Şevki sabah kahvesini içerken ka- rısına sıkı bir tenbih geç! — Bak Lütfiye... Bundan sonra bi- yim kızı dehşetli bir göz hapsinde bulunduracaksın. Artık o şair bozun- tusu herifle, Sermed Fikretle görüş- miyecek. Sonra kızın ona mektup fi- Jân yazmasına da son derece dikkat etmek lâzım, Velhasıl. bizim Neclâ- nın bu parasız, işsiz, tenbel çocukla olan alâkasını, münasebetini ortadan kaldıramlıyız. Çünkü vaziyet gayet ciddidir, Bir kere Neclâ, Sermed Fik- rele tamamile gönlünü kaptırırsa bu İşin önüne geçemeyiz. Malüm ya in- san kızını kendi keyfine bırakırsa ya davulcuya varırmış, ya zumacıya... Eğer bizim Neclâ bir gün: «Ben mut- laka bu parasız, işsiz çocukla evlene- ceğim!,» diye tutturursa ne yaparız yahu? Düşünsene bir kere... O Ser- med Fikret denilen adamdan koca olabilir mi? Hiç ben öyle insana kız verir miyim?.. Aman karıcığım dik- kat... Lütfiye kocasını tasdik etti — Doğru... Doğru efendiciğim... Hakkın var. Zâten ben ilk görüşte © herifin ne mal olduğunu anlamıştım. Şairmiş... Şair de ne demek ki? Ben de oturup dişimi sıksam onun gibi | dört, beş şiiri, yemek pişirirken, ten- zere başında yazarım... Vallâhi... Şairlik karın doyurur mu? Şevki: — Her neyse... dedi, işte böyle... Bundan sonra Neclâ katiyen yalnız sokağa çıkmıyacak... Senden İzinsiz hiç kimseye mektup filân da yazmı- yacak... — Peki amma. Neclânın Sermede mektup yazıp yâzamadığını nasıl an- Jayacağım... Şevki bilgiç bir tavırla; — İlâhi Lütfiye... dedi, ondan ko- lay ne var? Kizi yalniz birakma... Birşey yazarken hemen yanına git. Ne yazdığını kontrol et... — Peki... Peki... O günden sonra Neclâ, evin içinde ve dışında hakikaten sıkı bir göz hapsine alınmıştı. Halbuki aylardan- beri genç kız Sermed Fikrete karşı içinde pek derin, pek kuvvetli bir aşk hissediyordu. Genç kıza kalsa, şimdiye kadar parasızlığına, işsizliğine bakmadan Sermedle çoktan evlenirdi. Lâkin gel gelelim ailesi katiyen onun Sermedle evlenmesine taraftad değildi, Neclâ yalnız sokağa çıkamadığı için sevdiği adamla buluşamıyordu. Biç olmazsa, ona uzun bir mektup yazsa ve içini dökseydi. Lâkin bu da pek güç bir işti. Çünkü, ne zaman eline kalemi, kâğıdı alıp bir masanın başına otursa hemen annesi; — Ne yazıyorsun Neclâ? diye tepe- sine dikiliyordu. Bunun için Neclâ evde şöyle yalnız kalıp ta Sermed Fikrete iki satırlık bir mektup yazamıyordu. Bir gün Neclânın aklına dahiyane bir fikir geldi Onun her yerde köntroj edemezlerdi ya... Meselâ tuvalette... RADYOLİN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM Her yemekten sonra günde 3 defa muntazaman dişlerinizi fırçalayınız, Sa Baal Cak 47 Vöğveda Ne) Siz Dumana Cademi Me, 28, eve RADİNOYE İsi Cessna a, Ne, 312 Neclâ bu fikri bulduktan sonra kara- rıni verdi. Sermed Fikrete yüz nu- marada mektup yazacaktı. Annesinden gizli bir kâğıd kalem aldı. Doğru banyo dairesine girdi. Oh işte burada yalnızdı, yapayalnız. Derhal kâğıda, kaleme sarıldı. yaz- mağa başladı: «Sevgilim, Sana bu mektubu nereden yaziyo- xum biliyor musun? Gayet şairane bir yerden... Şimdi gayet güzel bir koruluğun kenarındayım, Bu şalra- ne manzaranın karşısında büsbütün kendimden geçerek sana içimi dökü- yorum...» Neclâ durdu, etrafına bakındı, gü- lümsedi, kendi kendine: — Amma da şairane yer ha... dedi. Sermed bu mektubu aldıktan sonra benim hakikaten pek şairane bir yer- den mektup yazdığıma inanacak... Genç kız böyle söyliyerek etrafına bakındı. Banyodaki musluk açık kal. mış, şiril sini akıyordu. Genç kız hemen mektuba etti: | «Şimdi yanınıda şâirane çağıllıları ile bir dere akıyor. Bu suyun şiriti- Jarını dinliyerek sana bu mektubu ya- ziyorum.» Neclâ bu satırları okuduktan sonra durdu. Açık kalmış musluğa uzandı: — Şimdi de derenin suyunu kese- lim!.. diye musluğu kapattı. Bu sefer Neciâ mektüba şu satır- tarı ilâve etti: «Bulunduğum koruluğun kenarın- da gayet nefis bir bahar havası esiyor. Çiçekleri açan ağaçların rüzgârlara karışan kokusu burnuma kadar ge- Viyor. Velhasil son derece şairane bir yerdeyim sevgilim...> Neclâ mektubu bitirdi. Koynuna soktu, O günü kendisin! görmeğe ge- len arkadaşlarından Leylâya: — Kuzum Leylâcığım... Şu mek- tubu postaya versene... diye rica etti. Leylâ hemen mektubu aldı O gün Neclânın evinden çıktıktan sonra postaya verdi. İ Bir kaç gün sonra Neclâ sevgilisin- den yine arakadaşı Leylâ vasılasile bir mektup aldı. Sermed mektubun- da şu satırları yazıyordu: «Sevgili Neclâ.. Ben de sana bu mektubu son dere- ce şalrane bir yerden yazıyorum. Ben | de güzel bir derenin kenarmdayım.. | onun şarıltılarını dinliyerek sana bu mektubu yazıyorum, Nefis bir koku genzimi gıcıklıyor.. vesâire vesâire...> Neclâ kaçamak bir surette bu mek- tubu okurken kahkahalarla gülü- | yordu. Acaba Sermed Fikret de bu | şairane mektubu kendisinin yazdığı | ayni yerde mi kaleme almıştı? İ Hikmet Feridun Es —————— İstanbul Avcılar Kurumundan: | Kurumumuzun senelik alelâde toplantı- sı 20/3/939 Pazar günü saat 10 da Alem- dar caddesindeki Alay köşkünde yapıla- cağından, sayın üyelerin gelmeleri rica olunur. ilâve | KLEKTRİN ö..rieri Ütüleri MOvaDo | sada m Erek İt vee ve elemi İN asal in ve si” | ö My Yeresiye TÜRK ELEKTRIK TESİSAT VE TIÇARET İŞLERİ MUESSESESİ - EN e SE OR üzyen Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. o 189 Kes, T.A.G. I9l4m. 15195 Kes TAP 3iTüm. 9465 Kes ANKARA RADYOSU Cuma 24/3/939 TÜRKİYE SAATİLE 1230: Program, 12,35: Tür kmüziği - P) 13: Memleket sanat ayarı, ajans, meteoro- loji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Melodi- ler - Pİ), 1830: Program, 1835: Müzik - P1. (Oda müziği), 19: Konuşma (Tayyareci konu- şuyor), 19,15: Türk müziği (Fasil heyeti) Celâl Tokses ve arkadaşları, 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat borsası (fiat), 20,15: Türk müziği: Çalanlar: Kemal Ni- yazi Seyhun, Zühtü Bardakoğlu, Eşref Kadri, Cevdet Çağla. Okuyanlar; Halük Recai, Safiye Tokay. 1 - Acem kürdi peş- Tevi, 2 - Nikogos ağa - Acem kürdi şar- kı - Sevdi göynüm ey melek sima seni, 3 - Melekzed efendi - Ferahnâk şarkı Titrer yüreğim ol güliter, 4 - Ferahnâk şarkı - Bir sebeble gücenmişsin, 5 - Ke- mal Niyazi Seyhun - Kemençe taksimi, 6 - Hafız Yusuf - Hüseyni şarkı - Saçın i büklümleri, 7 - Hüseyni saz semaisi, 8 - 'Tanburl Ali efendi - Nihavend şarkı - Sevdim yine, 9 - Refik Fersan - Suzinâk şarkı - Canın kimi isterse, 10 - Refik Per- san - Uşşak şarkı - Kız bürün de şalıma, 21: Memleket saat ayan, Zi: Konuşma (Haftalık spor Servisi), 2115: Esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 2125: Neşeli plâklar - R., 2130: Müzik (Riyaseticümhur Fliarmonik orkestrası - Şef: Praetorlus: İ - G. Rossini «Sevlila berberis operasından uvertür, 2 - 8. W. Müller: Bohemya müziği: a) Farlant, al- legro molto e feroce, b) Polka, c) Passa- cagila, dd Köy düğünü, 3 - Ed, Grieg: Sen- fonik danlar op. 64. a) Allegro mode- rato e marcato, b) Allegretto grazloso, €) Allegro giocoso, d) Andante - Alleğro molto e risoluto, 4 -C. M. ven Weber - EH. Berlloz - Valsa davet, (Operetler - Pİ), 23: Mi PL), 7345 - 4: Son ajanı yarınki program. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçüyan, Fi- ruzağada Ertuğrul, Kalyoncukullukta Zafiropulas, Beyoğlu: : Galatasaray, Tünelde Matkoviç, Galata: Okçumusa caddesinde Doğruyol, Pindıklıda Müs- tafa Nail, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Halıcoğlunda Barbut, Fatih: Vezne- cilerde Üniversite, Karagümrük: Fuat, Bakırköy: Hifi, Sarıyer: Osman, Ak- saray: Yenikapıda Sarım, Beşiktaş; Süleyman Receb, Fener: Balatta Hü- sameddin, Kumkapı: Cemli, Küçük- pazar; Necati, Samatya: Erofilos Çula, Alemdar: Ali Riza, Şehremini: Ahmed Hamdi, Üsküdar: İmrahor, Heybeliada: Tanaş, Büyükada: Halk. Her gece nöbetçi ectaneler: Örta- köy, Arnavudköy, Bebek, Beykoz, Pa- şabahçe, (O Anadol haberleri ve luhisarı, o Tarabya, Yeniköy, Emirgin ve Rumelihisarın- daki eczaneler her gece nöbetgidir. l | Vücudünüzde ağrı, sancı, 8ızi, kırgınlık, ürperme hisseder etmez hemen bir kaşe GRiPiN alınız, rahatsızlığınız hemen geçer, Baş ve diş ağrılarına, gripe, soğuk algınlığına, romatizmaya karşı en tesirli ve hiç zararsız ilâçtır, Aldanmayınız, Rağbet gören her şeyin taklidi ve benzeri vardır. GRİPİN yerine başka bir marka verirlerse şiddetle reddediniz. İ mamışlı. | diyordu, ondan ötesini TURAKINA TARİHİ Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ ROMAN Tefrika No. 90 Bir köylü Moğollara fena haberler veriyordu, Sunglar bütün yolları vahşi hayvanlarla kapatmışlardı! Samo bu civarda kaybolan Sin- vuru unutmuyordu. Komutanın için- de gittikçe kökleşen bir ümid vardı: Sinvur yaşıyor.. ve onu bulacağız. Diyordu. Samo, bütün dünyaca meşhur olan (Ha - Ti) nin incilerini bulduk- tan sonra, nehir boylarında fazla kak mak niyetinde değildi. Gerçi sulak topraklardan ilerlemek ordu için çok faydalı idi, Atlılar kolayca hayvanla- rını sulayorlardı. Su içmek için de güçlük çekmiyorlardı. Fakat, nehir boyundan gitmek, yolu uzatmak de- mekti, Samo, ihtiyar çobanın: «Ne yazık ki, biraz ileride alınlarınız kayadan kayaya çarpacak!» sözünü unutmu- yordu. Çoban bu sözleri neye güvene- rek söylemişti? Bildiği, fakat söyliye- mediği bir hakikat mı vardı? Acaba, Sunglar biraz ileride Moğollara akla gelmiyen müthiş pusular mı kur- muştu? Samo, ne olursa olsun, Biz, diyordu. Sung prensi (Ma - Çi - Sung) bu ârâazinin yetmiş mil şimalinde kuru- lan Yeni Sung (Ni - Sung) şehrine kapanmış, asileri burada toplıyarak şehrin dağlık kısmını kale haline sok- muştu. Samo, gideceği şehir hakkında Sunglardan kâfi derecede malümat toplamıştı. Samo, eski Sungların pa- yitahtını biliyordu. Yeni Sunga uğra- Maamafih şehri uzaktan, uğramış kadar tanımıştı. Şimdi yapılacsk bir iş vardı: Yeni yürüyece- | Sung şehrini üç çevresinden kuşat- mak. Bundan sonra, şehrin dağlık kısmına çıkacak yol aramak mese- İ lesi kalıyordu. Samo: — Hele bir kere oraya varalım da, orada düşü- nürüz. Acaba evdeki hesab, çarşıya uya cak mıydi? Bu müdafaasız şehre kolayca gire- bileceğini uman Samo, orada karşı- Jaşması ihtimali olan güçlükleri de hesaba katmıyor değildi. Ordu ilerlerken, yollarda rasladık- Jarı yerlilerden (Yeni Sung) şehri hakkında (Omalümat topmlamayı, prensin vaziyetini soruşdurmayı ilh- mal etmiyorlardı, (Ni - Sung) a on mil kadar yaklaş- nuşlardı. Atsu yolun kenarında yerli fakirlerden birini gördü. Atım dürdurdu. Sordu; — Nereden geliyorsun? — Ni - Sungdan... — Prens nerede? — Orada... Evinde oturuyor. — Şehir içinde mi? — Elbette şehir içinde. Dağa çıka- cak değil ya... — Asiler dağa çıkmışlar. — Hangi asilerden bahsediyorsu- nuz? Dağa çıkanlar zaten prens (Ma - Çi) nin tebassıdır, — İyi amma, “bu adamlar Moğol idaresini tanımıyarak, isyan etmişler ve bizim komutanlarımızı, memur- | larımızı kesmişler. — Benim bunlardan haberim yok. Yalnız bildiğim birşey var: Dağda yaşayan Sungların süyısı, bütün dünyadaki insanlar kadar çoğalmış- tır. Atsu güldü: — Bunların hepsi mıdır? — Evet, — O halde prens (Ma-Çi) hiç durmasın, hemen dünyayı istilâya başlasın. Yerli fakirin kaşları çatıldı; — Benimle alay mı ediyorsun? İnanmıyorsan, alnını kayalara çarpıp yere devrildiğin zaman herşeyi öğre- nirsini Atsu arkasından gelen orduyu gös- terdi: — Hele şu kalabalığa bir kere bak! prensin tebaası Onlar, kayaları eriten, demirleri ka- mış gibi büken Moğol kahramanla- ndır. Yerli başını çevirdi ve yüksekçe bir yere çıkarak arkasına baktı: — Bu kara bulutun hepsi Moğol mu? — Evet... Hepsi de Karakurum- dan (Ma - Çi) nin başını ezmeğe geliyor. Yerli korkusundan titremeğe baş- ladı: — Hoş geldiniz, gök Tanrının kah- ramanları! Bu topraklarda at koştur- mak sizin gibi erlere yaraşır. Biz atı, katırı olmıyan, sığınacak kulübesi bulunmıyan fakir bir milletiz. Cengiz han, Sungların son kıralı olan (Ha - Ti) nin tahtını yıktıktan sonra, biz hem yersiz, hemde başsız kaldık. — Buraya gönderdiğimiz komuta- nı kim öldürdü. Biliyor musun? Yerlinin gözleri doldu: — Bilmiyorum. Bilseydim, . söyle- mekten çekinmezdim, Çünkü ben, Moğollardan bezgin bir insan deği- dim. Atsu, Sung: köylüsile konuşurken, arkadan Samo yetişti, Gür bir sesle bağırdı: — Bir casus mu yakaladın, Atsu? Hayır. “Bize Sungtan malümat veren temiz yürekli bir köylü ile ko- nusuyorum. Ne anlâtıyör bakalım, Sunglar, bizim geldiğimizi duymuşlar mı? — Bayır. Duymamışlar. hattâ prens (Ma - Çi) şehirdeki evini bile terketmemiş. Yalnız asiler dağa çık- mışlar... Samohun gözleri güldü: — O'halde bir gece baskıniyle şeh- re kolayca girebileceğiz demek... — Köylünün anlattığına bakılırsa, gece baskınına lüzum yok. Bir sabah güneşten önce - herkes uyurken - Ni - Sunga girmek daha iyi vedaha kolay olacak, Samo attan indi. Köylünün yanina sokuldu: — (Ma - Çi) Moğol ordusunun ge. leceğini ummuyor muydu? — (Ma - Çi) bunu ummıyacak ka dar budala değil, Fakat, o herşeyi ön- ceden düşünmüş, tedbirler almış. Şimdi vaziyetten © kadar emindir ki... Moğol ordusunun Yeni Sunga girebileceğini aklından bile geçirmi- yor. — Ne gibi tedbirler aldı, söyle ba- kalım? Köylü dırdı: Şimdi yere sererim seni, Prens- çekindi... Samo kamçısını kal Köylü korkudan titriyordu: — Şehre giremezsiniz! - diye söze Çünkü, (Ni - Sung) vahşi r ordusu ndan muh faza altına alınmıştır. Siz onlarla mücadele edemezsiniz! Samo birdenbire gözlerini Kırpıştır Tarak, hayretle köylünün yüzür baktı. Atsu da bu haber karşısı fena halde sarsılmıştı. İkisi birde - Vahşi hayvanlar ordusu da ne demek? Diye bağırdılar. Köylü anlatmağa başladı: Şehre giren bir emin yol vardır, Diğer yolların hepsi vahşi hayvanlar. Ja sarılmıştır. Prens (Ma - Çi) Sung dağlarındaki aslanları ve büyük yi- Yanları toplayıp yolun üstündeki hen- deklere doldurdu. Moğol ordusu © hendeklerden âşmağa mecburdur. Başka yol yoktur. Oradan geçerken, vahşi hayvanlarla karşılaşacaksınız! İki komutan tereddüdle birbirle- rine bakıştılar. Samo sabırsızlıkla sordu; — Bu hayvanlar şehre neden yâ yılmıyorlar? Bizim üzerimize nasıl saldıracaklar? Köylü cevâb verdi; (Arkası var)