, MEŞRUTİYETTE SARAY ve BABIALİ Yazan; SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur, 'Tefrika No, 18 Sultan Reşad'ın bir sözü: Bizim lütfumuz yok amma, kahrımızda yok.. Bugün Abidei hürriyetin esasını vazettik, Oraya taş ve çamur ,koydu- Kum sirada yorulduğumu söylediler. — Hayır, yorulmadım dedim. De- gil, bir taş koymak, mümkün olsay- &ı da bu adideyi kendi başıma inşa &tseydim gene şühedanın hakkını ta- mamen eda edemezdik. O sırada şü- hedadan birinin iki biraderi gayet ke- derli"ldiler; ağlıyorlardı. Bunları tes- Hye ettim. İşte bugünkü merasim anların alâyı illiyindeki ruhlarını tat- Yip ediyor. Bu cihetle de şayanı teb- piksiniz, Sultan Reşad şahsen afif olduğu gi- si hareminde de babası Abdülmecid ve amcası Abdülâziz devirlerindeki hal ler görülmemiştir. « Meşrutiyet devrinde Abdülhamid sal- tanatının sıkılığını idame etmek ka- bil olmamasına ve zamanın icapların. an olün serbesliğe rağmen saray ha- Teminde münasebetsiz hal ve hareket. ler duyulmamıştır. Sultan Reşad saray kadınlarının fcap ettikçe eşehre çıkmalarında» mah- gur görmezdi. £, Umumi harp esnasında Galatasa- gay lisesinde Hilâliahmetce bir sergi tertip olunmuştu. Bir gün saray ka- Hınlarının da bu sergiyi ziyarete gel- Giklerini görmüştük, Sultan Reşad şahsi menfaat.düşün- celerinden de beri idi; selefinin hiç bir şeyine el koymamıştı. Yeğenlerinin, Abdülhamidin kadın. larının bütün eşyasını kendilerine ver- mişti, Hattâ Yıldız sarayı hazinel has- saca tesellüm edildikten sonra temiz- leme esnasında şöminelerden birinin Bstünde eski gazeteler altından muras- sa bir taç çıkmıştı. Hünkâr Abdülha. midin kadınlarından, ikballerinden kaybolmuş bir şeyleri olup olmadığını tahkik ettirerek kimsenin böyle birşeyi bulunmadığı cevabını aldıktan sonra bu tacı Çırçır yangınında yanan mek- teplerin ihyasına sarfedilmek üzere Babıâlide müteşekkil harik komisyo- nuna göndermişti. Hükümet bütçeye padişah için 25000 Jira tahsisat koymuştu, mebusan büt- çe encümenince bundan beş bin lira. sının tenzili münasip görülüyordu. Fakat yeni padişahın gönlünü kırma» mak irzasını almak için mebus Em- rullah efendiyi mabeyin başkâtibi Halid Ziya beye göndermişti. Halid Zi- ya bey hazinel hassa nazırı Nuri ve başmabeyinci Lütfi Simavi beylerle istişare ederek aralarında padişahtan #stizane karar vermişlerdi. Hazine hassa nazırı yirmi bin lira ile idarenin müşkül olacağından bahsetti. Ameli hayatın mihveri olan para ve hesap işlerile münasebeti çok olmıyan sul- tan Reşad bu mütalâayı dinledikten sonra: — Paraya göre kendimizi sıkarız, Mebusan tarafından yapılan bir tek- lifi kabul etmek daha muvafıktar. An- Cak biz bunu teklif üzerine değil, ken- diliğimizden yapmış olalım... dedi, Başkâtibe kendisinin beş bin lira- dan feragat ettiğine dair sadarete bir tezkere yazmasını emretti. Yirmi bin liranın yetişmiyeceği mu- hakkaktı. Bunu hükümet de biliyor- du. Bunun için sonra sarayda verilen tiyafetlerle padişahın seyahat masra- fı olmak üzere aylık tahsisattan baş- ka bütçeye senelik ziyafet ve seyahat tnasrafı olarak elli bin lira daha tah- gisat ilâve edildi. Bu süretle yapılan beş bin lira ten- Bİ| bir muvazaadan ibaret kaldı. An- hünkâr cülüs eder etmez böyle bir & göstermiş oldu! - Sultan Reşad cülüsunda bendegâni- ma en yükseği 150 altından başlamak Üzere cülüs hediyesi vermek üzere bir Defter yaptırtmış, bu deftere baş ma- beyinci Lütfi Simavi beyi de ithal ey- temişti, Bir meşrutiyet padişahının cülüs atiyesi vermesini garip bulan Lütfi bey defteri getiren esvapcıbaşı Sabit beye: — Si adamısınıs; sene terdenberi bugünü bekliyordunus, Za- tı şahanenin size ve arkadaşlarınısa Btiye vermesini tabi bulurum. Bana gelince yeni usul mucibince başmabe- yinci ve başkâtibi Babıâli intihap ve arzediyor. Maaşlarımızı maliyeden alâ» cağız. Buhun için ben kendi hesabıma cülüs atiyesi kabul edemem. Burasını münasip surette zatı şahaneye arzedi- niz! Diyerek itizar eyler, (1) Sultan Reşad bunu istignaya hami ile incinmiş ise de sesini çıkarmamış- tı. Filvaki sultan Reşadın alelâde sti- yesi, ihsanı 30 lirayı geçmezdi; çok defa sekiz, on liradan ibaret kalırdı. Yalnız Rumeliye seyahatinde bir defa hayır müesseseleri için İttihad ve Terakki cemiyetine beş bin lira te- berrü etmişti. Daha evvel bir defa da Hareket ordusunun Etfal hastanesin- de tedavi edilen yaralı zabitlerine kor- donlarile altın saatler, çavuşlarına kıy- metleri biraz daha aşağı olmak üzere ayni hediyeler, neferlere de gene kor- donlu gümüş saatler vermişti. Bazen hayır müesseseleri veya do- nanma cemiyeti gibi yarı resmi teş- kilâta binlerce ira ihsan ettiği de Olursa da bunu ancak dahili siyaset icabından olarak pek nadiren yapardı. Suatan Reşad gençliğindenberi çi- çeklere, kuşlara meraklı idi. Gidişle- rinde yanında bulunanlara büyük bir zevk ile eski hatıralarından bahseder- ken (Ayasağa) köşkündeki havuz et- rafında vaktile vücude getirdiği bah. çeyi, orada yetiştirdiği çiçekleri öyle bir anlatırdı ki, otuz senelik azap yıl- larını unutmuş, geçmiş ömrünün tat- ı günlerini hayalen tekrar yaşamak- ta imiş gibi görünürdü. Sultan Reşadın kuşlar arasında, Ab- dülhamid gibi, en ziyade sevdikleri gü. vercinlerdi. Saltanata geçtikten sonra Viyana- dan ve diğer ecnebi memleketlerden nadir cinslerden kuşlar getirterek bun- ları teksire uğraşırdı. Celbini İstediği kuşların en ziyade gözlerine ehemmiyet verir, renklerini Timon küfü, deniz köpüğü, gökelâ, cam göbeği, yanar döner gibi tabirlerle an- Jatırdı. | Sultan Reşad bazen bu kuşlardan birini mükellef bir kafes içinde hedi- ye ederdi. Onun bu mutena hediyesi- ne nail olmak için kendisinin o kuşa dair verdiği izahatı dikkat ve merak ile dinlemek kâfi idi, Misafir hüngü- | rın yanından ne yapacağını bilmediği | kafesle çıkardı! Hünkâr kruazman yaptırırdı. Bir gün kuşçubaşı yeni bir cins el- de edildiğini kendisine tebşir eder, Bu haber hünkârın pek hoşuna gider. Kuş- cubaşıya üç altın bahşiş vermesini es- vapçıbaşı Sabit beye emreder, Padişaha lâübaliyane söz söylemeğe kendisini dalma mezun gören Sabit bey: — Bunu biraderiniz de (sultan Ha- mid) yapardı amma 300 lira bahşiş ve- rirdi! Demesile sultan Reşad mahcup ©- Tur amma şu mânidar sözü de sarfe- der: — Bizim lütfumuz yok amma, kah- rımız da yok! Padişahtan paraca istitaflarda bu- Yunanlar eksik olmazdı. Bunlardan bir lirayı geçmiyemderi mabeyin baş- kâtibi cebi hümayun kâtibine sarfı için selâhiyet verir, fazlası için hünkârın müsaadesini alırdı. Sultan nikâhlarında vekâlet için Abdülhamidin 1000 altınına mukabil sultan Reşad Şeyhislâma evvelâ an- cak yüz altın, sonra evrakı nakdiye başlayınca kâğıd para olarak yüz lira verirdi. Diğer kim olursa vekile 60, dört şahide de kırkar lira ihsan ederdi. Şeyhislâm Hayri efendiye böyle kâ- ğd olarak yüz lirayı almak ağır gel miş, diğer bir defa vekil olursa ken- disine para verilmemesini başmabe- yinci vasıtasile padişahtan rica etmiş» * ti. Padişah da yeni bir nikâhta ihsanın| Türkiye Radyodifüzyon Postaları DALGA UZUNLUĞU 1689 m. 183 Kos 120 Kw. T.A. im. 151Kez TAP 3i7om. MeSKe 20 Kw. ANKARA RADYOSU Perşembe 18/4/939 TÜRKİYE SAATİLE 1230: Program, 1235: Türk müziği -PI, 1; Memlekot sast ayarı, sjans ve meteo- roloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Sen- fonik plâklar, opera aryaları ve saire - Pl). 1830: Program, 1838: Müzik (Neşeli plâklar), 16: Konuşma (Ziraat saati), 19,18: 'Türk müziği (Fasıl bayoti). Çalan- Yer: Hakkı Derman, Eşref Kadri, Hasan Gür, Halük Recal, Basri Ünler, Hamdi Tokay. Okuyan: Tahsin Karakuş, 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat bor- sas (fiat), 2015: Türk müziği, Çalanlar: Vecihe, Cevdet Çağla, Refik Fersan, Ke- mal Niyazi Seyhun. Okuyanlar: Mahmud Karındaş, Melek Tokgöz: 1 - Karcıgat Peşrevi, 2 - Salâhaddin Pınar - Karcığar şarkı - Sana gönül verdim, $ - Udi Ah- med - Karcığar şaıkı - Elimde iken senin, 4 - Şükrünün - Karcığar şarkı - Hasta bir ümitle bekledim, 5 - “Halk türküsü - Urfalıyım ezelden, 6 - Cevdet Çağla - Ke- man taksimi, 7 - Ralf beyin - Karcığar şarkı - Gülüyor sevgilim, 8 - Bedriyenin » Hicaz şarkı - Mümteziç aşkınla, 9 - Sa- deddin Kaynağın - Hicaz şarkı - İşte seni seven benim, 10 - Hüseyni saz semaisi, | 71: Memleket saat ayarı, 21: Konuşma (Mizah saati), 2115: Esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsa (fiat), 121,25: Neşeli plâklar - R., 2130: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın): 1 - Dohnan- yi - Rapsodi, 2 - Glesemer - Kırlangıçla- Pin vedai, $ - Börehert - Bir gecenin fo- manı - Vals, 4 - Leopold - Karlsbad ha- tırası, 5 - Künneke - Mavi elbiseli hem- sireler öperetinden marş - Final, 6 - | Hanns Löhr - Tempo! Tempol Galop, 7 - Pachermegg - Viyana sülti 1) Küçük ge- çit resmi, 2) Operada balet müziği, 3) Grabende gezinti, 4 Praterde atlı karın- ca, 7240: Müzik (Solistler - PL), 23: Mü- sik (Cazband - PL), 2345 - 24: Son ajans haberleri ve yarmki program. 5 — Şöhret - Tersi gemi teçhizatidir. 6 — Ödeme - Sonuna «E: gelirse rağ- bet teminine çalışmak demektir. 77 — Uzunluğuna - Bonuna cT» gelire kaside olur. 8 — Şivekr. 9 — Su taşıyan - Meyil ettirme, 10 — Beyaz - 2 > Bayağı - Erkek hizmetçi. $ — Harabezar. 4 — Tersi katiyen demektir - Keçi, ko- sürüsü. 5 — Istanbulun bir mesire yeri, $ —Una bulanmış - Kemiğin içinde bulunur. 7 - Kumla fala bakan - Rümuzla an- Jatma. 8 — Şarkilerdem hükümetinin merke- zi - Su, 9 — İtalyanların meşhur yemeği - İle muhaftefi. 10 — Uslu - Gam bulmacamısın hani Boldan sağa: 1 — Daima, Teke, 2 — Anfitentr, 3 — Nat, Saat, 4 — Trikotaj, 5 — Eşhas, Reha, 6 — Liâ, Ferruh, 7 — Asr, Ekâl, 8 — Arife, 9 — İr, Paral, 10 — Tersi, Su, Yukarıdan aşağı 1 — Danteli, Ot, 2 — Anarşist, 3 — İfti- har, İr, 4 — Mi, Ka, Arz, 5 — Atmosfer, 8 — Ekip, 7 — Tasarrufat, 8 — Etajerler, Krm, Hu, As, 10 — Trahomlu. İİİ UYKUSUZLUK SiNiR AĞRILARI BAYGINLIK —— ÇARPINTI VE SiNİRDEN iLER £ EYİ TA YAT ER. hdi. TURA TARİHİ Yazan: İSKENDER FP. SERTELLİ KINA RO.MAN Tefrika No, 110 Kubilây o gün gözdesinin, daha sonrada prens Ma-Çinin kaçtığını duyunca buz gibi donup kalmıştı — Benim ve nöbetçilerimin haberi | ni temayülü gösterirler, olmadan, buradan bir kuş bile uçar mazdı. Eğer Ti - Vong gerçekten kaç- mışsa, hayatım tehlikeye düştü de- mektir, Kubilây, saray muhafızını, teşri- fatçısını ve emin gözcülerini bir &rör ya toplıyarak: Ti - Vong'u şimdi bulacaksı. nız! - diye bağırdı - Eğer o kaçmağa muvaffak olmuşsa, hepinizin bu işte parmağı var demektir. O zaman vay başınızn geleceklere... Koşuştular.. sarayın her köşesini aradılar. Ti - Vong'u bulmak kabil değildi. Kubilây hayvanat bahçesinde bek- Miyordu. Ti - Vong bulunmazsa, s8 rayda büyük bir cümbüş olacaktı. Samo: — Ben bu araştırma işini daha ön- ceden yaptım, dedi, onu kaçırdıkları muhskkaktır, Kubilây biraz sonra - Samonun söylediği gibi - Sung prensesinin kaçtığını öğrendi.. hiddetinden ateş püskürmeğe başladı. Sarayın inz- bat işlerle alâkadar olanları birer birer sorguya çektikten sonra, bah- çenin ortasında sopalattı. Hiç birine acımadı. Bilhassa harem dairesine bakan haremağalarını o kadar döğ- dürdü-ki, bu adamlar bahçeden s&- atlerce kalkıp gidemediler ve topr&- ğın üstünde ölü gibi hareketsiz yat- tılar. Kubilây derhal şehir etrafına ara- yıcı kolları çıkardı. Ti - Vong'u uzak, yakın her tarafta arıyorlardı. O çün öğleye doğru, Moğol prensinin aklını başından alan yeni bir felâket haberi daha geldi: «— Sung prensi, iç kalede yattığı zindandan kaçmış!» Kubilây bu haberi alınca korkunç bir sesle bağırdı: — Böyle meşum bir günü idrâk etmemek için, keşki yirmi dört saat uyusaydım... Kubilây odasına döndü. Vezirini, generalleri topladı. Bu ikinci felâket haberi birincisinden çok daha mü- himdi. Prens Ma - Çi zindandan na- sıl kaçabilirdi? Kubilây kulaklarına inanamıyordu. Kale muhafızına haber gönderile- rek saraya davet edilmişti. Bu işte mesul olan bir kişi varsa, o da kale muhafızıydı. Halbuki, Ku- bilâyın bu adama çok güveni vardı. Sung prensinin kaçmasında onun parmağı olamazdı, o. Sarayda toplanan vezir ve general- ler telâş ve heyecan içinde, kale mu- hafızını bekliyorlardı. Prens Ma - Çi gerçekten kaçmağa muvaffak olmuş- sa, şimdiye kadar on iki saatlik yol almış ve şehirden bir hayli uzaklaş- mış olacaktı. Sung prensinin nereye kaçtığını bilen yoktu. Fakat, kolay- ca tahmin edilebilirdi ki, Ma - Çi elbette kendi memleketine kaçmıştı. Kubilây: — Samonun emekleri boşa giderse yanarım. Onu, yıllarca uğraştığımız halde, Samodan başka biri yakalıya- mamıştı. Diyordu. Sung prensinin firar ha- disesi, Kubilâya prenses Ti - Vongu unutturmuştu. Kubilây, Ma - Çiyi tekrar ele geçiremezse, Çinde güttü- ğü İstiklâl fikirleri suya düşmese bi- le gevşiyecekti. Kubilây bu hadise den çok müteessir omuştu. Samo: — İki kardeş sözleşmiş ve birlikte kaçmış olsa gerek... Dyiordu. İkisinin birden ayni ge cede kaçışı şüphe yok ki, daha önce- den sözleştiklerini ve birlikte kaçtık- larmi gösteriyordu. Mesele henüz balk arasına yayılmamıştı. Kubilây bu iki hadisenin halktan saklanma. #ni emretmişti. » Çinliler bunu du- yarsa, yeniden Sung prensinden bir şeyler umacaklar ve ortalık bu su- retle yeniden karışacaktı, Zaten Çinlilerin garib bir âdeti yazdı: Kuvvetliden korkarlardı. Ferd- ler için böyle olduğu gibi, cemiyet ve mille$ mefhumları karşısında da ay- içini dışmı, müstevli milletlerden hangisi kuvvetli ise ona boyun eğerlerdi. Moğolları çok kuv- vetli buldukları için, onlardan çok çekinirlerdi. * “ Kale muhafızi kendini öldürmüş... Kubilây kaleye üstüste haberler gönderiyordu. Kale muhafızının gel memesi generalleri de heyecana dü- şürmüştü. Nihayet, iç kaleden şöyle bir haber geldi: «— Kale muhafız odasında - kar- mını deşerek - kendini öldürmüş!» Kubilây bu haber karşısında buz gibi donup kalmıştı. Felâketler bir- birini koralıyordu. Taner... Bu, Moğol zabitleri arasın- de Kubilâym en çok güvendiği bir adamdı. Uzun yıllardanberi iç kale- nin muhafızı bulunuyordu. Taner çok namuslu, merd, cesur bir zabiti. O güne kadar yurduna ve yurddaşlarına hiç bir fenalığı gö- rülmemiş ve bilhassa Kubilâya sada- katten ayrılmamıştı. Samo bunu duyunca, viodanında gittikçe derinleşen bir acı duydu ve kendi kendine: — Zavallı Taner... diye mırıldandı. Kale muhafızının ölümüne, hiç şüphe yok ki, Samo sebeb olmuştu. “Taner, uyandığı ve ayıldığı zaman Sung prensinin zindandan kaçtığını duyunca teessüründen kendini öl dürdüğü kolaylıkla tahmin edilebi- Tirdi. Kubilây şimdi bu muammayı hak letmeğe çalışıyordu. Kalede bulunan muhafızlardan bir kısmını saraya çağırtarak, birer birer sorguya çekti; fakat bu sorğular ve tazyiklerden hiç bir netice çıkmıyor, prens Ma - Çi” nin nasıl Taner'in neden kendini öldürdüğünü öğrenmek ka- bil olmuyordu. Yalnız, nöbetçilerden. biri, Kubilâya şunları söylemişti: — Muhafızın odasında aci bir ses duydum. Koştuğum zaman Taner kendini yaralamış, kendi elile karnı- nı deşmiş, kanlar içinde yerde yatı- yordu. Başı ucunda durdum. Du- daklarının arasında fısıltı halinde şu kelimeleri duydum: «Ma - Çi'yi ben kaçırmadım.. bir şeyden haberim yok.. beni arkamdan telin etmesin. ler..» bundan başka bir şey duyma- dım.. Taner gözlerini kapadı. Kubilây çok müteessirdi. ye sordu: — Ma - Çi'nin yattığı odaya kimler giriyordu? — Bizden başka kimse girmezdi. Ve zindanın anahtarları daima onun yanında dururdu. — Bu gece o odanın anahtarı kim- de idi? — Taner kendini yaraladığı zs- man, anahtarlar gene onun yanında idi. Ve Ma -Çi'nin yattığı odanın kapısı kilitliydi. — O halde Ma - Çi'yi şeytanlar ka- çırmıştır!... Nöbetçi susarak geri çekilmişti. Samo olduğu yerde eriyip bitiyor, çeneleri birbirine geçiyordu. Çok muztaribdi. Sarayın bütün hassa askerleri, Sung prens ve prensesini takibe git mişlerdi. z Kubilây: — Onları yakalamadan dönerler Nöbetçi- yerlilerden gizlemeğe çalıştılar. Fa- kat, üç hadisenin birden saklanma. sına imkân mı vardı. Kale muhafızı Taner'in oesedini ailesi almış, ve muhafızın ölüm ha- disesi bu suretle halk arasında ya yıkmıştı. «— Taner kendini öldürmüş.. aca- ba neden?» Halkın kulağı delikti. (Arkası var)