25 Şubat 1989 AKŞAM Bayan Halide Nusret diyorki: “ Şiirde bir değil hattâ bir çok manalar ararım..,, “ Akademi eğer imlâ, gramer, lügat işini halledecekse hemen kurulsun z Bomboş koridorlar. «İçinde at koş- Bur» diye tarif edilen kocaman sofa» lar, Ortalıkta çit yok. Kadın en meş“ #ürkçe hocalığı etliği için dil imlâ, gramer, lügat, ıstılahlar gibi bir çok mühim meselelerle de çok yakından alâkadar olmuştur. Bunun için ben kendisine; i —Bizdebir edebiyat akademisi ku- rulmasına lüzum var mıdır? Yok Mudur? diye sorduğum zaman he men cevap verdi: ! — Edebiyat akademisi mi?.. dedi, bu akademi eğer, biz türkçe hocaları için günün en mühim meselesi olan ümlâ, gramer, lügat meselelerini hal &decekse hiç duramsın, Hemen teşek- kül etsin... —bDemek böyle bir cepheden bu İl akademiye lüzum görüyorsunuz? : — Ortada halledilmesi lâzım olan sin,.. Elverir ki bu işler yoluna gir- sin. — Böyle bir akademi kurulursa bu- Taya âza olarak kimleri münasip gö- rürsünüz? Bayan Halide Nusrete öyle bir Sual sormuştum ki, yaptığım anket- #erde bu sorgum ekseriya cevapsiz kalıyordu. Nitekim bu sefer de öyle oldu. Bayan Halide Nusret: — İsim saymasam olmaz mı?.. diye itiraz etti. Ben: — Hiç olmazsa ilk oklmıza gelen | bir iki ismi söylerseniz... dedim, Bayan Halide Nsret: — Müsaade ediniz de yalnız büyük mdaşunı söyliyeyim... Bayan Halide Nusret, bu suretle Halide Edibi kasdediyordu. Sözlerine Şu suretle devam etti: — Büyük adaşımın yanında o ayar- daki erkek üstadlarımız da tabii yer alırlar. — Bizde bir edebiyat mükâfatı ko- Nulmasina taraftar mısınız? Bunun | güebiyatı teşvik cephesinden bir fay- - dası olabilir mi? |. — Bir edebiyat mükâfatı... Hiç fe- pa olmaz, Bilhassa gerç istidadların yetişmesi hususunda böyle bir mü- Yaatn pek faydalı olacağına kana- atım vardır. İn“ Yeni edebiyat cereyanlarını ta» kib ediyor musunuz? Yeni cereyan taraftarları bir şiirin güzel olması için onda bir mâna bulunmasının lü. Bayan Halide Nusret kati bir ifade ile cevap verdi: $ — Azizim, ben mânasızlıklardan katiyen hoşlanmam, Her şeyde oldu- Hu gibi şiirde de mâna ararım, Hem yalnız ve sadece bir değil, bir çok mâ- ha ararım, Bize kendini güç veren, bize derinden derine gülümsiyen mâ- malar, i İ Hâmidin, Haşimin, Necib Fazılın şiirlerindeki mineler gibi | — Demek yalnıx mâr ımı biraz güçlükle k ıs hissettiren Şörlerden hoşla — Hayır Şile parıl vari g Muz güneşi alt Yan sular kadar dır. Onlardan de — Meselâ bu kubil ğenirsiniz? aları mayis güne- ner, tem- en kimleri be- Bayan Halide Nusret — Kemaleddin Kamunun, Behçet İ Kemalin şiirlerini... | Bayan Halide Nusret acele ile ve hemen ilâve etti: — Aman bilhassa Yunus Emreyi yazınız... Yunus Emre bu tarzn en büyük üstadlarındandır... Sulupduğumuz odada bir çok edebi- yatçı daha vardı. Söz bazan umumi- leşiyor, hep birden konuşuyorduk. Bilhassa şiirde mâna aramıyanla» rın eserleri yüksek sesle okunuyor, yeni eser diye ortaya çıkarılan her manzumelerin nihayetinde bir kah- kaha Kopuyordu, Bayan Halide Nusret bana osrdu: — Burlları beğeniyorlar mı? — Evet... Bazıları beğeniyorlar, Meselâ Nurullah Ataç... Esasen ken- disi de şiirde mânanın lüzumlu ol madığını da söyledi ya... Bayan Halide Nusret bana merakla sordu: — Bu sözü ne zaman söyledi? .— Bir hafta, on gün evvel... — O halde şimdi başka türlü düşü- sa değil, bir meziyet addeder. Öyle hatırılıyorum ki, bunu bir makale ile de anlatmıştır. O bir münekkidin bir fikre saplanıp kalmasına taraftar de- ği Belki de fikrini değiştirmiş olar mi "sırada odadaki edebiyatçılar. dan biri yepyeni bir mısraı fısıldadı: «Yazık oldu Süleyman efendiye...» Bayan Halide Nusret merakla sor- du: — Rica ederim bu nedir?... Geçen- lerde pek sevdiğim bir kadın şair ar- kadaşım bunu söylüyordu. Sordum, bana: — Yazık, dediler, bu mısra bilmi- yor musunuz? Bu en beğenilen mıs- — Evet... Bu mısra hakkında fik- riniz nedir? — Ben ciddi konuşuyorum, azizim. Siz şaka ediyorsunuz. — Demek yenilik iddiasında olan şiirleri beğenmiyorsunuz? — Eğer bunlar Süleyman efendi- nin nasırından bahseden yazılarsa müsaade ediniz de geçelim, Hikmet Feridun Es ŞİİR VE NASIR «Eski bir edebiyat meraklısı» imza- sile bana mektup yazan bir okuyucu- muz diyor ki: «Eskiden şiirlerde nezahet bozul- mmasın diye mendilden bile bahsedil- mezdi, Mendilin hatırlattığı bazı şey- lerden dolayı, Hiç şüphesiz bu telâkki doğru de- ğildi. Fakat yeni şiir cereyanında ayaktaki nasır hakkında bile şiir ya- zılıyor. Dünyada herşey akla gelirdi amma, nasırın şilre gireceği kimsenin. aklına gelmezdi. Bugün «Nedim» sağ olup ta bu nasırlı şitrleri okumuş ol saydı adamacağızın mutlaka yüre ğine inerdi...» SOHBET (Baş tarafı 3 üncü sahijede) (Bu satırları okuyacak olanlardan rica ederim, bunları kendimi müda» faa etmek için söylediğimi zannet- mesinler. Belki farkına varmadan kendi düşüncelerimi ve zevklerimin nasil teşekkül ettiğini anlatmışımdır; insan kendini pek bilmez; ben, baş. kalarında gördüğüm bir hali ve onu hiç de fena bulmadığımı söylemek istedim.) ü nu TİYATRO ve ROMAN. — Bazı ro- mancılar tiyatroya heves ediyor ve hiç beklenilmedik bir zamanda bir piyes yazmağa kalkıyorlar. İyi edi- sanatlerini (o tazelendirmek, kendilerini edindikleri Uitiyadların cesaretinden kurtarmak için sahala- rını değiştirmeleri lâzımdır. Fakat bana öyle geliyor ki romancı olmak istiyen bir adam evvelâ tiyatro ile ır: Daha kolaydır diye de gil, bilâkis daha zordur diye, Tiyat- ro muharriri romancıdan çok daha az| serbesttir: Her tasavvur ettiği şeyin sahne üzerinde geçemiyeceğini bilir; onun için bir takım hayallerinden, fikirlerinden o vazgeçmeğe mecbur olur vö bunları başka türlü söyleme- ğe çalışır. Şahıs icadında da serbest değildir: Beş yüz şahıslı pir piyesi han- gi tiyatroya teklif edebilir? Bum dan başka bir kere sabneye soktuğu bir şahsın, sahneden çıkıncıya ka- dar ne yaptığımı düşünmekle mükel leftir; onu unutursa sahnenin ahen- gi bozulur. Tiyatroda uzun uzadıya ruh tahlilerine girişmek de kabil de- ğildir. Şahıslardan her birinin ruhi haletleri bir hareketle istifade edebilir. Zamanımızda birçok romancılar, işe tiyatro ile başlama- mış oldukları, tiyatroya hiç ehemmi- yet vermedikleri için bir vakayı an- latırken şahısların unutuveriyor, kariği son derece sıkan tahlillere gi- rişiyor, kendilerini ber türlü kayıttan Azade sanıveriyorlar. Tiyatroya son- radan heves eden romancılar da bel ki bunun için muvaffak olamıyor. m CEDVEL, — En sevdiğimiz şair, en sevdiğimiz muharrir hangisidir?... Bu suali biribirimize de, kendi kendimi- ze de sorarız ve İşin tuhafı her zaman cevabını da veririz; fakat bu cevab her gün, her saat değişebilir. Bir gün mektepte edebiyat hocamıza, şair Süleyman Bahri'ye sormuştuk:; «En çok kimin üslübunu beğenirsiniz?» — Kendiminkini. dedi; kendimin- kinden başka bir üslübu beğenseydim ben de öyle yazardım. Süleyman Bahri'nin o gün belki sadece lâf olsun diye söylediği bu sö zü o zaman çok beğenmiş, çok doğru bulmuştum; hiç şüphesiz bana çok tesir etmiş ki aradan olüz seneye yakın bir zaman geçtiği halde unuta- madım, onun üzerinde kaç defalar dü- şündüm. Şimdi yine doğru bulduğumu söyliyecek değilim. Bir çok muhar- rirlerin üslübunu, yani hem lisanla. rını, hem de görüşlerini hassasiyetle» rini kendimizinkinden çok zengin “ bulduğumuz, onları belki taldide ça- hıştığımız halde buna muvaffak ola. madığımızı da anlarız, Yani, Süley- Sahife 7 Arkadaşını bıçakla öldüren İşçi 2,9 seneye mahküm oldu Muradın, öldürmek maksadı olmadan bıçak sapladığı, ölümün sıhhi müdahalenin gecikmesinden ileri geldiği anlaşıldı Evvelki gün akşam üzeri Kuruçeş- mede kömür işçilerine mahsus ame le yurdunun banyo dairesinde amele Karahisarlı Mustafayi bıçakla yaralı- yarak öldüren amele Murad Çoşkun cürmü meşhud kanununa tevfikan muhakeme edilmek üzere ağırcaza mahkemesine verilmiş ve dün muha- kemesi yapılmıştır. Son tahkikatın açılmasına dair ev- rak okunduktan sonra sorguya çeki- len Murad vakayi şöyle anlatmıştır: — Kömür deposunda çalışıyorum. , Fakat Mustafayı tanımıyorum, Vaka günü akşam saat beşte işi paydos ede- rek Amele yurduna gidip yıkanmak üzere hamama girdim, Bir arkada- şımdan sabun alıp yıkandıktan son- ra giyindim. Sabunu sahibine inde etmek üzere kolumu uzattığım sira- da ceketimin kolu yan tarafta asılı duran Mustafanın çamaşırlarına do- kunmuş. Bunun üzerine Mustafa ba- na küfür etti ve tokat vurdu. Ben de ona vurdum ve aramızda kavga çık- tı. O esnada Mustafanın dört beş ar- kadaşı daha gelip kavgaya karıştılar. Altlarında bunaldım, Kendimi kur- taramıyacağımı anlayınca yattığım yerde ceketimin cebinden bıçağımı çı- karıp Mustafanın bacağına sapla. dım. Bıçağım olmasaydı kendimi kur- taramıyacaktım. Vakadan sonra kağ- tım ve karşıdaki kayıkhanede poliş- ler yakaladılar. Bundan sonra cürüm âleti olan kan bulaşıklı, iğri hançer Murada gösterildi ve reis sordu: — Bu kocaman bıçak cebde taşı- nır mı? Murad: — Bışak benimdir, Mustafayı bu- nunla vurdum. Ceketimin iç cebi derin ve büyük olduğu için bu bıçağı ko- laylıkla taşıyabiliyordum. Cevabını verdi. Şahid olarak dinle- 'nen bekçi Şaban vakayı şöyle anlattı: — Ben Amele yurdunun salonunda duruyordum. Akşam saat beşi kırk geçe hamamda adam vurulduğunu haber aldım ve odada yaralıyı da göre rek derhal telefona koşup polise ha- ber verdim, On dakika sonra polis- ler ve hastane otomobili geldi, Vaka- nın nasıl olduğunu görmedim. Diğer şahid Şerif şunları anlattı: — Akşam üzeri işi paydos ettikten sonra hamama girdik. Ben banyo dü iresinde soyundum. Öteden bir gü- rültü duydum. Başımı çevirince ban- yonun alçak olan bölme duvarının üzerinden öte tarafta Mustafa ile Muradı gördüm, Mustafanın eli Mu- radın boynunda idi. Bu sırada Mu- Tad birdenbire geriye çekilerek cebin- den bir biçak çıkarıp Mustafanın sol bacağına sapladı. Sonra yandaki ban- yo dairesine girdi. Biraz sonra da ge- lip yaralı Muslalayı gördüler, Be- nim kanaatime göre Murad, Musta- fayi öldürmek maksadile vurmamış- tır. Çünkü isteseydi bıçağını Musta- fanın göğsüne de saplıyabilirdi, Va- kadan yarım saat kadar sonra hasta- ne otomobili geldi. Kavgacıların aralarına girerek va- kayl yakından gören şahid Mehmed Ali vakayı şöyle anlatıyor: — Hamama girdim, banyo daire- sinin boşalması için kapının ağzında sıra bekliyordum. Mustafa da orada idi, O sırada Murad banyo dairesin- den çıktı. Kapı önünden geçerken Mustafa ile aralarında kavga çıktı. Fakat kavganın neden ve nasıl baş- Yadığının farkına varamadım. Evve- *lâ Murad tokatla Mustafaya vurdu. Mustafa da mukabele etti. Ben ara- larına girip ayırdım. Bu esnada Mu- rad bir adım geriye çekilerek cebin- a Um man Bahri'nin iddiasının aksine ola- rak, kendimizden üstün tuttuğumuz muharrirler vardır. Fakat o söz büsbütün de yanlış de- ğü: Her an en çok sevdiğimiz muhar- rir, kendimize en yakın bulduğumuz, eserlerinde kendi hislerimizi, kendi görüşlerimizi sezdiğimiz muharrir- dir. Demek ki yine en çok kendimizi beğeniriz. Kimse: «En büyük muhar- Murad mahkeme huzurunda den bir bıçak çıkarıp birdenbire Mus- tafanın üzerine atıldı ve bıçağını ba- cağına sapladı. Mustafanın yanında arkadaşı yoktu ve ona yardım ederek Murada yumruk, tokat vuran olmadı, Maznun Murad şahidlerin Skisini de reddederek: — Bunlar Mustafanın adamlarıdır. Onunla beraber olup beni gövdüler. Söyledikleri yalandır. Şahidliklerini kabul etmem. Dedi, Diğer şahidler de vakayı ayni şekilde anlattılar. Mustafanın cesedini muayene ede- rek gömülmesine ruhsat veren adliye doktoru B. Enver Karan da mahkeme- ye davet edilerek kendisinden izahat alındı. B. Enver Karan şunları söyle- di; — Cesed üzerindeki yaranın mevkit pek ehemmiyetli değildir, Fakat sap- lanan bıçak 6 nahiyedeki şiryanı kes- miştir. Bu damarın kesilmesi fazla kan ziyama ve neticede harici nezfe sebebiyet verir. Sıhhi müdahalenin gecikmesi de ölüm üzerinde büyük tesir yapar. Eğer yaralı Mustafaya vaktinde sıhhi müdahale . yapılabil- seydi yüzde seksen Ihtimalle ölüm- den kurtulurdu. Müddiumumi iddianamesini de okuduktan sonra mahkeme müzake- rTeye çekildi. Yarım saat kadar süren müzakere neticesinde karar tefhim edildi. Mahkeme; muhlik merci olmıyan uzva öldürmek kasdi olmadan bıçak saplamak suretile Mustafayı yarala- yıp sıhhi müdahâlenin zamanında yapılmaması gibi iradesinden bariş €sbab hululile ölümüne sebebiyet ve- ren Muradın üç sene müddetle hap- se konulmasına karar verdi, Ancak Mustafanın yermi bir yaşını ikmal etmemiş olduğundan cezası iki bu- çuk seneye indirildi. Spor klüpleri namına bilet satanlar araştırılıyorlar Emniyet direktörlüğü ikinci şube müdürlüğü, muhtelif spor klüpleri İ namına yapılan ve bu klüplerin ha- beraber bulunmadıkları bir bilet satış tahkikatına el koymuştur. Bü mevhum biletlerden biri de Er- zurum saylavı doktor B. Salime on lira mukabilinde satılmış, B. Salim bilâhara işi araştırınca, isimleri orta ya atılan klüplirin böyle bir bilet sa- tışından haberdar olmadıklarını öğ- renmiştir, B. Salim bunun üzerine zabıtaya başvurmuştur. Polisçe yapılan tahki- katta bu biletlerden daha bazı muay- yen kimselere satılmış olduğu tesbit edilmiştir. Bu biletleri satanların kimi oldukları araştırılmaktadır, mma rir benims diyemez. (Belki Nizameğ- din Nazif der amma o da arkasından gülümseyiverir.) Fakat her muharrin, hattâ her kari; «En büyük münek- kid benim» diye düşünür. Kendi hü» kümlerinin katiyen doğru olduğun dan emindir. Her muharrir, tâ içim den, kendini cedvelin en başında gö“ rür; böyle görmeseydi çatlardı. Nurullah ATAÇ aa a Şi