24 Mart 1939 KARACA OĞLAN I Yazan : Refik Halid J BERE Anlatış, canlandırış kudreti: Karaca Oğlanın bir kaç mısra ile çi- giverdiği zarif manzara kartpostalla- peyzajlar çok hoşuma gider. Asıl güzelliği bunların, üzerlerinde israr edilmiyerek hafif fırça darbelerile ve az renkle yapılmış olmalarıdır. Mese Jâ şu iki resim: (CXavşanlıyda ölan koca çınarı Yel vurur, yaprağı parlar görünür. (Höyüklü). yüksektir, bir duman tüter Başı pare pare karlar görünür! Resimdeki iri çınar gözümüzün önü- de geliyor, hem de rüzgür vurup ko- yu yeşil yaprakları güneş târafına dön- düğü, parladığı zamanki gümüş ren- gile... Sonra (Höyüklü) köyü, dağ ya- macında tüter bacaları, yeryer serik miş karları ve karlar arasında açık kalmış koyu renkli toprak parçalarile pek canlı anlatılmıştır. Bilmiyenlere söyliyeyim: Höyük, vaktile kâle ve göz- cü kuleleri kurulmak için toprak yığı- Jarak yükseltilmiş suni tepelere denir, Bunlar, bilhassa Amuk ovasında pek çoktur. Köyler, çoğu defa bu tepelerin altında bulunur ve tepeler, kazı heyet- lerince eşilince altından kat kat, devir devir şehir artıklarına Tas gelinir. Hatayda, İngiliz ve Amerikan heyetle- Ti o işle çok meşguldurlar ve pek kıy- metli eserler çıkarırlar, aşırırlar. Hö- yükler Etilere âid zengin birer hazine- dir, Karaca Oğlan portrelerde de maha- retlidir, Bir minimini hanım kızın, ba- barda, seher vakti kalkıp penceresinin önünde Mushaf okumasından bahse- derken: Sübühleyin kalkar, Kuranın okur, Kâkülün görür de bülbüller şakar! Beytinde uzun birşey söylememek. le beraber, kısa satırda bir bahçeli h ni anlatır; ayri. re ruhunu öğretir. Kâkülünü illerin şakırdadığı o kız usu gibi bi. , mavi gözlü, saf başında beyaz bir kız... Bir Ay- $e, bir Hasibe, bi sniyel Bazı teşbihlerinde balk konuşması- m taklid eder, şahsiyetsizdir: Güvercin duruşlu, keklik sekişii, Kıl ördek boyunlu, ceylâri bakışlı, Tavus kuşu gibi göğsü makışi Şöyle bir güzel ver, gönül eğleyim! Bu kıtada güzel olan teşbih değil, türkçedir Durus, sekiş, bakış, gibi di- van edebiyatına sokulmamış bu kurt, küdretli kelimeler şimdi moda oldu. Karaca Oğlan, bereket ki, her zaman böyle basma kalıp teşhihler yapmıyor. Meselâ neşe, sıhhat içindeki bir çehre. ye aşk, hasret eleminin aksini: Sen düşürdün gül benzime gazeli Şeklinde zarif anlatıyor, Şairin yeni buluşlarına güzel bir misal şudur: Kasvetli gönlümün gamın eriden Karanlık kalbimin çırası kızlar! Bu iki mısra, göz önüne getirdiği manzara ve bir fikri âz kelime 'ile tarif bususunda pek yüksek kıymeti haiz- dir, Şairin derin, gamlı, loş kalb deh- dizleri arasında kızlar, etrafa nur, De- şe yağdırarak efsanedeki bir kafile gi- bi geçiyorlar; kasvetli gönlün gamı, o siyah buz, bu ılık ve ışıklı hüsün meş- aleleri karşısında eriyor, nur ve şule haline geliyor. Gün doğmadan şevkin düşmüş pınara Gün Üstüne bir gün-daha doğar mı? Anlaşılan bir sabah, güneş çıkma. dan, pınar başında sevdalı başile dal gın dalgın dolaşan şair bir güzele rağ- Myor; alaca karanlık içinde “kaynağa eğilen bu kızın çehresinden suya sihir. Mi bir ışık düşüyor; pınar ve etraf, sans “ ki, bu güzellik, tazelik “güneşle için için aydınlanıyor; tatlı, ruhani bir sa. bah... Karaca Oğlan artık güneşin doğ- masina lüzum görmüyor, imkân ta- sayvur etmiyor, istemiyor. Gün üstü- ne bir gün daha doğamaz, diyor, Onun istediği ( suyun yüzüne ve şairin gön- Tüne «hüsün ve aşk» ışığı serpen bu tatlı günün devamıdır; bu füsun ve si. hir beldesinde yaşamalıdır. Şair bal, şeker, şerbet, yemiş, çiçek teşbihlerinde ifrata varır. Benim de pek sevdiğim bu istiareler, renk, koku ve şekil bolluğu bugünün edebiyatın. da da vardır: ı şeker olmuş, şerbetler ezer, i icinde bala görünce bül! “tanıdık dir aç cik tombul, Belliki bu mısralar sarışın, papatya tenli, lepiska saçlı, gök elâ gözlü, şe- kerpare kayısısı gibi taddan, kokudan, renkten ibaret bir kız için söylenmiş- tir; «âmiyane, de olsa hoştur. Karaca Oğlan bir vakitler, gene gur. bete çıkıyor; oradâ iken yaz geMyor, Toros yaylâlarını ve firakile yandığı mahbubesini düşünüyor. Yüreği kıs- kançlık pençesindedir; acaba vefasız sevgilisi kimlerle, hangi rakiplerile bir arada, cilve, işve yaparak yaylâya Çi- kıyor? Soruyor; Ağyarın elinden gül koka koka Nazlı yarım yayltsma göçtü mü? Bu satırcıklarla ne tamam bir levha yaratılmıştır... Ağyarın, yani yaban-” clların verdikleri gülleri koklaya kok- laya bu nazlı türkimen kızının, başla- rında namlı namlı karlar serilmiş Ama- nos yamaçlarına çıkışıni sanki görü- yoruz ve şairin kudretine bâkınız'ki, sadece nazlı yarını dediği şuh, Koket | güzele karşı biz de bir meyil duyuyor. imreniyoruz, Karaca Oğlan dağlara meftundur; divanında dağlar uzün'yer tutar: Yaz gelir de iller çevrilir konar, Güzeller suyundan içer de kanar, Alim küpe kulakta mum gibi yanar, Gördükçe artıyor imanım dağlar! Belki de o yüksek yamaçlarda ras geldiği bir kız için: Annacta bir güzel gördüm, Perdelenmiş saya benzeri demiştir, Perdelenmiş ay hâleli ay ol. sa gerektir; Annac ise karşı taraftaki meyilli arazi demektir, Ben bu perde- | lenmiş ay terkibini pek güzel buluyo- rum. Gene şair, böyle dağ tepelerinde sevgilisile dolaşırken, o temiz havadan | bir hafiflik, bir tatlı halet duymuş; fakat bunun meziyetini dağlara vere- miyor, kıza daha yakıştırıyor; diyor ki: Sanırım vücudüm cennette gezer, Yarımı koluma aldığımı saman! Karacu Oğlan gezdiği yerleri, yeni- den gö kasaba ve şehirleri elin- den geldiği kadar tarif eraklıdır; amma bunlar çocukca görüşler ve an- latışlardır. Maamafih hususiyetlerini sezer, Hamanın Ası nehri üzetindeki naâura denilen su dolaplarını unutma- mıştır: Yel vurdukça derdii dolap inller; Burcu burcu kokar gülü (Hamamın! Bu doplar derdiidir, göz yaşlıdır, du- rup dinlenmeden inler... Doğru. Fakat şairin yukarıdaki mısrat dolabın tüz- | güârla işlediği zehabını veriyor. Halbu- | ki burada güzel bir görüş noktası var- | dır: Dolapların iniltisi ancâk rüzgâr muyafık taraftan esip de gürültüyü şehre doğru sürüklediği zaman daha iyi sezilir, daha yanık duyulur. Sonra Hamanın gülü ve menekşesi hâlâ meş- hurdur. Bü şehir hakkında son Avru- pa muharrirleti de aygın baygın tas- virler yapmışlar, nauralarını öğmüş- lerdir. Karaca Oğlanın bütün cenup mem- leketleri hakkında, bilhassa pek sulak, pek zevk ehli bir yer olan Antep hak. kında manzumeleri vardır; birçok köy, kasaba isimleri zikreder. Bütün bun lar bize şkirin sazı omuzunda geçip dinlendiği, bir müddet barınıp kâldı- ğı, sonra gene yollara revan olduğu dünya parçasının bir haritasını ver- mekle beraber görüş hassasını da mey-| dana koymuş olmaktadır. Yaşadığını yâşatmışlır. Netice: Karaca oğlanın en seçme şirlerin- den toplanmış bir antolojisini neşret- mek lâzımdır. Zira divanı kıymetsiz, belki de kendine aid olmıyan manzu- melerle, tekrarlarla dolu olduğundan okunması bezdiricidir, Sanatteki kıy- metini bu lüzumsuz parçalar boğuyor, Sonra, manzumeler harf sırası yerine, başlangıçta yazdığıma benziyen bir tasnife riayet edilerek dercedilmelidir ki, kolayca, keyfimize giden cephesin- den okuyabilelim, aramıyalım. Daha sonra «redifsler başlık olmalıdır. Me- İ riste geçirdiği son gündü. İ kelimenin başka bir tarifi gibi. umumi Gloria Swanson'la mülâkat Meşhur sinema yıldızı şimdi. ihtira berati alıp satıyor Paris (Hususi muhabirimizden) — Sessiz filmin en büyük yıldızı Gloria Swanson geçenlerde Parise geldi, bir kaç hafta kaldı. Gloria şimdi flim çevirmiyor; başka işle meşgul. İhtira 'berati satın alıyor, onları Amerikada işletiyor, sinemadan fazla para kaza- nıyormuş, Parise de yeni ihtira berat- leri satın almağa gelmiş. Giorianın mütadı Parisin en bi- yük oteline inmektir. Kendisile bir mülâkat yapmak arzusile öleline te. lefon ettim, Kâtibi ile konuştum. Kendisini görmeğe gittiğim gün Pa- Oteldeki apartımanında bir telâş, bir kıyamet. Bir taraftan Parisin en bü leri, şapkacılan ısmarlan; kutu elbiseler, şapkalar getiriyorlar, diğer taraftan da sandıklar yapılıp vapura gönderiliyor. Artisti görmek üzere kâtibin oda- sında bekliyorum. Telefon telefon üs- tüne çalınıyor, kâtip iki elinde iki telefon, hepsine cevap veriyor. Tele- fonun biri terzi hesabı: İki yüz bin frank. Bir diğeri meşhur elmasçı Cartier'nin hesabı: Yedi yüz bin şu ka- kadar küsur frank. Kâtip bunların hepsine kendilerine çekler göndrile- ceğini söylüyor... Biçare kâtip-daha burlara. cevsp vermekle meşgulken diğer bir telefon çalıyor, onları birakıp ötekine koşu- yor. Bu telefonda da yıldız ihtira be- rati satan mucidler... Onlara da ce- vap veriyor. - Nihâyet Kanter içinde yerine oturuyor ye şikâyete başliyor: | — Parise geldik geleli; işte hayatım hergün-bir iş peşinde- koşmak; Mis Swanson İş kadını. oldu olalı işimiz | daha ziyade eritti. — Çok. şikâyet etmeyiniz, .şimdi daha çok para kazanıyorsunuz de- ği mi? — Tabii daha : çok kazarıyoruz. Mis Swanson sinemadan çok daha fazla para kazanıyor, biz de istifade ediyoruz. O aralık kapı açıldı, yıldızım oda hizmetçisi içeri girdi. ve hanımının beklediğini söyledi. Salona girdim. Gloria Swanson yi- ne o eski çalımlı yıldız. Ne değişmiş, ne de ihtiyarlamış... Süs püs, saltanat | yolunda. İnciler, elmaslar mebzulen | takılmış, kanapenin üstüne atılmış | çantasının (fermuar) i bile hakiki Ün süslenmiş, göğsündeki bir çift ) görülecek birşey, Yine eskisi mevzular üzerinde şahsi duyguların Reyecanlı bir ifadesidir; mahrem his- lerini heyecan ve ilhamle anlatır. Ha- raret vardır; şekil, ahenk, kariha ge- nişliği, zarafet vardır. Bu şair epiküristdir, fakat içlidir, melâl ile şehvet yazilarında birleşmiş- tir. Şiirlerinde latin (İskenderiye) sin. deki gibi bir <Elögie amoureust> çeşni- si sezllir. Zira Karaca Oğlan her Şey- den evvel aşkın hatlarını ve derğlerini terennüm eder. Ve işte, böyle candan bir aşk şairi olduğu ve duygularını heyecanla, Zevkle, rayiba, renk ve şekil güzellik. lerile mezcedebildiği içindir ki, bütün cenup Anadolusunun sevgilisi olmuş- selâ: «Benler öğünsün, «Gözlerin..,, «Dağlar...», «Zeynebim!», «Sormaya geldim...», «Bir gelin...» gibi, Karaca Oğlan hiç şüphesiz tam bir lirik şairdir, Zira lirizmin ilk ve eski tarifine uy- gun olarak, bir kere, hakikaten saz şairdir, sazla şiir söylemiştir., güfte ve fur. Oralarda en fazla anılan, halkın hayatına katılar isim onunkidir. Halk edebiyatını yeniden bulduğu- muz gündenberi de artık bu isim, köy- Tü ve şehirli hepimizinkidir, bütün mil. Tetindir. Elvan çiçekler sokma başına, Kudret kalemini çekme kaşına, Beni unutursan doyma yaşına, Gez benim, aşkımla yar melli mehil Gloria Swanson muhtelif iki filimde | gibi gayet şık ve zarif giyinmiş. Gloriş i esasen Hollivutta moda çıkaranlar- dandı, Salondaki güzel bir divanın i üstüne yerleştik. Konuşmağa başla- dık; — Mis Swanson niçin filim çevir miyorsunuz? — İki sebebden... Biri artık çok genç değilim, on yedi yaşında çocü- ğum var. İkincisi iş yaparak daha çök para kazanıyorum. — İhlira berati salın alıp onları Amerikada işletiyormuşsunuz? — Evet. Esasen. ihtiralara pek me- rakım vardır, Yenilik beni çok alâka- dar eder, Ne türlü ihtira olursa ol- sun hepsini tedkik ederim. Bir çok- Tarı gibi tecrübe etmeden hiç bir icad- la eğlenmem, eğlenenleri de tasvib etmem. Bundan yüz sene evvelki in- sanlara, sinemanın icadından bahse- dilseydi ne derlerdi? Hiç şüphesiz böyle birşey olamıyacağını söylerler ve bunu icad etmeği düşünene deli diye bakarlardı. Fotoğraf, telefon, radyo, sinema, gramofon lih... Bun- Jar öyle icadlardır ki, ancak tatbik edildikten sonra bir hakikat olduğu kabul edilebilmiştir. Bugün gramo- fonu ortadan kaldırınız ve size böy- le bir âletin ihtiramdan bahsetsinler, olmıyacak birşey diye bakarsınız, İnsanlar acayiptir, bu kadar harika- Yarın vücud bulduğunu göre göre yine yeni icadlarla eğlenmekten ken- dilerini alamazlar. 'Hatırlarım, pek gençtim, babam anlatırdı. Büyük babam gayet açık fikirli bir adammış, şimendifer icadı- nı filân pek takdir edermiş ve bir gün gelip te insanların böyle vagonlar içinde havada uçabileceklerine ve uzaktan birbirlerile konuşabilecekle- rine inanırmış. Büyük ânnem de ba bamıri bu hallerine bakarak delirme- ğe başladığına hükmetmiş, gizlice bir deli hekiminin reyini sormuş, hekim: «Canım, senin kocanın aklı tamam, fakat eksantrik bir adam. Böyleleri Kâtibi bu yüzden sinemadan çok fazla para kazandığını söylüyor deliliğin o hududlarında dolaşırlar» demiş. Babam havada uçân tayyarg lere bakarken 'bu hikâyeyi gülerek anlatırdı, — Çok ihtira teklifleri alıyor Sa sunuz? — Binleree teklif alıyorum, üye tek, büyük yildiz müstehziyane” bir tebessüm etti, — Niçin tebessüm ettiniz? —— Çünkü Bu aldığım teklifler için- de öyleleri var ki insan gülmemek için hakikaten cebrinefs ediyor. Benlarnı öyle garip acib şeyler teklif ediyor lar ki... Kimisi de İhtira için parası olmadığından, devamı edemediğinden, benim sermaye vermekliğimi. ve ihti. ramı meydana çıkardıktan sonra kâ- çını paylaşmamızı, ihtiramın cidden faydalı ve enteresan olduğunu yazır yor. Bu tarzda o kadar teklif aldım ki bir gün kâtiplerim hesapladılar. Eğer ben bu ihtira yapmak istiyen mucidlere para vermiş olsaymışım, tamam sekiz buçuk milyon dolar vef» miş olacakmışım... Bunların içinden yalnız fikirlerini pek makul bulduğum bir kaç tanesi- ne yardım etiim; diğerlerini maatte- essüf reddettim. Maatteessüf dediği min sebebi şu ki, hiç şüphesiz bü ka. dar muhteriin içinde pek İnydal, icadlâr yapacaklar vardır, fakat pâ rasızlıktan “yapanıyorlar. Ferdi mus avenetler de bu cihetten ne kadar işe yarar, Fikrimce bü muçidleri teşvik etmek için hükümeller bir teşkilâ$ yapmalıdırlar, Çünkü insaniyetin büyük ihtiralara ihtiyacı vardır. Bu- günkü medeniyetin noksanı çoktur, Bunları da ancak muhteriler tamam- layacaklardır. Bilhassa ihtiraların tıp elhetinden noksanı çok büyüktür. Makine mes deniyeti ileri gittikçe İnsanların har yatı tehlikeye girmektedir. Hayat mücadelesi, sefalet, hastalıklar ömür. leri kısaltmaktadır. Terakki sadece makine sahaşındadır. . Beşeriyete en lazım olan hayatın meral, sıhhat ye refah ciheti hiç de düşünülmüyor. Yirminci asırda İnsanlar bir makine gibi kullanılmaktadır. Bütün bunla rın sebebi, insanların hayatına lizım geldiği kadar kıymet verilmemesin- den İleri gelmektedir. Bugün dünya yüzünde öyle'biçare âlimler ve muh teriler vardır ki yapacakları hizmet- le insaniyetin başını bin bir dertten kurtaracaklardır. Fakat onları para denilen maden, bu büyük hizmeti görmekten menediyor. Bu biçare Alimlerin bir milyonerin sigaranna sarfettiği kadar paraları olsa icadla- rını meydana çıkarmağa muvaffak olurlar. Fakat hiç bir zaman talih one ların yüzüne gülmiyecektir ve bütün projeleri bir hayal olup kalacaktır. Geçenlerde bir mektup aldım, Bu mektup tanınmış âlimlerden biri ta- rafından yazılmış. Mektupta parasız- liktan şikâyet ediyor ve parası olsa kanser hastalığını iyi edecek bir ilâç keştile meşgul olduğundan bahsedi- yor ve benim muavenetimi rica edi- yor. Ufak bir muavenette bulundum. Bundan fazla elimden birşey gelmez. Bu gibi işlerle hükümetlerin meşgul olması şaritır. Aldığım teklifler me- da dolandırıcılık kabilinden 46 yanını bir çok şeylere tesadüf ettim. Kendi lerini fakir bir mucid gibi göstererek para istiyenler de pek çok, bunlara da ayrıca dikkst etmek lâzım. Yoksa yur tulmak muhakkaktır, Artistle mülâkatın diğer kısmını ikinel bir mektubumda bildireceğim. 3.0. sise