leb ar m, ay ıda i Tıb fakültesinin yıldönümü dolayısile .. Yarım asır evvel tıbbiye mektebi ne halde idi? Telebeler odasında yemek pişirir gece yatsı misafiri kabul ederdi Operatör Cemil Topuzlu Evvelki gün kıymetli irfan ocağı muz Tıp fakültesinin yıldönümü bü- yük merasimle kutlandı. Bu mün& sebetle > yarım asır evvelki mektebinin ne halde olduğunu öğren- mek istedik. Bunun için en eski dok- - torlarımızdan, kıymetli operatorumuz profesör Cemil Topuzluyu ziyaret et- tik. Profesör Cemil 'Topuzlu 1880 sene- sinde girmiş, 1888 da mezun olmuş- tur. Profesör Cemil Topuzlu yarım âsir evvelki Tıbbiye mektebini bize şöyle anlatıyor: — 1880 senesinde Mektebi tıbbiyel askeriyeye girdim, O zamanlar dok- torluk âdeta bir gayrimüslim mesleği ve ecnebi mesleği idi, Kimse Türk ve Müslüman doktora rağbet etmezdi. Bizim de hocalarımızın dörtte üçünü ecnebiler ve Türkiyedeki ekalliyetler- den muallimler teşkil ediyordu. Nazı- nmız Rumdu. Halk ecnebi ve gayri- müslimden başkasına kendisini pek | nadiren tedevi ettirirdi. Doktor deni- lince akla uzun silindir şapkalı, çatal sakallı ve Türk ismi taşımıyan insan- lar gelirdi. O zaman mektebimiz Gül- hanede idi. Mektepte disiplin namma hiç bir şey yoktu. Mekteb nazırı Marko pa- şanın zamanında İlk sınıf kovuşlar- da yatardı. Son sınıfta bulunan her iki üç talebenin ayrı bir odası vardı. Bu odalarda talebe, medrese usulü, kendi yemeğini kendisi pişirirdi. Bu görülecek bir manzaraydı. Mektepte havagazı olmadığı için petrol lâmba- ları yanardı. Bu lâmbaların dumanı; kokusu, yanan sobaların ve odalarda pişirilen yemeklerin dumanları ve kokularile karışırdı. Mektepte o derece disiplin yoktu ki talebe bu ayrı yattığı odalarda çok defa arkadaşlarını, tanıdıklarını taş- radar gelmiş ahbaplarını misafir et- mekte hiç bir mahzur görmezdi. Ya- rım asir evvelki mekteb âdeta bir «Tıbbiye oteli> halindeydi. Mektepte- ki serbesliği gösterecek bir vaka an- latayım. Bir arkadaşım vardı. Dok- tor Âkil Muhtarın kardeşi Celâl Muh- tar... Bu zat hesabını çok İyi bilirdi, Yatağı benim karyolamın yanınday- dı. Her sabah kalkınca Celâl Muhta- rın ilk işi Sarayburmuna inmek olur- du. Orada olta ile balık tutar, Bunla- rı büyük bir itina ile temizler, tuzlar, tenekeye bastırırdı. Bundan sonra tuzlu balıkları karyolasının altına koyardı. Mektebin meşhur bir «Bak- kal Şahin» i vardı. Arkadaşım tuzlu balıklarını bu bakkala satardı, Hepi- mizin hafta sonunda bakkal Şahine ödenmek üzere az çok borcumuz ol- duğu halde sevgili arkadaşım Celâl Muhtar daima Şahinden alacaklı va ziyette çıkardı. Tibbiye / Lâkin odada balık kokusu benim için hakikaten çekilmez bir hale gel- mişti, Bu yüzden kaç kere kıymeti arkadaşımın kavga etmiştim. Hattâ nihayet şikâyete bile mecbur kalmış- tım, Mekteb o derece oteldi ki meselâ Manakyanda güzel bir piyes filân ol- du mu? Talebe hep birden - Celâl Muhtar müstesna - mektepten çıkar, tiyatroya giderdi. Bütün tiyatro âde- ta bizim talebe ile dolardı, Tiyatrodan çıkılınca aynı kalabalıkla mektebe gelinir, kapı zorla açtırılır, içeriye gi- rilirdi. İstediğimiz zaman derse girer, istemediğimiz zaman girmezdik. Mekteb her bakımdan noksanlaria doluydu. Meselâ Meşrutiyete kadar koskoca mektepte iki mikroskop var- dı. Hele bizim zamanımızda mikros- kop bir tane idi. Hepimiz o mikros- kobun başına hücum ederdik. Hoca- mız da bize bu mikroskopta kanda küreyvattan başka bir şey göstere- mezdi, Çünkü kendi de başka bir şey bilmezdi. Tatbikat yapmak için ka- davra bulmak pek müşküldü, Mese- lâ bizim sınıf topu topu dört kadav- ra bulmuştu. Sınıf çavuşu olduğum için bunlardan biri üzerinde ben ça- lışmıştım. Öteki 3 kadavra İse yüze yakın talebenin eline düşmüştü. Dü- şünün o kadar Kalabalığın 3 kadav- ra üzerinde teşrih yapmasını, Bunun için o zaman mektepten çıkanlar arasında hakkile, iyi teşrih görenler pek nadirdi, Mektepte lâboratüvardan eser yok- tu. Kimya, fiziyoloji, teşrihi marazi vesaire gibi en mühim lâboratuvar- lar bile mevcud değildi. Tedrisat hep nazari görülürdü. Mekteb nazırı Marko paşa hakika- ten pek şayanı dikkat bir tipli Mar- ko paşanın meşhur hususiyetini bi- lirsiniz. Meselâ karşısına çıkar derd- lerimizi, ihtiyaçlarımızı uzun uzun anlatırdık, Odinler gibi yapardı. Sonra da; — Peki... derdi, Haydi siz gidiniz, ben icabına bakarım, Halbuki söylenilen şeylerle alâka- dar bile olmazdı, Marko paşanın bu hali ya kurnazlıktan, yahud da tale. beyi atlatmasından ileri geliyordu. Her halde kendisi son derece zeki adamdı, Talebeyi çok himaye temiş- tir, Meselâ Padişah ikide bir Tıbbiye mektebinden şüphelenirdi. Marko pa- şa derhal saraya koşar: — Bizim talebe böyle şeyler yap- maz... diyerek, bir sürü dil dökerek sarayı yatıştırırdı. Bu suretle Marko paşa hem talebeyi tutar, hem de sâ- rayı idare ederdi. Marko paşa öldükten sonra Saib paşa mekteb nazırı oldu. Lâkin ken- Marko paşa disi mekteb nazırlığında çok kalma | dı. Abdülhamid bu sefer doktor yeri- ne bir zabiti mekteb nazırı yaptı. Bilâhare Zeki paşanın nezaretinde ise mekteb umum mekâtibi askeriye idaresine raptolundu. Disiplin altına alındı Mektebi tıbbiye talebesi dalma sa- rayın aleyhinde israrane fikirler ts şımıştır. Hattâ bu yüzden talebeden başka mekteb idaresi de sürgüne uğ- ramıştır, Abdülhamld isyan çıkarmaması için Mektebi tıbbiyeyi ya sur haricine, yabud da deniz aşın bir yere naklet- meği düşünmüştür. Nihayet mekteb bu sureti Haydarpaşaya naklolun- muştur. İmtihanlar pek sathi geçerdi. İm- tibanlara vükelâ da gelirdi. Meselâ sadrâzam Said paşa bir kaç kere im- tihanlarda bulunmuştur, Lâkin mek- tepleki disiplinsizliğe ve birçok nok- sanlara rağmen - Türk ruhundaki çalışma kudreti ile - buradan gayet İyi yetişerek çıkanlar yok değildi. Fa- kat tababetle hiç alâkadar olmadan diploma alanlar da vardı, Meşrutiyetin ilânına kadar mekteb &skeri ve mülki olmak üzere iki kr sımdı. Meşrutiyetin ilânından sonra Mektebi tıbbiyei mülkiye Tip fakül- tesi unvanile yeniden kuruldu. Mü- dürdük kalktı. Duvayenlik ihdas deli- di. Beni arkadaşlarım ilk defa olarak oraya Duvsyen tayin ettiler. Bir sene geçtikten sonra Mektebi tıbbiyel as- keriye büsbütün lâğvedilerek tahsi- satı 80,000 liraya yakın olan ve Tıp fakültesi unvanını alan Mektebi tıb- biyel mülkiyeye verildi. Tibbiyei as- keriye de bu suretle mâarif nezare- tinin idaresine geçti. A4KX Dost İran hükümdarının yıldönümü münasebetile Ankara İran sefare tinde büyük bir suare verilmiştir. Yukarıdaki resimde bu suarede Başvekil, Ha rlielye ve İnhisarlar Vekilleri İran: sefirile birlikte pörinitvar, Beşinci (Akvamı muh « telifenin biribirile bir vatan evlâdına lâyık olacak suret. £ te hüsnünmiziş Tü. Şi zumunu bihakkın & takdir. eylemeleri. ni ve cümlesinin hürriyet, müsavat, gö” adalet nimetlerin. $$ den o bilâistiina © müstefid olmala- rını) temenni ey- diyordu. Tevfik paşa Ka- binesi bu hattı hü. müyun mukteza - Jarını tatbike va- kıt bulamadı. O artık kendisinden aranılan hizmeti görmüştü. İttihad ve Terakki cemiyeti 31 Mart vakasının eserini ortadan silip kaldır. mak istiyor gibi irtica günlerinde İş başında bulunmuş olan bu Kabinenin çekilmesini ve Hüseyin Hilmi paşanın sadarete iadesini münasip görüyordu. Tevfik paşa bu battı hümayunun südurundan dört gün sonra (15 rebi. yülahır 1327 - 6 Mayıs 1909) istifa et- ti. Hüseyin Hilmi paşa da yeni Ka- binesini şu zevattan teşkil eyledi: Meşihat: Sahib Molla bey; Dahili- İ ye: âyandan Ferid (eski sadrazam); Harbiye; Ferik Salih; Şürayı Devlet ri- yaseti: Âyandan Raif; Hariciye: Me. bus Rifat paşalar; Adliye: Necmeddin Molla bey; Bahriye: Âyandan ferik Arif Hikmet paşa; Maliye: Menemen- li Rifat, Maarif: Mebus Nail beyler; Ticaret ve Nafia: Gabriyel efendi, Orman maadin, Ziraat: mebus Aris- tidi, Evkaf: Âyandan Halil Hamade paşalar, 'Esbak sadrazam Ferid paşanın Da- hiliye Nezaretile Kabineye ithali Mah- mud Şevket paşa ile birlikte Selânik. ten gelen üçüncü ordu erkânı harbiye reisi Ali Riza paşanın tesirile olmuş- tu, Ali Riza paşa Ferid paşanın dama- di Halil beyin biraderi idi, (1) Kâabinenin teşekkülünden beş gün sonra padişahın kılıç kuşanma töreni icra edildi. Sultan Reşad mayısın on birinci gü- nü, hazırlanan program mucibince (Söğüdlü) vapurile Eyübe gitti. Şeh- zadeler, vükelâ, âyan ve mebusan ken» disini Eyüp iskelesinde karşıladılar. Mahsusen Konyadan celbedilmiş olan Mevlevi Çelehisi Abdülkalim efendi padişaha kılıç kuşattı. Padişahlar «Taklidi seyf» alayında at ile bulunurlardı. Fakat sultan Re. şad hem yaşlı, hem mülâhham oldu- ğu için arabayı ihtiyar eylemişti. Öğle namazını camide eda ettikten sonra sultan Reşad arabaya binerek ve Edirnekapısından şehre girerek Top- kapı sarayına gitti, Oradan da Beşik. taş sarayma avdet etti. On gün sonra yemin töreni için üni- forma ile ve alayla Ayasofyada mebu- san dairesine geldi. Milli mecliste riyaset kürsüsündeki koltuk değiştirilerek yerine padişahın koltuğu getirildi. Sultan Reşad bu koltuk hizasına geldi. Kürsüde #yan reisi Said paşa, mebusan relsi Ahmed Riza bey, sadra- zam Hüseyin Hilmi paşa, Gazi Ahmed Muhtar paşa, mebusan Ikinci reisi Ta. Jât bey bulunuyordu. Sultan Reşad Hüseyin Hilmi paşaya nutkun okun- masını işaret etti. O da padişaha yak. Jaşarak okudu. 'Nutkun Kırastı bitince sultan Re. —- Şerri şerife ve kanunu esasiye tamamile riayetle muhafaza mülk ve dı, Abdülhamid meclise ilk geldiği gün kendisini davet etmemişti. Şimdi o da bu misale göre veliahd Yusuf İzzeddin efendinin bur törende hazır bulunma. ems Nis görmemişti! MEŞRUTİYETTE SARAY ve BABIÂLİ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur. Mehmed Reşadın şahsiyeti ve peş e Beşinci Mehmed Reşad biat resmi için Harbiye Nezaretine geliyor Âyan ve mebusan tarafından yemin edilmekte iken Serfice mebusu Buşo efendinin yeminden imtina eder yollu teviller ile iştigali umum heyetçe kay- de şayan götüldü. Yemen mebusu da arapça yemin etti, Cülüsu hümayunu Avrupa hüküm- darlarına tebliğ için biri Gazi Ahmed Muhtar paşanın Tiyasetinde bâşmabe- yinci Lütfi Simâvi bey ile âyandap Faruk Sami paşa, diğeri Londra elçin Tevfik paşa riyâsetinde Gabriyel No- Tadonkiyan efehâi ile âyandan Kolon- yalı Süleyman pâşazade Halil paşa. dan mürekkep iki heyet teşkil edildi ve hareket ettirildi. Biatte hazır bu- Tunamıyanların padişaha tazimat ar- zetmesine ve padişahın âyan ve mebu- san ile devlet ricalini tanımasına vesi- le olmak üzere mayısın 23 ünde Dok mabahçe sarayının Muayede salonun- da bir umumi tebrik resmi tertip olun- du. Bu merasim esnasında şöyle bir hâ- dise geçtiğini büşmabeyinci Lütfi Si- mavi bey anlatıyor: (Kabul resminin mükemmel suret. te cereyanı ve davetlilerin kendilerine tarlarına aldirmiyarak bü hususi dal. reye de girerler; o günlerin verdiği tekiifsizlikle aşağı, yukarı dolaşmağa, yüksek sesle konuşmağa başlarlar. Bu hali görünce başmabeyinci bu- rasının padişahın hususi dairesi oldu- Zunu beyan ile çıkmalarını rica eder, Bu mebuslardan biri; — Padişahın dairesinde gezmek ne- den yasak oluyormuş? Demesi üzerinde Lütfi Simavi bey: — Yasak olduğuna dair kanunda bir sarahet yoktur. Fakat ey Sahibinin müsaadesi olmadan hususi dairesine kimsenin girdiği de görülmemiştir. 'Hususile ev sahibi hükümdar olursa mesele daha ziyâde ehemmiyet kes. beder. Yolunda mukabelede bulunur. Tek» Mifsiz mebuslar bu dersi üzerine padi- şahın hususi dairesini terk ile çıkar. lar.) Mayısın 25 inel günü vükelâ pad. şah huzurunda tahlif edildiler, Mayı- sın 30 undş padişah namına ordu ve donanmaya hitaben tertip olunan cü- lâs beyannamesi mabeyin başkâtibi Halid Ziya ve başmabeyinci Lütfi Si- mavi beyler marifetile Harbiye ve Bah- riye nezaretlerine gönderildi. . Alay tertip edildi. Beyanname okundu: Bununla cülüs törenlerine nihayet verildi. Beşinci Sultan Mehmed Reşadın şahsiyeti ve sarayı Ta Osmanlı şehzadelerinin madan tahta geçmelerini imkânsız kıl. (Arkası var) ü