Sinemadan çıktılar. Ondan sonra bir pastahaneye girdiler. Geç vakte kadar orada oturdular, Evlerine dön- mek için dışarı çıktıkları zaman ha- İifçe yağmur serpiyordu, Dehşetli s0- ğZuk vardı, Deniz kenarında bir evde oturuyorlardı. Etrafta başka komşu- Yari filân da yoktu. Oturdukları yer, tek başına bir yalı idi. Çok mühkem bir şeydi. Etrafı kale gibi duvarlarla çevrilmişti. Lâkin evin demir kapısı gayet güç açılırdı. Yolda karı koca havadan sudan bahsediyorlardı. Bir aralık Ahmed, karısı Ferhundeye: — Aman, dedi, anahtar yanında değil mi? Bilirsin ya bizimevin kapısı akşi şeydir. Anahtarı bir unutursan sokakta kaldığımızın resmidir. Ferhun hemen çantasını açtı. İçini araştırdı, Anahtarı buldu. — Oh aman buldum, meraktan kurtuldum... deği. Ya anahtarı kay- betmiş olsaydık?... Artık anahtar blunduktan sonra İşi alaya döktüler. Ahmed: — Ne olurdu? Eğer anahtarı buk mamiş olsaydık Kerimlere misafir olurduk. dedi. Kerimler onların ahbabı idiler, Fer- hunde kocasının bu sözü üzerine: — Ne? dedi, Kerimlere mi misafir olurduk? Gecenin bu saatinden son- Ta Kerimlere gidilir mi? Ben kendi hesabıma dünyada gitmem... — Ne yaparsın ya?.. — Hiç. Ya bir otele giderdik, ya- hud evin kapısı önünde sabahı bek- lerdik, Ahmed gülerek: — Zor bir parça... Sabaha kadar €vin kapısı önünde beklemek kolay mı? — Vallahi beklerdim... Zaten saat İki... Beş saat kapının önünde pinek- ler dururdum. Saat yedide de 'her taraf açılıyor. Nasıl olsa o vakte ka- dar bir çilingir filân bulurduk... Ahmed karısı Ferhundanin ne ka- dar rahatına düşkün bir insan oldü- Bunu bilirdi. Bunun için genç kadı- nm: «Ne olur, evin kapısında bekler- dim..> demesine sinirlenmişti. — Ferhundaâ... Niçin böyle olm Yacak şeyler söylersin?... Hiç sen sa- baha kadar evin kapısı önünde bek- lemek gibi müdhiş bir rahatsızlığa katlanabilir misin? Sende o mukave- met nerede? — Bak, şunun söylediği lâkırdıya bak... Ben o derece mukavemetsiz bir kadın mıyım... Pekâlâ evin kapısında Şilingirlerin açılacağı saate kadar bekler, dururdum. — Duramazdın.. — Dururdum. — Şeytan diyor ki al şu sokak ka- Pisının anahtarını denize at... Baka- lam evin kapısında sabaha kadar du- tTabilecek miydin? Yoksa duramıya- Cak mıydın? Sen yatak odasının pen- Ceresini biraz aralık bıraksan soğuk- tan uyuyamazsın yahu... — Ben o kadar çerçöpten insan mı- Yım? Sen kendine bak... Ayakların Yorgandan dışarı çıkmış, biraz üşü- Müşsün diye günlerce hasta yattığını Unutun galiba.. Ben ne de olsa sen- den on yaş küçüğüm. Sana nazaran herşeye mukavemetim dahe fazladır, Ahmed buna asabiyetle cevab verdi: — On yaş mı? Benden on yaş kü- çüksün ha? Güleyim bari... Şuna dört yaş desene... Aramızda ancak dört yaşlık bir fark var... Ferhunda: — Ahmed rica ederim,,. Sinirleri- Mİ oynatma... Tıkanacağım. Sen- den tamam 10 yaş küçüğüm ben... — Haydi, haydi... Ben senin yaşı- Ni bilmiyor muyum? Ne ise 10 yaş bile olsan gene sabaha kadar ©vin kapısında bekliyemezsin... — Demek ben evin kapısında bek- kalkışacak olsam sen hiç se- Sini çıkarmıyacaksın... Karının çilin- Birlerin âçlma saatine kadar evin Kapısında beklemesine aldırış bile et- Miyeceksin ha... Sen becerikli bir erkek olsan anahtar kaybolduğu 2a- Man başka çareler bulabilirdin... — Hayır... Sen kapının önünde durmaktan bahsettin de'ben buna “€vab yerdim. Eğer anahtar hakika- ten kaybolsaydı ben de becerikliğimi Bösterirdim o zaman... — Meselâ ne yapardın?... — Ne yapacağım!,.. Duvarlara tır- .. Aşardım duvarı, Sokak kapısını açardım. Ferhunda alaylı bir tavırla gülme- ğe başladı: —Zorbir parça... Zor... Yavaş gel... Kendini sporcu, atlet mi san- dın? Sen o duvarları aşacaksın ha... Ha, ha, ha, hay... Güleyim bari... Kendini 20 yaşında delikanlı mı Sâr nıyorsun? Ahmed fena halde içerlemişti; — Tabii duvarı aşarım ya... Sen ne zannettin? Tabi! aşarım... — Haydi, haydi... Sen perdeleri asmak için pencerenin kenarına dayadığımız merdivene bile çıkama- dın... Nerede kaldı ki o kale gibi du- varları aşacaksın... — Ferhunda kızdırma beni... San duvarı aşarım diyorum... — Aşamazsın... Duvarı biraz tar- mansan başaşağı düşer, kafanı gözü- nü yararsm... Sen o kadar becerikli bir erkek değilsin... Ah,ah nerede öyle becerikli erkekler... — Ferhunde kızıyorum vallahi... Sen beni bu kadar beceriksiz mi sani- yorsun? Bana böyle meydan okuya- cağın yerde kendi söylediğine bak- a... Anahtar kaybolursa kapının önünde sabaha kadar beklermiş... Anahtar yanlarında olduğu halde aralarında hiç yoktan müdhiş bir kavga başlamıştı. Böyle çekişe çekişe eve geldiler, Ferhunde gene çanlasını açtı. Anahtarı çıkardı fakat dehşetle hay- kırdı: — A bu anahtar sokak kapısının anahtarı değil miş.. sandık odasının anahtarı, ne yapacağım şimdi?... Ahmed de şafak atmıştı, Zorla gü- lümsemeğe çalışarak: — Ne yapacağız? Sabaha kadar evin önünde pinekliyeceğiz... Sen öy- Je demiyor muydun? Ferhunda: — Bari duvara çık, bahçeye atla da bana kapıyı aç... Anahtar kaybol saydı öyle yapacağını söylemiyor muydun? Ahmed: — Bırak efendim... dedi, gece vak- ti bir kaza mı çıkaralım... Zaten du- varlar yağmurdan ıslanmış, ayağım kayar da düşerim... En iyisi senin teklifin... Kapının önünde sabahı Ferhunde: — Pek de soğuk yağmurda çise- liyor... Ne yapsak acaba?... Ne Ahmed duvarı aştı, ne de Ferhun- de sabaha kadar kapının önünde bek- ledi. Bir otele gidip geceyi orada ge girdiler... Hikmet Peridun Es Bir renk, 2 — Bayıklama, 3 — Kbediyele kadar. 4 — İhtiyat - Sahib. 5 — Tüylü ai böceği, 1 — Şikâr - © — Şecaatli - Bir erkek ismi, — Aparmaktan emir - Tersi salataya konur. 8 — Eski zaman misafirhanesi - Giy- dirmek, 9 — Nişâne - Yapmak - Elbisenin öte- beri konan yeri, 10 — Az ıslak - Sahte. Yukarıdan aşağı: 1 —Hakperest - Bir yırtıcı kuş 2 — Rezil 3 — Coşkunluk. 4 — Ucuz elde edilen - $ — Kırılmış - Bir sayı. 6 — Ahmak. : 7 — Dümen kolu - İri harf, 4 — Donuk - Ceylina benzer bir hay- van. 9 — İki kere beş - Sıfat edatı - Bir üzumız. 10 — Dünyanın en uzun nehirlerinden biri, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Etendiadam, 2 — Mürai, lk, 3 — Elim, Darat, 4 — Küme, Es, Ni, 5 — Te- sanül, 6 — Kiremit, 7 — Ak, Zama,8 — e — 2 mm a AM a m — —— «m — — ar NN EY YELE ad ER Türkiye Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m, T.A. ©. 1974m. 15196 Kes, 20 Kw. T.A.P. 3i70m. 94859 Kes 20 Kw. ANKARA RADYOSU 199 Kes. 120 Kw. 1230: Türk müziği (şarkılar - Pİ), 13: Saat, ajans haberleri ve Meteor Ankara, 13,10: Müzik (güzel eserler - Pİ), 1830 — 14: Müzik (neşeli plâk), 1830 Müzik (dans saati), 18.45: Konuşma, 19: Türk müziği - (Muhtelif şarkılar) 1 - Neveser peşrevi - (Yusuf paşa), 2 - Şarkı - Gö- nül hasreti - (Dr. Şükrü Osman), 3 - Gel güzelim Çamlıcaya - (Faiz Kapancı), 4 - Neveser yürük semai - (Abdullah efen. di), 8 - Nihavend saz semal - (Yusuf pa- şa), 8 - Yakına gel yakına - Türkü - Okuyan: Sadi Hoğses, 7 - Tanbur teksi- mi - (Refik Fersan), 8 - Şarkı - Nazlan- dı bülbül - (Lemi), 9 - Şarkı - Son aş- kım - (Lemi), 10 - Düşer mi şanına (Ri- fat bey), 11 - Şataraban saz semaisi - (Refik Fersan), Okuyan: Semahat Öz- densas, Çalanlar: Vecihe, Fahire Fersan, Refik Fersan, 1945: Sant, ajans, meteo- roloji ve ziraat borsası haberleri, 20: Türk müziği Cincesaz - Hicezi yeşâh faslı), 21: Konuşma OMizah saati), 21,13: Saat, Evham, Tahvilât ve Kambiyo - nü- kud borsası flatleri, 2125: Müzik (Cüm- hur başkan. bandosu - Şef: İhsan Kün- ger) 1 - Popples - marş - (Moret), 7 - Çiğan aşkı - vals - (F. Lehar), 3 - Ör- yante - uvertür - (Vener), 4 - Bihirbaz aşk . (Falla), 5 - Mona Vanna - fante- 3i - (H. Fevriye), 22,10: Sinema sesi, 2245: Müzik (küçük orkestra) 1 - A Te Sola (V. Giullani), 2 - Die Fascingsfes (E. Kalman), $ - Die Romantiken (J. Lanner), 4 - Marş - potpuri - (C. Rob- reht), $ - Loreley - Parafraz - (J. Nes- vabda), 8 - Maskarade (C. Nielsen), “ - Viellisbehen (L, Slede), 2345 - 24: Sw haberler ve yarınki progrâm. 2025 orkestra — Budap 1 20 cingene Çalgısı — Bükreş 2015 hafif muzika — Kovno 2030 senfon, konser — Londra 20 orkestra — Milâno 2030 konser — Pa- ris P. T, T., Grenoble, Montpelller, Btras- burg 2030 karışık muzika — Varşova 20 Karışık muzika, Saat 21 de Berlin 2110 operet, flim ve dans — Bresiav 21,10 dans — Deutsehi, 8 2110 Puceini'nin «Glanni Sehlehis operası — Frankft, 21,15 orkestra Hambg, 21,0 dans — Kolonya 2130 halk muzikası — Leipzig 21,10 senfon. konser — Münih 21,10 askeri muzika — Athlone 31 or- kestra — Bari 21,15 Yunanca neşriyat — Budap. 2130 orkestra — Bükreş 21,10 sa- Jon muzlkası — PFlorans 2140 - 330 Mascagni'nin opereti — Kovno 21/30 kon- ser — Laibach 21 opera — Luksemg. 2140 hafif muzika — Milâno 21,15 salon mmsi- kası — Rad. Toulouse 21,15 hafif muzika, Saat Z2de Berlin 22 konser — Dewtsehi, 8. 22,10 piyano — Frankft, 22,10 salon muzika- sı — Şiutig. 2230 salon muzikası — Vi- yana 22 senfon. müzika — Athlone 2250 konser — Brüksel 22 at cambazhaneler kralı — Droitviç 22,15 orkestra — Mi vers. I 22,90 salon muzikası — Kopenhag 22 Faust operasının İkinci perdesi — Lüksembg. 2255 hafif muzika — Milâno 23 «Daphne» operasi — Nis 2230 - 2430 konser — Rennes 22,30 - 24,30 orkestra — Roma 22 orkestra, Saat 23 de 2340 - 1 askeri muzika — Münih 23,20 - 1 dans — Breslav ve Ber- Min 2340 - 1 dans — Viyana ve diğer Al- man istasyonları 2380 - 1 hafif muzi- ka — Belgrad 23,15 keman Bükreş 23,15 konser — Helsingfors 2315 . 1 ha- fif muzika — Kopenhag 23,15 operaya deram — Kovno 23 hafif muzika Stokholm 23,15 dans. Saat MY den sonra Alman istasyonları 1 c kadar evvelki programlarına devam — Budap. 24/10 cazband — Droltviç 24,15 askeri muzi- ka — Kopenhag 2415 dans — Londra 2425 dans — Roma 24 dans — Berlin ve Graz 1 - 4 gece konseri — Frankft, ve Ştuttg. 1 -3 gece konseri, Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi mem'eketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pal göndermek lâzımdır. Zilkade 6 — Kasım 31 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı BE. 1281 236 729 949 1200 139 Va, 598 7231216 1435 1848 1877 Kına 3 — Ermek, Haz, 4 — Namesiz, Ra, 5 — Di, Aramak, 4 — Denemek, 7 — Asüman, 8 — Dur, Ti, Kor, $ — Alan, Urd, 10 — Matiz, İpka, e Ey 'TURAKINA TARİHİ amam Oo Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ ROMAN Telrika No. 11 — Yeşilcüce, Akayı iyice soyduktan sonra, zindanın anahtarını verdi.. ve gece yarısı saraydan kaçtılar — Vezir, Uygur beyile ticaret iş- Teri üzerinde konuşuyordu. Ben de bu arada zindanın anahtarını çal mağa muvaffak oldum, Haydi baka- Lm.. bizde bir alışveriş yapalım. Şimdi sen Çutsaysın; ben de Uygur beyi, Akay sevindi.. Tavusun yanından Kalktı, Elini anahtara uzattı, Cüce anahtarı vermedi: — Ben sana hilesiz afyon sataca- gım... Sen de bana yünü kırpılma- mış koyun vereceksin! Akay bu konuşmadan bir şey an- ıyamadı. Cüce, Çutsayla Uygur beyi arasında geçen münakaşayı anlat- tıktan sonra: — Haydi, sözünde duruyor mu- sun? dedi. Anahtarın karşılığını bekliyorum senden, Akay: — Hemen şimdi mi istiyorsun? dedi. dedi, Cücenin sabrı tükenmişti. — Anahtarı şimdi getirdim, mü- cevhrleri de hemen isterim. Alışveri- şimiz peşindir. Diyerek gülmeğe başladı. Cücenin hakkı vardı. Anahtarı verdikten sonru Akay sözünde dur- mazsa, ne yapacaktı? Akay hemen sandığını açtı: — Al sana, Oktay hanın Gerolan muvaffakıyetinde verdiği bir kıymet- Ni bilezik. Bir daha uzattı: — İste buda «Ulun Hatunsun parmağındaki zümrüd yüzük. Mayıs bayramında gelinine hediye etmiş... O da bana vermişti. Cücenin gözleri güneş gibi parlı- yordu. Akây: — Bu kadar yeter, dedi, zaten bun- lardan başka değerli mücevherim yoktur. Onları da sana veriyorum. — Suboyu hürriyete kavuşturmak için değmez mi? — Onu kurtarmak için, icab eder. se canımı da vereceğim, Cüce hediyeleri koynuna yerleş- tirdi. — Şimdi ne yapacaksın, Akay? — Geceyi bekliyeceğim... — Gece olunca yalnız mı inecek- sin zemin katına? — Bana yardım edersen, çok sevi- nirim, rım. — Gene gere yarısından sonra. değil mi? — Evet. Bu işler dalma gece yarı- sından sonra görülür. Gece beni bekle... Kapına üç kere elimi vurun- ca, dışarı çıkarsın! Cüce giderken, Akaya sordu: — Subonun kilidini açacaksın." yalnız onu kaçıracaksın. değil mi? Akay düşündü: — Niçin soruyorsun? — Eğer sende onunla beraber kaçacaksan.. pazarlık değişir de.. — Hangi pazarlık? -— Öyle ya. Senden aldığım bu he. diyeler, anahtara karşılıktır. Eğer sen de kaçacaksan, bunu, bildiğim halde susmam için de aynca hediye istemek hakkım değil mi? — Pek ââl, Henüz kati kararımı vermedim. Onunla gidecek olursam, bütün değerli eşyamı sana veririm. Karanlıkları yararak koşan yolcular... Gece yarısı. Rüzgâr uğulduyor. Hava yıldızsız. Karanlıkları yararak, yıldırım sü- ratile giden bir atın ayak sesleri işi- Pek âlâ. Güzcülüğünü yapa- — Arkamızdan kimse gelmiyor, de- gil mi? — Hayır... — Kulaksız nerede kaldı? — O, bizden önce seğirtti... — Nereye gidiyoruz şimdi? — Gürgüzü himaye eden çobanın kulübesine, — Çok uzak mı? — Hayır. Bü gidişle yarım saatte varırız. Atın hızla koşmasından çıkan rüz- gâr daha çok sertleşiyor ve Akayn yüzünü kamçılıyordu. Akay, Suboya sımsıkı sarılmıştı. Gece yarısından sonra. kaçıyor lardı, Akay, bütün mücevherlerini Yeşil cüceye vermek suretile ondan her türlü yardımı görmüş ve Suboyu zin- dandan kaçırmağa muvaffak ol muştu. Genç zabitin sadık askeri onabir &t hazırlamış ve kendisi ondan önce yola çıkarak, çoban kulübesini ha- zırlamağa koşmüuştu. Yarım saat mütemadiyen koştu- lar, Subo: — Beni kurtardın.. beni hürriyete kavuşturdun.”. “Bu iyiliğini ölünceye kadar unulmıyacağım, Akay! Dedi. Genç bız kesik cümlelerle cevab verdi: — Aynı iyiliği sen de yapmıştın bana... Şimdi ben de hürriyete ka- vuştum... Artık, tutsak bir cariye değilim... Bundan sonra yalnız se- nin esirin olacağım! — Hayır... Benim esirim değil, ka- rım olacaksın! Borkırları geçip en- ginlere gideceğiz... Karakurumdan, Turakinadan çok uzaklarda yaşıya- — Eğer yakalanırsak, Gök Tanrı- dan dilerim ki, İkimizin boynunu bir kılıçla vursunlar. — Merak etme, canım! Kaçtığımı- a cinler bile sezmedi. — Yarın meydana çıkarsa..? — Yarına kadar sığınağımıza gi- rip yerleşmiş oluruz. Bir kaç gün çobanın kulübesinde kalır, izimizi kaybettikten sonra. gene böyle bir karanlık gecede yola çıkar, babamın Ülkesine gideriz. -— Babanın ülkesi uzak mı-bura- ya.? — Üç günlük yol. — Çok uzak değil... — Uzak ta olsa, gideceğiz. Kara- kurumdan ne kadar hayatımız dâ o derece emniyet altı- na girmiş bulunur. il — Baban sağ mı? — Evet... Sarı Uygur beyini duy- madın mr hiç? — Vay... Sen, Sarı Uygur beyinin oğlu musun? — Evet... — Moğol sarayında neden oturu- yordun öyleyse..? Kendi ilin dar m geldi sana? — Beni Oktay han almıştı sarayı- na. Babam da çok severdi Oktayı. Fakat o üldükten sonra, eski dost- luk ta tarihe karıştı. Turakina ba- bamdan ve Sarı Uygurlardan hiç hoş- lanmaz. Akay, merdliği ve cesaretile meş- hur Sarı Uygurların bey oğlu seviş- tiğini anlayınca, Suboya olanca kuv- vetile sarıldı. — Bu hızla yolumuza devâm et- sek, olmaz ım? > — Olmaz... Çünkü saray muha- fızları yarın peşimizden yıldırım gibi yetişirler, bizi arar, bulurlar. Çoban kulübesine sığınırsak, izimizi kaybe- deriz. Yakayı ele vermeyiz. Ve biraz sonra bir dağın sırtına vardılar. Subo: — İşte geldik.. atımın ayağı taşla- ra takılıyor. Diye mırıldandı. Subo, çoban Kulübesini - gece ka- rTanlığında - elile koymuş gibi çarça- buk bulmuştu. Kulaksız asker, kulübenin önün- de bekliyordu. Subo seslendi: — Aha... Sen misin? — Benim. Subo! Sizi bekliyorum burada. (Arkası var) &