SFEB ERE PERHF EFEERE SEE EFE -—— t a k. 5 az, e r w w Kİ LEĞENDE ş a, > Dışarda lâpa lâpa kar yağıyordu. Şevki sigarasının külünü şöminenin içine silktikten sonra arkadaşlarına: - Bu uzun ve meraklı bir hikâye- dir, dedi, anlatayım da dinleyiniz. Üç arkadaştan, Sermed, Nuri, ben... O sene mektebi bitirecek ve hayata atılacaktık. İmtihanlarımız yaklaş mıştı. Geceli gündüzlü derslere çalı- gıyorduk. Her akşam içimizden biri- nin evinde toplanıyorduk, Saat birle- Te, ikilere kadar okuyor; yağıyor, çe- aşıyorduk. Bir gün Sermed. — Bu gece bizim evde kimse yok. Hep birden gece yatısına gittiler, Bizde toplanalım, dedi. Sermed am- casının yanında oturuyordu. O ak- şam arkadaşımızın oturduğu apartı- manda buluştuk. Çalışmağa başladık. Biz, üç arkadaş çalışmak için sessiz- iği çok severdik. O akşam Sermedler- de kimse olmadığı için derin bir sü- künet içinde çalışıoyrduk. Fakat bir- denbire yukarı katta müthiş bir gü- rültü koptu, Çığlıklar, kahkahalar, plamalar, tepinmeler, bâğrışmalar, koşuşmalar,... Öyle ki adetâ tavan başımıza yıkılacak sanıyorduk. Bu gürültüde çalışmağa imkân yoktu. İçimizden biri: — Bu ne rezalet?.. dedi, Sermed cevap verdi — Üst katın yeni gürültücü insanlar... Gürültü kesilir diye bir müddet daha bekledik. Ne gezer? Kesileceğine arttı. Sermed: — Durun, dedi, şimdi ben onlara gösteririni. Onların yuvasını yaparım. Zaten kendilerini de tanıyorum. Arkadaşımız böyle söyliyerek ye- rinden fırladı, Kapıdan çıktı. Nuri ile ben odada yalnız kalmıştık. Nuri: — Sermed fena kızdı, dedi, bu hid- detle yukarı çıktı. Komşularile sakın — Belki de... Çünkü pek hiddetli idi, — Bari elinden bir kaza çıkmasa... Sermed yukarı çıkalı beş, on, hattâ on beş dakika olduğu halde hâlâ te- pemizdeki gürültü eksilmek şöyle dursun, büsbütün artmıştı. Şimdi Nuri ile ben hayretler içinde birbirimize bakıyorduk, Arkadaşım: — Yahu Sermed re oldu? Hâlâ — Korktuğumuz gibi kavga filin — Zannetmem... Öyle olsaydı şim- diye kadar yukarıda gürültü kesilir- di. Baksana hâlâ yer yerinden oynu- yor. Kuri: racıları... Çok — Bu olacak şey değil yahu... Gi- | ip ben şunların haddini bildireyim. Şimdi onlara gösteririm.. diyerek ye- rinden fırladı, O da çıktı, giti. Bu sefer ben yalnız kaldım. Lâkin Nuri yukarı çıkalı €peyce olduğu halde yine gürültü | azalmamıştı. Ne Nuriden, ne de Sermedden bir ses çıkmamıştı. Kendi kendime: «Bu çocuklara ne oldu?» diyordum. Git- tikçe şiddetlenen kafamı fena halde kızdırmıştı. Yerimden fırladım: — Şimdi gidip ben onlara gösteri rim!... diyerek kapıdan çıktım ve merdivenleri tırmandım, Yukarı kata geldim. Hızla zili çaldım. Biraz sonra kapı açıldı. Lâkin kapı açılır açılmaz da şaşırdım, Karşımda son derece gü- el, genç bir kadın vardı. Bembeyaz ve muntazam dişlerini tatlı bir gü- Jümseme ile; — Birşey mi emrediyorsunuz, biri- sini mi arıyorsunuz efendim? Ne söyliyeceğimi şaşırmıştım. Hal- buki bu kapının önüne ne büyük bir hiddetle gelmiştim. Kekeledim; — Şey... Aşağıda biz çalışıyorduk da... Yukarıda biraz gürültü oluyor, andan bahsedecektim... şısınız... Değil mi? Affedersiniz, val- lahi., evet biraz fazla gürültü yapıyo- ruz amma, misafir iki arkadaşım gel- mişti, Biraz eğlenelim dedik. Bunu o kadar tatlı söylüyordu ki ben: — Yaaaa... Peki efendim... çekilecek oldum. Lâkin O: — Fakat dedi, Sermed beyle arka- daşını içeri davet ettik. Ne yapalım, diyerek biz üç arkadaşız, Dansetmek İstiyo- ruz,kavalyemiz yok, İsterseniz siz de buyurunuz. Bu teklife can mı dayanırdı? — Rahatsız etmiyeyim... dedim. O gülerek: — Ne münasebet efendim? Bilâkis, bilâkis... Buyurunuz... diyerek beni içeri aldı. Salonun açık kapısından Sermed başını çıkarmış bana: — Gel, gel... Burası yabancı de- gil... Samimi komşularımız... diyor- du. Salona girdim. Bana kapıyı açandan başka içeride son derece güzel iki kadın daha var- dı, Sermed, Nuri ve bu üç genç kadın çılgın gibi eğleniyorlardı. Ben bir aralık Sermede usulca: - Yahu, hani: «Ben onlara göste- ririm, yuvalarını yaparım!» diye hiğ- detle yukarı çıkmıştım. Şimdi bu ha. lin ne? Sermed gülümsedi: — Ne yaparsın birader? dedi, o ka- pıyı açan genç kadının güzelliği kar- şısında İnsanda hiddet mi kalır? Bak- sana Nuri de hidetle fırlamış, buraya gelmiş... Şimdi nasıl eğleniyor. Biz üç arkadaş, o gece Sermedin üç güzel komşusile saatlerce dans ettik. Çılgınlar gibi eğlendik. Apartımandan çıktığımız zaman saat ikiye yaklaşıyordu. Artık bundan sonra sık sık Sermed- lerde buluşmağa başlamıştık. Yine bir gece yukarıda müthiş su- rette gürültüler, tepinmeler, zıpla” malar, çığlıklar başlamıştı, Sermedin amcası: — Bu ne gürültü? dedi, bu ne reza- let?... Sermed hemen yerinden fırladı: — Dur .. Ben şimdi gi- der onlara gösteririm. Yuvalarını ya- parım... Sermedin bu sözü üzerine Nuri der- Sermed Nuriye: — Rica ederim Nuriciğim. Sen mi- safirsin... Zahmet etme, onların terbiyesini veririrm... Bu münakaşaya ben de karıştım: — Yok yok... İçinizde en kerliferli benim... Ben şimdi gidip onlara icab eden tarzda sözler söylerim. Sermedin amcası, bizim yukarıya gitmek için çekişmemize hayretle ba- kıyordu. Nihayet bir aralık: — Canım, dedi, münakaşayı bıra kımız. Zaten sizin dersiniz var... Bn gidip onlara bir iki söz söyliyeyim. Sermedin amcasını zorla bu arzu- sundan vaz geçirdik. O günden sonra sık Sık Sermedlerin ben gider, | anşam BULMACAMIZ Soldan sağa: 1 — Beş yüzün yarısı 2— Bandın arkadaşı - Sorgu. 3— ş 4 — Cezire - Ahbablar. 5 — Rutubetsiz - Tersi yemek olur. 8 — İsviçrede bir göl - Bir azamız. 7 — Küçük - Kimyagerlerin uğraştığı ilim, 8 — İtalyan parası - Şahsl 9 — Nota - Eksik. 10 — Bir çalgı - Bir nevi kumaş. Yukarıdan aşağı: 1 — Şehrimiz halkından. 4 — Susta - Bakin olanlar. 5 — Başına «M» gelirse maruf pehlivan- larımızdan biri olur - Lezzet 6 — Örme yün yelek - Uzak nidası, 7 — Tutsak - Kanun 8 — Ecnebi bir kadın ismi — maz. kıldırandır. 9 — Melün iblis. 10 — İptida - Alâmetler, Geçen bulmacamızın balli Soldan sağa: 1 — Lokmanruhu, 2 — Tealiden, $ — Tasmim, İn, 4 — Armut, Dü, 5 — Şelale- ler, 6 — Dik, Adese, 7 — Badire, 8 — Sahih, 9 — Yabaniler, 10 — Veziri, Aİ, Yukarıdan aşağı: 1 — Ta, Dal, 2 — Otarşi, Ye, 3 — Kes- mek, Saz, 4 — Mamul, Sabi, 5 — Alita, Ahar, 6 — Nim, Ladin!, 7 — Re, Bedihi, 8 — Udi, Ler, La, 9 — Hendese, Bt, 10 — Un, Üre, İri, Yer değiştirecek kiracılara tavsiye ! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA- RI'nı dikkatle ökursanız kendi: nize en elverişli yurdu yorulma- dan bulabilirsiniz. * VATANDAŞ! Türk vatanını az zaman- da refaha eriştirmek Cüm- huriyet Halk partisinin ileri ülkülerinden biridir. Tersi na- apartımanın üst katında patırdılar oluyor, biz üç arkadaştan birimiz bu gürültücü Kiracıların hadlerini bildir- mek için yukarıya fırlıyorduk. Bu vakalar bir iki ay kadar devam etti: Fakat bu yüzden derslerimize iyi çalışamadık. İmtihanlarımızi Yerin- ceye kadar akla kârayı seçtik... Hikmet Feridun Es Herkesin Üzerinde İttifak Ettiği Bir Hakikat: Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra KULLANMAK şartile RADYOLIN Dişlerinizi tertemiz, bembeyaz ve sapasağ- lam yapar. Ona yir- minci asır kimyasının harikalarından biridir, denilebilir. Kokusu gü- zel, lezzeti hoş, mik- roplara karşı tesiri yüzde yüzdür. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra gün de 3 defa muntazaman RADYOLIN Kullananlar dişlerini en ucuz şeraitle sigorta ettirmiş sayılırlar. TARİHİ TURAKINA Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ ROMAN Tefrika No. 84 m Kubilây , Çinli prensesten bahsederken: “ Eğer, o bir mabud olsaydı, kendisine bütü dünya tapardı!,, dedi Kubilây, kral ve prenslerin hiç birinden bu derece tehdidkâr bir mektup alma- mıştı. Ma - Çi - Sung, Kubilâya bu mektubile meydan okuyordu. Kubilây bu mektubu Samoya gös- tererek: — Çinde bizimle daima cenkleş- mek istiyen bir prens kaldı, dedi, onun da başını sen eğeceksin! Samo, Kubilâyla görüşürken, yok da rasladığı ilk Çinli köyündeki <göğe uçan prenses» i hatırladı. Yolda gelirken, Sinvur ona bu pren- sesin Kubilây tarafından kaçırıldığı- nı söylememişti. Samo artık katiyetle hükmetmişti ki, göğe uçan prenses şimdi Kubilâ- yın sarayında bulunuyordu. Samo: — Çinli prens acaba kime güveni- yor? dedi. Neden bu kadar atıp tu- tuyor? Ve ilâve etti: — Hemşiresi gerçek yanınızda mi- dır? Kubilây gülümsiyerek cevab verdi: — Benim yanımda bir çok Çinli kadınlar, cariyeler var. Bunlardan birinin onun hemşiresi olması muh- temeldir. Fakat, 'Ti - Vong hiç bir za- man onun kız kardeşi olamaz. — Ti - Veng erkek kardeşini in- kâr mı ediyor? — Evet «Benim Ma - Çi - Sung» adında bir kârdeşim yoktur!» diyor. — Sung prensine bu cevabı bildir. meğiniz mi? — Evelcede yazmıştı. Kız karde şini sormuştu. Ben de Şantonda böy- Je bir kadın yoktur, demiştim. — Bu, ikinci müracaatı demek? — Evet, —'Ti - Vong mademki erkek kar- deşini inkâr ediyor. Sizde ayni ce vabı tekrar kendisine yazımız. — Ya tehdidler... Onlara ne diye- — O halde prensesi kendisine iade etmekten bâşka ne yapılabilir? Kubilây önüne bakarak düşündü: — 'Ti - Vorigu yanımdan ayırma- ma imkân yoktur, Samo! O çok uğurlu ve çok güzel bir kadındır. Ömründe bir kere bile günah işle- mediğine kaniim, Hiç bir mabudun bu kadar saf ve temiz bir kulu olma. sa gerek, Samo, yolda konakladığı köyde duyduklarından bahsederek: — Onun neden göğe çıklığını Ye köylülerin bu hikâyeye neden inan- dıklarını bir türü anlıyamadım, prensim! deği. Kubilây mânalı bir bakışla Samoya başını çevirdi; — O, arkasından, halkın kendisini telin etmemesi için böyle olmasın İs- temiş. Adamlarım onu köyden kaçı- rırken, kimseye görünmediler. Halk ta onun «Güneşin kızı; olduğuna ve göğe uçtuğuna inandı. Ti - Vong bu süretle kaçmağa razi olmuştu. Ben, insanlarin bu derece melekleşmesine önümümde ilk defa tesadüf ettim, Sa- mo, eğer o gerçekten «Güneşin kızı» olsaydı, kendisine mabud diye yal- nız ben değil, bütün düya tapardı, | Samo, Sung prensinin başını vurmağa gidiyor? ları: — Samo gelmeseydi, asiler dağıl- Diye söylenmişlerdi. Bu sözler Kubilâyın kulağına ka- dar gitmişti. o güne kadar, Çindeki Müğrür prens, Samo hakkında söylenen bu sözlerden hiç te hoşlan- mamıştı. Kubilây isteseydi, Çin bastıramaz mıydı? O halde neden Türakinaya üstüste haberler göndermiş ve: — «Çin elimizden giderse, mesul ben değilim.» Diyerek, Karâkurumdân yardımcı kuvvetler istemişti? Kubilây, mağrur olmakla beraber, uzağı görüş”kabiliyeti, onda olduğu kadar hiç bir Moğol prensinde bu derece tebarüz etmemişti. O her han- gi bir tekityeyi çok önceden sezer ve derhal önlemeğe çalışırdı. Bu yüzden bir çok felâketlerin önüne geçmeğe muvaffak ve boş yere kan dökülme- sine mâni olmuştu. Sung prensine: «Benim yanımda böyle bir isyanını getirdiği akıncıların beş bini Şan- tonda kalıyordu. Kubilây bu askerin bir kısmını da etraftaki Moğol idaresi altında bulu- nan eyaletlere taksim edecekti. Gece... Samo, Kubilâyin sarayında yıl önce de Karakurumda Çutsayın kızını sevmiştim. — Çutsay senden “iyi damad mı bulacaktı? — Hayır amma benden önce kızımı bir başkasina vedetiişti. Elinden alamazdım, Boş yere aylarca içim yandı. O gündenberi kadınlara karşı gözlerim kapahdır. — İnsanın: gözleri görürken, dün» yada körler gibi yaşaması ne feci bir talihtir. Ben ği