istanbul kazan, ben kepçe Taksim meydanı, Ayaspaşa, AKŞAM Talimhane, Pangaltı... Oraya Taksim denilmesinin sebebi, Büyükdere ilerisindeki Valide mi, Sultan Mahmud mu, bilmem hangi bendden gelip bu taraflara dağılan suların tksim olduğu nokta oluşu. Eski meydancığın ortasındaki yük- sekçe, küçücük, fıskiyeli havuzla ya- nındaki çıkrıklı tahta tulumbayı or- talarsak, dairenin yarım kutru 25-30 adım anca vardı. Sıraselvilere sapmayıp yürüyün. Sa- ımız boydan boya salaş, baraka, ku- Jübe, Zamanına göre kavun, karpuz, zamanına göre kuru yemiş sergileri; derme çatma mangal kömürü ve odun ardiyeleri; pis pis kahveler Arada da seyyar satıcılar: Heğbesi- ne başını koyup sırt üstü yatmış leb- lebiciler, tablasını dikip çömelmiş si- mitçiler, ayak berberleri, hamal ca- mal... Beyoğlu tarafının Yenicamisi de bu... Geç öteye... Ayaspaşa tarafına sokulan kim? Ki. min ne alışverisi var? Hariciye Nazırı "Tevfik paşanın konağile Alman sefa- rethanesinden gayri ne mevcuddu ki orada? Bugünün (Park Otel) i olan, için. de ziyafetler, düğün dernekler veri- len, cazlarına ve danslarına dörtnala koşulan binanın sahibi paşa, pence- resine oturup o emsalsiz manzarayı rahat bir derunla tadarak, (gel key- fm gells demiş midir, bilmem? Penim ol canibe ilk ayak atışımı he- saplıyorum: Tam 40 yıl... Almanya imparatoru Ikinci Vilhelm ikinci defa olarak İstanbula gelmiş- ti. Sekiz on yaşında bir çocuktum ve ivice balırımdadır. (Sefarethanesine lecekmiş, bir kenardan biz de göre- lim şunu!) diye allece oraya yollan- dık. Grtalıkta bir hazırlık, bir telâş ki deme gitsin... Yol. üstündeki köhne yerisrin, yıkık duvarlarına önlerine tahta perdeler çatılmış, üstlerine be- yaz badanalar vurulmu... Devrin şa- hanelik âdeti veçhile yollara kumlar serpilmede; çukurlar, tümsekler dü- zltilmede; dilenciler koğulmada; kö- ** bucaklardaki köpekler çöpçü ara- rile taşınmada,.. Taksimden sapabilirsen sap, ilerii- yebilirsen ilerle,.. Nişanlara, sırmala- ra müstağrak paşalar; Vilhelmkâri bıyıklı, mahdumdan, damaddan Hün- kâr yaverleri; bacak kadar Hünkâr çavuşlar:... Hepsi beygir üstlerinde, ortada mekik dokuyorlar; sanki kale- ler fethediyorlar. Yasak aşağı, yasak yukarı. Sağa s0- la kırbaçlar yağıyor, arabaların kimi geri bastırılıyor, kimi uzaklara çek- tiriliyor. Uzatmıyalım, bando Alman maışi- ni gürletmeğe başladı, Hâlâ gözümün önündedir: İmparatorun meşhur bi- yıklarile şapkasının sorgucunu, İmpa- ratoriçenin de tüy yelpazesini görebil- dim we araba uçup geçti. Bu semt şimdiki İstanbulun en ki- bar mahallesi oldu, bu en lüks muhit- te en modem bir âlem kuruldu. Araya sıkışmış türediler, daha doğ- rusu nazarlıklar da eksik değil ha... Kabul salonlarına frijiderlerini ko- yanlar, üstüne Vagnerin, Mozartın, Şöpenin büstlerin! sıralıyanlar, büfe- lerinin içine yalancı yemişler dizen- ler, adam boyundaki Çin vazolarını kâğıttan çiçekler ve yapraklarla do- Eski Topçu kışlasile Talimhafie meydanı natanlar da tümen tümen... Fransız hastanesini geçtikten biras sonra Taksim meydancığının solunda parmaklıklı bir duvar başlar, Sürpa- goba kadar varırdı, Şimdi sayısız apar- tımanlar, çapraz sokaklar bulunan o | koskoca saha o zamanın Topçu ta- O da bir vakitlermiş ve sonra yasak edilmiş olacak ki, ben orada ne bir top, ne bir toparlak, ne de bir top ka- tanası görmüşlerden değilim. Bildi- ğim bir şey varsa, koca arsada müte- madiyen tozun toprağın biribirine ka- rışlığı, mekteplerden boşalan köopille- rin koşuştuğu, kuruşu vetebilenlerin de kiralık hurda bisikletlere yapıştığı- dır, Burasi gitgide bir panayır halini almıştı, Helâların az ötesine yapılan ahşap binada Meşrutiyetin ilk sene- leri, Kurtdereli, Filiz Nurullah, Ma- car Çaya, Rus Baradanof gibi profes- yonel güreşçilerin en yamanları ka- pışmış, meraklıları oraya üşüştür- müştü. Civarın apartıman tarlası oluşunun arifesinde de Ben Amar cambazhane- sinin filleri, aslanları, kaplanları bü- tün İstanbul halkını o koca çadıra ta- şıdılar. Akşamları Doğruyol piyasasına çı- kıp (trotuar) yapanlar Ağacamisinin önünderi döndükleri için, Kalabalık daha yukarıya taşmazdı. Taksim stadyomunu çevreliyen ha- râp bina meşhur Topçu Kışlasıdır. Ab- dülmecid yaptırmış; mimarı da Beşik» taş sarayını yapan Balyan kalfa ola- cak galiba. Şimdilerdeki (Şa, şa, şa; Fenerbah- çe çok yaşa!.. Galatasaray, Galata- saray, cim bam bom!) gibi bağırtıla- rın, (Yetiş Ciciburun!... Kavra bay Damad!... Yakala Baba Hüsnü!... gi- bi yaygaraların yerine, topçu askerle- rine çalınan (Kalk karavana! Yat!...) boruları aksendaz olurdu. Kışlanın ve bahçenin karşısındaki kat kat, pini pırıl apartımanlar tık- ım tıklım dolu. Her mezhepten şe- hirdeki kalbur üstündekiler, yahut berkin harç böyleliğe yeltenenler hep EO Nİ Aİ İn uu ettim. Dağcılık klübünden ötesi Vali konağı caddesine kadar gene bil- diğimizden şaşmıyor. Ortadaki iki s- ra ağaçlar müstesna olmak üzere, sağ Bol eski hamam, eski tas... Caddeyi takip edelim: Sipahi ocağı ve müştemilâtı dimi bildim bileli ayni halde, Açık manejinde Harbiye talebelerinden süvariler at koşturur- lar duvar kenarlarına gene bugünkü Bibi halk birikirdi, O eski Harbiyenin süvari talim muallimi Giridli İsmail paşa koçyiğit kılığile devrin namlı ya- kışıklılarından. oYoldaşı Hilmi paşa hakeza. Mektebe daha yakın sahada meç ve kılıçla eskrim mübarezeleri yapı- hrken de parmaklığın önü seyirciler- Je dolar, piyadeler haftada iki kere ta- bur olup Kâğıthane sırtlarına manev- raya çıkarlardı ki, buna (ameliyat) “denirdi, Binanın Hünkâr daivesi merdiveni hizasındaki, medhali balkonlu evin iki çiçeği vardı ki elde bir, deste gül lerden. O iki Ermeni hemşireye karşıdaki. lerden, büyüklü küçüklü biten bitene; Dazırı sani Riza Başa başla olmak üzere çenesi titriyen titriyene... Fesi kalıplatmadan, potinleri-boyat- madan, Üste başa çekidüzen verme- den kapılarından geçen yok, Kılıcını şıkırdata şıkırdata piyasa edenler de sayısız. Haspalar da hâza koza kelebeği, fındık kurdu. İkisinde de kara kara kaş göz, süt beyaz ten, minnacık vü- cud... İkiside afacan mı afacan... Güya incecik tül perdeyi siper ederek, saçlar omuzlara dökük, kollar, göğüs- ler açık, fıkır fıkır fıkındamadalar... Gel de çileden çıkma. Meşrutiyet senelerinde ortadan yo- koldular. Rivayete bakılırsa Amerika- ya gitmişler. Gene mektebin cümle kapısı karşi- sındaki evlerin birinde madam Sofi Zelinga i#minde "0, 75 lik bir kadın | otururdu ki bütün gün pencere önün- de kukumar. İçi hiç ölmemiş: Saçlarında sarı boyalar, yüzünde pudralar, allıklar, güzlerinde sürmeler, Genç zabitlerin meftunu, delisi... 'Triyesteliymiş ve vaktinde meşhur güzellerdenmiş. Lo- yid kumpanyası . başkaptanlarından birinin de karısı, Boy boy kızları, da- madları, torunları Yar,. Gel gelelim hepsini tepmis ve 0 yıldır tek başına İstanbula yelreşmiş. Bir zamanlar, fransızca ve almanca- sini İleriletmek istiyen delikanlılara dershane açmış, Hattâ Hareket ordu- su kumandanı Mahmud Şevket pasa- ya, İstihkâm Sabit paşaya, babama da yüzbaşılıklarında ders vermiş, Para pul teklifi yok, pir aşkına... Maksadı çeşni çerez... Lüzumu olan kitapları bile kendi hediye edip üstle- rine, imzasile (filâincaya, fnalancaya yadigâr) diye yazmada... © Zira kadın varlıklı. Memleketinden gır şıkır Kremisler geliyor. Babam rahmetli: — O zamanlar bile acuzeleşmişti. Fakat doğrusu Jzımsa, fransızca ve Aalmancasından hayli istifade ettik!... derdi, Sermed Muhtar Alus GEÇMİŞ ZAMANLAR 200 sene evvel Türkiyenin müsalâha için Avrupa devletlerine tavassut teklif edişi Avusturya imparatoru altıncı Kar- ! los 1740 tarihinde bağteten vefat etmişti. İmparatorluğun, kızı Mari 'Tereze intikali hakkındaki. vasiyet- | nâmesini vaktile kabul ve tasdik eden Avrupa hükümdarlarından İngiltere kralı ile Moskof “Çarından madası sözlerini geri aldılar, Lehistan “kral üçüncü Ogüst, Bavyera kralı Şari Alber, İspanya kralı beşinci Filip ile Sardunya hükümdarı veraset dava- ları açtılar. Prusya kralı ikinci Fre- derih (büyük Frederih) Silezya eyü- letini ve ayni zamanda Fransa kralı on beşinci Lui Avusturyaya tâbi Fe. lemenk eyaletlerini zapta teşebbüs etti, Kral Şral Alber, on beşinci Luj- hin muavenetile Bohemyayı istilâ etti. Mari Terez Silezyayı Prüsyaya terk edip, fakat Bohemyayı istirdada ve Alzas eyâletini tehdide muvaffak oldu (1743). Onun üzerine on beşin- ci Lui silâha davrandı ve Prusya ile ittifak edip Avusturyaya taarruz etti ise de Avusturya Ufdularının Fran- saya girmelerine mâni olamadı. İşte o vakit on beşinci Lui düş- manlarını Fransadan çekilmeğe mec- bur etmek için Türkleri harbe ka- rışlırmak istedi. Fransa sefiri Kont de Kastellan «Avusturyamn kudret” ve şevketini kırmak Türkiyenin men- faati icabındandır. diyerek Babığli ricalini harbe teşvik etti isede on beşinci Lui mutaassıp müşavirleri- nin sözlerini dinleyip bir müslü- man devlelile usulü dairesinde itti- fak mümhedesi. yapmak istemedi Türkler de zaten sebebsiz yere kan dökmeği tecviz etmiyorlardı, Hasılı Türkiye Avusturya veraseti muharebesine dahil olmadı. Bitaraf- lık mesleğini tuttu. Sadrâzani Seyid Hasan paşa muharib devletlere mu- salâhaya tavassut İçin birer nota yolladı. Bu vesikadan iktibas ettiği- miz parçaları buraya naklediyoruz? sInsanların selâmet ve rahatla ya- şaması ve memleketlerinin mamur olması sanayi ve ticaret sayesindedir. Ancak insanların mayaları birbiri- nin zıddı unsurlardan yoğurulmuş- tur. Ancak insanların hallerinin yo- luna girmesi itidal üzere hareket etmelerine beğldr. İtidal üzere ha- reketin her türlü emellerimizi, mak- sadlarımızı ede etmek için birer reh- ber olduğu herkese anlatılmalıdır. Bu kaideye rlayet etmiyerek âlemin nizamını bozanlara tuttukları yolun yanlış olduğu makul mukâddeme- lerle ve deliller ile bildirilmeli ve eğer dinlemez ise o vakit silâh göstererek onları durdurmalı, yani iptida nasihat edip dinlenmez ise cenk ilâcına müracaat eylemelidir; ve ârızai hrab ortadan Kalkınca her hikmette ma- kul olan sulh ve salâhı - ki fevzü fe- müstelzimdir - sair 'maksad. lara “takdim İle muhabbet ve mü- veddet o icabatımı icra ve kin: ve gazabdan (okaçnıp âlemin » ime rına ve dünya işlerinin hüsnü idare- dâhi i sine ihtimam eylemelidir. İste bu suretle matlub olan itidali hâreket hasıl olunca hükümdarların derhal sulh ve salâha dönerek hüsnü muaşe- rete tevessül eylemeleri icabeder, $ diye kadar söylenen sözlerden garaz ve netice budur ki bir zamandanberi Avrupa hükümdarlarının tabiatleri ve ahlâkları değişti. Hepsi harb ha- zırlığına meyletti ve hepsi şan ve ün- van tahsili yoluna gitmeğe basladı- lar, değişti letti. ve hepsi şan ve ünvan tahsili yoluna gitmeğe başladılar. i Bunların iddiası «bizimkisi ortalı. Kı fesada vermek üzere cenk hazır- lığı değildir. Maksadırmz dünyada matlub olan itidal elde etmektir derler ve her sahibi kuvvet ve şev- ket halkın refahını temin yolunda hareket ettiği zannında bulunuyor. Halbuki makul bir sebeb olmaksızın bir harb çıkarmak, dünyayı ve her kesi birbirine geçirmek (insanların meşekkatlerini: ve bir çok milletlerin keder ve elemlerini o mucibdir, Me- şakkatin zararı ve sonu hayvanlara bile şamildir. Hükümdarlar için ken. Hepsi harb hazırlığına mey- | l amana Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul 25 Teşrinisani 193» dilerine emânet olan reayanın niza- mını muhafaza etmek ve onları ko- rumak, memleketlerini güzel idare edip mâmur etmek vecibedir. O ci- hetle birkaç senedenberi Avrupada, karada ve denizlerde büyük krallar arasındaki cenk âteşinin sönmesi ve suihü salâhın avdeti ümid olunu- yordu. Halbuki bugün Türkiye devleti ile kemali musafat üzere olup makarri hilâfette elçi ve kapı kühyaları bu- İunan büyük devletlerin bu mümes- silleri Avrupa işlerine taallük eden hali harbin devam ettiğini bildiri- yorlar, ve gelecek sene her iki tara- fin külliyelli âskerle boğuşup kan dökecekleri ve emvel ve eşya gasbe- decekleri zannı galib olduğunu ha- ber veriyorlar. Eskidenberi sulhün semeresi olün ticaretin altüst olâca- ğı derkârdır. Hususile tüccar gemi- lerinin memleketimiz sularmda bir- birlerine hücum ile her iki tarafın da zararlı olduğu görülmektedir. Avrupada bir kaç senedenberi vu- kubulan harb dolayısile bunca İn- san kanı döküldüğü ve arzlatının paymal olduğu ve geelcek sene de bir çoklarının türlü meşakkatlere giriftar olup karalarda ve denizlerde emmiyetin ortadan kalkması ile reaya- nın refahını mucib olan ticaret İşle- rine halel geleceği padişaha arz0- lundukta kenduüleri bu fenâalığın ve mülk davasının ortadan kaldırılma si esbabını bulmak ve harb iplerini keserek “insanların mallarını ve irz- larını siyanet etmek ve bu takrib ile memleketlerin rahatını ve ticaretin emniyetini istikmal etmek için muh- lisane ve sadıkane lisanla sulhün mergub ve matlub olduğunun dosi- lara izah edilmesini müstahsen gör- mektedirler. Hâlâ Türkiye ile dost bulunan büyük devletlere padişahı. mızm bu reyini tarafımızdan “her birinize ayrı ayrı ihtar eylemek için dostane mektublar yazılarak İstan- bulda bulunan elçinize gönderi miştir, Hasılı mukaddematımızın neticesi şudur ki mülk kavgalarının hemen sulhe tebdili ile memleket ve reaya- nın refah yüzü görmeleri insaflı hü- kümdarların dalma gözönünde bu- Tundurmâları lâzımgelen şeylerin olduğunu cenebınız gibi dirayet sa- hibi bir zat vasıtasile haşmetlü vâ'â makamı kırala ve diğer iktiza öden- lere bildirdikten sonra hakikaten âlemin nizamını mucib ve adem oğul larının refahına sebeb olacak sulh ve salâha ve eskisi gibi muhâbbet ve müveddete ve itidale meyle rağ- bet gösterildiği tarafımıza bildirilir ise bü husus padişahın namesi ile tekid olunarak muhariblerin ara'a- rim. lah keyfiyetinin temin edile- ceği metruldür. Hicri 1158 - Milâdi 1744 f1J Salih Münir Çor'u Mütekaid büyük elçi (0) Bu mühim vasika elfaz ve üslübn 'fa- de itibarile aslının ayni değildir. Mer'en bir nevi tercümesidir. Aslının şivesi, eJ- fazı ve terkibatı o asra göre bile gayet müğlâk ve çetindir. Posta itihadına dahil olmıyan een-bi memleketler; Sereliği 8600 ajtı aylı 1900, üç aylığı 1090 kuruştur. göndermek lüzendir. Şevval 3 — Kasım 18 8. İmsak Güneş Öğle ikindi Akşam W iğ va 1220 243 716 945 1209 ui Va, 5.İ5, 6571201 1450 1040 991 İdarehane: Babsâli civan Acımuri sokak No, 13