hk 'Trenimiz bir plâj şehrine doğru ilerliyordu. Bütün kompartimanlar dopdolu idi. Yalnız oturduğumuz kompartimanda iki kişilik boş yer vardı, Bir aralık kompartimanın kapısını da ceketsiz, kısa kollu gömlekli, be- yaz pantalonlu bir adamla, açık sa- çık bir elbise giymiş bir genç kız dur: du. Kıyafetlerinden''plâja gittikleri anlaşılıyordu. Genç adam biztin. kompartimana şöyle bir göz gezdirdikten sonra ka- piyı açtı, Sordu; N — Affedersiniz, burdada boş yer var mı? gin Cevap verdik: — Evet... Iki boş yer var... Erkekle genç kız içeri girdiler. Böş yerlere oturdular, Fransız oldukları anlaşılıyordu. Birbirleri için yanıp tutuşan hararetli iki âşık gibi konu- şuyorlardı. Delikanlı: i — İmkânı yok... İmkânı yok. di- yordu, bizi hiç bir şey birbirimizden ayıramaz... Genç Kiz buna şöylece cevap veri- yordu: — Öyle sevgilim öyle:?. Gideceğimiz şehre Kadar canımız sıkılmaması için yanımıza bir kaç roman almıştık. Fakat sonradan kompartimana gelen genç âşıklar hem de yüksek sesle o kadar meraklı şeyler konuşuyorlardı ki arlık can sıkıntısını defetmek için kitap oku. mağa lüzum kalmardışti. Bir aralık erkek: — Bazı sevgililer en küçük bir me- seleden kavga ederler, birbirlerine darılırlar... Ne mânasızlık değü mi şekerim?... Hiç ufaktefek şeylerden iki sevgili birbrine darılır mı? dedi. Genç kız kırmızı dudaklarını bü- zerek: — Onlar Kalplerinde hakiki aşkı hissetmiyenlerdir... diye cevap verdi. Vakit öğleye yaklaşmıştı. Genç adam birdenbire mühim bir şey ha- tırlamış gibi: — A... dedi. vagon yok... Genç Kızın incecik kaşları çatıldı: — Sahi mi söylüyorsun?.. diye sert bir sesle âşığına sordu. Erkek: — Evet... Evet... İyi biliyorum, Bu trende lokantalı vagon yok... Kızcağızın canı sıkılmış, bir anda bütün neşesi uçup gitmiş, âşığına karşi soğuk bir hal almıştı: — Peki, dedi, şimdi ne yiyece- diz... acıktı... — Bilmem ki ne yapalım? — Zaten sen hiç bir şeyi düşün- mezsin... Aklın nerede idi bilmem... — Yavrum... Bu trene binmemizi sen söyledin mi? — Bir de Kapahati üstünden at- mağa çalışma rica ederim... Bir cen- tilmen kendisi ile beraber sokağa çıkan bir kadının bütün ihtiyaçları- ni düşünmek mecburiyetindedir. Za- ten bende kabahat ki seninle soka ga çıktım... — A... İleri gidiyorsun amma... Benimle beraber sokağa çıkman için senin ayaklarına kapanıp yülvarma- Bu trende lokantalı dım ya... — Ne? Ne... Şimdide bana haka- ret öyle mi?... Bundan sonra Bana tek bir kelime söylememeni rica ede- rim... Bitti. Artık aramızda her şey bitti. Ben başka bir kompartimana unut... Bilirsin ki ben kararlarımda çok kati hareket eden bir insanım. Kopan rabıtaların bir daha yenilen- memesine son derece dikkat ede- rim... Gidiyorum. Beni arama rica ederim. Genç kız böyle söyliyerek kompar- timandan çktı, gitti. Biz de içimizden: «Eyvah... de- dik, eğlenceyi elden kaçırdık. Hal buki kompartimana zü- man ne hararetli idiler. Hani hiç bir- birlerinden ( ayrılmıyacaklardı. Öyle ehemmiyetsiz şeylerden kavğa etmi- yeceklerdi.» Delikanlı bir müddet komparti- “manda yalnız oturduktan sonra dı- şarıya çıktı. Koridorlarda dolaşma- ğa başladı. Genç kız da başka vagon- “da yer bulamamış olacak ki korldor- larda bir aşağı bir yukarı piyasa edi- Benim karnım müthiş surette yordu. Vakit vakit bizim komparti- manın önünde erkekle genç kız kar- şilaşıyorlardı. Bu karşılaşmalarda genç kız sanki fena halde kızgınmış gibi başını âşığından öteki tarafa çe- viriyordu. Aradan on beş, yirmi dakika geçti geçmedi. Koridorlarda ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat genç kızla deli- kanli kolkola, barışmışlar. eskisin- den daha hararetli tavırlarla tekrar bizim kompartimana döndüler. Yer- lerine oturdular, Erkek; — Bizim saadetimiz öyle küçük bulutlarla gölgelenir mi nonoşum? Biz birbirimizden hiç ayrılabilir mi- yiz? Diyordu. Genç kız gülerek: Öyle... Öyle şekerim!.. onu tasdik ediyordu. Bu sırada trenimiz bir istasyonda durmuştu. Gardaki seyyar meyvacı- nın küçük arabası vagonların önün- de dolaşmağa başladı, Erkek sevgilisine sordu: — Yavrum sana biraz meyva ala- yım mı?. Meselâ üzümler çok gü- — Evet evet, üzüm al... Bir kaç tane de sandoviç al... Erkek tren kalkmadan evvel he- men üzümle sandoviçleri aldı. İki Âşık birbirlerine sokulmuş bir vazi- yette evvelâ sandoviçleri yediler. Bu esnada ne hararetli sözler, ne ateşli cümleler sarfetmediler!.. Sıra üzüme gelmişti, Ellerine birer salkım aldılar. Genç kiz üzümlerin kabuklarını ve çekirdeklerini çıkara- | rak yiyordu. Delikanlı ise üzüm ta- nelerini olduğu gibi çiyneyip o yutu- veriyordu. Nihayet genç kız: — Canım, dedi, görüyorsun ki Üzümün kabuğu kalın, çekirdekleri de iri... Bunu böyle kabukla ve çe- kirdekle yemenin mânası var mi? Delikanlı gülümsedi: — Vitamin yavrum... Kabuklarda ve çekirdeklerde vitamin var... — Evet amma böyle gayet kalın. kabuklu üzümü hapır hupur yutar- ken pek âdi oluyorsun... — Neden âdi olacakmışım... Yer- yüzünde bir çok kibar insanlar üzü- mü benim gibi yerler... — Hem böyle üzümleri kabuk ve çekirdeklerile yiyip bana bir şey bi- rakmyorsun... Ben bir üzüm tanesi yiyinceye kadar sen yanım salkımı diye yutuyorsun... Çok açgözlüsün doğ- TUSU... Erkek bünun da altında kalma- muşta; — Açgözlü mü? Affedersin... Asıl açgözlülük sende ki benim yediğimi görüyorsüun?... — Ne?,.. Hakaret ha... Sen terbiyesiz adamsın... Artık beni ta- | mamile unut... Hayatta birdaha yanyana gelmemize imkân yoktur... Gidiyorum... Genç kız tekrar kompartimandan fırladı. Delikanlı yedikleri şeylerin kâğıtlarını topladı. Pencereden dışa- ri attı. Bir müddet etrafı seyretti, Sonrâ gene canı sıkilmış olacak ki çıktı. Tekrar koridorlarda gözinmeğe başladı. Yarım saat ya geçmişti, ya geçme- mşiti, Bir de baktık, iki sevgili bizim kompartimanın tam karşısındaki ko- ridor penceresi önünde tatlı tatlı sohbete dalmışlar. Genç kız kolunu delikanlının boynuna dolamış... Fakat bu esnada koridorun ba- şında başka bir genç kadın belirmiş- ti. Dudakları arasında bir sigara, Kontrakt Briç Meşhur eller No. 27 ret» ipda “yes aa v 4ARO YRIOBS *RVo9 #AR3 Her iki taraf birinci manşfa, Kâğıt veren: Cenup. Deklârasyon Cenüp Oo Garp (o Şimal o Şark IBA. Pas Pas Pas Oyun Korcu: Cenup Oyun: 3 sanzatu Garp küçük bir karo çıktı, şark onlu- Yu koydu. Cenup vale İle aldı. Kuzcu sağ beş sineğini aldıktan sonra yerden bir pika ile eline çeşlii Elinden küçük bir kupa oynadı. Yerden damı koydu. Şark a5 ile tuttu, Arkasından ortağına karo çevirdi. Garp dört karp alarak kozcuyu içeri attı, » Kritik Kozcunun sağlam şekiz levesi var, Ge- riye kalan bir leveşi de kupa Tun da- mından temin edebilir, Eğer garbin çık- tığı kâğıt dörtlüden ise oyunda tehlike yoktur. Beşli karodam çıkmış ise ve kupa ası da kendisinde ise öyun gene temin edil- miş demektir, çünkü kupa azı ile el tuttuğu zaman karo oynarsa cenubun vale do- kuzlu karosuna geleceğinden kozcu ekstra leresini böylece yapar. Fakat garpte beş karo lur, kupa asi da şark tarafta bulu- nursa şark, kupanın bir levesino bağış- lamadıkça oyun yapılamaz. Şarkı, kupayı bağışlamağa mecbur kılacak bir çare var- dır, o da şudur: İkinci ve üçüncü levede kozcu elin- den sineğin as ve ruasını çeker, arkasın- dan kupa ruasıni oynar. Bu oyuna briçte Desehüpelle oyunu derler. Şark bu vazi- yette endişeye düşer, Cenubun bu hare- keti elinde üçüncü bir sinek bulunmadı- gandan yerdeki sağ sinekleri alabilmek için Kupa damını rantre yapmağa çalıştı- ğini anlatır. Binnenâleyh böyle bir va- ziyet karşısında hiç şüpbesiz şark asını basmaz. Cenüp ta kâğıtların bu vaziye- tinden İstifade ederek dokuzuncu levesini kupadan temin etmiş olur ve böylece oyunu çikarır. KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! * kibriti yokmuş gibi etrafına bakını- yordu. Delikanlı ilerledi, kibriti çak- tı. Öteki genç kadının sigarasını yaktı Vay efendim vay... Delikanlının bu hareketi sevgilisini çileden çikart- miştı, Genç adama: — Alçak... oAlçak.. o Gözümün önünde bâna ihanet ha... O şırfıntı sana bakarak mahsus kibriti yokmuş gibi bir hal aldı. Sen de onunla ah- bap olmak için, hikâyelerdeki gibi bilhassa gittin sigarasını yaktın Alçak, alçak!... Artık beni ebediyen unut... Gene birbirlerinden ayrıldı- lar. Fakat yarım saat sonra canci- gerdiler, Gidecekleri yere varıncaya kadar belki 15 kere kavga edip can- ciğer olmuşlardı. Son barıştıkları za- man delikanlı gene: — Bizi hiç bir şey birbirimizden ayıramaz!,.. diyordu. Hikmet Feridun Es la dey4i, Baş, Diş, Nezle, Grip Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütünağrılarınızı derhal keser. MER WAN İcabında günde 3 kaşe alınabilir. MMA AŞAyAy Tarihi Yazan: İskender P. Sertel Arap mücahidleri, Hacerin alarak denize atıldılar Necip Hayyat, Halice hücum ede- dursun. Biz gelelim Dişi korsana: Hacer (Yedikule) surları önünde, bu fırkanın kumandasını ele alan Mansur Gemel ile birlikte çalışıyordu. Gemel, eski deniz kurtlarındadı. Bir kalenin, bir şehirin nasil muha- sara edileceğini, düşmana nereden ve ne zaman hücuma başlanacağını herkesten iyi bilirdi. O, Arabistanda bir kaç defa: «Bana bıraksalar, Ve- nediği çoktan zaptederdimi> diyen ve kendisine o kadar güvenen bir korsandı. Gemel, Hacerle birlikte şöyle bir tedbir aldılar: On beş gemi Yedikule surları önünde sıralanmıştı Gemel gemilerle irtibatı temin etmek ve sık $ık temas edebilmek için, bir şalupe ile yelkenlileri dolaşıyor, mücahitle- Tİ teşci ediyordu. Bu atada dört beş geminin idaresini de Hacer üzerine almıştı. Bu gemilerin kaptanları, Gemeli Hacerin gemisinde sahıyor- Jardı, Halbuki Gemel başka bir ge- miye geçmek suretile kendi fırkasi- nı ikiye bölmüştü. Bunun sebebi şu idi: Yedikule sur- ları sırasında iki zayıf nokta vardı. Gemel bu naktalara fazlaca sokula- rak yangın humbaraları ile Bizanslı- ları tedhiş etmek istiyordu. Hacer ilkönce bunu kabul etmek istememişti, Mademki. donanmanın emiri böyle tensip etmiş... Harpte ona karşı gelmek doğru değildir! di- yordu. Gemel bütün mesuliyeti üzerine almıştı. Kendi fırkasını ikiye bölmek- le daha muvaffakıyetli neticeler te- min edebileceğinden emin bulunu- yordu. Gemel, Yedikule surlarındaki iki zayıf noklanın mevcudiyetini daha Çanakkaleden geçerken öğrenmiş. bunu Bizans önlerine gelince, kendi gözile de tahmin elmekte gecikme- O gün öğleye doğru, Gemel sekiz gemi ile sahile sokulmuştu. Bizans- Ular tarafından hiç bir mukabele gör- meyince humbaraları atmağa baş- Tadı. Hacer ondan daha ilerideki sur dönemecinin önünde durmuştu. Ha- cerin yanında yedi yelkenli vardı. — Haydi, aslanlarım! Oklarınızı yağdırmağa başlayın! (Bizanslılar surlarda dolaşıyorlar... Diye bağırdı. Mücahitlerin (yayları gerilmişti. Surlara ok yağınuru yağdırmağa baş- Jadılar, Buralardaki surların mazgalları dar ve araları fazlaca aralık oldu- undan Bizanslıların sık sık yarala- rup yuvarlandıkları görülüyordu. Araplar surlara çok yaklaşmışlardı. Bizanslılar da boş durmuyor, Arap- lara ok yağdırıyorlardı, Hacer bura- da çok güzel bir tedbir almıştı... Her gemide bir kaç kürekçi mütemadiyen gemileri sağa sola, İleri geri hareket et- tiriyordu. Bu yüzden çok yaralı ver- miyorlardı, Hedefler müteharrik olun- cr elbette isabet az olurdu. Halbu- ki surlarda bunu yapmağa imkân yoktu. Hattâ bir aralık burçların üzerinden sürü ile Bizans askeri bir yandan öbür yana geçerken Araplar bu fırsatı da kaçırmamışlar, hep birden ok atarak kale müdafilerin- den bir çoğunu üstüste devirmişler- di. Yaralılardan bir kısmının surla- rın dışına yuvarlandığı bile görülü- yordu. Tehlikenin birdenbire büyüdüğü- nü gören general Anivas surlarda koşuşmlliğa ve maneviyatı kırılan as$- keri teşcle başlamıştı. Hacer bu cephenin kumandanını tanımıyordu. Fakat, Anivas bir gün önce Hacer isminde bir korsanın Ye- dikuleye hücuma hazırlandığını ha- ber almıştı. Hacer, Arap gemileri surlara çok yaklaştığı halde, Bizanslıların neden yangın humbaraları atmadığına şa- | rılamazdı. şayordu. DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Hi Tefrika No, 194 emrile, kılıçlarını ağızlarına ve surlara saldırdılar... Bir taraftan Gemel, öbür taraftan Hacer, Yedikule surlarını iyice zor- lamağa başlayınca, tehlikenin bü- yüdüğünü gören Bizanslılar artık $on tedbire müracaat ettiler. Anlaşı- liyordu ki, yangın hümbaralarını is- raf etmek istemiyorlardı. Şehir dört çevresinden uzun zamandanberi ka- palıydı. Şehir içinde şüphe yok ki her şey ihtiyatlı sarfediliyordu. Gemelin fırkası bu cephede Bi- zanslıları fena halde sıkıştırmıştı. Yaralı cesetler mütemadiyen surla rın üstünden dışarı devriliyordu. Araplar, Bizanslılara, bu cephede çok telefat verdirmişlerdi. Hacer bir aralık bağırdı: — Şu yıkık duvarın arasından tır- manıp çıkacak feodal yok mudur? Gemilerden yüze yakın fedai ses verdi; — Biz hazırız, Sitti Hacer hemen hücum emri verdi. Yüze yakın fedai - bunlar çölde dik ve uzun hurma ağaçlarına kedi gibi tırmanıp çıkmakta mahir mü. cahitlerdi - derhal denize atılıp sa hildeki kayalıklam yayıldılar. Surların dibine varan Arap fedal- leri, surlardan atılan oklardan ken- dilerini Kolayca koruyabiliyorlardı. Bizanslılar surların dibine ok ata- mıyorlardı. Eğer bu fedailer yıkık surların ârâ» sından içeri girmeğe muvaffak olsa- lardı, bütün mücahitler ayni yoldan palalarını sallıyarak Yedikule surla- rını ele geçireceklerdi. Gerçi surla- rın arkasında büyük uçurumlar ve bunlardan sonra bir sur daha var- dı. Fakat, Araplar bu uçurumların içindeki suyu da yüzerek geçebile- ceklerdi. Bizanslıların bir kere mâ neviyalı bozulmuştu. Kılıçlarnı ağ- zana alıp suya atılan Arap akıncıla rını Bizanslılar kolay kolay önliye- mezlerdi, Bizanslılar: «Hıristos.. Cinlerin baskınından sen bizi kurtar!» diye bağrışıyorlardı., Hacerin hücum ettiği noktada bir muvaffakıyet elde edebileceğini gö- ren Gemel gemilerini getirdi... Ha- cerle birlikte sahile sokulmağa baş- ladılar. Artık, surlardan: «— Hıristos! Cinlerin baskınından sen bizi koru!» Diye bağrışan Bizanslıların boğuk ve ümitsiz seslerini duyuyorlardı. Arapların gayreti saatler geçtikçe artıyordu. “Gemilerin ön kısmına bü- tün halat ve kalın yelken beşlerini yığacak siper yapmışlardı. Mücahit- lerden yaralananlar pek azdı. Hacer, ikinci defa: — Bir fedai kafilesi daha yok mu? Diye bağırınca, gemilerden kılıçla rını ağızlarına alarak denize atılma- ga başlıyan yüzlerce korsan, sur- ların dibine doğru yüzerek ilerle- diler. Gemel ağzını açarak, gür sesile; — Denizde seyrek yüzünüz.. ok yağmuru başladı, diye haykırdı. * Denize atılan bu ikinci kafile üç yüz fedaiden fazla idi. Sahile yak- laşıncaya kadar otuza yakın yaralı vererek, kayaların arasına vardılar, Gemel bu sırada: — Sitti, dedi, Necip Hayyatın ya nındaki Venedikli şimdi burada ol- saydı, büyük mancinikla şu yıkık surlara beş on taş gülle savurur ve içeri girecek bir kaç menfez elde edebilirdik. Hacer, küçük bir yelkenli ile Ne cip Hayyata vaziyeti bildirmek iste- di. Derhal kaptan Nuhayişi Halice gönderdiler. Ve akşama kadar - yar- dım bekliyerek - döğüştüler. Halbuki, Venedikli Antonyo, Ha- cerden çok daha âikışık bir vaziyette kalan Necip Hayyalın yanından ay- (Arkası var)