tım o kadar tatlı tatlı “Kaşınıyordu ki dünyada sabredemiyecektim. Bu esnada gözüm balkona ilişti Balkon kapısı açıktı. Hemen: fırladım. Balkona çıktım. Öteki mi- gafirler salonda kalmışlardı. Bu €s- nada arkadşım Arif te bir şey almak için dısarı çıkmıştı. Ben balkonun duvarlarından birini içeriden görün- miyecek şekilde, kendime siper ya- 'parak el çabukluğu ile kaşınmağa © basladım, Biraz rahatlanmıştım. Tek- rar salona döndüm. Bir de ne göre- yim? Kerliferti misafirlerden biri ar- kadaşım Arifin dışarı çıkmasından istifade ederek sırtını oturduğu ka- napenin arka tarafına sürte sürte « kaşınıyor. Ben birdenbire içeriye gi- — rince adamcağız fena halde bozuldu. 'Arifin misafirleri birbirlerini gayet İyi tanıyorlardı. Aralarında - pek bü- yük bir samimiyet vardı. Bunun için © birbirlerinin yanlarında kaşınmakta © hiç bir mahzur görmüyorlardı. Fakat benden tabii sıkılıyorlardı. Yeniden karşılıklı oturduk. Konuşmağa baş- İadık. Bu sefer bende tekrar müthiş bir kaşıntı başladı. Hem de evvelkin- den beter... Bu sırada karşımda otu- ran zata baktım. O da renkten ren- “ ge giriyor, yerinde kıpır kıpır kıpır. danıyordu. Fazla dayanamıyacağım © Anladım. Bu sırada Arif te sâlona gir. mişti, Hemen arkadaşımdan müsaa- de istedim. Arif: — Canım daha pek erken... Ge İsli ne kadar oldu ki?... Ateş almağa mı geldin? Böyle «cece» der gibi ge- - Mp gitmek olur mu? Diye beni bırakmak İstemedi amma kim durur, hemen sâlondaki- lerin birer birer ellerini sıkarak ken- dimi sökağa attım. Köşeyi döner dön- mez gelenlerin geçenlerin, çoluğun çocuğun bana hayretler içinde bak- malarına katiyen aldırış etmiyerek üstümü başımı parçalarcasına ka- Şınınağa başladım. Biraz rahat et- “ miştim. Oh dünya varmış. Tramvaya bindim. Kaşıntı gene zaman zaman kendini gösteriyordu. 'Tramvaydaki iki kişilik iskemleler. den birinde bir yer bulmuştum. Ya- nımda şişman, derbeder bir adam kafası önüne düşmüş, şekerleme ya- pıyor, uyku kestiriyordu. Birdenbire adam yerinde kımıldanmağa, sonra da kaşınmağa başladı, Müthiş suret- te kaşınıyordu. Sanki kaşıntı benden Ona geçmişti. Adamcağız etrafında- kilere zerre kadar ehemmiyet verme- k den çırpınırcasına Kaşınıyordu. İki- de birde de: — Hay Allahım ne oldu bana?. diye söylenip duruyordu. Ertesi günü arkadaşlara başıma gelenleri anlattım, gülmeğe başladı- Jar. . — Bir aralık bana sordular; © <— Vay sen Arifin köşküne «Pireli , köşk» denildiğini bilmiyor musun? - Oraya gidenler hep senin gibi böyle kaşınma illetine uğrarlar; Bir iki gün mütemadiyen “kaşınır dururlar, — Peki bunun sebebi ne? — — Bilmem... Pire bolluğu galiba... - Baksana herkes oraya ePireli köşk» Adını koymuş... — Her halde bunda bir iş olsa ge- “ biatli bir çocuktur. © — Arifin «Pireli köşke ü pek merakı- “ ma dokunmuştu, Onu ilk gördüğüm zaman sordum: . © — Yahu senin köşküne gelenler Adeta kaşıntı. illetine tutuluyorlar, 'Köşkünün adını da «Pireli köşke — Azizim, benim garib şeylere pek merakım olduğunu bilirsin. Avrupa da bir pire cambazının marifetli pi- relerini seyretmiştim. Bu pire sirkin- daki minimini artist hayvanlar pek hoşuma gitmişti. Pire cambazı elin- deki artistlerin marifetlerini halka gösterdikten sonra ayrıca bir takım kutular içinde marifetli pireler sati- yordu. Ben de bir kutu aldım. Bir kaç gün sonra da vapura bindim. İs- tanbula döndüm, Ben de kendi ken- dime büyük bir pire cambazhanesi vücude getirmeğe karar verdim. Şim- di öbek öbek pire topluyorum. Gel- gelelim, bizim İstanbulun pireleri hiç te artist ruhlu değiller canım, Uğra- şıyorum, uğraşıyorum. Bu hayvanla- ra hiç bir marifet öğretmek kabil ol- muyor. Arasıra da bulundukları ku- tulardan kaçıyorlar. Evin her tara- fını istilâ ediyorlar. Şimdi evde ta- mam 8 kutu pirem var. Zaman 7& man kutulardan birinin kapağını açık unutuyorum. İnsanlık hali bu bira- der... İşte misafirlere kaşıntı gelme- si de bundan.., Arife: — Canım... dedim, sen de Allah aşkına başa iş bulamadın mı? Pire cambazlığı senin yapacağın İş mi? — Öyle deme kardeşim... Öyle de- me... Göreceksin. Yakında teşkil edeceğim pire cambezhanesini göre- ceksin... Bütün dünyada benim câm- bazhaneni meşhur olacak... O küçü- cük hayvanları öyle bir terbiye ede- ceğim, öyle bir yetiştireceğim ki her- kesin parmağı ağzında kalacak... Arifi uzun müddet görmemiştim. Yalnız uzaktan uzağa onun hakkın- da bazı havadisler alıyordum. Arifin gayet zengin bir kızla er- lenmek istediğini duymuştum. Bir gün arkadaşımı tramvâyda gördüm. Sordum: — Merhaba Arifçiğim... Ne oldu senin izdivaç meselesi? Gayet canı sıkılmış bir tavırla; — Bırak Allah aşkına... Bozuldu... Kayınpederi fena halde kızdırdık. — Sebeb? — Sebeb mi? Bizim pireler... Allah kahretsin... O küçücük hınzır hay- vanlar benim saadetimi bozdular, — Aman şunu anlat yahu... — Basit bir hikâye... Samiye ile evlenmek istiyordum. Samiyenin ba- basının ne kadar zengin olduğunu tabii bilirsin. Fakat müstakbel kar yınpederin çok ciddi, her şeyi kolay kolay beğenmiyen bir adamdı. Bir gün ileride kayınpederim olacak bu zat benim köşküme misafir gelmişti. Oturup konuşmağa başladık. Biraz sonra bizim kayınpeder yerinde kı- muldamağa, hafiften hafife kaşınma- ğa başladı. Bir taraftan da: — Bana ne oldu? Bütün vücudüm Birdenbire işi kavradım. Pirelerin bulunduğu bitişik odaya geçtim. Bir de ne göreyim? Bütün pire kutuları- nın kapağını açık bırakmamış mr yım? Hiç farkında olmıyarak: — Aman Allah... Marifetli pirele- rin hepsikaçmış!.. diye bağırmışım... Bu sırada bizmi müstakbel kâyın- peder üstünü başını parçalarcasına kaşınarak yanıma geldi; — Ne o? Evde pire mi besliyorsu- nuz? dedi. T.A G im. 15195 Kes T.A.P. Si70m, 9465 Kes, ANKARA RADYOSU Sah 23/3/079 TÜRKİYE SAATİLE 1230: Program, 1235: Türk müziği -PL, 13: Memleket saat ayarı, ajans, meteoro- 1011 haberleri, 13,15: Müzik (Karışık prog- ram - PL), 1345 - 14* Konuşma (Kadın #aati - Ev kadınlığına dair). 1730: Konuşma (İnkılâp tarihi dersle- Pi - Halkevinden naklen), 1830: Program, 1835: Müzik (Neşeli wüsik - Pİ), 19: Ko- nuşma (Türkiye postası), 19,15: Türk mü- ziği (Fami heyeti) Okuyan: Tahsin Kara- kuş ve Safiye Tokay, 20* Ajans, metsoro- 1oj! haberleri, ziraat borsası (flat), 20,15: Türk müziği: Çalanlar: Zühtü Bardakoğ- lu, Cevdet Çağin, Cevdet Kozan, Kemal Niyazi Seyhun. Okuyanlar: Sadi Hoşses, Semahat Özdenses, | - Hicaz peşresi - Osman beyin, 2 - Şerif İçlinin - Hicaz şarkı - Derdimi ummana dötüm, 3 - Şev- ki beyin - Hicaz şarkı -Af eyle suçum ey güli ter, 4 - Şekip beyin - Hicaz şarkı » Mahvolsun © tali, 5 - Kemal Niyazi Sey- hun - Kemençe taksimi, 6 - Yesar! Ası- min - Hicaz şarkı - Sazlar çalınır, 7 - Hİ caz türkü - Çıkayım gideyim be kuzum, 8 - Mahmud Celâleddin paşa - Hüzsmam şarkı - Kerem eyle mestane Kıl, 9 » Rakı- min- Hüzzam şarkı - Aşkın bana bir gizli elem oldu yar, 10 - Leminin - Kürdi hicaskâr şarkı - Nazlandı bülbül, 21: Mem- leket saat ayarı, 21: Konuşma, 21,1S: Es- ham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 9135: Neşeli pliklar - R., 2130: Müzik (Radyo orkestrası - Şef: Praeto- rus); 1 - L. van Beethoven: «Dis Weihe des Hauses» uvertürü, Op, 124,2 - L van Bestboven: 3 üncü senfoni mi bemol majör (Erolka), Op. 55. Allegro con bro, Marica funebre, Adagio asal, Seherso, Allegro vivace, Final, Allegro molto, 2230: Müzik (Operetler - PL), 23: Müzik (Caz- band - Pİ), 2345 - 24: Son ajans haber- leri ve yarınki program, Avrupa istasyonları: Saat 20 de Berlin 20 - 2045 orkestra tarafından karışık musiki — Breslar 20115 şarkı ve piyano — Viyana 2045 şen program — Prag 20,25 - 2050 askeri muzika — Pretzburg 2035 - 2055 şen program — Bari 20,40 - 2115 (Donizelinin (Favo- ritin) operasından parçalar — Budapeşte 2030 (Verdii nin (Othello) operası — Bükreş 20,15 konser — Florans 20,20 koro konseri — Milâno 20.20 - 20,40 plâk neş- riyatı — Sofya 2030 orkestra tarafından konser — Varşova 20 şen musiki, Saat 21 de Berlin 21.10 saksofon, akordeon ve pi- dani Stuttgart 2110 karışık musiki — Athlone 2130 şarkılar ve danslar — Belgmd 21 konser — Budapeşte (Othello) operasına devam — Bükreş 21,10 senfonik konser — Lille 21 - 2130 piyano konseri — Milano 21,15 halk şarkıları — Sofya 2i oda mü- #ikisi ve 2155 Rus şarkıları — Sottens 2130 orkestra, koro ve soüst konseri — Stockholm 2145 senfonik orkesten — Varşova 2135 e kadar şen musikiye de- vam, dans müusikisine devam 22 - 2240 şarkı, keman, piyano ve orkestra — Pretsburg 2220 şen program — Athlone 2230 akor- deon — Beromünster 22,30 orkestra ve 50- Mist konseri — Budapeşte (Othello) ope- rasına devam — Budapeşte II 2230 plâkla dans havaları — Bükreş senfonik konse- re devam — Milano 22 senfonik konser — Monte Ceneri 22 - 1 (Verdi)nin (Rigoletto) operası — Paris (Eyfel) 2230 - 2430 or- kesira konseri — Paris P.T.T. 2230 - 2430 konser — Roma 27 (Mozart ın (Figaro'nun izdivacı; operası — Sofya Rus şarkılarına devam ve 72225 - 2250 karışık musiki — Stratsburg 22,15 - 130 bir opera — Varşova 22 senfonik konser, 23,15 - 29,45 karışık musiki — Budapeşte bperiya — Bükroş 23,15 - 2845 gazinodan naklen konser — Kopenhag TARİHİ TURAKINA Yüzan!: İSKENDER P, SERTELLİ ROMAN Tefrika No, 94 Çinli zabit : - Yeraltından insan sesleri geliyor, demişti, Samo, Sung şehrinin esrar perdesini yırtmağa çalışıyordu — Galiba ordumuz içindede bu ormanı tanıyan hiç kimse yok. — Ne çikar bundan? İşte şimdi ta- nıyoruz ve görüyoruz. — Bu ormanda vahşi hayvanların çok olduğunu yollardaki köylülerden duymuştuk, Halbuki arayıcılarımız henüz bir yaban kedisile bile karşı- laşmadılar, — Karşılaşsalar da ehemmiyeti yok. Moğol aslanları, Sung kaplan- larının sırtını çabuk yere getirmeşi- ni bilirler. Atsu gözlerini esrarengiz Sung da- ğına çevirmiş dalgın dalgın bakı. yordu. Bamo gülerek: — Seni ümidsiz görüyorum, Atsul dedi - yurdunu, yuvasını terk edip dağlara kaçan insanlardan korkulur mu? Atsu içini çekerek cevab verdi: — Ben onlardan korkmuyorum. Bamo! Bu adamlar çok hilekâr ve zeki mahlüklardır. Yeryüzünde Sung ırkından başka hiç bir milletin yaşa- masını istemezler. Bu sebeble hile ve tuzakları da çok korkunçtur. Or- manda yeni tuzaklarla karşılaşmak- tan çekiniyorum. * “ Sung ormanlarının esrar... Bu sırada Samonun yanına, Ço-Çin adl ihtiyar bir zabit geldi. Ço - Çin, Cengiz han zamanınde Moğol hiz- metine alınmış çok namuslu ve fe- dakâr bir Çinli idi. Vaktile Kin im- paratoru, bu adamın ailesini ve ço- cuklarını bir iftira yüzünden idam ettirmiş. kendisi de yakalanacağı si- rada Moğollara sığınarak kurtul- muştu. Ço « Çin ufak tefek, fakat - yaşı sekseni geçtiği halde - gençlerden daha küvvetli, daha çevik ve daha tâhammüllü bir adamdı. Günlerce at üstünde gittiği zaman bile yorgun- luk duymaz ve Çini çok iyi tanıdığı için, komutanlar onu yanından âyır- mazlardı. Ço - Çin, Samonun yanına yak- aştı: — Size bu şehrin esrarı hakkında biraz malümat vermek isterim, deği, vaktiniz var mı? Samo zaten bu ma'ümatı verecek adam arıyordu. — Seni hiç hatırlamamıştım. Ço - Çin, dedi, tam vaktinde geldin ya- nıma, Söyle bakalım bu şehrin esra Alsu da Samonun yanına sokuldu, İki komutan, ihtiyar Çinliyi dinle. meğe koyuldular. Ço - Çin at üstün- de anlatıyordu: — Cengiz han, Sung imparatoru (Nin - Sun) un peşinden koşar. ken - bugünkü prens Ma -Çlozs man küçücük bir çocuktu - babası gizli olan hazinemden ve kayalar ara- sında kurulmuş küçük köşkümden istifade etmeyi unutma!» yoktur. Çünkü, bu köşkün taşları ve duvarları tılsımlıdır.. ve bü tılamı prens (Ma - Çi) den başka kimse bil- mez. Samo gülmeğe başladı: — Eğer ormanın içinde böyle bir köşk varsa, prensin izini bulmak ko- laylaşır. Köşkü bulduktan sonra, Ma - Çi de yakalanmış demektir. İhtiyar Çinli zabit başını salladı: bu köşkün önünden geçtilerse, banş inanınız ki, hiç birisi sağ olarak geri dönmiyecektir, Atsu kaşlarını çatarak homur- dandı: — Seni yakından tanımamış olsây»- dım, Sung prensinin hafiyesi diye, kollarını bağlayıp hapsederdim. Sung- ların uydurduğu yalanlara o kadar benziyor ki, senin bu sözlerin... Ve Samoya dönerek ilâve etti: — Haniya, şehir vahşi hayvanlar- la dolu idi?! Haniya, ormanın ağzın- da dünyanın en korkunç canavarla. rı nöbet bekliyordu?! Bunların han- gisile karşılaştık? Şehir içinde bir tarla faresine bile raslamadık... Or manın önündeyiz; fakat, bir yaban kedisi bile karşımıza çıkmadı. Senin söylediğin etılsımlı köşk» hikâyesi de bunlara benzer, Ço - Çin! Sen vakti- le bu masallara inandınsa, bizi bari inandırmağa ve cesâretimizi kırmağa çalışma. Samo, Atsunun sözlerini başile taş» dik ederek: — Ço - Çin artık ihtiyarladı. Onun masallarını dinelmeğe vaktimiz yok. Dedi. İhtiyar zabit boynunu büke- rek geri çekildi. * ” Ormana giren Moğollar neden dönmediler? Akşam oluyordu... Ormana ilk giren iki arayıcı koul hâlâ dönmemişti, Samo, kayalıklar arasında dolaşı- yordu. — Nerede kaldı aslanlarım?... Ne den hâlâ dönmediler? Diyor ve merakından çatlıyordu. O gün bir başka zabit kendisine: — Sung eyaletine gelen Moğollar. dan kaçı sağ dönmüştür ki, onlar dönsünler?21. Demişti. Bu sözlerde Samonun âsabını bozmuştu. Cesur ve atılgan komutanın bir şeyden korkusu yok- tu, O, değerli askerlerinin yok yere kırılmasını istemiyordu. Bütün endi- şesi bu idi. Ormana dalan iki ara- yıcı kolundan şimdiye kadar neden bir haber gelmesindi? Samo, Sungların yakın tarihlerde neler yaptığını, hattâ eski Sung mer kezi olan (Han - Çu) şehrinin Moğol istilâsından nasıl kurtarıldığını bik miyor değildi. Şimdi, Sung prensinin hâkim olduğu yeni (Ni - Sung) şehri kolayca Moğolların eline geçmişti, Samo burasını yüzüstü bırakıp nero ye gidebilirdi? Prens (Ma - Çi) yi yakalayamazsa, şehri baştanbaşa yakmağa karar ver» mişti. Fkat, bu da en sonra yapılar cak işlerden biri idi, Şimdi yapılacak bir iş vardı: Sung dağının esrarını keşfetmek, Ormanın sağ cihetine giden diğer iki arayıcı kolu çoktan gelmişler ve dağda hiç kimseye raslamadıklarını söylemişti. Samo. Sung dağının esrarını an lamadan bir yere dönemezdi. bir halkı - muhakkak ki Dağın bir yeri başka türlü ne i ? i b ii i , dağın gölgeler ni j ; İpi ; şi il |