Senelerce çalıştığı şirketten tekaü- de çıkarılınca Kadıköyündeki evine taşındı. Tekaüdlük günlerini bura- dâ geçirecekti, Fakat Saminin bütün HER AKŞAM BİR HİKÂYE hayatı faaliyet, hareket içinde geç- | mişti. Böyle birdenbire her şeyden elini çekince fena halde canı sıkılmağa başlamıştı. Sabahleyin erkenden ya- tağından kalkınca «acaba bugün ne yapsam?» diye uzun uzun düşünü- yordu. Aksi gibi bahçeye, yahut çi- çek, tavuk yetiştirmeğe' hiç te mera- kı yoktu. Halbuki sabahleyin evdeki genç- ler acele ile giyiniyorlar, İşlerine gi- diyorlar. çocuklar mekteblerine ko- Şuyorlardı. İşlerine, yahut mekteblerine git- mek için telâşla hazırlananları gör- dükçe Saminin can sıkıntısı büsbü- tün katmerleşiyordu, Onunda bir işi olsa da böyle sabahleyin telâşla giyinse ve evden fırlasa... Onun için günler gayet ağır geçis yor, saatlerin akrebleri, yelkovanla- n tembel tembel, yavaş yavaş dönü- yor. Akşam pek geç ölüyordu. Pek rahat edeceğini sandığı bu tekaüd hayatından hiç te memnun kalma. mıştı, Can sıkıntısından ne yapacağını şaşırmıştı. Çalışırken üstüne başına, tuvaletine pek ehemmiyet vermezdi. O zaman böyle şeyler iğin pek vakti yoktu. Halbuki şimdi bütün gün ya- pacak İş arıyordu. Bir gün öynada kendisini uzun uzun tedkik etti. Hiç te ihtiyar gö- rünmüyordu. Hele yüzü hâlâ genç- ti. Yalnız üst dudağındaki bembe- yaz bıyıklar olmasa daha genç gö- rünecekti. O gün can sıkıntısından bunalacak gibi idi. Birdenbire aklı. na geldi. Şu beyaz bıyıklarını kökün- den kesip atsa acaba nasıl olacaktı? Hemen tıraş takımını çıkardı. Yü- zünü sabunları. Biraz sonra seneler- ce yüzünde taşıdığı, artık bembe- yaz olmuş bıyıklarını Kesmişti. Yü- zünü yıkadıktan sonra aynada hay- retler içinde kendisine bakıyordu. Bembeyaz bıyıkları kesildikten son- ra en aşağı sekiz, dokuz yaş genç- leşmişti, Can âikıntısını defetmek için do- labından en yeni elbiselerini çıkar- dı. Onları kendi elile gayet iyi ütü- ledi. Giyinmeden evvel saçlarını da- kikalarca fırçaladı. Bir dostunun kendisine hediye getirdiği, fakat o güne kadar bir türlü takmak nasib olmıyan kravatını, aynanın karşısın- da uzun bir itina ile boynuna bağ- dadı. Giyindi. Şöyle bir kere daha ay- naya baktı. Hayatında hiç bir zaman bu kadar itinalı, bu kadar şık giyin- memişti, Hele bey bıyıklarını kestikten sonra yür' bambaşka bir gençlik ifadesi de gelmişti Artık böyle iki dirhem bir çekir- dek giyindikten sonra evde durama- dı. Sokağa çıktı. Zaten vakit geçir- mek için vesile arıyordu. Ağır ağır iskele caddesinde ilerle- meğe başladı. Bir aralık önünde, or- ta yaşlı, fakat gayet zarif giyinmiş, son derece güzel bir genç kadının yürüdüğünü farketti, : Halbuki o çalıştığı zamanlar 50- kakta gözü kadınları görmezdi bile... O vakitler evinden çıktı mı telâş için- de tramvaya atlar, gazetesini açar, çalıştığı şirketin bulunduğu yefe ka- dar havadisleri ve öteki yazıları okur- du. Tramvaydan iner inmez şirkete girer, öğle paydosu hariç akşama kâ- dar işinden baş kaldırmazdı. Akşam da İşinden çıkar çıkmaz doğru evine koşardı. On sene evyel karısı öldük- ten sonra da gene hayatında hiç bir Pm olmamıştı. İşi, gücü onun vaktini o kadar dolduruyordu ki başka şeye dikkat edemiyordu. Halbuki şimdi ölye miydi? Bekâr- lığındanberi sokakta ilk defa güzel bir kadına dikkatli dikkatli bakıyor- du. Adımlarını sıklaştırdı. Bir ara- lık, orta yaşlı, güzel, şık kadında ona dikkatli dikkatli baktı. Vapura beraber girdiler. Sami gü- zel kadının karşısına oturdu. Za- man zaman gene bakışıyorlardı. Hat- tâ bir aralık Sami güzel yol arka- daşının kendisine bakarken hafifçe, tatlı tatlı gülümsediğini farkeder gibi oldu. Köprüye çıktıkları zaman Sami: — Ben yaşta bir adama böyle şeyler yakışmaz... Yirmi yaşında bir delikanlı gibi kadınların peşinden koşacak değilim ya... diyordu. Orta yaşlı, güzel kadın Köprünün Kara- köy cihetine doğru gidiyordu. Sami İstanbul tarafına doğru yürümeğe karar verdi. Bir kaç adım attı, Fakat nereye gidecekti? Hiç işi gücü yok- tu. Dönüp son bir defa daha güzel vapur arkadaşına baktı. Tuhaf şey, kadın da dönmüş ona bakıyordu. Sami ne yapacağnı şaşırmıştı. Kendi kendine: — Haydi bari ben de Beyoğluna çıkayım... dedi. Döndü. Karaköy el- hetine doğru İlerlemeğe başladı. Bir müddet sonra orta yaşlı şık bayana yetişmişti. 'Tünele beraber girdiler. Sami karşısındaki güzel kâdının ken- disine karşı bakışlarının sıklaştığını farketti. Hem şimdi, daha candan, daha ümid verici bakıyordu. Sami kendi kendine: — Bugün istersem vaktimi gayet tatlı geçirebilirim... dedi. 'Tünelden çıktıktan sonra pek acemi bir tavır- lâ güzel, şık kadına yüklaştı. Bir ve- sile bulup bir kaç söz söyledi. Ahbab oldular. O günü akşama kadar gezdiler, t02- dular. Bundan sonra Sami can si- kıntısından, işsizlikten her gün tu- valetine son derece ehemmiyet ve- riyor, iki dirhem bir çekirdek giyini- yor, sokağa çıkıyor, yeni ve güzel arkadaşı Sabiha ile akşama kadar yüzünden âşık olmuştu. Nihayet ev- lendiler. Şimdi kendisine: — Boş vakitlerinde ne yapiyorsun? , diye sordukları zaman cevab veri- yor: — Gayet basit... Karıcığımla kav- ga edip, sonra tatlı tatlı barışıyoruz. Böylece güzel güzel geçinip gidiyoruz. Hikmet Feridun Es Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişi: Pangallida Nargileciyan, Tak- sim: Limoneliyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Galata Kara- köyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa; Müeyyed, Hasköy: Sadık Akduman, Eminönü: Salih Necati, Fatih: Ham- di, Karagümrük: Mehmed Fuad, Bas- Merkez, Sarıyer: Osman, ; Yenikapıda Barım, Beşik- kırköy: Aksaray; taş: Vidin, Fener: Vitali, Kumkapı: Cemil, Küçükpazar: Yorgi, Samatya: Yedikulede Teotllos, Alemdar: Divan- yolunda Esad, Şehremini: Ahmed Hamdi, Kadıküy: Sadık, Yeldeğirme- ninde Üçlar, Üsküdar: İmrahor, Hey- balinda: Tomas, Büyüknda: Halk, Her gece açık eczaneler: Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- Beykoz, Yer değiştirecek kiracılara tavsiye! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA. RI'nı dikkatle okursanız kendi. nize en elterişli yurdu yorulmâ- dan bulabilirsiniz, * Baş, Diş, Nezle, Grip Komatizma Nevralji, kırıklık ve bütünağrılarınızı derhal keser, KARE GUM cine gönde kaşa nbr MA Maç re Briçin en heyecanlı ve en meraklı tarafını hiç şüphesiz maç oyunları teşkil eder. Böyle maçlarda muvaffak olmak is- tisnal meharet ve kabiliyete mütevak- kıftar, 441043 vD6 *AD73 #R63 ARVODE62 — 4D5 v33 o çal *R12 410654 *RVv9 .74 o #ADVI03 .37 YAVIMSTI 83 4952 Birinci masada şimal kâğıdı verdi ve bir sanzatu dedi, şark kontre etti. Cenub iki kupa, garb Iki pika ie mukabele etti, Şimal pikalara pasla geçti, fakat şark üç sinek dekiâre etti, Cenub kupasına de- vamla üç kupa dedi. Garb ve şimal geçti, şark kontre etti. Garb sineğin yedilisini çıktı. Şark onlu ile aldı, pikanın damını çevirdi. Yer asla aldı, Kupa pası muvallakıyelle geçtiğin- den şarkın ruası para etmedi. Pakat To pası geçmedi, şark rua ile aldı, orta gına pika beşlisini çevirdi. Muhasım ta- raf üç sinek, bir karo ve bir pika alarak kozcuyu içeri atti, İkinel masada deklârasyon tamamen birinci masadaki gibi geçti Yalnız çu farkla ki şimalde oturan oyuncu ortağı- nın kabiliyetine ilimadı olduğundan sür- kontre etki, Eğer muhasım taraf üç pi- kaya veya dört sineğe kaçsaydı her iki- sini de konire etmeğe hazırdı. Halbuki | muhasım taraf sürkontre sesini çıkarma- dı. Birinci masada olduğu gibi garb sine- gin yedilisini çıktı. .Şerk onlu ile aldı, pika dmaını çevirdi. Kâğıdların vaziyeti- ne göre üç el sinek'oynansa garb üçün- cüyü keser. Fakat şark, ortağının elinde kaç sinek bulunduğunu katiyetle bilemez. İkinci levede pika damı oynandığı zaman emub için kabiliyet ve meharetini gös- nik meselesi şeklini alır. Şarkta mutlaka tek bir pika bulunduğuna hükmoluna- ma2, Çünkü tek olduğunu kabul edersek garbde rua valeden altı pika bulunma- sı lâzımgeleceği neticesine varırız. Bu takdirde de hiç şüphesiz şimslin sür- kontri üzerine üç plka derdi Cenub pika damına leveyi başığladı. İkincisini yerin asile ald. Kupa pasını yaptı, Kupa ruası düşünce sonuna kadar kozlarını çekti, Şarkın elinde şimdi dört kâğıd kalmıştı. Bunler da sineğin as ve damı, karonun rün ve valesi idi Karo rilasının garbde bulunması ihtimali pek | azdır, fakat gayri mümkün değildir. Bu- dolaşıyordu. İşsizlik ve can sıkıntısı İ nunla beraber bu oyunda karo pasına lü- zum yoktur. Bir sinekle el şarka verilir. Şark: iki sinek aldıktan sonra karo for- şetine oynamak mecburiyetindedir. Bu suretle kozcu oyununu yapar, Başka bir misal: A4R632 va .av3 4DV09054 aDV5 474 *RDEWG62?İlG ŞaİYvo97 *D9 *RIo086 4473 C #R663 Garb kâğıd verdi ve bir kupa dedi. Şi- mal iki sinek, şark iki kupa, cenub İki pika ile mukabele ettiler. Deklârasyon hayli ilerledi. Oyun neticede cenubun Şa dört pikada kaldı ve garb kontro Si kupanın ruasını çıktı, yerin tek ası aldı Kozcu karşılıknı bir keski bul- du. Yalnız dördüncü sineki garb, cenubun Üzerine kesti. Neticede cenub kozdan ye- di, karo ve kupa aslarile de iki ki ceman dokuz lere yapabildi, bir içeri girdi. İkinci masada oyun gene dört pika kontre conubün üzerinde kaldı. Garh ge- na ayni kâğıdı çıktı, fakat kozcu karş'- lıklı keskiye müracaat etmektense başka bir usul takib etmeği daha muvvafık bul- | du. Çünkü iyiler hesab edilirse keskiyo müracaat karodan iki ve pikadan iki leve kaybedilmesine sebebiyet verir. Halbuki ve kazanılır, Yalnız muhakeme edilecek bir nokta vardır, o da sinek as ve rvi- suun garbde olup ol ğından kesti. birini yerdeki son koza kestirdi, yerdeki sağ iki sinek üzerine de gerisini kaçtı Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tetrika No. 141 Korsanlar, Saidin çizdiği plân üzerinden yürüyerek, güneşten önce, Romanos kapısını sardılar — Demek yarın benimle beraber Romanos kapısında düşmanla dö- güşmeğe gelmiyeceksin, öyle mi? — Bâcağımı başkası sürükleyebi- lirse, gelmeğe hattâ ölmeğe hazırım, Sitti! — Harpte herkes kendi bacağını taşımağa mecburdur. Mademki has- tasın, haydi git yat! — Uykum yok, Sitti! Beni bırakın da, uyuyanların başında durayım. Dişi korsan, bu eski hasmının yü- zünü . karanlıkta iyice (göremediği için, çehresinin uçukluğunu ve ifade ettiği mânayı sözememişti. — Yabancı biri dolaşıyor sandım da yerimden fırladım. Diye söylendi. Tekrar eski yerine uzandı. Hacer pek az uyurdu. Uykusunu almıştı. Tekrar uyuyamadı. Gözlerini uğuşturdu ve uğuştur- dukça uykusu açıldı. Doğruldu... Ba- Şnı dümen tarafına çevirerek ses- lendi. — Uyuyor musun, Gemel? — Hayır, Sitti! Uyukluyorum... — O halde yanıma gel de koönu- şalım. Gemel Dişi korsanın yanına geldi. — Tam vaktinde uyandınız, Sitti! Gözümle gördüm. Korkunç bir ha- | yalet, üzerinize doğru yürüyordu. termeğe bir fırsat zuhur etmiş olur. Şark- | ta İki pika varsa oyunu çıkarmak bir tek- | — Uyku bastırmış seni, Kaç gün- dür uykusuzsun? — Yola çıktığım gündenberi, Fa. kat, bana inan, Süti! O sırada göz- lerim açıktı. Bir gölgenin başınıza doğru uzandığını gördüm. Hacerin oOGemele itimadı vardı. Onun her sözüne inanırdı. Gemel abdal, anlayışsız bir adami da değil di. Gözünün önünden sürünüp gi de bir gölgeyi elbette görecekti. — Teşhis edemedin mi, Gemel? Kimdi o acaba?... Diye sordu. Gemelin en büyük meziyetlerinden biri de yalan söyle- memekti. Tahminle de olsa, birinin adini vermekten çekinirdi. — 'Tanıyamadım, dedi, öksürme- ğe başladım ve siz uyandınız. Hacerin içine bir şüphe girdi: — Şeytan olmasın sakın? — O bir saat önce ambarda uyu | yordu, Sitti! Gemiyi dolaşırken gör- düm. — Yanlış görmüşsün... — Hayır, Gözlerim beni aldatmaz, Onu horlarken gördüm. Arkadaşla. rının yanında yatıyordu. Hacer gülmeğe başladı. — Benim şimdi şurada konuştu- gum adam, ondan başka biri değildi. Kabil değil, yanılıyorsunuz, Sittil Onun ayakları yere sarkmıştı. Tekmeledim de gene duymadı. O, uyuyordu. Uyuyordu. uyumuyordu münaka- şasi uzamıştı. Hacer yüksek sesle ba” gırdı: — Şeytan, orada musın? Cevab alamadı... Gemel gülüyordu. Hacer tekrar yerinden fırladı. — Şimdi buradaydı. Ben onunla konuştum. İkisi birden kalktılar, etrafı do- laştılar, Nöbetçilere sordular: — Kaplan avcısını görmediniz mi? Nöbetçiler hep bir ağızdan: — Hayır, dediler, akşamdan yat- mışlı. Ambarda uyurken gördük amma, buralarda izine raslamadık. Gemel güldükçe, Hacer sinirleni- yor, kızıyor: — Ben sarhoş değilim, diyordu, bi- raz önce onunla konuştum. Ve ambara doğru yürüdüler, Hacer baş forsaya seslendi: — Şeytan orada mı? — Biraz bekleyiniz, Sitti! size haber vereyim... Biraz sonra baş forsanın kalın 80- si işitildi: — Şeytan, arkadaşlarının yanında uyuyor, Bitti! Hacer hiddetinden çıldiracakiı. Bakıp — Bu olamaz... Ben onu güverte- de dolaşırken, kendi gözümle gör düm, Diyerek ambarın ağzından içeriye atladı. Gemel gülmekten katılacaktı, — Uykusuzluk Hacerin beynine vurmuş, ayakta rüya görüyor... Diye murıldanarak, o da Haceri ta kib etti. Şeytan, gerçek, Hacerle konuştuk» tan sonra, kimseye görünmeden ambara inip eski yerine yatmış ve çarçabuk uyumuştu. Baş (orsa, Şeytanın yattığı yeri gösterdi: — İşte burada... Hacer, Şeytanın ayaklarına bir kag tekme vurdu. — Biraz önce güvertede benimle konuşan sen değil miydin? Şeytan ölü gibi sessiz ve hareket siz uyuyordu. O, belliydi ki, yatar- ken afyon yutmuştu. Gemel: — Şimdi bana inandınız mi, Sitti? dedi. Bu herif yattığı zaman ölü gibi uyur. Onu şimdi boynundan kesseniz uyandıramazsını! Hâcer bir kaç tekme daha vurdu. — Taş kesilmiş sanki. Cevab ver- miyor. Diyerek, Gemele döndü: -— Beni koruyun bu gece! Çıldır. mazsam ne mutlu. Ertesi sabah Romanos kapısına doğru.. Hacer, Saidin çizdiği plân üzerin- den yürüyordu. Gemel, bu plânı sevkulceyş nok- - tasından çok muvafık bulmuştu. Sabahleyin güneş doğmadan, Ye- dikuleden garbe doğru uzanan sun ların son dönemeç noktasından, yâ- ni Saidin vaktile asker çıkardığı sa- hilden karaya çıkmağa başladılar. Hacerle Gemel önden yürüyordu. Hücuma toplu olarak hazırlan. mışlardı. Karşı yakalı Bizanslılar Hacere: «— Şehri ancak bu kapıdan işgal edebilirsiniz!» Demjşilerdi. Gemel mücahidleri geri hatta bi- rakarak yüz kişilik bir keşif kolile (Romanos Portas) surlarına doğru ileriledi. Hacer yolda giderken, Gemele: — Bu yüksek surları nasıl aşacâ- ğı gi Diyordu. Hacer surları takib eder ken ümidsizliğe düşüyordu. Gerçek, bu yüksek duvarları aşıp şehre gir- mek kolay bir iş değildi. Fakat, Ge- mel soğukkanlılıkla Hacere: — Merak etmeyin! diyordu. Sur- larm her noktası bu kadar yüksek ve müstahkem değildir. Bizanslılar bana bu kapıdan kolayca girebilece- ğimizi söylediler. Said de şehid ol. madan buraya hücum etmiş... İşte Romanos kapısı... Surların üstünde kimseler görün- müyor, Hacer sordu: — Bizanslılar, bizim buraya gele- ceğimizi haber mi aldılar acaba? Gemel: — Zannetmem, dedi, karşı yaka. dan surların içine kuş bile uçmu- yor. Nasıl haber nlacaklar? — Ya bu hareketsizlik, bu sessizlik nedir?! — Bizi avlamak için kurulmuş bir tuzak olsu gerek... — Sald burada çok muvaffakıyetli bir baskın yapmış. Bir avuç müca- hidle bir ordu kadar büyük işler göre müş. — Biz ondan sekiz misli daha kuv- vetliyiz. Bir kapıyı zorlamak için iki bin er yetmez mi? — Kapıyı görmeden bir şey söyle- mek doğru olmaz. Yerlerde sinerek yürüdüler. ve Ro- manos kapısını uzaktan gördüler. Ok menzilinden geride bulunuyor. lardı, (Arkası var)