Yalanlar memleketi Hollivut... Büyük avrupa şehirle “ Çok cazibeli, zevkli bir iş sanılan |rinde otobüsler, taksiler sinema artistliğinin iç yüzü Nakil vasıtalarından halkın kolaylıkla istifade etmesi için alınan tedbirler Buradan Hollivuta gitmeden evvel tanıdığım gençlerden biri bana: — Muhakak ki dünyanın en zevkli mesleği: sinema (o artistliği... Şir, musiki, güzel kadın, lüks içinde çalış- mak... Bundan daha iyi iş mi olur?.. Demişti. Hakikaten bazılarının ak- hna, sinema artistliği deyince zevk, safa, şiir, musiki içinde bir çalışma geliyor Halbuki çok defa bir filim artisti. nin başına gelenler - bizim eski tabir- le - pişmiş tavuğun bile başıma gel- mez. Hollivutta sinema artistlerinin en ziyade korktukları, nefret ettikleri şey şunlardır: Yağmurlu filim sahneleri, gölde, su içinde, denizin içinde çevri- len filimler, fırtına, yangın, su bas- kımı sahneleri... Hiç unutmam, Hollivuta ilk gittis gim ay rejisör Frank Kopra, Colum- bla stüdyolarında bir tayyare filimi çeviriyordu. Filimdeki yıldıalar, rol icabı çok şiddetli bir yağmura tutulacaklardı. Artistler ortaya geldiler, Etrafta bü- yük büyük üçer direkli sehpalar var- dı. Her sehpanın tepesine kalın hor- tumlar çıkarmışlar. Rejisörün işareti üzerine filim çevrilmesine başlandı. Sahneyi idare edenler sehpaların Üüz€- rindeki hortumların ağızlarını açti- lar, Biçare artistlerin Üzerine bardak- lardan boşanırcasına yalancı bir yağ- mur başladı, Filimdeki yağmur sah» nesini bütün şiddetile göstermek için zaman zaman rejisör işe kısa bir fa- sıla veriyor ve etrafındakilere sesleni- yor: — Suyu daha fazlalaştırın... Yağ- murun çok şiddetli olması lâzım, O zaman sehpaların tepesindeki hortumlardan ârtistlerin üzerine oluk oluk su akıyordu. Bu müthiş duşun altında sinema artistleri o günü saatlerce çalıştılar. sahnesinin filime alınması işi ne ka- dar sürse beğenirsiniz? Tamam dört gün... Dört gün sinema artistleri o şakır şakır yağan suyun altında çalış tılar, İşte gayet büyük zevk, şiir, musiki, lüks içinde çalıştıkları sanılan sine- ma yıldızlarının ekseriya başlarına böyle şeyler de gelir. Son zamanlarda Hollivutta bir yıl diz fevkalâde parladı: Droti Lamour... Şimdi bu genç kadın Amerikanın cinsi cazibesi en fazla yıldızlarından biri addediliyor. Droti Lamour'dan Fran- sız gazeteleri «Dünyanın en güzel kadını; diye bahsediyorlar. Bu genç kadının son çevirdiği «Fır. tınas ismindeki filim çok meşhurdur. Bu filimin aşağı yukarı bütün sahne- leri fırtınalı bir denizde geçer. Bunun için güzel sinema yıldızı, o zaman hümile bulunmasına rağmen aylarca vücudünde küçük bir hayvan derisi olduğu halde, yarı çıplak bir şekilde su içinde çalışmıştır. Yalnız su içinde çalışsa gene iyi... Fakat filimdeki gayet fırtınalı sahne- leri pek müthiş bir surette göstermek, artistin saçlarını dâima fırtınadan uçuyormuş gibi bir halde bulundur- mak için zavallının önüne sekiz on | tane pek büyük, pek kuvvetli vantilâ- tör de koymuşlardır. | Genç kadın çıplak ayakları, çıplak vücudile bir tahta teknenin önünde, her biri müthiş rüzgür yapan vantilâ- törlerin karşısında haftalarca çalış- tıktan sonra hastalandı. Fakat filimin bitmesi: lâzımdı. Hasta olmasına rağ- | men gene uzun müddet çalıştı. Sinema artistleri böyle yağmurlu sahnelerden olduğu kadar - rüzgârlı | filim sahnelerinde çalışmaktan da pek l ziyade korkarlar. Çünkü rüzgârlı sah- nelerde saçların her saniye dehşetli uçması lâzımdır. Bunun için de etra- fa o kadar kuvvetli vanlilâtörler ko- nur ki bu hava cereyanı karşısında en sıhhatli insanlar bile hasta olur- lar, İ Sinema artistleri için stüdyodaki | Fakat gene filim bitmedi. Bu yağmur © Bazen pişmiş tavuğun başına gelmeyen eziyetler stüdyolarda artistleri bekler Stüdyoda çevrilen yağmur lu bir filim sahnesi. Su içinde çalışmaktan hastalanan güzel yıldız Drothy Lamour çok fazla ışık ve sıcaklık veren pro- Jektörler “de birer belâdır. Fakat bü- | yük vantilâtörler onları projektörler. den ziyade rahatsız eder. Artistler arasında günlerce yalan- İ cı bir göl, haftalarca yalancı bir de- İ nizin dalgaları arasında çalışanlar İ çoktur. Vakıa göl vedeniz yalancıdır amma, bunların suyu sahicidir. Ekse- riya bu suyun içinde müthiş sahte ! i dalgalar yaparlar. Artistler bu dalga- Jarın arasında çalışırlar. Fakat bütün bunların en müthişi yangın sahneleridir. Sinemada yalan- | cı alev derhal belli olmaktadır. Bu- nun İçin yangın sehnelerinde rejisör- ler, mukavvadan, . karlondan evler, dükânlar, binalar yaptırıp bunlara ateş verdiriyorlar. Sinema yıldızları da bu alevlerin önünde, bazan arasında çalışıyorlar. Bu suretle filim daha ha- kikate yakın oluyor, Gene son zamanlarda Amerikada pek meşhur olan Alice Fay ismindeki güzel, narin artiste büyük masraflar- la yapılan «Şikago yangını» adında bir filim çevirttiler, Bu filimde eski Şikago şehrini kar- tondan, olduğu gibi, aynen yapmış- lardı. Dekorları ateşlediler. Artistler tamamile alevler arasında çalıştılar. Filim bittiği zaman Alice Fay gazete- cilere: — Fiimde eski Şikago yandı amma ben de kavruldum... Şikago yangını yüzünden peksimete döndüm... de mişti, Genç kadının yerden göğe kadar hakkı vardı. Sinema artistleri için en can sika Cak çalışmalardan biri de sigara du- manında göz gözü görmiyen sahne- lerde oynamaktır. Hollivutta böyle sahneleri yapmak için evvelâ gayet bol miktarda «günlük» denilen mad- deden alıyorlar. Stüdyonun her köşe- sinde bu «günlük» leri yakıyorlar, bu- ram buram duman her köşeye dağılır yor, Göz gözü görmüyor, bu ağır koku beş dakikada insanın başını çatlıya- cakmış gibi ağrıtıyor. Alışmıyanlar bu müthiş duman içinde hapşırıyor, göz- lerinden yaş geliyor... Fakat vazife vazifedir, Bu boğucu duman İçinde çalışmak lâzım... Benimle stüdyoları gezen - İzmirli | vâtandaşlardan bay Levi: — Bunlar gene iyi, diyordu, bun- dan birkaç sene evvel muharebe filim- leri çevirmek moda idi. Ronald Col- nian'ın «Seher vakti; gibi filimleri çe- virilirken en meşhur artistler balçık bülçık çamurların içinde çalışıyorlar- dı. Hattâ böyle çamurlu bir harp i sahnesinde çalışmak istemiyen meş- hur bir artist: — Çamurdan iğreniyorum... bu çamur içine giremem... dedi, — Rejisör gülerek: İken Acaba çamuru kolonya ile yap- tırsam?... cevabını verdi. İ Bereket versin ki bu harp filimleri Ben A — Parisin otobüslerini Paris be- lediyesi, Londranınkileri müteaddid hususi şirketler idare eder. Bunlar. dan her ikisinin gidecekler, geçecek» leri mahalleri, mahalleleri ve vakti hareketlerini şirketlerle belediyeler. den mürekkep bir komisyon tertip eder. Bu komisyonun yegâne hedefi halkı kolaylıklara kavuşturmak, iz“ dihamlardan kurtarmak ve saire gibi hayırlı hareketlerdir, Londra şehrinde (durak) yerlerine on otobüs birden gelir ve derhal gi- der ve kimse arabasını kaçırmaz. (Plâtform) larında ve içinde tek bir adam ayakta duramaz: Yasaklır. Pa- ristekilerde ise muayyen bir adedden fazla kimse ayakta bırakılmaz. Lon- drada veya Pariste iki üç dakikada bir | (durak) lara gelen ve giden bu araba- İ ların halka bir kat daha kolaylık ol. mak üzere «ayni numaradaki otobüs- lerin» çifter çifter geldiğini söylersem bu da ispat eder ki oralardaki halk nakliye vasıtaları yüzünden sıkıntı çekmemektedir. B — Arabularda para bozdurmak gibi zahmetlerin önüne geçmek üze- re Paristeki otobüsler ve metrolar (yeraltı şimendiferleri) birer deftercik satarlar. İçerisinde zımbalı ufak ufak biletler vardır ve hatırımda kaldığı- na göre adedleri (20) dir ve her adede yirmi beş santim isabet eder. Merhale merhale gidilecek yere göre bunlar koparılır ve biletçiye verilir. (25 san- tim bizim kırk paramız kadar bir şey- dir şimdi). Yani birinci merhaleye İ, ikinciye 2, üçüncüye 3 bilet verdiniz mi Parisi bir baştan bir başa kateder- siniz! C — Bu sayede müşteri gibi memur da raha teder. Arabanın içinde müza- kere ve muhavere biletçi ile vatman | arasında mülâtefe veya müşateme olamaz. Hele Londrada ve İngiltere- nin herhangi bir şehrinde senelerce oturulsa bir lâübaliliğin görülmesi imkân harlcindedir. Buna rağmen bir İngilizin «lütfen. demeksizin ke- lâma başladığı da görülmemiştir. D — Tramvaylara ve otobüslere at- lamak, şunu bunu çekip itmemek için de Avrupada usuller, alışkınlıklar var. dır; çok ta basittir. Meselâ her mev. kifin önünde numaralı birer «tickete tikeler vardır. Gelenler sıra ile birer numara koparır arabayı beklerler. Araba gelir gelmez. Biletçiye numa- rayı gösterirler. Bir tanesini alır ve okur: En az numaralı adamı arabaya alarak sıra ile diğerlerini kabul eder. Ve araba doldu mu Kalkar gider. Bu aralıkta öne geçmek yani başkasının hakkını çiğnemek istiyen biri olursa ve yahud arabaya atlamak gibi hare- ketleri irtikâp edenler olursa evvelâ oradaki halk bu adamı yakalar polise İ verir, E — Fakat böyle bir şey Londrada olmaz. Orada ne atlayış vardır ve ne | de biribirini dürtüp kakış... Her şey sıra ile olur ve tuhaftır ki daha çabuk olur. «Bu da ispat ediyor ki acele ha- reketler müteenni hareketler kadar seri değildir». İstediğim gibi arzede- biliyorsam bu maruzatımdan anlaşı- yor ki milyonlarca nüfus sahibi olan Londra ve Paris şehirlerinde bir de şe- hir terbiyesi ve buna hürmetle mu- habbet vardır. Hürmet vardır: Zira şehrin ciddiye tine ve başkalarının hakkına hürmet ederler. Muhabbet vardır: Çünkü say» mak için sayılmak için sevmek gerek. tir, F — Avrupada taksiler de bazı ka- yıdlara tâbidir. Sokakta gezenleri toplamak derdile «frande» yani ka- çakçılık yapamazlar. Mahalli mahsu- sunda nöbet bekliyen arabaları arka da bırakamazlar; ve bu yerlerden ö..seanasaseses san. ...rreerarea a eaRRENANEN modası geçti de artistler çamur için- de çalışmaktan kurtuldular, Sinemada birçok sahnelerin hileli yapılmasına rağmen stüdyolarda he- men her gün kazaya uğrıyan, hayat- ları tehlikeye giren artistler vardır, | Hikmet Feridun Es müşteri alamazlar. Yürürken önle- rinde bulunan arabayı sağdan duble «doubler» edemezler. Bunların ve mü ayyen süratin haricinde hareket eden- lerin cezası büyüktür. Büyüktür fa- kat taksi flatleri küçüktür. Evvelâ bir İrank yirmi beş santimle «bizim para- muzla dört buçuk kuruş ediyor galiba» harekete başlarlar. Meselâ bizim Tak- simden Bebeğe kadar olan mesâfe için Pariste «on frank. çoktur bile. Buda bizim paramızla kırk kuruş kadar bir şey eder. Yalnız gece yarısından son- ra saat birden itibaren flatlere biraz zam yapılmıştır. «Çünkü: Medeni bir şehirde sinemaya, tiyatroya, ahibba- ya gitmekilh bir ihtiyaçtır. An. cak fazla gezmek eğlenmek, sabahla- mak bir sefahettir, lükstür. Binâena- leyh gezen eğlenen adamlar taksile- re de beş on para fazla verebilir. der- ler! Pariste - Londrada bir de Voiture de Remiseler yani garajlarda duran kira arabaları - otomobilleri vardır ki bun- lar hususi surette günlük, haftalık ve yahud aylık olarak tutulur, Ve hiç bir masrafına karışılmaz. Bu arabalar cidden güzel ve mükelleftirler, Otoka- rımsı gibileri de vardır. Bunlarla uzun seyahatler yapılır. Memleket memle- ket dolaşılır." Ender olarak görülen bazı hususi otokarlarda yataklar da vardır. Fakat bunlar o kadar pratik yani elverişli ve istifadeli değillerdir. Bahusus İngiltere ile Fransada ve Bel- çikada köyler, kasabalar, şehirler yek- diğerine o kadar yakındır ki insan mutlaka bir otel ve rahatını zahmet- sizce bulur. Arabada yatmak ihtiyacı yoktur. Meğerki ahaliden hali bir ye. şiliik üzerinde bir balayı geçiren gün. lerden bir kaç gececik çalınmak arzu oluna... G — Avrupanın şoseleri seyrüsefere fevkalâde müsalid hattâ teşvik edici olduğu için oralarda yapılan araba safası Serveti Fünunun vaktile neş- rettiği bir romanındaki araba safasi- na benzemez. Çünkü her şosenin yol bekçisi (Cantonnler) vardır. Bozuk bir şey gördüler mi derhal tamir eder- ler ve yahud merkezlerine haber ve. rirler! Büyük kamyonlar için de ka- rarlar ve kaideler vardır. Hele şehir. lerde istedikleri gibi seyrüsefer ede. Ynezler. Fransadaki şimendiferlere ş0- selerle kamyonlar rekabet ettiği ci- hetle yollar, büyük şoseler daima ve mütemadiyen kalabalıktır. Bunun için yollardaki arabalar, sokaklardaki yayan gezenler belediyenin ve hükü- metin vazettiği kaideleri öğrenirler; ahkâmına riâyet, bu sayede de halkı rahat ettirirler. H — Kalabalık ve muhtelif ecnası içinde yaşatan büyük şehirlerde yerli veya ecnebi her türlü haylazlar var. dır ve bunlardan bir çoğunun, ailenin ve cemiyetin terbiyesinden uzakta bırakılmış bir sürü cahillerin okuduk- Jarı veya duydukları roman ve tefrika- lardan mülhem olarak bazı haylazlıklar ra, cinayetlere sülük ettikleri de var- dır. (Meselâ şoförü öldürüp parasını almak, kendi izini kaybettirtmek ve emsali gibi). Bunu bilen ve tecrübe- sinden geçen Paris şoförleri yamıbaş- larında birer köpek dolaştırırlar ve bu köpeği araba yoluna devam ettikçe mütemadiyen arkaya yani müşteriye doğru bakmağa alıştırırlar. Gerçi bu bakışın bir kabahat veya bir cinayeti iltizam edeceklere karşı mutlaka te- siri oluyor denilemezse de şoförlerden bir çoğu köpeklerinden ayrılamazlar, Paris şehrinde yirmi beş binden fazla taksi bulunduğu cihetle zannederim on on beş bin kadar da köpek vardır! Oradaki taksiler bizdeki gibi ayni renkte boyalı değillerdir. Meselâ (Röno) lar kırmızıdır. (Pöjo) lar ye- şile boyanmıştır. Bir gün şoförlerin. den birine arabanın (neden?) Yem. yeşil olduğunu sorduğum zaman «bi- zim büyük patronun güzel bir mada mı vardır ve gözleri yeşildir de ol« dan...» demişti! Semih Müstaz 8.