme gir- din, Baykal! Ben, nefsine bu kadar hâkim olan bir kadınla ilk defa kar- şılaşıyorum... dedi, Ve karnını iyice doyurduktan son- ra, Baykalın yarına oturdu. — Bu dağlarda, ölünceye kadar yalnız mı yaşıyacaksın? — Ben yalnız değilim. Arkadaşla” rımı görmüyor musun? Yüz can ve iki yüz göz bana bakıyor... Bu sevimli hayvancıklarımı bırakabilir miyim ben? * «Ben, bir kurdum... Sen, bir kuzusun!..» Aradan on beş gün geçmişti. Samo hâlâ dağların yamacında, Baykalın koyun sürüleri arasında yâ şıyordu. Sama, Baykaldan çok hoşlanıyor- du. Fakat, bu kadar saf ve temiz yü- rekli bir çoban Kızının kendisine eş olamıyacağını anlamıştı. ği (Arkası var) © bir