Naciye Bandırma yolile İzmirden İstanbula dönüyordu. - Genç kadın Bandırmadan vapura bindi. İzmirden beri devam eden tren .yolculuğunda epeyce başı ağırmıştı. Bunun için biraz deniz havası almak istiyordu. Vapura biner binmez kamarâsına kapanmadı, Güverteye çıktı. Harikulâde güzel bir yaz gecesi idi, Deniz çarşaf gibi idi. Genç kadın güvertenin parmaklık. Jarına dirseklerini dayadı. Bu güzel yaz gecesini, ay ışığını, denizi seyre daldı, Bir aralık kulağına birısık sesi çalındı. Etrafına baktı. Biraz ileride güverlenin üzerinde geniş adımlar. la dolaşan uzun boylu bir erkek göl- gesi farketti. Vapurda aşağı yukarı bütün yolcu- lar kamaralarına çekilip yattıkları halde bu uzun boylu adam -pek şair tabiatlı olacak ki- güvertede ıslık ça- larak dolaşıyor, arasıra duruyor, Na- ciye gibi gözlerini denize, yıldızlara dolu göğe dikijordu. Naciye biraz da vapurun burun ta rafına doğru gitmek istedi. İlerledi. Vapurun burun tarafına geldi. Biraz sonra arkasında bir ayak sesi işitti, Döndü, baktı. Güvertedeki uzun boy- lu yolcu idi. Elinde bir eşarp tutuyor- du: — Bunu düşürdünüz efendim... Hakikaten biraz evvel Naciye kol. tuğunun altına sıkıştırdığı eşarpı far- kında olmadan düşürmüştü Genç ka» pu — Teşekkür ederim... diyerek uzun boylu adamın elinden eşarpı aldı. Şim- di yanyana duruyorlardı. Genç adam lâf olsun diye: — Ne güzel gece değil mi efendim? dedi. Naciye cevap verdi: — Evet harikulâde... Bu esnada gökyüzünde bir yıldız kaydı, boşlukta kayboldu. Naciye gay- ri ihtiyari: — Gördünüz mü? dedi, yıldız kaydı. Genç adam gülümsedi: — Evet... İnsan böyle bir yıldızın kayışını seyrederken gönlünden ne murad geçirirse o mutlaka olurmuş... dedi. a Biraz durduktan sonra ilâve etti; — Ne yazık... Deği, yıldızın kayması o kadar çabuk oluyor ki, insan için- den bir murad geçiremiyor. Naciye şimdi yanındaki meçhul ada- ma daha dikkatle bakıyordu. Bu haki. katen yakışıklı bir erkekti, Gece 0 ka- dar aydınlıktı ki, genç kadın, yanında duran erkeğin yüzündeki bütün hat- ları seçiyordu. , Bir aralık genç adam bir sigara yaks tı. Sonra paketini Naciyeye uzatır. ken: — Bilmem içer misiniz? dedi, ucuz sigaradır... Vakıâ Naciye pek seyrek sigara içer- di. Fakat genç adamın: «En ucuz sigaradır» sözünden son- ra onun paketinden bir sigara alma. mağı ayıp gördü. Uzandı. Bir sigara aldı. Dudaklarına yerleştirdi. Meçhul adam hemen Naciyenin sigarasını yaktı. Naciye oldükça macera seven bir kadındı. Gecenin bu saatinde küçük bir vapurun güvertesinde denize kar. şı âdeta içinde bir macera hevesi uyan. mıştı. Bunun için meçhul adamla çene çal. makta hiç bir mahzur görmüyordu. Üstelik bu şair ruhlu bir insan olarak tasavvur ettiği erkeği de merak etme. ğe başlamıştı. Biraz sonra meçhul er. kek kendisini sadece «Mehmed» diye takdim etti. Naciye onunla konuştuk. tan sonra Mehmedi büsbütün merak etmeğe başlamıştı. Onda o kadar ga- rip bir hal vardı ki... Zaman zaman söylediği sözlerden derin bir yeis için. de yaşadığı anlaşılıyordu. Naciye âdeta küçük vapurda, gece yarısı güverte üstünde ras geldiği bu en — Sevmek ne kadar güzel şeydir... Dedi, hele sevebilmek imkânını bular bilenler için... Tuhaf şey... Mehmedin bu sözleri Naciyeyi düşündürmüştü. Genç adam için sevebilmek imkânı yok mu idi?.. Kamaralarına dönerken aralarında âdeta bir samimiyet başlamıştı. Sa- bahleyin erkenden vapur İstanbul U- manına girmişti. Fakat yolcular saat sekize dokuza doğru çıkacaklardı. Mehmedle Naciye geç yattıkları halde en erken kalkan gene onlardı. Naciye İstanbula geldiği için sevinç içindeydi. Halbuki Mehmedin yüzü sapsarı idi. Fakat Naciye onu bu Sâ- Tarmış yüzüle de çok güzel ve hülyalı buluyordu. İstanbula çıkarlarken genç kadın Mehmede adresini verdi, Ondan çok hoşlanmıştı. Fakat Mehmed adresi kâğıdı elinde mahzun mahzun genç kadının yüzü. ne bakıyordu. Nihayet: — Adresini pek kıymetli bir hatıra olarak saklıyacağım... Fakat sizi ziya. ret edeceğimi hiç ummuyorum... Dedi, Naciye hayretle sordu: — Sebep? — Belki buna imkân bulamıyaca- gım ondan... — Yoksa uzun bir seyahate mi çıka- caksınız. Mehmed başını önüne eğdi: — Onun gibi birşey... dedi. Naciye Mehmedden ayrıldıktan son- Ta: — Çok garip adam... Fakat pek zi- yade dikkate değer... Bilmece gibi bir erkek... Bu bilmecenin sırrını çözmeği pek isterdim... Diyordu. Aradan günler haftalar geçtiği hal- de Mehmedden hiç ses çıkmıyordu. Bir gün postacı Naciyenin evine bir mektup getirdi. Naciye zarfın üstüne bakınca şaşırdı. Çünkü mektubun üs- tünde İmralı Cezaevi yazıyordu. İm- ralıdan Naciyeye bir mektup?... Ne münasebet?, Genç kadın mektubu açtı, oku- mağa başladı: «Bu mektubu aldığınız zaman kim- bilir ne kadar hayret edeceksinizdir. Bu satırları size vapurda, gece yarısı güvertede konuştuğunuz Mehmed İm- ralı adasından yazıyor. Evet ben bir katilim!... Fakat bu. gün vicdan azabı içinde yaşıyan ve çok pişman olmuş bir vaziyette bulu- nan bir mücrim... Kabahatımın kefa- retini İmrlaı adasında ödüyorum. Bundan bir müddet evvel benim günden güne ıslâh olduğumu gören hapishane idarecileri bir tecrübe yap- mağa karar vermişler. Beni yalnız ola« rak Edirne hapishanesine gönderme. ği düşünmüşler... Yalnız ve jandarma- &iz olarak... İmralıdan Bandırmaya motörle gel- miş, İstanbula gidecek olan vapura binmiştim. O gece hürriyetin bütün zevkini çıkarmak için saatlerce güver- tede dolaştım durdum. İşte bu esna» da size ras geldim. Üç senelik bir ha- pishane hayatından sonra ilk konuş- tuğum kadın sizdiniz. Ertesi günü ba- na adresinizi verdiğiniz zaman ne de- rin bir yöise düştüğümü herhalde fark etmişsinizdir. İstanbuldan oEdirneye gittim. Orada bir gece kaldıktan son- ra tekrar jandarmasız olarak İmralı. ya döndüm. Yeni hapishanecilik tec- rübesi bu suretle iyi netice vermişti. Şimdi sizi niçin rahatsiz edememek mecburiyetinde olduğumu anlıyorsu- nuz değil mi? Herhalde bir gün ziyaretinize gel- mek isterim, Lâkin bunun için biraz beklemek lâzım... Tam 11 sene 3 ay ve 'Tgün sonra tahliye edileceğim... Eğer kim olduğumu öğrendikten sonra da gene kapınızı bana açarsanız ziyare. tinizde bulunmak benim için büyük bir şereftir.» Hikmet Feridun Es 1 — Mutlaka, 2 — Dinlenme - Döşek. 3 — Vegüne - Vilâyet. 4 — İstikbal - Trakyada bir vilâyet, 8 — Hayvan gıdası - Bir kâğıd oyunu. 6 — Kovuk - Yemek kabı. 7 — Lisan - Keder. 8 — Kira - Donuk. 9 — Derinleştirmeler - Güzel sanat. 10 — Zarif - Baba, Yukarıdan aşağı: 1 — Cesur delikanlı, 2 — İzabe eden - Ruh. 3 — Herkesin girmesi memnu olan yer - Bir oyun âleti, 4 — Sun! edatı - İnece ve dar tahta çubuk. $ — Bir erkek ismi - Beyan edatı. 8 — Tersi sahra olur - Meyva kurusu. T — Bir şeyin doğrusu. 8 — Beygir - Sayı. 9 — Melün - 60 dakika, 10 — Eski Mısır kraliçelerinden, Geçen bulmacamızın balli Soldan sağa: 1 — Dalavere, 2 — Adilâne, Ek, $— Lâz, Hamile, 4 — Bald, Mi, 5 — Asor, İmâme, 6 — 8 — Rahne, Atak, 9 — Ama, Musevi, 10 — Nankin, Naz. Yukardan aşağı: 1 — Dalgakıran, 2 — Ada, Susama, 3 — Lizbon, Han, 4 — Al, Artan, 5 — VâhlI, Cemi, 6 — Enadice, Un, 7 — Rem, Milâz, 8 — İlâveten, 9 — Etim, Cava, 10 — Ekele, İkiz. ROMATİZMA LUMBAGO SİYATİK meçhul adamı bir roman kahrama, | UMMAN SANMMAMN Kyiy Siyüyaya Meya KAyAyAy NEVROZİN nına benzetiyordu. Mehmed bir aralık etrafına baka rak: — Hayat ne güzel... Dedi sonra de- rin derin nefes aldı. Gecenin ve denizin güzelliği onlara kamaralarına dönmeği hatırlatmıyon du bile... Bunun için yanyana, uzun uzun konuştular, Güverte üzerinde do. laştılar. Hattâ bir aralık aşktan bile bahset tiler. Genç adam içinde varmış gibi; Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün gizli bir 4“ | smmm sam İcabında günde 3 kaşe alınabilir. giyüiy gayi ağrılarinizi derhal keser, t, Civ, 7 — 1s, Aceleci, | TURAKINA a EN KN TARİHİ ROMAN Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ Tefrika No, 55 Prenses Mari bir gün meydana çıktı ve kocasının öcünü almak için Moğol sarayına girmeğe muvaffak oldu Sözü bir uğultu halinde kulakla. rmda çınlıyordu. Timuç bir aralık karısını gözünün önüne getirdi... Onun, ayrılırken söy- lediği sözleri tekrar hatırladı. — Başka bir kadına gönül verir- sem, 'Tanrı beni düşman eline esir düşürecek... Diye mırıldandı. Sonra birden gö- zünün önündeki hayalet değişti. O şimdi prenses Mariyi görüyordu. Uzun ince boyu, tatlı bakışlarile o ne cazibeli bir kadındı! Timuç onu tamam dokuz ay, gece karanlığında yerden gökteki yıldızlara bakan bir yolcu gibi seyretmişti. — Acaba, prens Vlâdimir gerçek- ten öldü mü? Eğer öldüyse, Mariyi başkasına kaptırmak budalalık olur, Diye söylendi ve yatağına uzandı. . d «Kocam attan düşerek öldü..» Bir sabah, iki Moğol atlısı koşarak şehre geldi. Atlılardan birinin arka- sında genç bir kadın vardı. Timuç bu kadını görünce tanıdı: — Prenses Mari, sen nerede idin?... Diye bağırdı. Güzel prenses, Timuçun ayakları- na kapandı: —Kocam, attan düşerek öldü. Ben bir köyde hasta yatıyordum. Moğol atlılarını uzaktan görünce çağırdım, onlara teslim oldum. 'Timuç sevindi. Mariyi saraya aldı. Moğollar Vlâdimirin cesedini ari- yorlardı. Mari: — O günlerde şiddetli ve sürekli kar yağıyordu. Cesedi karların al | tında kalmıştır. Yaz gelince kemik- ; lerini bulursunuz! Dedi. Timuç bu sözlere inandı. Marinin dedikleri pek te mânasız de- gildi. Kar altında kalan cesedi bu- lup çıkarmak imkânsızdı. 'Timuç, Viâdimirin ölümünü bir atlı ile Şi Ting'e bildirdi. 'Timuç, Şi - Ting'e yazdığı mektup- ta Vlâdimirden bahsederken şöyle diyordu: «Dimitriyef “ve havalisinde bundan sonra asırlarca hiç bir Rus baş kaldıramaz. Vlâdimir saltanat peşinde koşan haris bir prensti. Karısı esir olarak elimize düştü. Vlâdimirin ço- cuğu yoktur. Aradan yıllar ge- çince, intikam hisleri de omun- lâ beraber ölüp gidecek...» Gerçek, Vlâdimirin çocuğu yoktu. Fakat, Timuç düşünmüyordu ki, Mo- gollardan intikam almak için Vlâdi- mirin çocuğundan önce ortada - is- tiklâl aşkiyle yaşayan « koskoca bir Rus milleti vardı, Vlâdimir öldüyse, başka eyaletlerde yaşayan Rus prens- lerinin günün birinde baş kaldırmı- yacağını kim temin edebilirdi? Kal dı ki, Vlâdimirin ölümü hakkında verilen malümat ta prensesin sözle. rinden ibaretti. Vlâdimirin öldüğünü gören ve bilen yoktu. Bir kaç köylü, Marinin sözlerini doğrulamışsa da, bu sözlere de, Mariyi kurtarmaktan veyâ Moğolları şâşırtmaktan başka bir mâna verilebilir miydi? * Timuç, canını Mariye teslim ede. cek kadar akılsız bir adam değildi. Mari kendi sarayında serbes yaşıyor- du. Fakat, peşinde bir çok gözcüler, hafiyeler dolaşıyordu. Moğol zabitlerinden biri, Timuça: — Ben, bu kadının bakışlarını be- genmiyorum. Günün birinde sizden intikam âlmağa okalkışacağından şüphe ediyorum. Demişti. Timuç, Moğol zebitinin sözlerini kulak ardına atmadı. Mari- nin peşindeki gözcüleri sıkıştırmağa başladı. Moğol komutanı, prenses Mari- yi » günler geçtikçe - seviyor, onunla sık sık başbaşa kalmak, konuşmak istiyordu. Timuç bir akşam prensesi yanına — Dimitriyefte akrabandan kim. 88 yok mu? Diye sordu. Mari: « — Hayır, dedi, burada kimsem yoktur. Annem ve halam Grandüküğ yanındadırlar. — Onları özlemedin mi? — Hayır. Çünkü onlardan şimdi. ye kadar hiç bir iyilik görmedim. Za» ten Vlâdimirle evlenmeme de onlar mâni olmak istemişlerdi. — Vlâdim!iri onlara tercih ettiğine bakılırsa, kocanı onlardan çok sevi yordun demek... — Şüphesiz. Akıllı bir kadın, ko casını kendi akrabasından fazla 86 ver. — Vlâdimirin çocuğu neden ok madı? — İki defa doğurdum, yaşamadı. Falcılar, üçüncü çocuğumu yaşaya- cağını söylemişlerdi. Timuç, prensesin yüzüne bakarak güldü: — Burada oturmak mı İstersin, yoksa (Saray) şebrine gitmek mi?... — Burada doğdum, burada büyü. düm... Burada kalmayı tercih eğe rim, — Seni esir aldığımızı Şi - Ting'e yazdım, Eğer oraya gitmeni isterse... — Beni burada alıkoymak sizin elinizdedir! Ben, doğduğum ve bü- yüdüğüm yerde ölmek isterim. — Ben burada kaldıkça seni koru- yabilirim. Fakat, Dimitriyefte uzun müddet kalacağımı tahmin elmiyo- rum. Yarın başka bir yere gider Mari, Moğol komutanının sözünü kesti: — Esir bir kadın, zaten ölmüş de. mektir. Siz buradan giderken, beni de sarayın bahçesindeki alle mezar lığına gömersini; 8 Prens Vlâdimir bir köy evinde... «Dimitriyef» in yirmi kilometre şarkında küçük bir Rus köyünde... Prens Vlâdimir, eski uşaklarından birinin evinde, Dışarıda fırtına var, Boğucu bir ti- pi, küçük kulübenin çatısını kopara- cak gibi uğulduyor. Prens Vlâdimir uşağile konuşuyor” —- Senden gördüğüm iyiliği ölün- ceye kadar unutmıyacağım, Anton- yo! Seni sarayımdan koğduğum gün « şimdi hatırlıyorum - çok hid- detliydim. Gözüm dönmüştü, bir şey görmüyordum. Haksız olduğumu şimdi anlıyorum. O zamandanberi bu köyde mi oturuyorsun? — Evet prensim! Ben zaten burt- hıyım. Dimitriyeften ayrılınca burâ- ya gelmiştim. — Karın, çocukların, kimsen yok mu? — Bir kızım vardı, onu da Moğol- lar (Saray) 4 götürmüşler. — Esir mi orada? — Hayır. Bir Moğol zabitinin kar a imiş. — Zavallı kız, çok talihsizmiş... Ya karın?... O nerede? — Köye döndüğüm zaman hasta idi. Geçen yıl öldü. Ben yalnız kak dım. Vlâdimir bir müddet sustu, Sonra birden başını kaldırarak bağırdı: — Moğollar beni öldü sanıyorlar, Budalalar! Viâdimir ecdadının öcü- nü almadan ölür mü? — Prensesin yakında döneceğini umuyor musunuz? — ©, belki de hiç dönmiyecek, Antonyo! Fakat, yakında Timuçun öldüğünü duyacağız. Eğer onu ge berttikten sonra, talihi yardım eder de kaçabilirse, işte o zaman karım Mariye (Meryem) 6 tapar gibi tapas cağım. — Hakkınız var, prensim! Ona yak nız siz değil, bütün Rusya tapacal- tır. Timuçun ölümü, Dimitriyefin Mpğol istilâsından kurtuluşunu ha- zırlıyacaktır, (Arkası var)