Üstüste iki hapşırdım. Yanımda bu- “ lunan arkadaşım Samiye: — Eyvah... dedim, galibanezle ol- dumt... Sami gülerek yüzüme baktı: — Nezleden bu kadar korkuyor musun? diye bana sordu. Cevap ver- dim: — Napolyon bile nezleden korkar- - miş yahu... Adam bir imtihandan kor. “ karmış, bir de nezleden. Sami omuzlarını silkti” g — Azizim ben onu bunü bilmem... - Lâkin bugünkü sandetimi bön giddet. Bi bir nezleye borçluyum. — Güldüm: — Haydi canım, dedim, fantezi yâ- — pıyorsun... Sami cevap verdi: — Katiyen... Gayet ciddi söylüyo. rum... Ben bugünkü saadetimi tama- - mile nezle denilen borçlu- yum. Benim gibi inadcı bir bekârın na! Sil olup da evlendiğini hiç merak et- miyor musun? Dur sana tayım... © © Ben bir kere daha hapşirdım. Nezle denilen hastalığa söğüp saymağa baş- ladim. Arkadaşım sanki kendisine büyük bir iyilik eden bir dostuna küf. — Tretmişim gibi: “o — Yooo...dedi, rica ederim nezleye © dil uzatma... O benim âdeta velinime« timdir. Bak anlatayım da dinle... Bun- © dan tamam on sene evveldi, Eckâr- dım. Tam mânasile serseri bir hayat geçiriyordum. Ne yattığım, kalktığım yer, ne yattığım kalktığım saat belli idi. Hayatımda intizam namına hiç birşey yoktu. Evlenmeği aklımdan bi- le geçirmiyordum. Biraz pâtğm vardı. — Birçok inadcı bekârlar gibi ben de şöy- . le düşünüyordum: «Adaaam sende... Evlenip de ne yapacağım. İnsanın pa- rası olduktan sonra kendisine bir evli kadar baktırabilir.... Amma hastalan- — dığım zaman yanımda bana sıcak bir Çorba pişirecek bir insan bulunamıya. cakmış... Ne olur? O zaman da ben paramla iyi bir hastanede yatarım.» İşte böyle düşündüğüm sıralarda idi. Çoktanberi kendisini görmediğim teyzemin evine misafir gitmiştim. Tey- “zem İstanbul yakınında güzel bir say- fiyede oturuyordu. Teyzemin oturduğu köşkte genç bir “kız vardı: Mebrure... Bu genç kiz tey- zemin, koca tarafından, çok uzakfan akrabası oluyordu. Fakat teyzem, kü- çüklüğündenberi bu genç kıza büyük © bir şefkat göstermişti. Doğrusu köşke gittiğim zaman, çapkın bir erkek olmama Tağmen, “Mebrure dikkatimi bile çekmemişti, Çünkü teyzemin köşkünün etrafı fev. © Kalâde gürel, şık, cazibeli genç kadın. larla dolu idi, Bütün bunların yanın. da Mebrürenin lâfı mı olurdu? — ç Bayfiyedeki günlerim pek güzel, eğ- > Jenceli geçiyordu. Mevsim de baharın sonu idi, Hava çiçek ve çam kokusile dolu... Hattâ civardaki güzel ve genç “kadınlardan bazıları ile uzaktan göz ahbaplığını da ilerletmiştim. Fakat işte tam bu sıralarda şiddetli - bir nezleye yakalandım. Teyzem mera, Kn düştü. Bana kati ültimatomu ver- di: , > Katiyen yataktan eee e sın! Mebrure de: — Evet... diyordu, bahâr Hezlesi mü, “himdir, Öyle kolay kolay geçmez. Bir- : kaç gün yataktan gukmamanız lâzım. “dir. UBunun üzerine ben de yatmağa rhec- bur oldum. Hakikaten nezleden O 28- son derece korkardım. Çünkü yarayan çok fenâ günler ge- “bir bir hastabakıcı tavrile etrafımda - pervaneler gibi dönüyordu. kendi elile yerleştiriyordu. Nezlem de çok şidetii olur ha... Du- rup dinlenmeden hapşırırdım. O ka- dar ki burnumun ucu âdeta berelenir, mendille silerken burnum acır. Bu sefer ki nezlemde Mebrure be- nim için tülbentten gâyet yumuşak «nezle mendilleri» - dikmişti. Bunlar acımak şöyle dursun âdeta burmu- mun ucunu okşuyör gibi idi. Sonra büyle hastalıklarda beni şiddetli bir harret basar. Mebrure bunun için de limonatanın içine portakal suyu ka- rıştırarak gayet nefis bir şerbet yap- mıştı. Pek ziyade hararet bastığı za- manlarda gicir gıcır yıkanmış, biltâr - bir bardağın dibinde bu nefis şerbeti, kurumuş dudaklarıma yaklaştırıyor. du. Uzun müddet yatmaktan canım sıkıldığı için genç hastabakicim başi- mın ucunda eğlenceli kitaplar okuyor, kendi seyrettiği, benim görmediğim sinemaları gayet tatlı bir tarzda anla- tıyordu. Hani çingenenin çocuğu has- talanmış... Bunun üzerine çingene: «Çocuğumun hastalığına yanmam, ta“ biatı değişecek, ona yaniyorum.» de- miş. Ben de yatağımın etrafında per- vaneler gibi dönen Mebrurenin elinde âdeta şımarık bir çocuk olmuştum. Mebrure de bu şimarık çocuğn büyük bir zevk içinde yardim ediyor, onun her istediğini yapıyordu. Hele hastalığım hafiflediği zaman- lar artık rahatıma hiç diyecek yoktu. Hafif tertip öteberi yemeğe de başla- mıştım. Mebrure temiz bir tepsi için. de, buram buram dumanı tüten, kenas rında yarım, sulu bir limonla tavuk suyu getiriyor, kar gibi kolalı peçete. yi önüme seriyordu. Şimarıklığım büsbütün arttığı za- | man çorbamı içmekte nazlanıyordum. O zaman Mebrüre: Xooo olmaz... Vücuddan dü- şeceksiniz... diye kaşıkla çorbayı ağzı- ma veriyordu. Bekârlık zamanımda benim için ta- hammül edilmez bir işkence olanbu hastalığı şimdi etrafımda dönen bu temiz yüzlü, çocuk bakışlı genç kız âdeta bir zevk haline getirmişti Kaşık kaşık ağzıma verilen çorba, buram bu- ram dumanı tüten açık renk ıhlamur, pamuk gibi yumuşak tülbend mendil- ler, arkama sıkıştırılan kuş tüyü yas- tıklar, yatağımın baş ucunda tatlı bir sesin roman okuması, bütün bun- lar bana hastalığın ateşini bile unut- turuyordu. Şimdiye kadar pek uzun geçen be- kârlık hayatımda çok defa nezle ol- muştum. Fakat şimdiye kadar hiç böyle bir itina görmemiştim. Demek hayatta böyle rahat rahat hasta ol- mak imkânı da vardı. Kendi kendime: «Tevekkeli değil... Şu evliler az kur- naz İnsan değillermiş... İşin rahatını keşfetmişler.» diyordum. Hastalıktan kalkınca ilk işim tey- zeme: — Teyze ben Mebrüre ile evlenece. gim... Demek oldu. Teyzem son derece memnun: — Çok iyi edersin... Hiç olmazsa şu serseri hayatından kurtulursun. dedi. Mebrure benim teklifimi saadet için. de karşıladı. İşle azizim ben saadeti. mi'bir bahar nezlesine borçluyum. Bir daha benim yanımda nezleye sövüp sâyma... Arkadaşım hikâyesini bitirmişti. Ben şiddetle hapşırdım. Arkasından: — Hay Allak müstakını versin! di- ye söylendim. Hikmet Feridun Es 0 e A e DALGA UZUNLUĞU zi 1639 m. o 133 Kes, > —— T.A G. 19T4im. 15195 Kes T.A P. 3170m. 9455 Kes, ANKARA RADYOSU Cuma 24/2/1909 TÜRKİYE SAATİLE 120: Program, 1238: 'Türk müziği - Pİ, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri, 13,10 - 14: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkm): 1 - Mow- sorgeky (Gopaki, 2 - Mainzer (Serenad), 3 - Nlemann (Vals Boston), 4 - Koester (Hind ninnisi), 5 - Solazzi (Aşk serens- dil, 8 - Strauss (Viyana ormanlarının efsanesi), 7 - Martin Uhi (Grinzinge bir daha gitmeliyim) (Vals), 8 - Fritz Köpp (Yaz akşamı) (Süit). 18,30: Program, 1830: Müzik (operet- ler - PL), 19: Konuşma (Tayyâreci konu- şuyor), 19,15: Türk müğiği (Fasıl heyeti: Perahnâk faslı), 20: Ajans, -meteoroloji haberleri, zirmat borsası (fiat), 20,15: Türk müziği: Çalanlar: Vecihe, Kemal Niyazi, Eşref Kadri, Cevdet Çağla, Okuyanlar: Müzeyyen Sonar, Mahmud Karındaş, 1 - Suzinik peşreri, 2 - Refik Manyas Suzi- nâk şarkı (Zevkin ne ise söyle), 3 - Arif bey Hicazkâr şarkı (Bir halet İle süzdü), 4 - Zeki Arif Suzlnâk şarkı (Sevdim se- vel), 5 - Osman Nihad kürdili hicazkâr garkı (Akşam güneşi), 8 - Cevdet Çağla Viyola taksimi, 7 - Sadeddin Kaynak mu- hayyer şarkı (Ne zaman görsem onu ayaklarım dolaşır), 8 - Sadeddin Kaymak türkü (Dağlar benim), 9 - Puls Kapancı türkü (Aman dağlar canım dağ- lar yavuktumu gören yok mu), 10 - (Si- nemde bir tutuşmuş yunmış öcak Ooi- saydın), 21: Memleket saat ayarı, 21: Konuşma (Haftalık spor faaliyetleri), €- ham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 2130: Müzik (Riyaseticümhur flarmönik orkestrası), Şef: Praotortus, 1 - L, Van Beethoven; Piyano için kon- serto, dö majör, Nr. 1, op. 15, Allegrocon brio, Largo, Rondo, Allegro, Solist: Per- hunde Erkin, 2 - Franz Sehubert; 1 inel senfoni, re majör, (1813 yazılmış) Adâ- glo - Allegro vivace, Andante, Menuetto » Trio, Allegro Vivace, 2230: Müzik (Opera Aaryaları - Pİ), 2245: Müzik (Oszband - Çigan) Lantoş orkestrası, 23,45 - 24: Son ajans haberleri ve yarınki program. e Avrupa istasyonları: Saat 20de Berlin 20 opera melodileri — Breslau 20,15 salon muzikssı — Viyana 20/0 piik — Bari 20,40 orkestra — Budap. 2030 opera — Londra 20 viyolonsel, 2020 hafif müzika — Nis 2030 salon muzi- kası — Reval 20 sanfon. konser — Sofya 2030 - 2320 Verdi'nin sAldas operası — Varşova 20 karışık muzika, v Sant 20 de * Königaberg 2119 karnşpk muzika — Leipzig 2110 - 2X4 Puccini'nin «Turandot» operası — Stuttg. 21,10 operet muzikası — Viyana 21,40 eğlenceli muzika Bari 21,15 Yunanca neşriyat — Droltviç 2120 dans — Lüksemburg 2140 hafi? muzika — Rad. Paris 21 karışık muziku Rad. Toülouse 21 hafif muzika, , Saat 22de Berlin 22,10 filim havaları — Hamburg 22,10 hafif muzika — Kolonya 22 isviçre konseri Münih 2220 orkesira — Grenoble, Paris P. T.'T. 2230 - 2430 or- kestra — Helsinki 2220 dans — Lille 2230 - 2430 konser — Lyon 2230 - 2430 orkestra — Milâno 22 - 24 sanfon. kon- ser — Roma 22 - 24 «Gece yarısı tengosü» öpereti — Sottens 21,15 «Kotuşum Rose opereti — Rad. Toulouse 2230 konser — Varşova 22,15 orkestra, Saat 23 de Münih 23,30 - 1 hafif muzika — Stutig. 2330 - 1 hafif muzika ve dans — Viyana 2330 şarkı ve keman — Diğer Alman is- tasyonları Königsbergden naklen 2330-1 dans — Drojtviç 2345 - 105 Amerikan muzikası — Helsinki 2430 - 2$ konser — Kolonya 2330 mandolin — Rad. Toulouse 23 salon muyikasi, di Deutschl, 8. 72474 2450 Beethoven'in 3 üncü senfonisi -— Viyana 24 - 1 gece muzikası ve dâns — Diğer Alman istas- yonları 1 e kadar evvelki programlarına devam — Büdap 24 çingene çalgısı — Kopenhag 24 - 150 dans — Londra 24,25 « 130 dans — Kovno 24 dans Rad. “Toulouse 24,15 hafif muzika — Berlin, Frankft., Oraz, Stutig. ve Viyana 1 - 4 ha- fif muzika — Rad. Paris 1 - 230 orkestra, İstediğiniz gibi BİR OTOM. 72701 Peli YAN İLAY LT zl di (41 "AKYAM dirati7eli İN TAYA ZE ela Iİ YMNARIMNA TARİHİ Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ ROMAN Tefrika, No, gğ Prens Keyük odasında dolaşırken birdenbire karşısına bir hayalet çıktı. Korktu, hançerini çekti — Pekâlâ. Barlan'a emir ver, he- men hazırlansın. Yanına iki bin atlı alsın, Dimitriyefe gitsin. Şi - Ting derhal Barlan'a hanın emrini tebliğ etti, Ve iki bin atlı İle Cesur general hemen yola çıktı. Keyük, Barlana gizlice şu emri de vermişti: «— Dimitriyefe varır varmaz, pren- $es Marinin izi üzerinde yürüyerek, O fettan kadını yakalayıp buraya getireceksin!» Barlan söz vermişti. Prens Viâdi- mirin güzel ve fettan karısını diri olarak yakalayıp (Saray) şehrine ge- tirecekti. Prens Keyükün maksadı. Mari ile Olgayı bir günde ve bir ağaç dalında astırarak idam etmekti. Rusyayı bu İki şeytanın elinden kurtaramadıkça ne Moğollar; ne de yerliler sükün ve rahat yüzü göremiyeceklerdi. '... Bir gece, prens Keyük oda- sında bir gölge gördü!... General Barlan iki bin atlı ile (Dimitriyef) e yardıma gitmişti, Ge- neral Barlanın gizli vazifelerinden biri de prenses (Mari) yi diri olarak yakalayıp Keyüke getirmekti, Vlâdimirin hortlâaması bütün Mo- golları fena halde sinirlendirmişti. Dön Kazaklarını yeniden ümide dü.: şüren bu hadise gün geçtikçe dilden dile ve kulaktan kulağa yayılıyordu. Volga boylarında dolaşan atlılar, yerlilerin «Yıldız şarkısını sik sık söylemeğe başladığını görüyor ve prense haber veriyorlardı. «Yıldız şarkısı» Don Kazaklarının ve Volga halkının ümid ve istiklâl şarkısıydı. Bunu yerliler, Şutka kuv- vetlendiği ve Moğollara meydan oku- duğu zaman söylemeğe başlamışlar, Şutka öldükten sonra bir daha ağız- larına almağa cösüret edememişlerdi. Ruslar ümide düştükçe Yıldız şar- kısını söylerlerdi. Yerlilerin bu tür- küsü şöyle başlardı: « Uzun ve karanlık gecelerin koynunda yürümeğe çalışan Şu yolcuya ışık veren bir yıldız yok mu? Başımızda dolaşan bu kara bulutlar ne zaman dağılacak?... Ve biz, evimiizn kapısını açık bi- rakıp yetacağımız güne ne z&- man kavuşacağız?» Prens Keyük, yerlilerin de Vlâdi- mir gibi hortlamağa istidad gösterdi- ğini anlayınca: — Bu türküyü söyliyenleri yakala- yıp zindana atsınlar. Diye emir vermişti. Prensin emrini Volganın her tarafında ilân ettiler, (Saray) şehrinin kalesi bir kaç gün içinde, yasak edilen türküyü söyle- mekte ısrar edenlerle dolmuştu. Timuçun ölümü, prenseş Marinin esrarengiz bir şekilde an kay- boluşu. ve nihayet imirlni dirilmesi halkı nasıl ümide düşürmüş ve valan aşkını âleşlemişse, bilhassa Timuçun çocuğunun Mari: tarafından boğulduğu halk arasında yayılınca, bu hâdise, bütün Rusyada, vatan aşkı- nın evlâd sevgisinden de yüksek ve kuvvetli olduğu kanmatini yaratmıştı. Keyük bu cereyanin önüne nasıl geğebilecekti? Volgaya köprüler kurup ordusunu bir yandan öbür yana geçirmeğe mu- vaffak olan Moğol akıncıları, acaba bu cereyan karşısında sarsılmadan, durabilecekler miydi? Keyük o gece odasında yalnızdı. Kalede hapsedilen yerlilere vereceği cezaların şeklini düşünüyordu Bu adamlar arasında kadınlar, ibtiyar lar ve çocuklar da vardı. Hattâ beş yaşında, bir kız çocuğuna da bu tür- küyü öğretmişlerdi Muhafızlar sokakta dolaşırken, bu çocuğun da sesini duymuşlar ve ihti- Jal şarkısı söylediğini anlıyarak ana- sı ve babasiyle birlikte yakalamışlar. dı; fakat çocuk yolda susmuyor, kale kapısından içeri girinelye kadar bu türküyü söylüyordu. Bu vakayı da Mo- gol prensine anlatmışlardı. Gece... Odasında yumruklarını a» karak: — Onlarda yasayan bu ruhu boğa Diye bağırırken, birden odanın bir köşesinde birdenbiro yükselen ve ha- reket eden bir gölge gördü.. Prensin gözleri kararmıştı. Kendi kendine güldü: — Ben ne zaman hiddetlensem, gö- züme hayaletler görünür. Babam da içtiği zaman böyle olurdu. Oturduğu sedire uzandı, Keyükün odâsının kapı dışında iki nöbetçi bek. Miyordu. Kapının üstünde kalın deri- den yapılmış büyük iki kanatlı bir perde vardı. Bazan bu perdenin Üze- rine bir kalın perde daha koyarlar ve kapıyı - dışardan ses çıkmasın diye « Keyükün ancak ihtiyar Şi - Ting girebilirdi. Ondan başka habersiz hiç kimse Har nın yanına girmeğe mezun değildi. Keyükün odası çok genişti. Sağ köşesinde yatağı, sol köşesinde ocağı, önde kapısı, arkada yüksek ve küçük bir penceresi olan bu odada çok defa yalnız yatardı. Keyükün kar rısı harem dairesinden dışarı çıkmaz- dı. Keyük karısını geceleri nadiren yanında alıkordu. O gece Keyükün gözüne görünen hayaletler, babasının sarhoş olduğu zaman gözüne görünen hayaletlerden miydi? Keyük, gölgenin yükseldiği ve hareket ettiği köşeye bakmak is- temiyordu. Baktıkça, gözüne bir ha- yaletten zi; insan şeklinde bir göl- genin yürüdüğü görünüyordu. İşte, bu gölge adım adım, yavaş yavaş prense doğru ilerliyordu. Keyükün asâbı birdenbire o kadar bozulmuştu ki, kapıdaki nöbetçileri çağırmak için, ne ağzını açabiliyor; ne de ellerini birbirine vurabiliyordu. Prensin odasına böyle gece yarım kim girebilirdi? Bahusus ki, biraz ön- ce Keyük, ihtiyar komutanile burada saatlerce başbaşa kalmış, konuşmuş- tu. O zaman odâda kimseler yoz Diye bağırdı ve gölgenin geldiği kö- şeye doğru atıldı. Ellerini biribirine vurarak kapıdaki perde nöbetçisini çağırdı ve hançerini çekti. Perdeler açıldı.. nöbetçinin biri içeri girdi. Keyük, gözüne görünen gölgenin birdenbire ortadan kaybolduğunu gö- rerek: — Odamda yübancı kimse var mı? Diye sordu. Nöbetçi şaşırdı, Etraf» na bakındı, — Bizim önümüzden şeytan bile izinsiz giremez, Dedi: Keyük sersem sersem nöbet- çinin yüzüne Bakarak itidalini topla- dı ve gülmeğe başladı: — Uyuklamışlım.. rüya görmüşüra, Haydi işine git. Diye mırıldandı. Nöbetçi yerlere eğilerek dönüp gitti.. kapıyı kapadı. Keyük tekrar yatağının kenarına geldi, Moğol prensi odasında ilkdefa böyle bir gölge gördüğü için, şüpheye düşmüştü. «Acaba silvirbazlar vasi tasile düşmanlar odamda beni teh- dide mi geldiler?» diyordu. Keyük o gece yatağında yalnız ra nı anlamıştı. Gözdelerinden çağırdı. Sungu, prensin yanına geldiği za- man, uykudan yeni uyanmışla, Genç kadın, Keyükin gözlerini dönmüş görünce şaşırdı. — Efendimiz neden bu kadar he- yecanlıdır? Diye sordu. Keyük gözdesine o ge- ceki kadar mültefit görünmemişti.. yanına sokuldu: — Bu gece içimde müthiş bir sr- kıntı var, Sungu! Seni yanımda gör- mek ve sesini duymak istedim. Genç kadının omuzunu, Sâçlarını okşadı: (Arkası var)