Anadolu Hisarından Jan Kuzguncuğa ! Beki adı (Güzelhisar) olan Anado- Tahisarını yıldırım Beyazıt yaptır mış. Hâlâ duran, sık ve alçak pence- reli, kârı kadim Köprülüler yalısına büyük tarihi kıymet biçiliyor. İleri“ sindeki deniz kıyısından dağ tepesi- ne kadar sed sed, bölük bölük, girdili çıktılı kâşaneyi frenklerden bilmem hangi bir kont kurdurmuş. Sonra da rivayete göre, bir gönül işinden dolayı müslüman olmuş Göksu, iki deredir: Anadoluhisarr nın yanındaki Büyük Göksu; Kandil. Hi tarafındaki Küçük Göksu; daha doğrusu Küçüksu, Aralarında çayırlar, çimenler, uza“ rap giden vadiler; yüz yıllar görmüş öğütler, selviler; bahçeler, sağa sola şaşınıyarak, doğru dürüst, düzgün düzgün gider; halbuki asıl Göksü oynaktır; kaç yer- de kıvrım ayrım kıvrılır, dönemeçles rine çamurlar yığar, | | rak, ala alaheylerle gidip gelenler da | Bunlardan da saksılar, testiler, gıf- | gırlar, Muharremiyelik toprak kupa» ! lar (1) yapılır, kapış kapış kapışılır- dı. Dilaltı çıkarılacak derece sıcak bir yaz günü pencerenin önüne Göksu testicağızını koy; yarım saatçik geçer geçmez, bardak bardak iç, dişlerin donsun, Mübarekler o zamanın âdeta frijiderle Bu da yemyeşil ağaçlar, incirler, sazlar, kamışlar, Gerideki İçgöksu ve Barut- hane çayırları da zümrüt gibi... Göksu, Istanbulun en şahane, en saltanatlı, en kibar mesiresiydi, Fi ta- rihinde koca kavuklu padişahlar ta- şınıp dururlarmış. Onlar ayaklarını çekmişler, şehzadelere, sultanlara, vüzera takımlarına sıra gelmiş... nebi eiçilerden, lordlardan da gi #yoğlu zenginleri, tatlısu de eksik değil,., Cuma ve pazarları mahşerorasi... — Seyrangâhın en şatafatlı günleri ülâziz devrindeymiş. Hanedana mensupların altlarında altın yaldız- lara bulanmış futalar, kayıklar, Kü- reklerde pembezar gömlekli, sırmalı camadanlı, sakız gibi şalvarlı hamla- cılar Necabetpenahların kravatlarında, gömlek yenlerinde, parmaklarında pırlantalar, zümrütler, yakutlar... Zıllâllâhtan gayrisine sakal yasak ol- 'duğundan, başlarında veliaht, kâffe- si matruş, hepsinde kat kat pudra, buram buram lavanta... Aliyyetüşşanların papazi yaşmak- ları altında da tek taş küpeler, dekol- te göğüslerinde salkım saçak gerdan- Tıklar, bileklerinde ışıl ışıl bilezikler. Peşlerinde fingir fingir saraylılar ve böbrek dudaklı harem ağaları... Vükelâ aileleri de cafcaftan yana aşağı yukarı o ayar. Yaşmak ferace- ler, pek alafrangalarda kaşpusiyerler. Bu dekorun ve artistlerinin. hayli kavşamış halineyetişen - Piyer Loti, özene bezene birçok parlak sahifeler kalme almıştır. Küçüksu çayırı da dopdolu. Mermer | kasır evvelce ahşapmış. Üçüncü Selim tamir ettirirken, çeşmeyi de ilâve et- miş, Yeni baştan yaplıran Abdülme- | cid Toplarönü denilen mahalden kar- şıya kablo geçtiği için, buralarda oya- Janmak memnu idi, Göksunun misiri, Patlicanı, panayırı da meşhurdu. Pa- nayırın son günü, anane mucibince, rumi ll ağustostaki (Evveli faslı ha- rife), yani Kestane kurusu fırtınası- na tesadüf edecek. Perşembeden baş- lar, pazara kadar dört güp sürerdi. Çayırlar, çimenler, kırlar büsbütün pıtrak, Bu sefer her zamanki küllü çöreklerden maada, başka tabakalar da mevcud. Beyoğlunun, Tatavlanın, Fenerin, Arnavutköyünün, Yenikö- yün Rumları; palikaryalar, kokonar lar. İstanbulun kaç bucağının da efendileri, umuzdaşları, hanımları, €v tavukları.., Bir tarafta lâtarmalar, mandolin- ler, gitarâlarla hora tepenler; kadril, polka oyniyanlar, Bir tarafta zurna Ve çiftenâralarla ikiteliye kalkan lar... Mustafa ve şürekâsının (Göksu tuğla ve kiremit fabrikası) ha işliyen dekovilin küçücük vagonlarına dola- kırdak derenin kenarlarında i | daha beride, Hamamcı sayısız. Bu müessese gittiyse yerine. dahâ Alâları türedi. Güzergâhta mektep ve gençlik arkadaşımız 'bây Kâzımın, dostumuz Mehmed ve Abdullah bay- | ların işletttikleri, yüzlerce amele ça- lışan ip, halat ve kendir imalâthane- ler! var ki yabancı matahların ağzına ot tıkamış, memleketimizin yüzünü güldürmüştür. Havalide sayfiyeleri bulunan 8CÇ- kin kimseler de vardı: En başlıcaları Yenimahallede Makamı vâlâyı askeri dairesi reisi, tarihnüvis Girildi Muh- tar efendi; Teftişi askeri komisyonu Azasından ferik İshak Cevdet paşa; Ayşe hanım zade Rifat bey... Kandilliye, elli, altmış sene evveli- ne kadar (Kandillibahçe) denirmiş. Ravan kalesini zaptedip gelen dör- Güncü Murad, şehzadelerden birinin doğşu münasebetile burada yedi gece kandil yaktırmış. Bir kavle göre, İs- min gelişatı bu cihetten... Diğer kav- le göre de, padişahlar tenezzühe çıkıp yukarı Boğazda akşamladıktan şon- Tü dönerlermiş. Sırtlârda bir papaz Otururmuş, Yaranmak için bahçesini kandillerle dönatırmış, Kandilli akıntısı, Boğazın en çetin akıntılarından biridir. Yamaçtaki bü- yük bina Mısırlı Mustafa Fazıl paşa yapısı, sonra Cemile sultan sarayı, şimdi de kız llsesidir. Buraya hayli ecanib yerleşmişti. 50, 60 hane tahmin ederlerdi. Bilhas- sa İngilizlerden Vatson, Fransızlardan Glavani aileler; hukukşinas ve Meşru- tiyetin lik senelerinde Adliye müşavir- | liği eden kont Oslrorog ve saire.. Sâdrı esbak Kıbrısli Mehmed paşa yalısı da nihayette. Damadı ferik Mustafa paşa ve ailesi otururlardı. Kerimeleri çok asil ve münevver, mahtumları pek yakışılkı, uyanık ve monden gençlerdi, Her semtin kendine has bir şeyi mevcud ya, Kandillinin de'yazmala Tı; yani yemenileri, yorgan yüzleri, çevreleri,.. Bir de midyeleri, Hallçte- Xi gemilerin diblerine, köprülerin du- balarına yapışıp sem almışlarla kabili kıyas değil, Hemen dolmasını, salma- sını, pilâkisini yap, âfiyetle yut... Vaniköy, dördüncü Mehmedin Sul- tani şeyhi ve şehzadeler hocası Vanlı (Vani) efendinin ismin! taşıyor. Hün- kâr efendi, oraları hazrete bahşedi- vermiş. Zatı şerif te cami ve çeşme yaptırmış. Bunlara vakıf olsun diye 17 bab akar çıkıverdikten sonra kendi- sine de bir sahilhane kurdurmuş. İcadiye tepesi deniz yüzünden 130 metre yüksektir. 30 sene &vveline ka» dar yangınlarda buradan yei pare ” top gürletilir, akibinde Galata ve Be- yant kuleleri gündüz sepetler, gece fenerler çeker (2), kırmızı ceketli, eli harbili köşlüler mahallelere dağılırdı; geceyse bekçiler bangır bangır baği- rırdı. Bu nöbetçi kulesi birçok ilâvelerle Rasadhane haline sokuldu, Fatin efendi hocamızın karargâhı oldu. Vaniköyünde de kalburun üstüne gelenler vardi: Rüsumat emini Nazif paşa; Viyana sefiri Mahmud Nedim MEy..; Kuleli askeri lisesinin bulunduğu | Cami, mevkie Kulelibahçe derlermiş. Lise binasının cemaziyülevveli ikinci Mah- mud zamanında yapılan ahşap süva» ri kışlası... Kâgire tahvil eden Ab- dülâziz. Sonra Harbiye idadisi şekline giriyor; 311 senesinde de yanına bir Hâve çıkılıyor. Çengelköyünde gemi çapaları ya- pılırmış. Köyün çengelliğini bu sebe- be atfedenler olduğu gibi, İstanbul fethinde burada gayet aykırı bir ge- mi demiri görülmesine isnad edenler de var, Buranın toprağı münbitliği, fev- kalâde fide ve möyva çubukları yetiş- | tirmesile ün almıştı, Bağ, bahçe me- raklıları dillerinden düşürmezler, yo- lun çapraşıklığına bakmıyarak boyu- na taşmıp dururlardı... Geriler sıva- maca bostan ve yemişlikti. Semtin kodamanları da şunlar: Ka- ra sultan Vahdeddin; Abdülhamidin kaynatası miralay Çerkez Elbus bey... Kara'nın köşkü evvelce Köçeoğlu Ağop efendinin miş. Abdülmecid bir iki kere kudum buyurunca naçizane bedii edivermiş.. o büyiciteyind bangi beylerbeyi idüğünü bir türlü keşfedemedim... birinci Abdülhamidindir, Kâbeyi yadettirir, dilcu mekân oldu hele Mabedi matbu ve nevbünyadı “ Abdülhamid den anlaşılacağı üzere 1192 de yapıl- mış. Oğlu ikinci Mahmud bir minare- sine bir tane daha katmış. Beylerbeyi sarayını 1865 te yaptı- ran Abdülâzizdir. Fransa imparato- riçesi Öjeni, Avusturya imparatoru Fransua Jozef, İran şahı Nasreddin, “Karadağ kralı Nikita ve 1878 de Mos- kof orduları başkumandanı ölarak Ayastafanosa gelen grandük Nikola burada mihman edilmişlerdi. Niha- yet te Abdülhamidin son nefesini ver- diği yerdir, Bedevi tekkesi şeyhi Seyid efendi rahmetli eli öpülen, hayır duası İste- nen pek mübârek zatlardandı. Etraf- ta hatırlı kimesneler de çok: Esbak Mısır hidiyi İsmail paşanın kızı pren- ses Fatma hanım; Maarif Nazırı Ha- şim paşa; İstinaf mahkemesi relsi Arif bey; Meclisi tedkikatı şer'iye başkü- tibi kazasker Mehmed Cemil molla; Zekiye sultanın kâtibi, Şürayı devlet âzasından Osman Saib bey... Kuzguncukta Baba isminde bir devletli otururmuş. İsmin menşei 6 zat... Kuzguncuk, bugünebugün de Ba- lat, Hasköy, Ortaköy gibi en koyu Musevi semtlerinden biridir. Frenk tepesinin kuşbakışlığına, şairane man zarasına eş bulunmaz. Büyük ve küçük Çamlıcalardaki yüksek aileler, Mısırhlar, Tunuslular, Sık sık buraya gelirler, Boğazın sula- rını, Eyüp semtlerindeki grupları te- maşa ederlerdi. Sermed Muhair Alus (1) Peygümberimizin torunu hazreti Hüseyinin Kerbelâ'da uğradığı faciadan dolayı eskiler muharremin on gününde suyu cam ve şeffaf bardaklardan işmez- derdi. (2) İstanbul içi olursa dört sepet veya fener; harlçi ie iki, Bir yazdı. Adada oldu bir düğün, Çamlıklar inledi üç gece, üç gün: Peri masalından hiç yoktu farkı, Ziyafet, Eğlence, Kahkaha, Şarkı, İçkiler içildi, yemek yenildi, Fazla zevkedildi, çok eğlerildi. Sevimli kızidır «Filiz» bu şehrin; Gözleri: Akışı bir yeşil nehirin; Dudağı: Alevin aksedişidir, En güzel inciler: Onun dişidir, Derisi beyazdır, saçları kızıl Adada evlendi bu kız geçen yıl, İ Bütün genç kızlarda birer eş bulsun, Darısı onların başına olsun. eğ Fiülizin tamam dört âşığı vardı; Dördü de gizlice ona yalvardı Göz yaşı döktüler evlenm için, Çırpındı aylarca kalbi dört gencin; Filizse onlara vermiyordu yüz. Bu gençler köşkteydi gece ve gündüz: Dördü de akraba oğullarıydı. Birinci: Papatya gibi sarıyı, O altın saçları alnının süs genişti göğsü. : Esmerdi, ufak tefekti, Sevimli bir gençti, kara böcekti, Üçüncü: Bir zenci gibi simsiyah, Mısırlı, Bağdadlı denilse mübah, Derisi yanıktı, saçı kıvırcık. Dördüncü: Sporcu. Göğüs, kol açık, Gözleri gök'elâ olan bir kumral Okumuş. Neşeli. Nazik ve uysal. İşte biz tanıdık bu-dört rakibi, Israrın, takibin gelmiyor sonu. Hangisi kazandı, bilmeli onu?... g5 Bir çiçek, dört böcek toplandı bir gün, O geniş balkonu tenhadı köşkün, Akşamdı; oturdu hepsi bir yana. Güzel kız dedi ki; — Anlatın bana: Olur ya, meselâ sevseniz bir kız Nasıl aşkınzı anlatırsınız?,.. Aşıklar şaşırdı; mevzu mühimdi, Nasıl hoş bir cevap bulmalı şimdi?... Dördü de bir lâhza geldi göz göze. Nihâyet birinci başladı söze, Dedi ki: — Rasgele sevmemi herkesi, Dinlerim içimden yükselen sesi: O, eğer kalbimde iz hraktıysa, Aşk denen ateşle beni yaktıysa, Gönlümü veririm artık ölesi: Ömrümce kalırım onun kölesi, Beverim, Sözünü keserek Filiz, Gülmüştü: — Bunları biz de biliriz Esiri olursun... Malüm bir fasıl... Sen ilân edersin aşkını nasil?.. Bize bu Jâzımdır!., — Böyleyim, peki: Aşkımı anlatmak lâzım madem ki, Veririm s#ervelim varsa ne kadari... Derim ki: Kalbim de hattâ senindir, Onu da kabul et, beni sevindir!... Kız güldü. İkinci gencindi nöbet, Başladı; .— Severim ben ilelebet, Yüreğimde yanar aşk için için. Bu kıza gönlünü anlatmak ii Kendimi atarım tehlikelere: Meselâ giderim uzak bir yere: Ki vardır orada vahşi hay ranlar... Pusuda beklerim.. gelir aslanlar Onların vururum en korkuncunu!.. Derim: «Dudağının kızıl ucunu «Sevgilim; bir kere öpeyim diye, «Ben bunu getirdim sana hediye!..u Kız güldü. Üçüncü gencindi sıra, — Kalbimde sızlar bu yara, Ve düşmez dilimden bir lâhza adı, © Çalarım ben ona Şu se O anlar,.. Üçüncü kalktı 7 Az sonra duyuldu sesi derinden: Bitişik salonda piyano vardi, Çaldığı şu beste balkonu sardı: De ni saya saya Başladım ağlamayı. Ben görmeğe raziyım Yüzünü aydan ayt. Dünyanın güzelleri Karşında öper yeri, Sana bu ismi ver Hilkalin şahe: Ya, gel seni göreyim, Muradima ereyim Ya, bastığın topr Kapanıp can vereyim, Bak sağım boş, solum boş, Durağım boş, yolum boş. Kız güldü. Dördüncü gence döne! Dedi ki: — Senin de söy Fakat o di Bu garip süküte şaşı Ansızın doğrulup 3 Dedi ki; — Kızı Gönlünü anl Ve fırsat vermeden bir Jâhza bile, Sevdiği genç kızdan bir buse aldı, Fibzle üç rakip hayrette kaldı. Kız dedi: — Farz oldu varmka bu gence: Kendini birine okşatan bence Bir başka erkekle evlenmemeli!... Sustular. Genç kızın buydu emeli, Böylece sevdiği adama vardı, Düğünün neşesi Adayı sardı. Gekoslovakyana kanlı br vaka (Baş tarafı 6 ncı sahifede) tekerleklerin altından çıkardılar. Sü. ratle, civar hastanelerinden birine gü- türdüler. Fakst doktorlar, kızın ölü- münü tesbit etmekten başka birşey yapamadılar. Zabıta memurları, kin el çantasında erinin adresini bulmuş- Jardı, Annesine bu felâketli haberi ver. me kiçin evine gittiler. Evin kapısını çaldılar. Fakat içeriden hiç bir cevap âlamayınca, madam Yohannanın ba- ğına da bir felâket gelmiş olmasından korkarak kapıyı bir cilingire açtır lar, İçeriye girince Lidyanın annesini de yatağında kalb sektesinden ölmüş, kızına hitaben bırakılmış bu mektu- bu buldular. Mektup şudur: «Sevgili yavrum Lidya! Öleceği anlıyorum. Beni ebediyen kaybetti, den dolayı kalbin üzülmesin, Ernest seni seviyor, bahtiyar olunuz, “serin saadetin, benim muztarip ruhuma bis raz teselli serpecek, Seni şefkatle öper ve Tanrıya emanet ederim.» İmza: Bedbaht annen Zavallı Lidya ile annesinin cenâze- #i, büyük bir alayla kaldınimış ve müşterek bir mezara gömülmüşlür. KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de İş ve işçi bulmak için istifade ediniz! ml