117 Teşrinleyvel 1938 Belki dünyanın en rahat adamların. | kendi pencerelerine bakan bir dairesin- dan biri idi. Bir ticarethanede küçük bir memurdu. Kazancı azdı. Fakat ona Yetişiyordu. Çünkü onun hayatında Öyle büyük bir masraf kapısı yoktu. İçki içmezdi. Şıklık, giyim koşum me- Traklısı değildi. Sigarası yoktu. Kumar bilmezdi. Kadınlara karşı son derece mahcuplu. Zaten güzel bir adam da değildi. Zayıf, esmer, kavrulmuş bir vü- cudü vardı. Hayatından bir kadin ma- cerası geçmediği muhakkaktı. Acaba bedbaht mı idi? dersiniz?... Bilâkis son derece mesud bir adamdı. Bu rabat ve kaygusuz hayatı içinde onun da pekâlâ zevkleri vardı. Çalış- tığı ticarethaneden çıkınca aheste aheste, hemen hergün geçtiği yollar. dan evine gelirdi. Fakat ara sıra yo- Yunu değiştirir, kitapcısına uğrar, art tırdığı paralardan epeyce kitap alırdı. Ecnebi dili bilmediği için dünyaca meş, hür büyük eserlerin türkçe tercümele- rinin çıkmasını beklerdi. Böyle büyük eserlerin türkçesinin çıktığını işitince hemen kitapçı dükkânına damlar, mü- hakkek o kitabı alırdı. En büyük zevki edehiyattı. Fakat o kimseye, en yakın arkadaşlarına bile bu zevkinden bahsetmeğe, her nedehse utanırdı. Geceleri odasına kapanıp giz. li gizli. şiirler yazdığı da olurdu. Pek yakından göremediği kırmızı kadın du. dakları, derinliklerine hiç bir zaman bakmağa cesaret edemiyeceği yeşil ka. dın gözleri, hiç okşamadığı uzun, kum. ral kadın saçları için sıra sıra müsrala- ri dizerdi. Sonra bunların altına kü. çücük bir Ahmed Çekingen imzasını “atardı. Zamanenin yeni şairleri kötü şiirle- rinden bile iftihar ve âzamet duyarken Oobazen kaleminden çıkan güzelce manzumeleri bile .sanki bir kabahat- miş gibi - saklardı. Bu şiirlerin bir tek okuyucusu vardı. Oda kendisi... Senenin her mevsimi için kendisine zevkler bulmuştu. Meselâ kışın saç 50- basının üstünde kestane kebabi yapar. Yazın en sıcak günlerinde de evinden dışarı çıkmazdı. Çok sıcak yaz günle. rinde evinin köşesindeki'buzcudan büz alır manâva kadar gelirdi. Yaz meyvalarınm en ucuzlarından bir ke- se kâğıdı karışık yemiş alırdı. Meselâ dört beş erik, bir salkım üzüm, bir iki şeftali, dört beş kayısı... Evine gelince buzu kendi elile yıkar. dı. Büyükçe bir çinko tası vardı. Mey- vaları ve buzu bunun içine koyardı. O soyunup dökününceye kadar buz ü: tündeki meyvalar da adam akıllı soğur. du, Sıcak yaz günlerinde gelecek mi- safiri filân olmadığı için v içinde bir fanile ve bir de iç pantalonile dolaşır. dı. Bu vaziyette meyva tasının başına geçer, bir yandan soğumuş yemişleri yerken bir taraftan da gene kitabını okurdu. Hayatında büyük rahatını ve saade- tini bozacak küçük bir gölge bile yok- tu. Fakat bir aralık kendisini epeyce üzecek bir hâdise oldu. Yazdığı şiirlerden bir tomarını çalış. tığı ticarethanede masasının üzerinde unutmuştu. Bu şiirler kendisile daima alay eden muzip bir arkadaşmın eline geçmişti. İrfan, bu manzumeleri bu- Junca mal bulmuş mıgribiye dönmüş- tü. O günden sonra Ahmed Çekingen'in ismi «Şair; kalmıştı. Şair aşağı, şalr yukarı... O arkadaşlarının kendisine taktığı bu isimden hem utanıyor, hem, hiddetleniyor, kendisine «Şair» denil. diği zaman kulakları iki küçük doma- tes gibi kızarıyordu. Kendisini pek kızdırmak istedikleri zaman onun arkadaşları arasında pek meşhur olan «Gözlerin» manzumesini yüksek sesle okurlardı. «Yeşil gözlerin İki okyanusus diye başlıyan bu manzu- me okunurken Ahmed Çekin; den çıkardı. pekingpaiiz Ahmed Çekingen etrafı büyük ve son derece lüks apartımanlarla çey- rilmiş harap, tahta bir evde oturuyor. du. Evi çok pahalı ve zenginlerin otur. duğu bir semtte idi. Ancak genç adamın evi olurulmıya- cak derecde harap ve kullanışsız oldu- Zu için ona burasını ucüzs kiralamış. Jardı, Ev sahibi bu köhne, tahta binayı Yiktırıp, komşuları gibi arasına yeni, asri, lüks bir bina kurdurtnağı düşü- nüyordu. Ahmed Çekingen'in evinin tam kar. şısında gayet büyük, gayet lüks bir Aapartıman yardı, Bu apartımanın tam de son derecede güzel, hayat dolu bir genç kız oluruyordu. Bu tam münasi- le asri bir kızdı, Hattâ bir gün kendi kullandığı bir otomobille bir köşeyi süratle dönerken az daha Ahmed Çe- kingeni ezecekti. Mahcup, sıkılgan de. | likanlı bu genç kıza hayret dolu güzler- le bakardı. Ne bambaşka bir mahlük. tu o... Ahmed Çekingen bu genç kımı | bir gün apartımanın kapısı önünde, gayet şık otomobilinin içinde, direksi- yonun başında, nar çiçeği dudakları arasında bir sigara tüttürürken gör. müştü. Buna da şaşmıştı. Kendisi er. kek olduğu halde sokakta sigara içmi. yordu. Sokukta değil evde de içmezdi. Halbuki karşıki komşusu açık otomo- bilinde etrafı seyrederken sigarasını tüttürüyor, kırmızı dudakları arasın- dan top top dumanlar çıkarıyordu. Bir müddet sonra kendisi ile ticaret. hanede dalma alay eden arkadaşı İrfa- ! nın, karşıdaki güzel konşusile uzaktan akraba olduğunu öğrenmişti, İrfan | arasıra karşıdaki apartımana geliyor. du. Bir gün Ahmed Çekingen evinden çıkmıştı. Gene komşunun üke otomo- bili kapıda duruyordu. Birdenbire ar- kasından: — Ahmed... Ahmed!... diye bir ses işitti, Döndü baktı, İrfan güzel komşusu- nun otomobilinden kendisini çağırıyor du. Ahmed Çekingen selâm verip geç- mek istedi. Fakat İrfan onu israrla ça- | gırdı: Mahcup adam otomobile yak. laştı. İrfan, Ahmedi, yanındaki genç kıza takdim etti: — Mehlika sana gayet hassas bir şal. ri takdim edeyim... Ahmed Çekingen... Hani kendisinden sana sik sık bahse- derdim. «Tam karşında oturuyoru de- miştim ya... İşte kendisi... Çok mah- cup, ince ruhlu, gül yaprağı kadar has- sas bir gençtir... İrfanın alayla karışık sözleri içinde «şair» kellmesi gene Ahmed Çekinge- nin kulaklarını iki domates gibi kızart- muştı. Ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Birkaç kelime tekerledi. İrfan ona: — Bir akşam gezintisi yapacağız. Bo- ğaza kadar uzanucağız. Sende gel... Ahmed özür diledi. Gelmek istemiyor. | du. Fakat İrfan yavaşça ona eğildi: — Gel... Yoksa şimdi senin meşhur: «Gözlerin» manzumesini okurum ha... İrfanın bugün bütün müzipliği üze- rinde idi. Üstelik Mehlika da gelmesi için Ahmede rica ediyordu. Çaresiz otomobilin arkasına bindi. Saatlerce dolaştılar, Akşam olmuş, güzel bir mehtap çık. mıştı. Büyükderede deniz kenarında durdular. Burada İrfan mehtaba kar- şı Ahmed Çekingen'in «Gözlerin. man- zumesini okumağa başlamaz mı? Ah. | Istırabın ve ağrının en şiddet- lisini en kolay en çabuk ve en ucuz geçirmenin çâresi bir kaşe GRİPİN almaktır, Mideyi bozmaz, böbrekleri ve kalbi yormaz. AKŞAM ei Rahatı bozulan adam | med uçurtması elinden kapılan bir ço- cuk gibi yalvararak İrfanın elindeki manzume kâğıdını almak istiyordu. Fakat Mehlika: — Son derece güzel bir şiir!,.. Bıra- Xınız okusun... Ne güzeli Ne güzeli... diye onu teskin etti. Şiir bitince genç kız: — Siz hakikaten kuvvetli bir şairsi- | niz... dedi, Bir sigara yaktı. Ahme'le de bir tane uzattı. Genç adam içmek iste- miyordu. Fakat Mehlikanım israrı kar- şısında sigarayı aldı, Onun öksüre ök- | süre, acemi bir tavırla sigara İçişi Meh-| İikanın pek hoşuna gidiyor, kahıkaha- Jarla gülüyordu. O gece ayrılırken Mehlika Ahmed Çe- kingene: — Sizden pek hoşlandım. Muhakkak görüşmek isterim. Siz bambaşka bir Ahmed o gece evine dönünce bam- başka bir insan olmuştu. İçi şiirler do- Tu idi, Şimdiye kadar bomboş geçen ha-! yatına âdeta acıyordu. Mehlikanın ki- zil dudakları aklından çıkmıyordu. Bu dudaklar o gece rüyasına tile girdi. Mehlika genç adamın hayatında ilk de- fa bu kadar yakından temas ettiği bir | kadındı. Ertesi günü, daha ertesi günü, daha ertesi günü Mehlika ile arkadaşlıkları iyice ileri gitmişti. Hattâ bir akşam Mehlika ile beraber başbaşa bir otamo- bil gezintisi yaptılar. Ahmed Çekingen O gece Mehlika için yazdığı bir şiiri ona okudu. Fakat delikanlı, getiç ktzın göz- lerinde şeytanca bir parıltı farkediyor, buna bir mâna vöremiyordu. Fakat bir gün Mehlikadan acaip bir mektup aldı. Bunda deniliyordu ki: «Beni affetmenizi rica ederim. Sir- den bana «Hayatında hiç bir aşk ma- cerası geçmemiş, son derece mahcup bir adamı» diye bahsettiler. Ben de size bir şaka yapmak istedim. Size karşı ya- lancı bir alâka gösterdim. Hattâ size «Seven bir kadın; rolünü oynadım. 'Maksadım sadece küçük bir şakadan ibaretti, Beni affediniz ve unutunuz...» O günden sonra Mehlika ona selâm bi. le vermiyordu. Fakat genç adam aşk içinde idi, Artık kışın kestane pişirdi- ği, yazın buzlu meyva yediği odası ona | çok mânasız geliyordu. Derdini unutmak için arkadaşlarile, | Hattâ İrfanla gezip tozuyordu. Gece yarıları, hattâ sabaha karşı eve di yordu. İçkiye de alışmıştı. Günde iki paket sigara ona 82 geliyordu. Mehli- kayı unutmak için kendisine yeni ma- ceralar arıyordu. Artık şiir yazmağı da bırakmıştı. Şimdi Ahmed Çekingen: — Hiç bir şeye yanmam... Eski haya- tama dönemiyorum... Eski rahatım kaç- 1... Ona yanıyorum... Bir küçücük şa- ka yüzünden rahatım bozuldu... Ne me- suddum!... diyor.. Hikmet Feriğun Es Aldıktan Beş dakika sonra ——— Ucuz - Tesirli - Zararsız icabında günde 3 kaşe alınabilir İsmine dikkat. Taklidlerinden sakınınız ve Gripin yerine bâşka bir marka verirlerse şiddetle red ediniz m ÜNİ RMİNİNMMA İM öküze iie — Bırakınız onu, aslanlarım! Ha- cer gelince, kime islerse versin. Ba- na merhamet ediniz! Kardeşlerimiz düşmanla çarpışırken, sizlerin bura- da bir kadın yüzünden çatışmanız hem ayıp, hem de günahtır. Halil fırsası kaçırmak istemiyordu. Derhal palasına sanlarak kınından çekti; — Onu seviyorum dedim ya - di- ye haykırdı - Kiveliyi almadan bir yere gidemem. Adamlarına emretti, Hepsi birden gemiye yayıldılar. Yalnız üç kişi Selimi muhafaza emek için yanında kaldı. Selim: — Onu bende seviyorum, dedi, o halde Kiveliyi ikiye bölelim... Ya- rısmı ben alırım, Yarısını da sen... — Hayır. Onu ben sağ olarak alıp götüreceğim. Hem de senin gözünün önünde, Selim soğukkanlılığını muhafaza ediyordu. Halil çok hiddetliydi. Ok dan çıkmıştı bir kere. İki tilkinin de bir av peşinde koş- tukları belliydi. Halil; — Benden önce davrandın. 8&en de Kiveliyi kaçırmağa geldin, değil mı? Diye bağırdı. Selim: — Evet, dedi, onu ben götürecek- tim. Fakat, sen götüremiyeceksin! Ve hançerini çekerek, Halilin üze- rine çekirge gibi atıldı. Halilin pa- Jası birden yere düştü. Korsanlar Selime sarılıp geri çektiler ve kolla- nndan yakaladılar. Fakat, ne yâ zık ki, küçücük bir hançer, Halilin koskoca gövdesini bir anda deşiver- mişti, Halil kanlar iğinde yere yuvar- Tanâı. Hasan Elâttaş şaşırmışta, O, ikisi- ni de korumak ve Kiveliyi ikisine de vermemek istemişti. Uğurlu gemide böyle kanlı bir hadisenin oluşu mü- cahidler üzerinde ne fena tesir ya- pacaktı, — Burasını cenk meydanı mı san- dınız? Düşmanla çarpışmağa neden gitmediniz? diye bağırarak yere eğil- di, Halilin yarasını sarmağa başladı. Halilin yanındaki muhafızlar bir işe yaramamıştı. Selimi geriye çek- mekte gecikmişlerdi. Halil yere yü- yarlanınca, hazin bir tavırla başımı kaldırdı: — Selim, dedi, ben sana kıymak isteseydim, elime çok fırsat geçmiş- ti, kimseye sezdirmeden gebertirdim seni» Bir kahbe yüzünden beni yara- ladın. Unutma ki, benim öcümü sen- den alacaklar vardır. Selim bu sözleri yarı duydu, yarı duymadı... Derhal geminin ambarı- nâ inerek Kiveliyi aldı, yüzünü ve vücudünü örterek çıkardı, kendi ka- yığına bindirdi. Halil, Kivelinin önün- den geçtiğini görecek halde değildi, çok bitkindi. Gözlerini kapamış, hızlı hızlı soluyarak yerde yatıyordu. Elâttas, Halilden ümidini kesmişti. Halilin adamları, reislerini kucak- lyarak götürdüler. Halli kendi gemisine gelinceye ka- dar gözlerini açamadı. Yaşayıp yaşamadığı belli değildi. Bizans dilberi kucaktan kucağa dolaşırken.. Kiveli korsanların eline esir düş- tükten sonra, bir müddet Saidin ge- misinde kalmış, Venedikli o Antonyo ile sevişmiş, ondan sonra Necib Hay- yatın gözdesi olmuştu. Kiveli bu arada, Bizansa kaçan Aryüsle de oy- naşmışlı. Necib öldükten sonra (Uğur gemisi) nde hapsedildi. Burada da erkeksiz değildi... Geminin dümen- cisi Saun onu seviyordu. Selim, Kiveliyi kaçırmağa karar verdiği zaman, Halil de bu sehhar kadının aşkından perişan bir hale gelmişti. Bülün erkekleri birbirine geçiren Kivelinin büyülü gözleri bir ateş kaynağına benziyordu. Ona kim yayın- DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli ...... TEfrika No. 147 Selim birdenbire hançerini çekti ve Halili yere serdi. Kiveliyi kucaklıyârak hasmının gözü önünde kaçırdıl baksa, takılıp kalır ve içine derhal bir ateş düşerdi. Kiveli nihayet, kucuktan kucağa dolaşarak, şimdi de Selimin eline düş müştü. Bu arada Kivelinin garib ve me raklı talihini öğreniyoruz. OVaktile Bizanslı bir falcı, Kiveliye şunları söylemiş: «— Sen, bütün ömründe, on İki erkekle yaşıyacaksın! Bunların yö rısı senin yüzünden ölecek. Yarısı aş- kından perişan olacak. Ve sen, bü- tün bu hadiseler arasında yuvarla- np gideceksin, mesud olmıyacaksın! Hayatın kırk wma kadar bö; i turablar, işkencele: geçecek. Mütemnd Fakat, yalnız 8 yarar? Sevmek te, sgv k ar bir ihti- yaç değil midir? Senin yıldızın böy- le doğmuş... Kırk yaşına kadar, saç- larına ak düşünceye kadar kucak- tan kucağa, elden ele; dilden dile do- laşacaksın! Kırk yaşına geldiğin 7a- man ne olacak, bi lerin yüksekte, saray! sen ancak bir çoban kulübesinde mesud olacaksın! Genç, yükışıklı bir çobanı seveceksin! Bu sevgi seni onun kulübesine kadar sürkliyecek... Ora- da mesud ve bahtiyar olacaksın! He le kırk yaşını bekle bakalım. O zâ&- mana kadar başından geçenler, Bi- zanş tarihi kadar büyük bir cild dok durabilir!» sevileceksin! Kiveli, Selimin gemisine geldiği zaman, Bizanslı falcının sözlerini hü- tarladı. Yaşı henüz yirmi beşi bul mamıştı. Kırk yasına varabilmek için, daha on beş yıllık uzun bir 7a- man vardı. Önünde açılan on beş yıllık bu çetin yoldan nasıl yürüye cekti. Korsanların eline düştüğü gündenberi, kendisi için üç kişi öl müş sayılabilirdi.. On ikiyi doldur- mak için, daha me kadar bekliye- cekti? Kiveli hatırasını yokladı. Sade bunlar mıydı ölenler? Misinaya gittiği zaman, orada kendisile evlenecek olan dayısının oğ uda birdeniz kazasına kurban gitmemiş miydi? 'Kiveli bundan sonra, impatatorur sarayında geçen hayatını da gözü- nün önüne getirdi. Genç bir hassa zabiti ile seviştiğini ve bir gün bu za- bitin attan düşüp öldüğünü, bir şairin kendisi için destanlar, medhi- yeler yazdığını ve nihayet onunda imparator tarafından idam edildiği- ni hatırladı. Kiveli bu şairi sever gibi olmuştu. Şair bir ihtilâle karışa rak, yeriilerden biri tarafından Ok dürülmek istendiği halde kurtulmuş, fakat biraz sonra, imparatorun cel- lâdları elinde can vermişti, Şairin ölümünü başka şairler ne hazin, ns acıklı bir lisanla tasvir etmişlerdi. Kiveli bu şairden sonra, imparatos run hazine Kâtiblerinden biriyle ta- nışıyor.. delikanlının saflığından i$ tifade ederek hazineden iki büyük zümrüd taşı aşırıyor. Bu hadise mey dana çıkınca, Kiveli bir kenara çe kiliyor, meydanda hırsız olarak kâtib kaliyor. İmparator bu delikanlıyı Hayırsız adaya sürüyor. Zavallı ço- cuk yesinden adada ölüyor... Selim Karvan bunları bilseydi, acaba bu kadar meşum ve tehlikeli bir kadını sever ve yanına alır mıydı «Aşkın gözü kör, kulağı sağırdır!» derler. Hangi âşık, muhtemel tehli- keleri düşünerek, maşukasından vaz geçmişti? Kiveli, bütün hayatında kendisi için ölenlerin sayısı yodiyi bulduğun! tahmin ediyordu. Bu hesabda yanık mamuşsa, kırk yaşma kadar beş kişi daha öldürecek demekti. — Nihayet, mesud olacağım ya, diyordu, Kim ölürse, kaç kişi ölürse ölsün, Öyle ya. Mademki, bütün tehlike lere rağmen kendisi yaşıyacaktı.., Ölenlere acımanın ne mânası vardı (Arkası var)