30 Nisan 1039 AKŞAM. HER AKŞAM BİR HİKÂYE sil bey, hayat hakkında- haricine çıkılma- Ben, kendisinin müteve! 2 rinin oğruy m. Ba ndan para kal- beni deruhte ete i bitirdikten sonra mut- nâmı istiyordu. Hal- dn yetişmi usundaydım. İ ratım önün elinde bulunduğundan, | fikrimde ira, | dim, Ö; | | istid. nilâfna bir emek sarfetmekle geçti. verdim, çıktım, Amcam beni bir işe yerleştirmek üezereydi ki, şöy dim: Affedersiniz... Şimdiye kadar hep! sözünüzü dinledi ş dım bu meslekte arlık çalışamıyaca- ım. İstikbalimin ressamlıkta olduğu- | nu hissediyorum, Serbes bırakın beni! Heves ettiğim yolda yürüyeyim. Amcam, oturduğu koltuktan Keyle fırladı. Hışımla gözlerimin ne baktı, Ressamlık, onun nazarında meslek değil, tembellikti; talebenin kaçamak yoluyd Bir saat kadar nasihat etti. Bin bir misal gösterdi. Hayatımı mahvedece- Eimi söylüyordu. — Hayır, mutlak ressam olaca- ğim! - diye ayak dirediğimi görünce ve beni kandıramıyacağını anlayınca artık sabrı tükendi ve kapıyı tt rek, hiddetle: — Ne yaparsan yap... Defol, git, e Burdan böyle sana beş para yardım. da bulunmıyacağım! - diyerek beni palaspandıras kovdu. Aheste aheste yolu tutturdum. Önüm sıra iki büklüm yürüyen bir hamala rasladım ve içim im: «— Hiç olmazsa sen hayatını kaza- nabiliyorsun! Benim âkıbelim ne ola- cak?» Arkama bakıp köşkü gördüm: «— Ben geri döndüğüm zaman, &€- nin boyan dökülmüş, benim de saçla- rım ağarmış olacak!» Amcamın ne kadar inadcı olduğu- nu zaman isbat etti. Bana beş para vermedi ve ben ancak gençlerin ta- hammül edebileceği bir serserilik ha- yatı yaşadım. İnşallah ömrümün sonuna kadar o.devremde boyadığım paravanalara, ipekli yastıklara hiç raslamam, Gene © safhadayken resimlerini üçer liraya yaptığım müşteriler de, dilerim, re- #imlerini inden çıkarmasınlar Kim bilir sanatımın o ilk tecrübesi olan modelleri ne şekillere sokmu- Ne insanlarmış ki, kendile- emiş bularak tablolarımı ka- bul etmişler! ailelerinin mei rar hayata ka Bu namevcud insanları benzetmek hususunda cidden meharetim vardı. Hep civardan gelip beni ararlardı. — Ölmüş insai m resimlerini ya- pan ressam Cezmi bey siz misiniz? — Evet efendim Pazarlık başlardı. On lirada karar kılardık. Daha aşağı olursa garanti et- mezdim: — Ya benzer, ya benzemez... Talih mize,.. Verdiğiniz paraya göre eser Çi- karacağım. - derdim. Ekseriya bu sözlerim tesir ederdi. Aile başbaşa verip düşünür, istediğim meblâğı gözden çıkarırdı. Öyle ya: Ma- dem bir şey yapılıyor; ölmüş adamı da kendisine benzetmeli!... Böylece hayatımı kazanmakla meş- guldüm. Kimseye muhtaç olmaksızın geçinip duruyordum. Fakat sıkıntılı günlerim de pek çoktu. Nitekim otur- duğum apartımanın sahibine borçlan- dım. Zenginleşmiş bir celeb olan mal sa- hibi ile eskiden aramız iyi iken, şimdi bozuşmağa başlar (gibi olmuştuk. Adamcağız bir müddet sabrettikten sonra: — Bak, paramı vermezsen haciz koy- öf duracağım! - diye beni sıkıştırmağa başladı. Ayni zamanda da: — Bu meslek, meslek değil... Başka bir iş bulsana... Memuriyet ara... Ne — Bak, oğlum! vereceksin! Ömrü e resim yapmış de eğer ka- | yınpederimin resmini yapacak olur- san ödeşiriz! Bü teklifi doğrusu şahane buldum Hevesle — Maalmemnüniye! - dedi - Ken- sağ m? — Eeyır, on beş sene evvel sizlere ömür! — Mükemmel Tam benim ihtisa- sım... Ri - Resimden iyisi var... Gel de görl Biri likte kendi dairesine geçtik. Sa- lona girdik. Yaldızlı çerçeve içinde, gazeteden kes iş bir resim duru- yordu. Yayretle: — Bu eski nazırlardan biri! - de- dim, - Öyle ya... Öyle ya... Fakat rah- metli o kadar kendisine benziyordu ki, resim onunmuş niyetile duvara as- tık. Şimdi maksadımız bunun renkli- #ini yaptırmak... Allah aşkıma şunu Iyi becer... Bak, bol para veriyorum. — Hiç merak etmeyin!... Lâkin bi- raz izahat lâzım... — Ne olacak canım?.. den kopye et. — İyi amma, saçının, gözünün, te- ninin rengi? — Ha, sahi... Doğru, doğru... İçeri seslendi: — Hatice!... Yürüdükçe şişman etleri tiril tiril titriyen elmasiye gibi bir hatun gö- Tündü, Hassas bir mahlük olsa ge rek... Kocası: — Bak, bu efendi, babanın resmini yapacak... Yağlı boya tablo... Saçınm rengini filân öğrenmek istiyor... Mer- humun bu resme ne kadar benzediği- ni kendisine söylesene Şişman kolları, gövdesinin iki ya- nında sarkarak, kadın, ayakta duru- yordu. Yuvarlak gözlerini gazeteye dikti, — Ah, evet efendim... Tâ kendi- si! - dedi. - Yalnız bu kırpık bıyık- lı, rahmetli ise pala kayıklıydı... Saç- ları kumralla sarı arası!... Çok güler- di... Resimde güldürürseniz pek mem- nun olurum, beyefendi... Çünkü bu nazır pek ciddi... Babam böyle dur- mazdı... Yüzü de biraz uzunca ola- cak... Armudi dedikleri Taptaze teni vardı... Yanacıkları pembe pem- be,.. İnsana neşeli neşeli bakardı Gözlerini de benimkine benzetirler- di... Daha elâsı... Zavallı babacığım! Ölecek insanlardan değildi amma... Askerlik te etmişti. O hizmetinden kendisinde bir azamet kalmıştı. Yü- zünde, kulağından bumuna kadar uzanan kılıç yeri vardı. binde Sırplar vurmuşlar... Onu yap- İşte gazete- İ mayı da unutmayın kuzum. — Gayret edeceğim, efendim — Bakar bakmaz hemen: «Odur!» diyeli İşte şu gazeteyi alnda kopye edin... En iyisi ©. Elimde yaldızlı diğim zaman, kahkahalarla gülmek mi, yoksa ağlamak mı daha muvafık olacağını kestiremiyordum. Öyle güç bir vaziyetteydim ki... Ölmüş bir âda- mın resmini, bambaşka birinin fotoğ- rafından kopye edeceğim ve benzete- ceğim! Lâkin naçar vaziyetteydim. Bu müşkül işe katlandım. Gençtim, ne- şeliydim. İşi alaya vurdum. İlk önce arkasını çevirerek mahud resmi duvara dayadım, Tesir altında kalmak istemiyordum. Sonra aklımda tarif üzerine doğmuş bir hayali bo- yamağa başladım. Albümlerde gör- düğüm eski zaman erkeklerinin garip bir halitasını vücude getiriyordum. Ertesi gün verniği sürdüm ve ak- şam üzeri henüz kurumamış olduğu halde tablomu ev sahiplerine götür- düm. Bir koltuğa dayadım. Heyecanla bekledim. — Güzel! Çok iyi... Ben telâşla: — Acaba benzetebildim mi? - diye sorunca: — Bilmem! Ben tanımazdım ki... Karımı çağıralım da soralım... » diyordu. Zevcesini çağırmak üzere çıktı. Ren- Balkan har- | çerçeve, odama gir- | y oğru resmin önüne gitti. zin bir hali vardı. He; t! Eser öyle berbaddı ki... Tabloya baktıkça ben de içimi çeki- yordum... Bıyık yılankavi bükül- müş... Sarı bir parçası gibi ora- atılmış... Kulaktan buruna uza- n yara, yama gil . Adam- İ gözü burnuna doğru çar- Bu garip mahlükun kızı, ndaki iskem- Uzun uzun rliyor. bir süküt hüküm sü- rüyordu. Üçümüz de, ses çıkartmadan bakıyorduk Nihayet kocası sordu: — Ne dersin? Cevap yok, Heyecandan bayılacaktım. Yavaşça başımı kadına doğru çe- . Bir de ne göreyim? Şişman göğsü halecanla kalkıp iniyor. Gözlerinden yaşlar akıyor... Hıçkırıklarla boğularak: Afedersiniz beyefendi... Şaşır- dım... Müteessir oldum... Size teşek- kür edemedim... Kendimi hakikaten babamın karşısında sandım. Kadın utanmasa ve korkmasa boy- numa sarılıp beni öpecekti, Bu gençlik maceram, umumi gus- to hakında bende şüpheler uyandırdı. Fakat o gündenberi şöhretim de art- tı. Mal sahibinin bütün ahbapları bi- rer birer bana resim ısmarladılar. Ve nihayet Güzel sanatlar mektebinden | mezun oldum. İsmim gazetelerde geç- meğe başladı. Mecmualara kapılan- dım. Amcam Naljl bey de tekrar iltifa- ta başladı. Hele sergide birinciliği kazandığım | gün, amcam göğsünü şişire şişire: Oğlanın istidadı vardı... Ben bi- Tiyordum... Kendisine yardım etme- seydim, memleket böyle büyük bir res- same malik olmazdı!... - dedi. Nakleden: Hatice Süreyya erensesasaseseranananasananasmeeane sazanı see Türkiye DALGA UZUNLUĞU 1639 m. 183 Kes 120 Kw. T.A.G. 1974m. isi Ken 20 Kw. TAP 3ilüm 9485 Kes 20 Kw. ANKARA RADYOSU PAZAR; 30/4/939 TÜRKİYE SAATİLE 1230 Program. 1235 Müzik (küçük or- kestra - şef; Necip Aşkın). 1 - Niemman: Çarliston (dans). 2 - Gangiberger: Küçük toplantı (Revü - Entermezzo). 3 - Sehi- der: Dinle... Keman ne ioyr (Tango), 4 - Toman: Viyana hülyaları (Vals), 13 Memleket saat ayarı, ajans ve mete- öroloji haberleri. 1315 Müzik (Küçük or- kestra - şel: m: 5 - Reber Btoiz: Perraterde ağaçlar tekrar | siçek açıyor GPuntezil. 6 - Cari Rydahi: (Melodi.) 7 - Lehar: Çocuk prens apere- tinden potpuri. 13,50 Türk müziği: Çala: dar Bardakoğlü, Refik Fersan, iyazl Seyhun. Okuyan Sadi Ho i ağanın hicaz peşrevi. 2 - Kâ- amle kıymettar Hicaz şar- ii $ - Udi Cemilin - rkı - Ne küstün bi sebeb böyle, - Şevki beyin - hicaz şarkı - Sen bu erden gideli, 6 - Kemal Niyazi Seyhun - * taksimi. 7 - Halk türküsü - V. akına. 1420 - 1430 konuşma saati - çocuk terbiyesine dair) 1730: Program. 1735: Müzik (pazar çayı) Pİ. 1815: Konuşma (Çocuk saati), 18,45: Müzik (Şen oda müziği - İbrahim Özgür ve ateş böcekleri). 1915: Türk mü- ziği (Fasıl heyeti). Çalanlar: Hakkı Der- man, Eşref Kadri, Hasan Gür, Hamdi Tokay, Basri Üfler. Okuyan: Celâl Tokses. 20: Memleket #aat ayarı, ajans ve mele oroloji haberleri. 20,19: Türk müziği: İ Çalanlar: Vecihe, Ruşen Kam, Cevdet Ko- zan, okuyanlar: Muzaffer İlkar, Melek Tokgöz. 1 - Tanburi Cemli - Şetaraban İ peşrevi. 2 - Sadullah ağanın - Şetaraban TURA TARİHİ Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ Tefrika No. 128 Sahite 9 KINA ROMAN Samo, Karakurum dağlarında rastladığı bir çoban kızının kulübesinde yatıyordu Samo bir müddet cevap vermedi gözlerini gökte ışıldayan yıldızlara dikti.. sonra birden yıldızlarla konu- şuyormuş gibi, başını salkyarak, genç kadına sordu: — Adın ne senin? — Baykal. — O gölü tanırmısın sen? — Hayır. Büyük babam oradan gelmiş. Ben doğduğum zaman, adı- mı Baykal koymuş. — Baban yok mu? Hayır... Oktay hanım orman bekçilerindendi. Bir gün vahşi bir hayvanın ağzında can verği. Annen yok mu? — Hayır... Oda babamın arkasın- dan çok yaşamadı, öldü. — Sen ne yapıyorsun burada? — Koyunlarım var. Çobanlık ya- parım. Uzaklara götürmek istediler beni. Fakat, baba ocağını söndürme- mek için, buradan ayrılmadım. — Yalnız oturuyorsun demek bu kulübede... — Evet. yalnızım. Eşin yok mu? — Hayır... Benim gibi bir çoban kızını kim alır?! Baykal çok güzel bir kızdı. Ay ışi- ğı altında parıldayan gözleri Same- ya bir yıldız gibi parlak ve cazibeli görünmüştü. Samo, Kulübenin önündeki ağaç kütüğüne oturdu. — Buradan güneşin doğuşunu seyretmek istiyorum, Baykal! Sen, sürülerini güneşten önce mi toplar- sın? — Evet. Ortalık ağarmağa başla- | dığı zaman, koyunlarımı toplayıp şu karşıki dağın yamacına götürürüm. — Seni bumada rahalsız emylor- Jar mı? — Hayır. Bir kere soysuzun biri beni zorla dağa götürmek istemşiti. Başına bir odun vurdum, şuradaki hendeğe devrildi.. bir daha çıkama- dı. Orada kaldı. Samo, Baykalın yüzüne dikkatle baktı: — Kaç yaşındasın? — Yirmi bir.. — Bu yaşta adam öldürdün de- mek?... Onu ben öldürmedim. kendi öldü. — Odunu başına vuran sen değil misin? Ben vurdum amma kendimi ko- rumak için. Onu öldürmeğe niyetim yoktu. — Çok hızlı vurmuşsun! — Gözüm dönmüştü Üzerime #aldırınca, ne yaptığımı bilmiyor. dum, Elime geçen odunu başına S3- vurdum. Hendeğe devrildi, gitti. — İyi etmişsin! Kimse aramadı mı onu? — Hayır... Bu, bir suçmudur? Elbette. Adam öldürmek, suçtur. Ve cezacı ölümdür. İmparatoriçe duysa bunu, beni öldürür mü? — Hakikatli anlarsa, belki affeder. Çünkü, o da başı ezilecek yılanlara karşı çok merhametsiz davranır. bir el uzatmağa kim cesaret edebilirdi: Baykal; — Çok küçliktüm, kulübemizin önünden bir kere kalabalık bir alay geçti. Babamı o zaman sağdı. Bana: «Kızım, bak, dedi, Cengiz han ava gidiyor.» Yolun kenarına çıktım, ve ogün ilk defa Cengiz hanı at üs- tünde giderken gördüm. Babam o zaman bana; «Yavrum, dedi, bu yaş- ta ne mutlu sana, hakanı yakından gördün! Tanrı dilerse, ileride zengin olacaksın!; Fakat, aradan uzun yıl Jar geçti. Zengin olmak şöyle dursun, sürümüz bile azaldı. Eskiden beş yüzden fazla koyunumuz vardı. Şim- di yüze indi, — Babanın sözü boş değildir, Bay- kal! Mademki baban, bir çocuğun küçükken hakan yüzünü yakından görmesini uğurdur demiş. Yaşın geç- kin değil, Gün doğmadan, neler do- ğar. Belki günün birinde zengin olur- sun! — Ben zengnilik istemiyorum. Şu küçücük kulübemi biraz genişletmek, kışın içine sığındığım zaman üşüme- mek, dolabıma her elimi atışımda yiyecek bulmak... İşte ben yal- nız bunu istiyorum. bu kadarcık bir varlık bana yetişir. Bir başım ver. Bundan fazla zenginliği ne yapayım? - kulübesinde yatıyor ve melam güneşten önce kalkarak, çoban kızile birlikle dağların yamaçlarına kadar gidiyor, sürüyü otlağa bırakıp, Bay- kal ile bir ağacın dibinde oturuyordu. Samo, Turakinanın gözünden düş- tükten sonra, şehirden kaçmış - ba- gına bir felâket gelmesini düşüne- Tek - bir müddet dağ yaşamağa kârar vermişti. O hâlâ Ay- sunun kendisini aldattığını sanıyor, aklına geldikçe: «Kadınlara inan- ma!> sözünü hatırlıyarak kendini tu- tuyordu. Bâykalı gördüğü geceden- beri, onu sevmişti, Fakat, Baykal, ku- yumcunun 'eline düşmemiş ham bir elmas parçasından farksızdı. Bütün ömrü küçücük bir kulübede ve dağ yamaçlarında, koyun sürüleri ârasın- da geçmiş, insan yüzü görmeden, in- san sesi duymadan yaşamıştı. Hile, riya, yalan nedir bilmezdi. Kendisi- ne, bir erkeğin uzun müddet eş ola- rak bağlanabileceğini bile düşünme- mşİLİ, Baykal, o gün sürüsünü götürdük- ten ve otlağa yaydıktan sonra, bir ağaç dibinde oturan Samonun yani- na gitti: — Buralarda sessiz yaşamaktan bıkmıyacak nas? -— Hayır. -Çok hoşuma gidiyor bu hayat... -—— Hakanın sırma yularlı atlılarını görmeğe alışmış insanlar, dağ haya- tana kolay kolay alışamazlar. — Ben onlardan nefret ediyorum artık. Göz kamaştırıcı şeylerden ka- çıyorum. — Karakurumda hâkan sarayında mı yatıyordum? Samo, şehir dışındaki hayatı çok sevmişti: — Biz, şehir içinde tabialin güzel liğini görmüyoruz. Ne mutlu sana! Her sabah şehirden önce uyanıp sü- rülerinin başına geçiyorsun, bestesi - Nedem ki olgül ruhun; 3 - Şem- setlin Ziya - Şetaraban şarkı - Oldu şeb mahmuru zevkin. 4 - Rüşen Kam - Ke- mençe taksimi, $ - Şetaraban şarkı < Ey bahçıvan senin bahçen. 6 - İshakın raban yürük semaisi - Pir olmada gerçi nice gönül. 7 - Tanburi Cemil - Şetara- ban saz semaisi. 8 - Palzehin - Acem aşi- ran şarkı » Kime halim diyeyim. 9 - No- barın - Eviç şarkı - Sevgilim bu akşam. 10 - Halk türküsü - Sinemde bir tutuş- müş yanmış. 21: Neşeli piâklar. 2140: Müzik (Riyasetirümbur bandosu - şef: İhsan Künçer: 1 - H, Houzlaux - Marş. 2 - Vollestedt - İspanyol aşkı (Vals). 3 - Glmka - Ruslan ve iudmilla operasının uvertörü, 4 - Ph, Gaubert - Rapsodi: 1 - Dağda, II - Eğlentiler. Rımsky - Ker- sikow - Arının uçuşu. 72: Anadolu ajansı «8por servisi). 22,10: Müzik (Cazband - Pi) 2145 - 23: Son ajans haberleri ce yarınki program. Ortalık ağardıkça, Samo, çoban kı- sının yüzünü ve yüzündeki çizgilerin Made ettiği mânaları biraz daha ya- kından görebiliyordu. Baykal, Samo- nun o güne kadar gördüğü ve tam- dığı kadınların hiç birine benzemi- yordu. Aysu ile onu ölçmeyi bile dü- şünmemişti. Çünkü, Aysu, nihayet bir çok erkeklerin kucağında büyü- müş, ve bir kuş gibi daldan dala, gö- nülden gönüle konarak yaşamış bir kadındı. Baykal, kendisine fena göz- le bakanın başını bir yılan gibi eze- rek, namusunu ber şeyden üstün tutmayı biliyordu. Sesi ve sözü ilk bakışta ve ilk konuşuşta insana İti- mad telkin gövegi © Ona birdenbine — Hayır, evimde. — Evlimisin? : — Bekârim. — Annen, böban, kardeşlerin var m? — Hayır. Hiç kimsem yok, — Hepsi öldüler mi? — Evet. Ben küçükken kaybettim onları. — Yazık... Dünyada çok yalnız kalmışsın! — Evet. Fakat, yalnızlıktan şikâ. yetçi değilim. — Ben de öyle. Kulübemde o ka- dar rahatım, © kadar huzur içinde yaşıyorum ki. — Sen benden mesudsun, Baykal! — Niçin? i — Çünkü, senin bir kulüben var, Ve sana tabi olan bir çok koyunların tâ yar, eke