pavurur gibi elinizi kaldırmiş, bu ge- caniyane ve vabışiyâne gün- Ne geleceğini peşinen söylemiştiniz. Dudaklarımın ucunda tiyeyen aşk Gümlelerini keserek: ' «— Yaşayın! Hak ve hürriyet için mücadele edin! - demiştiniz. «Göz yaşlarım ve buselerimle arzum derecesinde kaplıyamadığım güzel eli- niz, bana, yüriyeceğim yolu işaret et- mişti. Emrinize itaat ettim. Yazılar yazdım; konferanslar verdim. İki se. hedenberi, kargaşalığı, kini halka tei- kin eden bütün neşriyatla; mücadele ettim. Bir hâreketile beni süküte davet et- ti ve dinlememi işaret ediyordu, Açık pencereden baharın lâtif kokusile, kuş» İarın cıvıldamasile birlikte, “uzaktan ölüm! feryadları geliyordu: — Asilzadeleri sokak fenerlerinde idam etmeli!... Kafalarını mizrağa ge- girmeli! Genç kadının rengi uçmuştu, Bir eli Ağzında dinliyordu. — Muhakkak ki, yakalamak İste- dikleri birini takip ediyorlar. Parisin içinde yapılan tevkifetin arkası kesil Mmiyor. Belki buraya da gelecekler. Gir, Sizi tehlikeye koymamam için çe» kilmem daha doğru... Buralarda beni pek tanıyan yoksa bile bu sıralarda nahoş bir misafirim — Gitmeyin! « dedi. Akşamın sükütu içinde sesler gitgi- de yakınlaşıyordu. Arasıra-bir silâh patlıyor. — Yolları kapayın... Kaçmasın al. çak! - diye bağırdıklarını duyuyorduk. Madam dö Lüzi tehlikenin yakınlaş» ması nisbetinde sakinleşiyordu. — Üst kata çıkalım! - dedi, - Kapalı pancurların aralığından dışarıda olup bitenleri seyrederiz, Kapıyı açar açmaz merdiven başın. da sapsarı kesilmiş, bacakları titre yen, dişleri biribirine vuran bir adam, boğuk sesile yalvarıyordu: — Saklayın beni! Kurtarın beni! Ge- liyorlar!... Beni takip ediyorlar, Kapi- yı kırdılar. Erime girdiler, Pencereden Atladım. Bahçenize kaçtım, Buraya ti. tica ettim. sex Bu, ihtiyar filozof Planşone idi. Kom- gu otururdu. Kadın yavaş sesle sordu; — Aşcım sizi gördü mü?... Jakoben- lerdendir... — Kimse görmedi beni, — Çok şükür konişum... Yatak odasına mülteciyi sürükle. di. Ben de arkalarından takip ettim. Acele bir çare bulmak lâzımdı. Onu Baklıyacak bir yer... Öyle bir yer ki, Planşone birkaç gün hiç olmazsa bir. kaç saat kalabiisin... Düşmanları ara- maktan yoruluncaya kadar... Ben etrafı gözetliyecektim. Verdiğim işarete göre, biçare adamcağız, fırsatı- hı bulunca arka kapıdan kâçıp gide- cekti, Şimdilik ayakta bile duramıyor» du. Şaşkın bir hali vardı, Kendisini böyle takip etmelerine hayret ediyordu, O, papasların ve kı- ralın aleyhinde çalışmış bir münevver. ül. Şimdi iftiraya kurban gidiyordu. Hakiki mesele şu idi: Bleşhür inkılâpçı Lüben vaktile burun kasabı İmiş. Eti hileli tarttığı için filozof onu birkaç kere pataklamış. Şimdi herif intikam ye Zirş buraların şefi oy- uş, Bu sözleri söylerken, Lilberii görü- yormuş gibi yüzünü ellerile kapattı. Hakikaten de, merdivenden yukarı gikan bir ayak sesi işitildi. Madam dö Lüzi, kanadı itti. Anah. tar: kilide çevirdi. İhtiyarı bir para. Yanın arkasına sakladı. Aşçı kadın hanımına dışardan ba- ğırdı: — Mini muhafızlar geldiler, Eyi araştıracaklarmış. Güya Mösyö Plan- gone bizdeymiş... Ben öyle bir alçağı #aklamıyacağınızı biliyorum... Fakat bana inanmiyorlar... 15 eytii 1792 de geçmiş bir vakayı o zamandan kalma bir vesikaya ANATOL FRANS Şu hikâye ile tasvir edyior Ev sahibesi: — Girsinleri Bodrumdan tavan ârasına kadar evi dolaştır! - diye ce- vap verdi. Bu sözleri işiden zavallı filozof bayıl- mıştı. Bin bir zahmetle kendine getir. dik. Genç kadın yavaş sesle: — Bana güvenin... Unutmayın ki, kadınlar kurnazdı » dedi. Sonra büyük bir itidalle, sanki ya- tağını düzeltecekmiş gibi, şilteleri bir. az ön taraf çekti; duvar tarafından alt şilteyle üst şilte arasında yer açtı. ... Jakoben muhafızları önce tavan ârâr anı ariyorlar... Tepemizde üst kat kalın çizmeler Altında çatlıyacak gibiydi. Ne kaba şa- kalar yapıyorlar. Kaybedecek bir sa- nin boş yerine soktum. a süphe | bir hal vardı, Madam dö Fakat bir türlü intizamı temin ede- miyordu. — Bari ben de içine yatayım! - de. di. Saate baktı: Akşamın yedisi! Bu vakitte yatmak da tabil değildi. Kendisine hasta'dedirtınenin de imkâ- nı yektu. Zira aşcı hadın derhal hile- yi anlıyacaktı. — Ayak kabılarını, kıravatını ceke- ii çıkart! - diye emretti, - Odaya gir- zaman sizi dostum sansınlar... çlarınız perişan, üstünüz başınız yarı giyinmiş bir halde kapıyı açarsı- mız. Başı bozuk kuvvetler, küfrederek üst kattan iniyorlardı. Biçare Planşo- ne korkudan öyle titriyordu ki, yatak sallanıyordu. Helecanla aldığı hızlı nefesler, ıslık halinde muhakkak koridordan bile işi. tiliyordu. Genç kadın: — Yazık! - diye fısıldadı. - plânım iyidi amma... Neyse... Allah bizi muha- faza etsin... Ümidsizliğe kapılmıyalım. Kapının tokmağı şiddetle sarsıldı. Genç kadın: — Kim o? - diye bağırdı. — Milletin mümessilleri. — Bir dakika bekliyemez misiniz? — Derhal açmazsanız kapıyı kıra- İZ... — Haydi, azizim... Git aç... Birdenbire, bir harıka gibi, Plonşo- he'nin sesi kesildi, titremesi dindi. *.. Önden giren Lüben'di. Arkasında on iki herif vardı. Bana ve madam dö Lüziye bakarak: — Vay canına!.. - dedi. - Âşıklar var- mış burada... Affet bizi güzelim... Sonra maiyetine dönerek: — Namus bizlerde kaldı, ayol! - ye alay etti. Bu vecizesine rağmen hâdise onu pek eğlendirmiş olacak ki, neşelene- rek yatağın kenarına oturdu ve asilza- de kadının çenesini okşadı. — Doğrul... Hakkın var... Bu güzel ağız gece gündüz dua etmek için ya- rTatılmamış... Başını salladı: — Yazık!.. Fakat herşeyden evvel cümhuriyet gelir... Alçak Planşone'yi arıyoruz... Burada bulunduğuna emi- him... Kendisini yakalamalı.. Kafası- nı giyotinle kestireceğim. O sayede migvki tutmuş olurum... — Pekâlâ... Arayınız!.. Eşyaların altına baktılar. Dolapları £ alar. Şilteleri süngülerile yokindi- kr, Lüben kulağını kaşıyarak yan gözle bana bakıyordu. Müşkül suallere ma- ruz kalırım da fena mevkie düşerim korkusile madam dö Lüzi; — Cicim! Evin kıyı bucağını benim kadar sen de bilirsin... Al anahtarları! Mösyö Lüben'e her istediği yeri dolaş- tar. Vatandaşlara yardım etmekten pek menun kalacağını bilirim. Önlerine düştüm. Her odaya girip çıktıktari sonra bodruma kadar indik. Şişe şişe şarapları yuvarladılar. Sonra Lüben, tüfeğinin dipciliğile dolu fıçi- Varı parçaladı. Yerlere şaraplar aktı. Bakmaâdıkları, aramadıkları bir nok- ta kalmamıştı. Kendilerini sokak kapı. sına kadar teşyi ettim. Gittiklerini, koşarak, madam dö Lüsiye müjdeledim — Kurtulduk! Hemen kadın şiltenin aralığına doğ- ru seslendi: — Mösyö Planşonel Mösyö Planşo- nel Adam mecalsız bir iç çekişle cevap verdi: — Aman çok şükür!... Vallahi öl. dünüz sanıyordum Mösyö Planşonel Sonra bana dönerek: — Zavallı dostum... Ara sıra bana ilânı aşk etmekten pek zevk duyardı- niz... Artık tövbe etmiş olacaksınız! Tercüme eden: (Vâ-Nü) İ manesanananan aasanmanmazan BULMACAMIZ Boldan sağa: 1 — Bulgar Başvekili, 3 — Karadeniz sahilinde bir iskelemiz - Rejler. 3 — İstanbulun maruf at koşuları sa- hası, 4 — Fasla - Deniz mesafe ölçüsü - Bir musiki âleti, $ — Ateş yakma vasıtası. m 1 — Fotograf çel $ 2 Tam eği Nazar kıl “ 2 Heyet Bi taş © Vermek, Yukardan aşağı: 1 — Meyvasiz bir ağaç - Tersi beyazdır. Anemi, Si, 9 — Neşesiz, Ay, Ane. Yukarıdan aşağı: Nöbetçi eczaneler Beyoğlu mıntakası: Galatada Mah- Rasim, Şehremini: Topkapıda Nüzm, Üsküdar: Ahmediye, Heybeliada: Halk, Büyükada: Şinasi Rıza. Ortaköy, Amavutköy, Bebek, Bey- kos, Paşabahçe, Anadoluhisarı, Ta- tabya, Yeniköy, Emirgin ve Rumeli- hisarındaki ceşaneler her gece nöbet- gidlir. TURAKINA TARİHİ ROMAN Yazan: İSKENDER 7. SERTELLİ Tefrika No, 118 Samo, köylünün sözlerinden Karakurumda bir cenk hazırlığı yapıldığını anlamıştı Ertesi sabah erkenden kalkacak- lar ve akşama doğru Karakuruma varacaklardı. Uzun günlerdenberi dağları, dereleri, ovaları aşarak mü- temadiyen - durup dinlenmeden - at üstünde yürüyorlardı. Sinvur bir gün sonra karısına ka- *vuşacaktı. Samo: — Ne mutlu sana, Sinvur! diyordu. Arkandan seni bekliyen biri var... Sinvür, komutanını üzgün görün- ce müteessir oldu; — Seni de bütün Karakurum kış- ları bekliyor. Neden üzülüyorsun? Samo başını bir ağaca dayamıştı. Gözlerini, göklere yükselen Kara kurum dağlarına çevirerek boğuk bir sesle cevap verdi: — Karım yok, çocuklarım yok, anam yok... Beni bekliyenlerin hiç birisi benim soyumdan değil. Dünya- da yalnız kalmak kadar talihsizlik var mıdır? — Yaşumayı neden almadın? Çok Sadık ve çok güzel bir kızmış diyorlar. — Ben onunla evlendim smmaâ, $€- vemedim, ayrıldım. — Yazık olmuş, Yaşuma şimdi ar- kadaşlarından kimbilir hangisinin karısı olmuştur. — Şüphe yok. Onu benden başka herkes severdi. — Sen neden sevmedin? — O zaman başka bir kadını sevi- yordum. Rus prenseslerinden birini... — Kendi soyundan olmıyan bir kadın sevilir mi hiç?! — İnsan, bir kadını severken, 80- yunu sopunu araştırabilir mi? — Rus prensesi, Yaşımadan gü- zel miydi? — Belki onun kadar güzel değildi. Fakat, bundan ne çıkar? Gönül kimi severse, güzel odur. Sinvur, hiç bir zaman, Samoya o günkü kadar acımamıştı. Yaşı gittik- çe ilerliyen böyle tanınmış ve yakı- şıklı bir kahraman nasıl olmuş ta bugüne kadar gönlünün sevdiği bir kadınla evlenmemişti! Samo, Sinvur ile konuşurken, gü- neş henüz batmamıştı. Biraz ötedeki yoldan yaya olarak geçen bir köylü- nün, büyük bir taş üstüne oturup dinlendiğini gördüler. Samo köylüye seslendi: — Nereden gelip nereye gidiyor. sun? Köylü hayretle etrafına bakındı ve Samoyu görünce tanıdı: — Karakurumdan geliyorum, as- lan yiğit! Köyüm şu dağın yamacın- dadır. Biraz sonra oraya varacağım. — Karakurumdan ne zaman çık- tın? — Üç gün oldu. — Yaya mı geliyorsun? — Evet.. — Atın yok mu? — Geçen yıl vardı. Çaldılar. at- sız kaldım. — Ne var, ne yok Karakurumda? — On beş gün kaldım. Çocuğum yeni hazırlanan ordu İle cenge gide- cek et. Onu görmeğe gitmiştim. Ka. rTakurumda kalabalıktan ve kargaşa- lıktan başka bir şey görmedim. Samo, köylünün sözlerinden, Ka. Ayakta duran Sinvur'a döndü: —Hazır ol, kara kurd! Yolumuz, Karakurumdan Tunaya kadar uza- yacak. — Karâkurumda dinlenecke mi yiz? Karımı, çocuklarını doya doya görmiyecek miyim? — Merak etmel Beş on gün kalı- rız, Turakinanın beni Çinden niçin çağırdığını anladım. Belime bir püs- kül daha takıp beni kandıracak, Dinlenmeden yola çıkaracak. Fakağ, bu sefer, Karakurumda geyik kızar mesile kımız içip eğlenmeden bit yere gidemem. Köylü yoluna devam etti, Dağların yamaçlarına esmer göl geler düştükçe, Samo eski günlerini hatırlıyordu. Bir aralık Sinvur'a sor du: — Ti - Vong karfleşile kaçmasay.- dıda benimle Karakuruma gelseydi, ne iyi olacaktı, değil mi? — Ne iyi mi olacaktı?! Ben, o kar dinin bakışlarını beğenmiyordum. Ti - Vong, eşine sadık kalmayan di- şilerdendir. O ancak bir Sung deli kanlısına gönül vereiblirdi. Bütün Soyu ve kardeşi, Moğollarla çarpışıp dururken, böyle bir kadının sana sadakat göstermesine imkân yoktu. Kaçtığına çok sevindim doğrusu... — Çok zeki bir kadındı. — Doğru. Fakat, zekâsını yalnış kendi milletinin kurtuluşu uğrunda kullanıyordu. — Çok güzeldi. — İçi zehir dolu zakkum gibi... İnsanı teshir eden ve aldatan ne z&- rif çiçekler vardır. — Ya sesi?... — O kadar sıcaktı ki... İnsanı bir anda uyuştururdu. Bir akşam ben de bir irmağın kenarında yatarken, böyle sıcak, tatlı bir ses duymuştum. Sesin geldiği yere gittim. Bu, bir yı Tanın sesiydi. Öyle güzel Islık çalıyor» du ki görmeden teshir etmişti beni. Fakat, onu gördükten sonra kulakla- rımı tıkayarak irmağın kenarından kaçtım. Samo başını sallıyarak güldü: — Ti Vong'un, ruhumu saran ve coşturan bir sesi vardı, Sinvur! Sen ne dersen de, Ben yeryüzünde onun kadar sıcak kanlı, onun kadar tatlı ve güzel bir kadın görmedim ve gö- remem de. — Ben o kadının saraydan nasıl kaçtığına hâlâ şaşıyorum. Ona mut- laka cinler yardım etmiştir. — Benimle geleceğini onu Sung dağlarında yakalamak is. — Neye yarardı? Kübilây tekrar elinden alacak değil miydi? — Evet, hakkın var. Sung dağına boş yere gitmiş olacaktım. Ti - Vong'u yakalayınca Kubilâya getirip teslim etmek gerekti, — Kubilâyın bu kadını - düşmanı olduğu halde - bu kadar çok sevme- sine aklım ermiyor. İnsan, bu derece tehlikeli bir mahlüku nasıl koynü- na alıp ta yatabilir, nasıl ona canını teslim edebilir? — Kubilây bir kadınla eğlenirken, onun koynunda uyuyup kalır mi sa- nıyorsu, a budala? Kubilây nikâhlı zevcelerinin bile bir kerecik olsun koynunda uyumamıştır. — 'Tuhaf şey! Böyle evlilik olur mu? Karısının koynunda rahatça uyumayan bir erkek, bence her za- man bekâr sayılır. * O akşam yemek yediler. irmak boylarında yıkandılar. atlarını sü ladılar... Ve geceyi su başında geçirdiler. Ertesi sabah erkenden yola çıka- caklar, akşama doğru Karakuruma varacaklardı. —iim Samo, Turakinanın veziri ile başbaşa... — İmparatoriçemiz iki kere haber gönderdi. Neden vaktinde dönmedin Çinden? — Sunglarla çarpışıyordu. Başla- dığımız savaşı yarıda bırakıp nasi dönebilirdim? — İhtilal basıldı mı? — Ben bastırdım. Sung prensini yakalayıp Kubilâya teslim ettim. Fas kat, Kubilây muhafaza edemedi, (Arkası var)