d m m w d, w W w SEVE GERİ” momamlesimüens nk armine İMLERİ LL LL LİL memurduk. Çok maheüp, çekingendi. İnsanın yüzüne bakarken kulaklarına kadar kızarırdı. Hattâ bu yüzden ken- disine «Mahcup Kâmil» derlerdi. Ga- yet az konuşurdu. Son derece müte- vazi bir gençti. Hepimize Jâf söylerken «kö) » diye konuşurdu. İlmi, ede. bi bir bahis açılsa boynunu büker, dai. ma: — Efendim, köleniz bü işin tama- mile cahiliyim... der sözü keserdi. Konuşurken dalma kendisini her- kesten aşağı, herkesten zavallı gibi gösterirdi. Kâmlli ilk gördüğüm 78- man kendi kendime; Ne mütevazi, ne mahcup ada: demiştim. Lâkin Kâmili daha eskiden tanıyan arkadaşlarım benim bu sözü- me gülüyor: — Ah, o nedir? Nedir?... diye baş- larını sallıyorlardı. «Mahcup Kâmil âdeta bana me- rak olmuştu. Bu kadar utangaç, bu kadar mütevazi bir adam için arka- daşları niçin: «Ah o nedir? nedir?» diyorlardı? Daire arkadaşları arasında eğlence- ye düşkün bir iki bekâr da vardı. Bun- Mar arasıra eğlence âlemleri yaparlar» dı. Bir gün arkadaşlardan biri — Yahu, dedi, bu gece şöyle hep birden bir eğlenelim... Birkaç bira içelim... Şöyle hep birden bir papas uçuralım.... Arkadaşlar bu fikri pek muvafık buldular Yalnız «Mahcup Kâmil iti. raz etti: — Kölenize müsaade etseniz elen- dim... Bu akşam evde bazı işlerim Yar... Derhal etraflan sesler yükseldi: — Olmaz, katiyen olmaz... bozanlık etme... Hem kanbersiz di olur mu? Kümil ne kadar israr etti ise olma- dı. Karâr, karardı. Bu gece hep birlik- te eğlenilecekti. Akşam üstü işler bitince içimizden biri: — Haydi bakalım... dedi. Paltolar giyildi. Sokağa çıktık. Ben | «Mahcup Kâmilsle ilk defa beraber bir yere gidiyordum. Onunla ilk defa bir eğlence meclisinde bulunacaktım. Yolda Kümilin hali görülerek şeydi. Kaldırımda güzel, genç bir kadınla karşı karşıya gelecek olsa hemen başi- nı çeviriyor, gene kulaklarına kadar kıp kırmızı kesiliyordu. Böyle vaziyetlerde arkadaşları ona takılıyorlardı: — Yahu... Nedir bu senin halin... Biraz etrafına bakınsana, Mahcup Kâmil utanarak — Efendim, köleniz böyle şeylere . Cevabını veriyordu. Ni- 'hayet bir birahaneye oturduk. Bekâr arkadaşların eskidenberi tanıdığı gar- sonlar masamızı türlü türlü mezeler- le, içkilerle doldurdular. Biraz sonra kadehler tokuşturuluyor, sigara du- mânları arasında sohbetler ediliyor. Arkadaşların zorile Mahcup Kâmil de üç dört kadeh yuvarlamıştı. Beşin- ci kadehten sonra Kâmile dikkat et- tim. Bambaşka bir adam olmuştu. O eski mütevazi halinden eser bile şairinin eserlerinden bahseğiyorlardı, Mahcup Kâmil birdenbire ayağa kalk- ta. Geyet bozuk bir fransızca ile ve müthiş yanlışlarla Fransız şairinin bir giirini bağıra bağıra okumağa başla. &. Ben hayretler içinde ona bakıyor. Gum, Hayatımda bu derece kötü bir fransızca işitmemiştim. Yanımda oturan bir sordum: — Yahu bizim Kâmile ne oldu? Arkadaşım gülümsedi: .— O böyledir... dedi, biraz sarhoş olunca fransızca konuşmağa başlar. Daha ziyade sarhoş olunca almanca- Ya başlar. Sarhoşluğu daha ilerileyin- ce ingilizceye geçer... Amma bu dille. TİN hiç birini de bilmez... Arkadaşımın bu son cilmlesini Kâmil işitmişti: — Ne? dedi, ne?... Ben fransızca bil- mez miyim? Ne diyorsun sen? Ben İransızcayı Viktor Hugo kadar mü- kemmel konuşurum... Hayretler içinde idim. Nerede idi o tevazuu ile meşhur olan Mahcup Kâ- mil?... Hakikaten bir iki kadehten sonra Kâmil bu sefer de almancaya başla. mıştı. Lâkin almancası da fransızca- arkadaşıma sından daha kötü, daha berbaddı. Etraftan alaylar başladı: — Bu ne biçim almanca Kâmil?.. Kâmil ayağa kalkarak: — Benim almancamı beğenmiyor- sunuz öyle mi? Acaba Güthe benim ka- dar iyi almanca konuşur mu idi? Kâmili zorla yerine oturttular. Bir iki kadeh daha parlattıktan sonra Kâmil bu sefer ingilizceye başiadı. İn. gilizcesi fransızcadan ve almancadan da daha kötü idi. Fakat o: — Ben Şekispir kadar ingilizce ko- nuşurum!... diyordu. Kadehler dolup boşaldıkça Mahcup Kâmil büsbütün başka bir insan olma-| ğa başlıyordu. Dairede hiç ağzını açmıyan -Mah- cup Kâmil zaman zaman; — Ben arkadaşlara bir nutuk söyli- | yeceğim!... diye yerinden fırlıyordu. Nihayet Kâmili tutmanın imkânı ol. madığı anlaşıldı: — Haydi söyle bakalım!... dediler. Kâmil ayakta yüksek sesle bir sürü | saçma şeyler söyledi. Sözlerinde hep kindisini medhediyordu. Bir aralık yanımızdan genç, güzel- ce bir kadın geçti. Mahcup Kâmil he- men bu kadının yanıma sokularak, ga- yet sulu bir tarzda: - Vay güzelim, şekerim... Bizim ma- saya iltifat buyrulmaz mı? Kadın dudak bükerek geçti. Kâmil; — Aman efendim... Kerem buyru- nuz, merhamet ediniz... Kulunuzu il- tifattan mahrum bırakmayınız... di- yordu. Arkadaşlardan birkaçı hemen Kâ- milin kollarından tutup yerine oturi- tular, Şimdi «Mahcup Kâmilsin yanında hiç bir bahis açılmasına imkân yoktu. Edebiyattan lâf açılsa Kâmil şaşılacak derecede yanlışlarla eski beyitler oku- yordu. Felsefedensöz açilsa derhal: | A... İşte bakınız felsefe bahsi 0- lunca dayanamam... Malüm ya bu kör olasıcadan adam akıllı anlarım... diye ağzını açıyordu. Bir aralık oturduğumuz gazinodaki saz heyeti bir çifte telli çalmağa baş- Jadı. Kâmil derhal masadan fırlayıp çifte telli oynamağı kalkışmaz mi? Kendisini zorla zaptettiler. Birahaneden çıktıktan sonra Mah- cup Kâmil bir kahraman : kesilmişti. Nerede ise yolda ona buna çatmağ& kalkışacaktı. Kendisini bir otomobile bindirdiler. Evine götürdüler. Mahcup Kâmli iki gün ortalıkta gö- rünmedi. Arkadaşlara sordum: — O hep böyle yapar..; dediler, böy- ÇAPA MARKANIN Sahife 9 Türkiye Radyodii DALGA UZUNLUĞU 1689 m. O 183 Kes 19/M m. 15185 Kes, 31.70 m. #65 Kes. 20 Kw. ANKARA KADYOSU Cuma 3/3/539 TÜRKİYE SAATİLE TAG TAP, 12,30: Program, 1235 13: Memleket saat ayarı, ajans ve me- teoroloji haberleri, 13,10 - 14: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın) 1 — Cariya - Dülsineye Serenad, 2 - Ferrari$- Çigan sevgisi, 3 - Siede - Nahira - İnter- mezzo, 4 - Becce - Notturno, 5 - Rahmu- ninow - Serenad, 6 -Arno) Meister » Bo- hemya Rapsodisi, 7 - Lise - İkinci Macar Tapsodisi, 1430: Program, 1845: ve Lleder - PL), 19: Konuşma (Çocuk Esirgeme Kurumu), 10,15: Türk müziği (Fas heyeti - Acemaşiran), 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat borsası (hint), 20,16: 'Türk müziği. Çalarlar: Vecihe, Re- fik Fersan, Cevdet Çağla, Fahire Persan. Okuyanlar: Halik Recai, Safiye Tokay, 1 - Gambos - Uşgak peşrevi, 2 - Hincı Arif — Uşşak şarkı - Meyhanemi bu bezmi ta- Tabhaneyi cemmi, 3 - Haldun, - Suzinâk şarkı - Söyle ey csnanı ruhum, 4 - Şem- seddin Ziya - Mahur şarkı - Çıkta bir feryadı, 5 - Fahire Fersan - Kemençe taksimi, 6 - Haci Arif - Rast şarkı - Ni- bansın dideden, .7 - Refik Fersân - Rast saz semaisi, 8 - Rakım - Uşşak şarkı - Bana hiç yakışmıyor, p - Rakım - Uşşak şarkı - Şahane görlere gönül bağladım. 10 - Udi Ahmed - Saba şarki - Gülzarı harab eyleme, 21: Memlekel saat ayarı, 21: Konuşma (Haftalık &por servisi), 21,15: Esham, tahvilât, kambiyo - nuku borsası (fiat), 2130: Konuşma (Konserin takdimi - Halil Bedi), 21,45: Müzik (Ri- yaseticümhur Flarmanik orkestrası). Şef: Hasan Ferid Alnar: İ - K, M. von Weber: Buryanthe uvertürü, 2 - W. A. Mozart; Keman konserlosu, La majör, 8) Allegro &perto, b) Adaglo, e) Tempo di Menuetto, Solist: Enver Kapelman, 3 - L. van Beet- hoven: 8 inel senfoni, do minör, ap. ©, &) Allegro con brlo, b) Andante con moto, €) Allegro (Seherzo; - Allegro, 2230: Mü- zik (Romans, kalk şarkıları ve saire - PL), 23: Müzik (Cazband - Pİ), 2345 - 24: Son 'Türk müziği -PI, Müzik (Sololar le sarhoşluk gecelerinden sonra ona büyük bir mahcubiyet, utanma ge- lir. Bir kaç gün ortalıkta görünmez. Hakikaten üç gün sonra Mahcup eskisinden daha Kâmil gelmişti. Bu sefer daha mahcup, daha utangaç, müteyszi bir halde idi. | Herhalde zaman zaman aklıma O | eğlence gecesinde yaptıkları geliyor. du ki, yüzümüze bile bakmağa utanı- yordu. Aylar böyle geçti. Bir gece gene ar- kadaşlar bir papas uçurmağa karar verdiler. Kâmili yanlarına aldılar. Ka- dehleri boşalttıkça Kâmil gene ziva- nadan çıktı, Yapmadığını bırakmadı. Bundan sonraki günlerde ise malhcu- biyetinden kimsenin yüzüne bakmadı. Kâmilin bu hali senelerdenberi devam ediyor. | Hayatta bunun gibi ne «Mahcup Kâmil.ler vardır. Hikmet Feridun Es DE EEEEEEAAANE EAA EYE EEBAEEERAEEZ Dünya Beynelmilel endüstri âlemi Erişilmez bir kuvvet olduğunu (HORS CON- COURS) mükâfatı vermek suretile tasdik “ ve kabul etmiştir Çapa marka hububat unları Sıhhatimizin yardımcı kolları Nefis baharatı: Yemeklerimizin lezzet ve iştiha kaynağıdır... Tarihi tesisi 1915 M. NURİ ÇAPA Beşiktaş TURAKINA TARİHİ Yazan İSKENDER F. SERTELLİ ROMAN Tefrika No, 71 —-/ İhtiyar vezir “ Sungu'nun başını yakmayınız, dedi, çünkü Samo, Olgadan başka bir kadın sevemez! ,, Mi - Ma - Mo onların birleşmesi için güzel bir zemin hazırlamış de- mekti, Bundan ötesi Sungunun 2€- kâsma kalıyordu. Şimdi üzerinde durulacak bir nok- ta vardı: Acaba Samo, Sungu ile alâ- kadar oluyor mıydı? Onu sevebilecek miydi? Sungu bunu da düşünmüştü. Samo, Sungu ile birkaç kere görüş- müş, fakat bu konuşmalar çok kisa geçmişti. Birinde hanın bir emrini kendine tebliğ etmiş, diğerinde gene Keyüke aid bir iş hakkında konuş- muş, galiba üçüncüsünde de prenses Olga hakkında kendisine bazı şeyler söylemişti. Bu kadar kısa konuşma, larla, daldan dala konan bir kuş gi- bi, kalbini birçok kadınlara açan bir erkeği kolayca avlamak Kabil olabilir miydi? ver Bir sabah, Sungu, hiç beklemedi- ği bir adamdan şöyle bir haber aldı: «— Ben Mi-Ma-Mo tarafından geli- yorum. Dileğiniz olmuştur.» Bu adam cevap almadan ortadan kaybolmuştu. Sungu, ârtık yerinde duramıyor- du. İçine düşen ateş onu yakıp bitiri- yordu. Sungunun daha fazla bekle- meğe ne vakti ne de tahammülü var- dı, O gün hanın yanına girdi. Son di- leğini söyliyecek ve içini dökecekti. Prens Keyük o gün çok neşeliydi. Annesi Turakinadan aldığı bir mek- tupta «Bugün değilse yarın, impara- | torluk tahtına sen oturacaksın!» de- niliyordu, Keyük bu habere çok se- vinmişti. Zaten o, Turakinanın ancak Keyük lehine olarak Moğol tahtından çekilebileceğini seziyordu. Sungu, hanın önünde diz çöktü: — Size derdimi söylemeğe, içimi aç- mağa geldim, prensim! Beni dinleme ğe vaktiniz var mı? Keyük, Sunguyu elile yerden kaldır dı, yanına oturttu: — Söyle bakalım, fakat, dikkat et ki, neşemi kaçırmıyasın! — İçime şeytan girdi, velinimetim! Onu kendi elimle çıkarıp atmak iste- dim. Muvaffak olamadım. Geçen yıl İmilde bana verdiğiniz sözü hatırlat. mağa geldim. Keyük dalgındı. Düşündü, hatırlı- yamadı: tediğim kimseile evlendireceğinizi vadetmiştiniz! Keyük birdenbire kaşlarını çattı: — Evet, Sana söz vermiştim. Sö zümde duruyorum... Söyle bakalım kimi istiyorsun? Sungu çekinmeden söyledi: — Samoyu... «— Ne dedin... Yaşumanın kocasını mı? — Evet. Fakat o; bugün Yaşuma- nın kocası değil — Yaşumanın yarın öbürgün mey- dana çıkmıyacağından emin misin? -— Madem ki bugüne kadar izini bu- Yamadılar. Bundan sonra meydana çi- kacağını ummuyorum. Samu bugün bekâr bir erkektir. — Sarayımdaki sayısız yakışıklı za- bitler arasında ondan başka seçecek kimse bulamadın rm? Sungu birdenbire sustu: «— Gönül bu ya... Onu sevdim.» Diyecekti, Cesareti kırıldı... Sustu. Keyük sordu: — Samoyu çok mu seviyorsun? — Onu çok beğeniyorum... — Bir daha yüzünü bana göster- memeğe karar verdin demek?.. — Hayır. Böyle bir niyetim yok. Müebbeden size bağlı kalmağa and iç- tim. Her zaman sizi anacağım. Fa- kat, kendimi arlık “evlenme çağına girmiş görüyorum. Samonun ölünce- ye kadar maiyetinizden ayrılmasını ve himâyenizden uzak kalmasını is. temem. Keyük birkaç saniye düşündü. — Peki, dedi, seni Samo ile evlendi- rTeceğim. Fakat, herşeyden önce, bir kere Ş-Ting ile görüsmeliyim. “er Sungu, hanin ayaklarına kapana- rak ve bastığı yeri dokuz defa öperek teşekkür ettiklen sonra, başını dırdı. — Olgayı de bir Moğol zabitile er. Jenüirseniz ferin olmaz, dedi, böyle bir evlenmeyi bütün Ruslar memnuniyet. le karşıhyacaklar, — Bütün Rusların bu İşe fazla se- vinmesi, beni düşündürebilir. Ru: rın memnun olacağını nerden biliyor- sun, Sungu? © - Ben Rüusyalıyım, prensim! Rus. lar Moğol hanının gözüne girmek için Moğollarla kaynaşmak isterler. Vak- tile köyümüzden bir Moğol zabiti geç- mişti, Bütün Rus ve Kafkas kizları s0- kaklara döküldüler. — Bu işi de vezirimle konuşacağım. Fakat, Olganın bir Moğol zabitile ev. lenmeğe razı glup olmadığın bilmi- yorum. — Bana müsaade ediniz... Kadın kâ- dınla daha kolay anlaşır. Kendisile bir kere konuşayım. Hem fikrini anlamış, hem de kendisini kandırmış olurum. Bu teklif Keyükün hoşuna gitti: — Peki, dedi, yarın hemen Olgaya git... Kapıyı açsınlar... Konuş... Bir Moğol zabitile evlenirse, ortalığı ke- rıştırmaktan vaz geçip geçmiyeceğini öğren. Eğer burnu kırılmışsa, ona ken- disini ancak bu suretle affedebilece- gimi söyle. ve İki Cambaz, bir ipte... Ertesi gün. Keyük, ihtiyar vezirini çağırdı: — Yaşumadan hâlâ bir haber yok, değil mi? — Hayır. Ben ümidimi kestim ar. tık. Yavrucuğumun başına bir “felâ- ket gelerek öldüğüne inanıyorum. — O halde Samonun bir başka kü- dınla evlenmesinde bir mâni yok. Şi-Ting'in gözleri sulandı: — İstediği kadınla evlenebilir. F&- kat, ona varacak kadına kızım kadar acırım. — Niçin? Samo benim en çok sev. diğim ve güvendiğim Ön senin güvenin yok mu? — O, kalbindeki şeytanı çıkarma- dıkça, hangi kadınla evlense başını yakar. — birini mi seviyor? — Evet. — O halde Yaşumayı neden verdin ona? — Siz İmilden haber gönderdiğiniz zaman, ben onun kimi sevdiğini bil miyordum. Yaşuma ile evlendikten #onra öğrendim. Hattâ sizden çekin. mesem, kızımın kayboluşunda Samo- nun da parmağı vardır diyeceğim. Keyük birdenbire şaşırdı. İhtiyar Vezirin sözleri prensi K Şi-Ting'in ortaya attığı şüpheler pek de boş ve mânasız sayılamazdı. — Otur bakalım, Şi-Ting! - dedi - biraz konuşalım. Bu işe benim aklım ermiyor. Sen eski, tecrübeli bir komu. tansın. Bana düşüncelerini açıkça — Samonun sevdiği kadın kim. Şi-Tin, o güne kadar hana Samo hakkında birşey söylememişti. dedi, Tereddüdsüz söyliyebilirim: Sa- mo, Olgadan başka bir kadınla yaşı- yamaz. Gönlünü ona vermiş. Kırım başını yakan odur. — Bu şeytarf kadının aşkı onun kalbinde ne zamadanberi yaşıyor? — Siz İmil boylarına gittikten sor- ra, — Halbuki, ben ona Sunguyu vert- cektim, Eğer o Olgayı seviyorsa... İhtiyar komutan, hanın sözünü kes- ti; — Sunguya acıyınız, prensim! O da Yaşuma gibi heder olup gider. — Ben-Olgayı bir Moğol zabitile ev- lendirmeğe karar vermiştim. Madem ki Samo Olgayı seviyor... İkisini bir Jeştirelim. Bu suretle Olga da orta- ağı karıştırmak fikrinden vaz geçmiş olur. — Fena bir fikir değil. Fakat, Ol. gayı büsbütün serbes mi bırakacaksı. mz?