21 Kamunuevvel 1938 YAŞ «BA e SİNEMA * Alti yaşında var mıydım? Ancak... Bir gün, baktım, dayım bir buzlu cam üzerine simsiyah mürekkeble kocaman bir şeyler yazıyor, bir lâvha yapıyor. ; Güçlükle sökebildim: (Canlı f0- tograf). Canlı fotograf ta ne ola? Eski zaman fotograflarında can nerede, bet, beniz bile yoktu. Sarı ve solgun, silik ve sönük şeylerdi; yüzü- müzü tauna tutulmus Çinliye çevi- rirlerdi Zaten makine önünde durmağı da bilmezdik: Lâhidde yatan mumyanın ayağa kaldırılıp duvara dayatılmışı- na benzerdik. Öyle ruhsuz, sargılı gibi, ayrıca da gözsüz çıkardık. Ne- rede şimdiki gibi gözbebekleri fos- forlu klişeler? Manzara resimleri ise sanki güneş tutulduğu zaman çekilirdi... Elma- siye yaptığımız jelâlin üstüne kopy& edilmiş - sanacağınız bir tutkallı renkte! Demek bunun canlısı çıkmıştı. Acaba candan maksad nedir? 4Canlı mı, cansız mı? Yenir mi, yen- mez mi?» oyunundan bildiğime gö- re canlı demek yer, içer, koşar, ge- zer, uyur, uyanır demekti. Kanatlı İse uçardı da... O halde bundan sonra odalara can- h resimler koyacağız, Bunlar yürü- yecekler, konuşacaklar, ağlayıp gü- lecekler, öksürüp aksiracuklar, has- talanıp yatağa girecekler... Ayrıca su vereceğiz, yemek yedireceğiz. Bir İş ki... Hem, sonra, ben acıkacağım, resmim de âcıkâcak mı? Bir düşüncedir aldı... İstanbulda ilk sinemanın adı, İş te, bu beni düşündüren, hulyalara sürükliyen acayip terkibdi: Canli f0- tograf Onu, evvelâ bir Fransız ressam memlekete sokmuştu. Büyük karde- şimin Paristeri tanıdığı didon sakallı | bir ressam!... Biz de ona yardım edi. yorduk, ismin Türkçesini uydurmuş, şimdi de lâvhâasını yazıyorduk. Uydurduğumuz isim, zahir bende de hasıl olan yalan, yanlış, fazla şü- muilü fikirlerden dolayı tutmadı. Bir uzun müddet ona, beynelmilel is- mile sinematograf, sonra da sinema denildi. Bu sinema kelimesinin Yunanca <haâreket> mânasına geldiğini o 2a- man, kimya tahsilini bitirip Fransa dan gelen kardeşim elbette bilirdi. Fakat (hareketli fotograf) 1 halk di- linde tutmaz diye canlıya çevirmişti. Ecnebisini alvermek daha doğru olurdu, Amma ben bunu diyecek yâş- ta ve başta değildim. Arablar otomo- bile seyyare, telefona hâtıf posta ve telgrafa elberk ve elberid kelime. lerini uydurmuşlardır; fakat söyle yene pek raslamadım. İcad edenin verdiği ve fen dünyasının kabullen- diği isimden ayrılmamalıdır. Siz tel- grafa bakmayınız; o fenni tabirlerin Türkçeye uygunudur. Amma aslın- daki tel bizim Türkçemizdeki made- mİ ip mânasına gelmezmiş, Yununca töl€ uzak demekmiş... Ziyanı yok; $iz yakışık alışına bakınız. Telsiz de gene bu yakışıklığın neticesi olarak tutmuştur ve tuhafı frenkçesi bizim- kinin tercümesidir. Buzlu cama yazılan (Canlı fotog- raf) bir kutu şekline girip Direkler- arasındaki meşhur Feyziye kıraat- hanesinin kapısına asıldı, (Bu bina- rün yerini geçen gün gezerken boş buldum.J İlk sinema orada değil, da- ha evvel, gene bu Fransızın mâkine. sile Beyoğlunda Galatasaray karşısın- da gösterilmeğe başlanmıştı. Amma İstanbul tarafında oturanların ço- Bu için Beyoğluna geçmek sadece uzun ve zahmetli bir seyahat değildi; oldukça ayıp, suça benziyen de bir işti, Bundan dolayı asıl İstanbul halkı #inemayı Direklerarasında seyretti, İçeri girenler baktılar ki Kâtib Salihin ramazan goöeleri kibar müş- teriler için Karagöz oynattığı yere bir beyaz perde ger Bekleştiler. Havagazı lâmbaları Muslukları birer birer, kımlarak, söndürüldü. Âlâ! Tıpkı Karagöz gibi demek canlı fotograf ta karanlıkta oynayacak. Kulakları rahatsız eden bir maki- ne sesi, bir ışık... Amma Karagüzde- ki gibi perde arkasından değil, ön- den, yukarıdaki bir delikten vuru- yor... «Tikir takır! Tıkır tıkır! per- dede bir sürü lekeler kaynaşmakta- dır. Derken bir resim, resim amma duran kısmından değil, hem umumi heyetile oynayıp titriyor, hem de içinde görünenler... İlk filimler gayet iyi hatırımda kalmıştır: Bir trenin istasyona geli- şi... Bu ciddi filimdir. Komiği de vardır! 'Tahtakurlularile yatağında boğuşan ve saplı süpürge ile bunları temizlemeğe çalışan entarili bir adam... Birincisine şaşlık; ikincisine hem şaştık hem güldük. Lâmbalar tekrar yandı; fazla kısı- hp ta sönenlerini de meşaleli bir 80- pa ile yaktılar; aydınlığa kavuştuk. Gözlerimiz kamaşmıştır; yarı kör bir halde dışarıya çıkıyoruz. Amma sen» deliyerek, deniz tutmasından sonraki bir yürüyüşle! Zira, (Canlı fotograf), Yunanca ismine, yani hareketli fotografa O zaman daha uygundu. Hattâ hare- ketli değil, canlı deği), bu, sallanan, sarsılan, tirtir titreyen bir fotograftı; ispazmoza tutulmuş fotograf! Kapıdan çıkanlara da o sallantı ve titreyiş sirayet etmişti. Hepimiz, | gözlerimizi kırpıştırarak tintin, galı- na sarsıla bir acayip tarzda yürüyor- duk. Yürüyüşümüze caddede bekli- / içeriye giremiyen | yen arabacılarla parasız meraklılar hayretle bakıyor- lardı. Düşününüz o zamanki ağır ağır, salına salma, kinli İstanbul bir de bu İrenk çırpırışım!! Fes denilen serpuşun da acayip bir hali vardı: Böyle yeni, fenni ve şaşırtıcı vakalar esnasında adama büsbütün bir bönlük ve: ki ku- Jaklarımıza kadar geçer ve püskülü muallim Nacinin (Kuzu) manzume | sinde sallanan kuyruktan bahseder- ken yaptığı tarife: Dünbale ise hemişe cünban! tavsifine uygun bir Jurdu. (Ben yaşta olanlar bu Kuzu man- zumesini hâlâ, ezberden okuyabilir. ler. Hocalarımızın ezberletmeğe pek düşkün oldukları güya ciddi ve hisli, hakikatte misilsiz derecede ve âdi bir parça idi. Ve en tuhaf ci- heti de öz Türkçe kelimelere, hiç kullanılmıyan, mânası bilinmiyen ya- bancı kelimelerin pek uyuyormuş gi- bİi katılmasında bulurdum: Ey süt kuzusu nedir bu naliş? Kim oldu sebeb bu infiale? Mader vererek sana nevale? Pehlusını etmiyor mu balış? Pehlu ve baliş? Bunlar çocuk öğ- renip te ne yapacak? (Veysi) yi bile karıştıracak olsa güç rasgeli Mânalarını şuracıkta söyliyeyim mi? Hayır. Ne çektiklerimizi biliniz diye gizliyeceğim.) Canlı fotoğrafım yalniz ismi de- | gil, başlangıçta kendisi de tutmadı. Karagöz, bir müddet düha, ona galebe çaldı. Yolda gezici esnafın ayaklı bir sandık içinde gösterdikleri dürbünlü fotograf ta piyasadan çe- kilmemişti. Halk, hâlâ, Avrupa şe- hirleri hakkındaki malümatı bu sa- bit resimlerden alıyordu: Pariste Konkord meydanı ve Opera tiyatro- su, Londranın asma köprüsü, Roma- da Sen Piyer kilisesi... Dünya man- züralarından dâ Hindistanda filler. le kaplan avı, Afrika nehirlerinde timsahlar, Amerikada Niyagara şe- lâlesi, ih... Bu resimler, dürbünün karşısın. da bir müddet dururlar, sonra «tirk!» diye düşerler, yerlerinç yenilgri ge lirdi. «Şantan: değildi amma «par- lan» dı: Kutu sahibi sıralarını bildi- ği için ballandıra ballandıra ve müş- teri bulmak ümidile de bağıra bağıra izahat verirdi. Fakat sinema birdenbire aldı, yü- rüdü; Karagözün perdesini tam mâ- nasile viran etti. Kalbur içinde no- vakarlı ve tem- | efendisi yürüyüşünü, | gülünç | Tarihe geçen büyük aşklar Öjenia ile Üçüncü Napolyon Genç, fettan İspanyol kızı Lui Na. polyon Bunapartı çileden çıkarmıştı; bele Öjenla'nın kendini ağır satması her kadını kolayca elde etmeğe alışık olan Fransa Cümhurreisini deli ede- cekti. Ham müstahkem mevkiinde iken herkesin peşinde koştuğu minicik iş- n sü güzel kız bir ına düşmemiş miydi? Ya mis Hovört «İngiliz prangasın diye amlan levend'kıza yirmi dört saat bi. | le yalvarmamıştı. Hamilton düşesi bis le kendini naza çekmemişti? Bu İs. panyol kızı kim oluyordu?.. İspanyol kızı kim olursa olsun dün- ya güzeli bir kızdı, Lui Napolyon Bo- napartda ona körükörüne âşıktı; Öjenia ile anası da bu aşkı var kuv- vetleri ve meharetlerile körüklemeğe azmetmişlerdi. Her ne bahasına olur- s& Öjenin prense ram olmıyacaktı. O sıralarda Alb düşesi de Paristeydi. Bir gece üçü başbaşa verip konuştular, ertesi günü Donna Manüela ile Öje- nia Rene gittiler. «Gözden uzak gö- nülden de uzak» sözü hakiki aşkı tat- mıyanların ortaya atlıkları ve herkesi onandırmak istedikleri bir yalandır. Lui Napolyon bin türlü gaile içinde Öjeninyı düşünüyor, Öjenia Ren kıyı- larından Lui Napolyonun harekâtını takip ediyordu. 1851 sonlarındi Lui Napolyon Milli Meclisin büyük bir ekseriyeti ile mücadele halinde, Orleancılarla cüm- huriyetçiler kendisini devirmek için birlik olmuşlar; vaziyet öyle gergin ki, nerede ise kopacak; kopacak amma zafer kimde kalacak? Lui Napolyon muzaffer olmak için bir taraftan tertibat alıyor, bir taraf- tan da düşünüyor: «Şu siyasi kaygu- İ ları başımdan defetsem Öjenlayı ya- kalıyacağım...» jenia bir taraftan nw kendisini ağır , bir taraftan k da prense yaklaşmak için Bakioşiye mektup yazıyor: «Bütün servetim Lui Napolyonun emrindedir. Paraya ihti- yacınz olursa benden alabilirsiniz. 2 kânunuevvel 1851 de Lui Napol- yon zabıta kuvvetlerile muhaliflerinin | başlarını ezdi, Fransanın yegâne hâ- titreyişe tutu. | kimi kaldı. “e İnsen lehindeki söz ve hareketin se- bep ve âmilini aramaz. Lui Napolyon mücadelesi sırasında Öjenlanın ken- disini düşündüğünü duyunca çok mü- tehassis oldu; ana kızı derhal Fon- tenblo'ya çağırttı. Donna Manücla ile Öjenia bu daveti reddetmediler... ». Fontenblo ormanı; dallara ay Işi. gı yağıyor; hafif gece kokulu bir TüZ- gâr gönülleri okşuyor; sessizlik eşi yok bir ahenk gibi kalblere doluyor. Lui Napolyon Bunapart Öjenianın mehtap içinde «yere mağrur uzanan gölgesini çiğniyor. sonra içini dökü- yor: — Seviyorum ya seviyorum e Öjenia irkilmiyor, kaçmıyor, âşığı terslemiyor, başını önüne eğiyor, boy» nunu büküyor; içini çekiyor: — Size nasil inanayım istiyorsu. nu Parisin bütün kadınları gözü- nüze bakıyor. elinizi sallasanız ellisi birden koşup gelecek... Peşinden koş- tuğunuz kadınları bilmiyor mıyım sa- nıyorsunuz? Lui Napoly di: — Yoksa kıskanıyor musun?.. —-Belki, — Emret istemediklerinle görüşmi. yeyim. — Hangi hakla?.. Buna hiç bir hak- kım yok! ni Öjenia, çıldırası. nun içine bir sevinç gir- ı fışırtıları, gaz tenekesi vurarak ta gök gürültüsü yapılmak suretile bir aralık sesleşir gibi de olmuştu. Sonra bunların da Şöresi keşfedildi. Artık sinema sesli, sözlü, şarkılı, renkli ve tam mânasile canlıdır. Kardeşimle dayım ona « kırk şu kadar sene evvel - (Canlı fotograf demekte meğerse büyük bir isabet göstermişlermiş. Buna «kehanete te diyebiliriz. Arkası var) Yazan: Selâmi Sedes —9y)— İmparatoriçe Öjeni Fettan İspanyol oltayı attı, prens derhal yakalandı, coşmuştu: — Bu hakki sana vereceğim, benim üstümde istediğin hakka sahip ola. caksın. Yazarım sana, — Bana gelen mektupları annemin okuduğunu unutmayınız. Sanki lekesiz, saf, masum bir genç kızdı; annesinden gizli hiç birşeyi yok- tu, mektuplarını bile gizlemiyordu... Öjenin âşık avlamanın her esrarına vâ- kıftı, Açılan kolların arasına girer gibi olup tam sirasında çekilmesini pek iyi biliyordu. Lui Napolyon Bonapart kuduracak- tı: Öjenlayı eline alamıyordu. Bu ara- lk Fransayı avucuna saldı. 233.145 muhalife karşı 7.824.189 rey ile impa- rator oldu. ... Kânunüevvel, sürek evi mevsimi; imparator Kompinye yerleşti. Donna Manüelğ ile Öjeni; nh derhal davet edildiklerini söylemeğe hacet yok. Fa- kat kız saray erkânından, bilhassa ka» dınlardan istiskal, hattâ hakaret gö- rTüyor. Yanıdan geçenler; «Gözde» de. yip dudak büküyorlar. Bilhassa pren- ses Matild elinden gelse Öjeniayı bir kaşık suda boğacak, Yalnız bir dostu vâr, tek dostu prenses Anna Müra. Öjenia Annâdan arkadaş muamelesi, imparatordan da iltifat görüyor. Kadınların düşmanlığı biraz da Öje- nlanın güzelliğinden ileri geliyor. He- le at elbisesi giydiği zaman Fransaya lâyık bir imparatoriçe tavrı alıyor. Kı- sa ceket, uzun amazon eteklik, elinde kırbacı şöyle bir görününce gözler üs tünde kalıyor. Mırıldananlar oluyor: — Kenarları sırmalı üç köşe şapka başında taç gibi duruyor!... Av eğlenceleri Luinin çok işine yü rıyordu; Öjenla ile at üstünde başba- şa kalıyor, rahat rahat konuşuyordu, Bir gün kız şikâyet etti: — Bana çok fena muamele yapıyor» | dar. İmparator bir dal kopardı, büktü; | k başına koydu: — Öteki gelinceye kadar işte sana bir taç; asabileşme, herşeyin sirasnı bekle, Bir sabah gün işirken parka çıktı. lar... Çimenlere yağan kırağı güneşin ilk aydınlıklarında ışıldıyordu. OÖje- nla: — Şu yancaya bakınız dedi, zümrüd üstüne pırlanta işlenmiş gibi. İmparator gülümsedi, o Bakloşiyi çağırdı, kulağına bir şeyler söyledi. Ertesi gün Öjeniaya yoncaya benziyen bir zümrüd verdiler, üzerinde kırağı gibi pırlantalar vardı. 3 üncü Napolyon artık yakınlarına Öjenladan bahsediyordu. & Avcıbaşı Fiöriye: — Onu çok seviyorum dedi. Flöri kızı elde edemediğini biliyor. du: — Evlenmekten başka çareniz yok. — Ben de bunu düşünüyorum. #aş 31 kânur lde Tüllöri sarayın- da yılbaşı eğlenci var. Büyük bir balo veriliyor... Öjenia ile annesi salo- ncü Napolyona dair vel tarihli sayımızda A grlerlerken eşikte Maarif Nazırınm karısı bayan Fortul ile karşılaştılar, Kadın Öjeniayı tepesinden tımağına Kadar süzdü: Serseri! dedi, Kız kıpkır. mızı oldu, fakat itidalini kaybetmedi; Geçiniz bayan! diye mukabele etti. Sofrada Öjenla dalgın, . düşünceli, #omurtkandı. Yemekten sonra impa- rator yanına geldi. Öjenia ağlamamak için dudaklarını istiyordu. Nasil ha- karet ettiklerini anladı. Üçüncü Na- polyon kızın elini tuttu: — Yarın artık kimse size hakaret edemiyecek! dedi, I kânunusani geçti, 5 kânunusani ldu. Saraydan haber çıkmıyordu. renses Matild ile prens Jerom, 3 ün- çü Napolyonun Öjenia ile evlenmesi. ne razı olmuyorlardı. Bunu duyan Öje- nia Parisi terketmeğe karar verdi. 13 kânunuğanide. sarayda ilk res- mi balo verileeekti, Öjenia o gece Pa- risten kaçacağını imparatora söyliye- cekti, : O gece Tüilörinin salonlarında ışık, Şıkır şıkırdı. Parlak üniformalı subay- Jar, elmas içinde kadınlar gülüp söy- Tüyordu. 3 üncü Napolyonun üstünde general ceketi, ayağında beyaz kazmir kısa pantalon, uzun ipekli çoraplar vardı. Öjenia, Roçild baronunun kolunda salona girdi, imparator tahtının ya- nıbaşında bir koltuğa oturmak istedi. Bayan Druin Lüls, Hariciye Nazırının karısı mâni oldu: Bu yerlerin sahibi var! 3 üncü Napolyon İngiltere sefirnin karısile dansa kalkarak baloyu açtı, sonra Öjeniayı dansa davet etti, Kiz sapsarıydı. İmparator sordu: — Neniz var? — Sizinle konuşmalıyım. — Yarın geliniz. — Yarın burada bulunmıyacağım, gidiyorum. İmparator irkildi: — Hayır dedi, git- miyeceksiniz, yarın sizi annenizden resmen istiyeceğim. Öjenia gene nazlanmağa başladı: — Iyi düşününüz... Beni sevebilecek misiniz! Kalbinizde başka kimse yek mu? — Ya sizin?... Öjenia Lul Napolyonun şüphesini anladı, gözlerini adamın gözlerine dik- ti: — Belki kalbim bir erkek için çarp mıştır dedi, fakat lekesiz bir genç ki- am. İmparator yazı odasına geçti, ma- sasının başına oturdu, kızın ânnesine bir mektup yazdı, Öjeniaya uzattı. Öjenia mektubu almadı: - Bu gece biraz daha düşünürsü. Düz, isterseniz mektubu yarın yollar. sınız. İmparator tereddüd etmedi, yaveri. ni çağırdı: — Bu mektubu bayan Manüclaya götürünüz dedi, ss 28 kânuhusanide 3 üncü Napolyon © ailesine bayan Öjenia ile evleneceğini resmen haber verdi. Ertesi günü ana kız Blize sarayına yerleştiler. 28 ki- nunsanide dini nikâhları kıyıldı. 29 kânunüsanide Tüilöri sarayında medi ni nikâhları yapıldı. 30 kânunusani 1853 de Paris hallı neşe içinde yollara dökülmüştü. Öğle üstü tamburlar çaldı, toplar âtıle, borular öttü, İmparatoriçe 'Tüilöri #ârayına girdi. Karı koca balkona çık. tılar. Halk yeni evlileri candan alk; Yadı. Gece imparatorla imparateriç küçük Vilönöy -Etan şatosuna giti:- ler. İmparatorun kayınvaldesi Donna Manüela, Tüilöri sarayından çıkı» Elize sarayına gittiği zaman sarayı karanlık buldu. Bahçe kapısı kapalıy- dı. Kapıcı hürmetle arzetliz — İmparatorun emrile eşyalarınızı istasyona götürdük! Kadın sendeledi. Bereket versin Prog. | per Merime yanındaydı: 1 — Kızımızın saadeti namına her f9- dakârlığa katlanmalısınız! dedi. imparator kaymvaldesini başından atlatmıştı. İmparatoriçe Öjeni ile baş- başa mesud bir hayat sürecekti. İmparator 3 üncü Napolyon ile im. paratoriçe Öjeninin hayatım gelecek