Bir Hind mabudunui. Dört arkadaş, yolcu karşılamak için rıhtıma gittik. Coğrafya âlimlerinden İngiliz tebaası dostumuz Besnard ted- kikatını bitirmiş, Hindistandan geli- yordu. Vapur yaklaşınca, sevinçle bâ- gırdım: — İşte... Kendisini güvertede görü- yorum, Yanımdaki arkadaşlardan biri: — Hayır... - dedi, - Gördüğün in- Diğeri ilâve etti; — Besnard'ın yanında kadın!... Ne münasebet!... — Neden? - dedim, - Neden olma- sın? # O sırada güvertedeki insan bize doğ- Tu döndü. Ve hepimiz dostumuzun mavi gözlerini, geniş omulzarını, sporcu endamını iyice teşhis ettik. Jar yolladı, Fakat çehresinde noksan bir şey derhal dikkate çarpıyordu: 'Tebessümü!... Ciddi, ağır bir hali vardı. Vapur merdivenlerinden inerken elini genç kadına uzatarak yardım etti, Yanım- dakilerden biri, yavaşça: — Hindistandan bir biblo gelirmiş olacak! - diye alay etti, Evet, hiç şüpheye mahal yok! Bu kadın bir Hintliydi, Çok güzel bir mahlük! Ufak tefek vücudü, amber renginde teni var,., Ve bilhassa göz- leri! Bu kadar iri, parlak göz pek na- dirdir, Ayakları, elleri minimini... Kocaman seyahat mantosuna bürün- müş... Başında Asyalılara mahsus bir örtü, âdetâ maviye çalan siyah #açları üzerinden omuzlarına dökülü- yor. Besnard bize onu prezante etti: — Prenses Calina... Karım... Demek evlenmiş... Aman Allah... Hepimiz şaşırmış, ses çıkarmıyorduk. İ Bilhassa bu hâdizeden bizi haberdar etmediği İçin âdetâ gücenmiştik. Maamafih, ik nazarda bu genç kadının cazibesine kapılmıştım. Gü- bir esrarengizlik p | Coğrafyacı âlim, bizleri de karısına birer birer tanıttıktan sonra, prenses ahenkli ve güzel bir telâffuzla: — Kocamın arkadaşlarını tanıdığı- ma pek memnun oldum, İnşallah on- | lar da beni severler... - dedi. Kalabalık bizi dışarı doğru sürük- lemişti, Artık çıkıyorduk. Evvelce ara- mızda görüşerek Besnardı davet et- | meğe karar vermişken, şimdi ne ya- pacağımızı şaşırmıştık. Bereket, ken- disi bizi bu sıkıntıdan kurtard. İ Karısına dönerek, muhabbetli bir bakışla: — Atkadâşlardan böyle ayrılmamız doğru değil... Ne dersin Calina?... Onlar da bizim otele buyursunlar; birlikte bir kokteyl içeriz... İki taksiyi doldurduk. Ben karı ko- cayla beraber bindim. Yolda, politi- kadan, şundan bundan bahsediyor- duk. Prensesin mevcudiyeti neşemi tahdid etmişti. Oetide, genç kadın, elbise değiştir. mek bahânesile bir müddet aramızdan kayboldu. Bunu, her halde, bizleri biraz olsun yalnız birakmak için yap- mışlı. O gider gitmez Besnarda hü- cum ettik: — Utanmıyorsun, değil mi? Bizden - Kim bilir ne romansek bir sergü- yeşttir! — Haydi anlat bakalım!... Ben süküt ediyordum. Anlamışlım ki bu istievab, arkadaşımın hiç hoşu- na gitmiyor... Besnard: — Saadet anlatılmaz! - dedi. - İn- san, biribirine raslar, sevişir ve evle. nir... Böyle bir hâdise, insanın kendi için pek mühim olabilir; fakat üçün- cü şahıslar nazarında alelâde bir ma- cera teşkil eder. Garsonun koktey! tepsisile görü- nüşü, mühaverenin değişmesine se- bebiyet verdi, Biraz sonra da Calina göründü. Gayet mükemmel bir ev sa- hibesi tavrile hepimize ikram etti, Karı kocanın biribirlerine “© kadar muhabbetli bakışları, tavırları vardı Ki, nihayet, kendimi aralarında fasla hissederek, müsaade isteyip kalktım. Arkadaşlarım da bana iştirak ettiler, Çıkacağımız sırada, en arkaya kal- O'da bizi görerek, elile samimi selâm- | mıştım. Besnard koluma girdi ve sâ- mimi, muhabbetli bir sesle; — Sen ne yapıyorsun?... Hazırla” dığın yeni roman filân var mi? — Bilirsin ya: Daima mevzu peşin» aşk hikâyesi yazmak! Besnard, prensese baktı ve bu Şark ilâhesine benziyen kadın ilk defa olarak gülümsedi. — Aşk macerası mı?... Biz sana bir tane anlatalım... Olmaz mı Calina?... — Hay hay! Aşkın sırrı dostluğa tevdi edilebilir, Sonra, önümüzde ilerliyen üç arka- daşımıza bir nazar atarak: — Onlar fazla palırtıcı ve lüzum- suz derecede mütecessis... Hikâyemi- zi dinlemelerini istemem... Fakat yarın siz buyurun... Birlikte çay içeriz ve anlatırız... ... Ertesi gün, Besnard, lâfa şöyle baş- Tadı: — Nasıl mı tanıştık? Çok basit: Bir Fransız, bir İngiliz kadınile raslaşır gibi... Bir salonda... Lâkin bu salon, Hindistanda bulunuyordu. Eğildi; karısının elini öpüp dudak- larına götürdü. Bu, herkes için pek basit görünen hareket, onda, büyük bir aşkı ifade ediyordu. Devam etti: — Calinâ bir mahracenin kızıdır. Babasının sarayında İngiliz diplomat heyetine bir davet verilmişti. Kendi- sini ilk defa olarak orada gördüm. Bana, şark kıyafetinin içinde masal- lardaki sultanlar gibi göründü. Fakat en yüksek tabakadaki bir İngiliz bir Fransız kadını derecesinde de tahsili vardı, Zaten bu iki lisanı da mükem- mel konuşur. Hindistanın tekmil ki- bar aileleri evlâdlarını bu suretle terbiye ederler. Maamafih, ananele- rinden de hiç vazgeçmezler, Böylelik- le ileri bir kültür ve şarkkâri batıl iti- kadlar, biribirine Karışır. Calina, dehşetle ve sesi titriyerek | hemen sözü kesti: — Batıl itikad deme... Ve sakinitşerek ilâve etti: — Sadece «itikad» de... Hindistan- da pek çok mezhebler var.. Besnard gülerek: — Şimdi arkadaşıma din hakkın- da felsefe yürütecek değiliz. Lâfı kı- sa keseyim... Ne diyordum?... İşte: Calinayı babasının evinde gördüm ve derhal cazibesine kapıldım; hayran oldum. Prenses ciddiyetle — Bense garip bir hissin tesirinde kaldım. İlk defa olarak babamın bana verdirdiği Avrupai tahsilin kıymetini anladım. Zira onun sayesinde çok be- gendiğim bir erkekle konuşmağa mu- vaffak olabiliyordum, İlk görüşmemizle aşkımız başladı. Ben, etrafımdakilerden pren- ses hakkında izahat istedim, Onun komşu bir mahrace ile nişanlı olduğu- nu işittim. Genç kadının sesi hafifçe titredi: .— Evet... Benim cinsimden bir adamdı. Fakat ben kalbimde başka ırktan bir erkeğe kuvvetli bir cazibe hissediyordum. Ve korkuyordum; zi- Ta arada çok maniler olduğunu bili- yordum. — Hepsini atlayıp geçtik. Aşk bu iki genci biribirineyakınlaş- tırınca, gizli gizli görüşmeğe başla mışlar, Randevu mahalli olarak saray civarındaki bir mabedi seçmişler. Ora- da, yer altındaki odalarda birleşip otururlarmış. Yaptıkları bu günahı kimsenin farkettiği yokmuş. Besnard bana bunları anlatırken, Calina alçak bir iskemleye oturmuş, kocasını hayran hayran seyrediyordu. Erkek devam etti: — Sevgilimle geçirdiğim o saatlerin lezzetini tasavvur edemezsin, Etrafta mabudların tehdiğdkâr ve esrarengiz suratları bizi çepeçevre sarıyor... İç- lerinde en büyüğü Sivanın heyke- Miydi. Hindli kadın titriyerek murıldandı: — Korkunç ilâh... — Bu nasıl heykeldi? - diye sor- dum, .—— Altın gibi parlıyan bir maddeden yapılmıştı, Gözleri garip taşlardan... İnsana mütemadiyen (bakıyormuş gibi... NAKLEDEN: (Vâ-Nü) «Bir akşam, gene orada birleşmiş konuşurken bir kalabalığın yaklaştı- ğını ve matem şarkıları söylendiğini duyduk. Bize doğru geliyorlardı. Der- bal anladık ki, Brahmanların dini merasimleri var. Şimdi bizi burada görürlerse, mübarek yeri kirlettik di- ye fena kızacaklar ve mahvolacağız. Calinanın aklına derhal bir fikir gel- di. Sivarıın heykeli arkasında gizli bir oda vardı, oraya girdik. «Merasim bitip te ahali dağıldıktan sonra derhal çıktık. Fakat tam o €s- nada, dilenci kıyafetinde, çatık kaşlı, beyaz sakallı, sıska, uzun boylu bir adam bizi gördü ve tehdidkâr nazar. larla uzun uzun süzdü, «Callna korkudan âdeta bayılacak gibiydi. Onu, kollarımla sararak dışa- rıya çıkardım. Dehşetle söyleniyordu: «— Ben ancak kendi cinsimden bir adama bağlanmağa mecburum. Baş- kasını sevmem memnudur. Beni öl- dürecekler, öldürecekler... «Bu eler; in kim olduğunu sorma- ğı bile zaid buldum. Sevgilimi teskine çalışıyordum. «Hindistan âdetâ iki veçhelidir: İn- gilizlerin tesiri âdetâ mucizeler yara- tıyor ve birçok mahraceler tamamile nüfuz altındadır. Hiç olmazsa zahi- ren... Diplomat arkadaşlarım, Cali- nayı babasından istememi tavsiye et- tiler. «— Bak, tecrübeye kalk... Redde- demez! - diyorlardı, «Filhakika da, dedikleri gibi oldu. Adamcağız, yüzü tutmadığından ve dostlarımın tesirile, istemiyerek, kızı- nı bana verdi. «Evlendik, mesuduz,.. Lâkin karım hâlâ korku içinde yaşıyor. Ve sonra bana bakarak: — Söyle! - dedi. - Artık burada ona kimse bir şey yapamaz, değil mi?... Korkacak ne var?... Sivanın perestiş- kârları onu burada nasıl bulurlar?... Hattâ bulsalar da ellerinden ne g& 1ir?... Genç kadın, ürkek, ürkek: Benimle alay etmeyin... Cidden kor- kuyorum... Bilmezsiniz... Siva tarikat- çıları beni asla affetmezler... — Neden korkuyorsunu?... Ne ya- İ pabilirler? — Burada hiç... Fakat oraya dö- İ . nersek — ki, kocam için dönmemiz lâmm; zira tedkikatını henüz bitire- medil... Besnard: — Seyahatten sarfınazar etmek kolay! - dedi, — Hayır!... O zamla sürçmene ben sebep oldum wi, g* diyen vicdan azabi çekerim... Sonra, sahbe bir neşe takınarak; — Adam sen del... Bunları unuta- ım... Neşemize bakalım... - dedi, İngilterede hayatları mükemmel geçti, Sonra Fransaya seyahat ettiler ve uzun müddet baberlerini alama- dım, İki, üç ay sonra, gazetem hesabina Hindistana seyahat etmem lâzım gel- di. Bir klağuzla şehri .dolaşıyordum. Saatini çıkarıp baktı ve dedi ki: — Bugün fevkalâde bir dini bay- Tam var, Neredeyse merasim başlıya- cak. Ahali fevc fevc caddeleri - doldur- muştu, Kalabalığın bu derecesine hayret ediyordum. Pis bir koku gen- zimi tıkıyor, başımı döndürüyordu. İngiliz polisi, bu akına intizam ver- mek için bütün gayretile çabalıyordu; fakat şiddetli dalgalar halinde, ahali, yayılıyor, yayılıyordu. Anbean coşkunluk artıyor; ve halk, Sivanın mabedi önüne doğru hücum ediyordu. Biz de akıntıya kapılarak, âdetâ sürüklenircesine o tarafa doğru yürüdük, Kapı açıldı; devâsâ bir araba çıktı. Üstünde madeni bir filin tepesine kü- rTulmüuş, Sivanin heykeli göründü. Ya- vaş yavaş ilerliyordu. Gayri ihtiyari, gözlerim Calina- yı aradı. Onların bu şehirde bulun- duklarını haber almıştım. OUzak- tan genç kadını Besnardia yan ya- na diplomatlar tribününde gör- düm. Erkek eğil miş Karısına bir şey söylüyordu. Ak dığı cevaptan memnun kalmış olacak ki, müte- bessim, (o doğrul- du, Genç kadı- nın geniş şapkası- nın kenarları ken- disini iyice görme- me mani oluyordu. Birdenbire çır- pınmağa (o başla- dım. Yanımdaki kivuz hayretle sordu: — Ne var? Sr caktan rahatsız mu oldunuz? — Hayır, hayır... Baksanızr... Bak- sanıza şuraya... Sivanın arabası önünde yürüyen Bindliler arasındaki birini - aklımda nakşolmuş kalmış bir tariften dola- yı - tanıyıvermiştim. O beyaz sakallı dllenci!,.. Calina da ona bakıyordu. Herif, garip bir feryad kopardı ve ortalığı derhal büyük bir süküt kap- ladı. Yanımdaki adam: — Felâket! - dedi. - Bir şey olacak! — Hemen polise söyleyin: Şu genç kadının etrafını sarsın! Üniformalı İngilizler, ellerinde mat- raklarla koşmak istediler. Fakat ge- çilmez bir insan duvarına çarpıyorlar- dı, Birini düşürseler on tanesi cnun yerinde beliriyordu. Dilenci, prensesin karşısında dur- muş, sıska parmağını uzatarak, bir şey- ler haykırıyordu. Yanımdaki adam tercüme ettyi; | dr. Birçis. — Ne yü, — İnek eti yı, Birlikte mabedi kire taptaze günahlarile mu.. dan çıktıklarını gördüm. Bir nefret homurtusu, bir herifin sözlerini kesti. — .. Kendi cinsinden nişanlı. reddetti... İnek eti yiyen herife var- dı... Şimdi de mevcudiyetile Sivayt tahkir ediyor. — Gebersin!... Gebertin!... tin!... Daha ilk'eümleler üzerine, Besnard karsını İngiliz polisine doğru sürükle- mek istemişti. Fakat onlar nasıl ken- disine yaklaşamıyorsa, bu bedbaht çift te olduğu yerde kalıyordu. 'Tehdidkâr, homurtulu bir kalaba- hk etraflarını sarmıştı, Kuvvetli er- kek, bir an, sağa Sola yumruk savur» mağa başladı; fakat bir habbe gibi, bu insan hücumüunun karşısında yu- tuldu. Kimi kolunu, kimi bacağını sarmış, kımıldamasına meydan bile bırakmıyorlardı. Sivanın arabası, yavaş yavaş İlerli- yordu. Genç İngiliz, ölke ve ıztırapla kendisini saranlardan kurtulmağa ça- balıyor, Bir an, kalabalığın yığıntısı arasında onları götden kaybettim. Sonra tekrar Besnardı gördüm. Üs- , tü başı parçalanmış, kan ter içinde çırpınıyordu. Calina, yerinde put gi- bi duruyordu. Onun de sadmeyle şapkası düşmüş, pelerini yırtılmıştı. Fakat bir heykel gibi, dimdik, kendi- sine hitap eden dilenciye bakıyordu. Gözlerinde, mukadderatını kabul eden bir tevekkül vardı. Sivanin arabası tam önlerine geldi- ği zaman, yirmi otuz kol; genç kadını, başlarının üstüne kaldırdı, Besnard, hayvanca bir feryad kopardt; çırpın yordu. Polisler, matraklarile, önlerine gelene yapıştırıyorlardı. Fakat facla- ya mani olunamadı. Calinanın beyaz elbisesi tekerlekerin altına daldı. Ve sonra tozlar, bağrış- malar arasında yerde, sahane bir $i- yah saçın,: kanlar içinde yattığını gördüm. Sivanın arabası geçmişti. Nakleden: (Vd « Nü) Geber- Bu akşam Nöbetçi eczaneler Bostanbaşında İtimat, Galata, İsmet, Kasımpaşa: Müeyyet, Hasköy: Sadık Akduman, Eminönü; Mehmet Küzam, Fatih: Şihzadebaşında Asaf, Kara- gümrük: Mehmet Fuat, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Osman, Aksaray: Venikapıda Sarım, Beşiktaş: Vidin, Fener; Vitali, Kumkapı: Cemil, Kü- çükparar: Hikmet Cemil, Samatya: Yediktlede Teofilos, Alemdar: Anka- ra caddesinde Arif Neşet, Şehremini: Ahmet Hamdi, Kadıköy: Sadık, Yel- değirmeninde Üçler, Üsküdar: İmra- hor, Heybeliada: Tomas, Büyükada Halk. Her gece açık eczaneler: Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- zaneler her gece açıklar. Yer değiştirecek kiracılara tavsiye! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA- RT'nı dikkatle okursanız kendi- nize en elverişli yurdu yorulma dan bulabilirsiniz, * RADYOLINİ ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM İher yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız