i ; Hayatta son derece mesüddu. Her- kes saadet denilen Anka kuşunu sarp dağlarda, dikenli yollarda ararlar. Hâlbuki Memduh saadetin sırrını ga yet basit bir tarzda bulmuştu. Deniz | © © kenarında, güzel bir evde oturuyordu. Evinin tam karşısında bir yaz bahçe. si vardı. Yağmurlu bir yaz günü onu ziyarete gitmiştim. Memduh son de- rece memnun bir tavırla beni karşıla. Me Anlatmağa başladı: i — Gayet basit... Şu evimin karşı. sındaki bahçeli gazino yok mu? Sene- lerdenberi her zaman penceremden «Şu baliçe ne kadar kalâbalık olu- yor. Bahçe sahibi kim bilir ne kadar para kazanıyor» derdim. Nihayet bu yazın başlangıcında bahçenin kirâya verilmek istenildiğini haber aldım. Bir aralık aklımdan bu bahçeyi kira- Yamağı düşündüm. Fakat ben kararı. mı verinciye kadar bahçeyi tuttular. Bugünden sonra üzüntüm büsbütün arttı. Bahçenin son derpce kalabalık öldüuğu yaz akşamları penceremden bakar bakar, kendi kendime döğünür- düm: ğ — Ah, ab... Ne diye“ biraz çabuk davranmadım da şu bahçeyi tutama- dım. gn ; Fakat ben böyle kendi kendimi yer- daha eylülün ortasind& iken ha- İvalar birdenbire bozdu. Yağmurlar “başladı. Her taraf âdeta soğudu. Gö- » Tüyorsun ya... Bu yüzden bahçe bom- (boş... Halbuki adamcağız * bu bahçe için ne kadar masraf etti, © Şimdi bu erkenden bozan havalar “yüzünden bomboş bahçeye. baktıkça “kendi kendime: > — Aman, diyorum, ne isübet etmi- $im de şu bahçeyi almamışım... Belki de erkenden basan kış yüzünden ne zararlara uğrıyacaktım. Bak işte bah- çe sahibi büfenin yanında' duruyor. © Adamcağız bomboş, müşterisiz bahçe. ye baktıkça ağlıyacak bir hele giriyor. Ben de onun bu zavallılığım gördük. ,,0e k — Aman... Diyorum, az daha bu adamın yerinde ben olacaktım!.. Dİ. .yor ve halime şükrediyorum. İçimde “âdeta bir saadet duyuyorum... Arkadaşım böyle hiç yoktan, etra- “fında gördüklerinden kendisi için bir adet hissesi ayırmasını çok iyi bi- di, © Birgün Memdum bana? © © —Aman azizim... Dedi, sen Sabahati tanırsın değil mi? 5 — Evet... Tanırım, güzel kadındır. — Sorma... Bendeona âşıkım.. © Hayatta en büyük emelim hedir bili musun? Sabahatin benim hisleri- « me mukabele etmesi. ğ Aradan epey müddet geçti: Bir gün Memduha rasladım. Dehşetli sevinçli İdi. Çok mesud bir hali vardı. Sordum: © — Gözlerinde saadet ışığı parlıyor... Hayır ola?.. Güldü: - — Evet... Dedi, pek, pek mesudum... Hani şu Sabahat meselesi yok mu? « — Kadın mutlaka senin hislerine mukabele etti de onun için mesudsun © değil mi? — Yovo... Bilâkis... Bana'yüz verme. a de onun için mesudum... £- Şaşırmıştım: — Yahu... Bunun saadeti nerede? — Anlatayım da dinle..." Sabahat yüz vermedi. Fakat Mecdi ile ah- blığı ilerletti. Onunla beraber ya- ga başladılar. İlk zamanlarda 5 ün saadetine imtenmeinek ka j değildi. Onun yerinde olmağı pek ırdim. Fakat meğer bizim Sabahat kadar para canlısı bir kadınmış. vi Mecdiyi bir kaç ay içinde iflâs ettirdi. © Oğlanı gırtlağına kadar borça soktu. Çocuk ne kadar babadan kalma dük- kün, ev varsa hepsini sattı; savdı. Aşk gözlerini bürümüştü. Şimdi zavallıyı görsen, on yaş birden ihtiyarladı. - Şimdi Mecdinin bu halini “kendi saadetime, kendim imreniyo. o, Tum: «— Oh diyorum, Mecdinin yerinde olmadığım için ne kadar mesudum... Ya Sabahat bana yüz vermiş olsaydı. - Ya ben Mecdinin vaziyetine düşsay. | 1.0 u 7 ; i para kalmasaydı. Boğazıma kadar borca batsaydım...s Görüyorsun ya azizim, Sabahat bana yüz vermediği için şimdi ben mesud bir adamım... Hem de hakikaten, tam mânasile me- sud... Çünkü Mecdinin halini bir ta- savvur et... Bir de benim bugünkü ra- hat, müreffeh hayatımı Sar bahatin küçücük, talli bir gülüşü beni Mecdinin vaziyetine düşürebilirdi: “ Bir gün gazelede şöyle bir zabıta havadisi okudum. Üsküdarda oturan Memduh Uzun- çay dün Eminönünden tramvaya bin- miştir. Sultanahmedde tramvaydan Atlamak istiyen Memduh Uzunçay muvazenesini kaybederek yere düş- müş ve başından yaralanmıştır. Yara- lı tedavisi için hastaneye kaldırılmış- tır.» Bu havadisi okuduktan sonra: — Aman, dedim, bu bizim Mem- dub... Gidip kendisini hastanede ziya- ret edeyim... Kaç senelik dostum... Hemen kalktım, giyindim. Sokağa fırladım. Bir saat sonra hastanede, dostumun yatağının başında idim. Onun kafası baştan başa sarıhidi. Yalnız gözleri ve ağzı sargların dışın- da kalmıştı. Fakat bu gözlerle bu ağız bana saadetten gülüyor gibi geldi. Dostumun bu anda da mesud olabile- ceğine ihtimal vermiyordum. Kendisine: — Geçmiş olsun kardeşim... Dedim, başına gelen felâkete çok üzüldüm Mm — -Ne felâketi yahu... Dedi, ben me. sudum... Başıma gelen kazadan son derece memnunum... Ben şaşkın şaşkın dururken o ilâve etti: — Başıma bu kaza gelmeden evvel o gün fena halde hiddetli idim. Haya- tamda bu derece sinirlendiğimi, küp- lere bindiğimi bilmiyordum. Evden fırladım. Tramvaya bindim. Maksa- dım, kendisine fena halde hiddetlen- diğim adamın evine gitmek, ona had- dini bildirmekti. Eğer o hiddetle, ken- disine kızdığım adamın evine gitmiş olsaydım mutlaka elimden bir kaza çıkacaktı, Fakat yolda tiamvaydan düştüm. Yaralandım. Hastaneye kal- dırıldım. Sonra hiddetim geçti. Bu ka- 72 neticesinde hafifçe yaralandım. Fakat tasavvur et bir kere... Ya bu kaza başırya gelmeseydi de o hiddetle kızdığım adamın evine gitseydim. Mu. hakkak ya bir belâya girecektim. Ya- hud da kavgaya gittiğim adam beni öldürecekti. Bunun için şimdi ben, bu belâyı küçük bir yara İle savuştur. duğum için pek mösudum. Memduh hastaneden çıktı. Fakat bir müddet sonra zavallının başına bir felâket daha geldi. Kulakları sağır, oldu. Lâkin gene kendisine rasladığım za- man pek mesuddu. — Oh... Diyordu, saadetime hudud yok... Sağırlığımdan ne kadar mem- nunum... Ne radyo gürültüsü... Ne ötomobil Kornası, ne tramvay çançanı işitiyorum. Bana söylenen fena sözleri de duymuyorum. Kulağım sağır ol- duktan sonra tam mÂnasile başımı dinledim. Ne kadar mesudum, ne ka- dar mestudum...w Görüyorsunuz ya... Biz saadeti ge ! yet dolambaçlı yollarda ararız. Halbu- Ki işini bilen bir adam felâketlerden bile saadet payı çıkarmasın! bilirler... Hikmet Feridun Es Yer değiştirecek kiracılara tavsiye ! Akşamın KÜÇÜK İLÂNLA- RI'nı dikkatle okursanız kendi- nize en elverişli yurdu yorulma» dan bulabilirsiniz, * EI Ne, 15 Bir fedakârlık #cabında. eyedi sanzatu» deklâre edebilir. Şark ve garb: Mümkün olduğu takdirde şimal ve cemubun şilemlerine mukabil bir deklârsayon yapabilmelidir. Küğidi veren: Cenub. Şimal ve oenub zonda, ADVODE vi *r8T1 «v763 4108643 > epi *RV10934 ” .'.4 b . *DV65 sm c #951 ARZ? vA *A4l03 SARDIO84 * Deklârasyon Cenab o Garb o Şimal Oo Şark ! 24 iv 34 3y 14sA Pas 54 Pus 5SA. Pas TM Ty T8A, Pas Pas Pa3 Bu el yalnız bir deklârasyon meselesi olarak tertib olunmuştur... «Yedi sanza- tus da conubun on fç sağlam levesi var- dır. Manmafih şark ve garb muhasım ta- adın zonda şilem yapmasına müsaade etmemeli, İcabinda © (600) den © (700) e kadar cezaya kutlanmalıdır. Bu maksad- Jadır ki şark üçüncü turda oyunu yedi sinekte bırakmamak için yedi kupa dek- lâre elmiştir. i EL No, 16 Defosn karşı İnüdafan Şimal ve cenub: Her hangi bir müda- İaaya karşı «boş karo» yı yaptı. Kğıdı veren: Garb. Şark ve garb; Zonda, 412 v7 4DV976543 #7 ŞI avı0975 AARD6 v9B643 VRDS .» e İİ ği 5 ç 'Tapvwo «32 vAV .AR2 ' .At6542 Deklârasyon Garb Şimal Şark Cenub Pas Pas is Kontr iv 4. iv Köontr Pas s4 Konir oo Pas Pas Pas Her ne kadar şark beş karo üzerine «beş pika» diyebilir ve bu elde yalnız bir içeri girerse de Şimali «beş karo. da içeri atmak daha iyidir. Şarkın çıkacağı kâ- öd pika ruasıdır. Yalnız bu noktada ya- pılacak iş ikinci pikayı almayıp bir kupa veya bir sinek gelmektir. Bu hareket ce- | nubdaki aslardan birinin ortadan çıka- ! rılmasına hizmet eder. Bundan sonra şark gene pika İle el tuttuğu zaman yer- deki diğer bir ası dn derirebilir.. Eğer böyle oynanmazsı oyun “otomatik bir defosla yapılabilir. Şarkın ikinci sinek damını aynadığını farzedelim. Yer | #inek asile alır, bülün karoları çeker. Son | karo oynandığı saman şarkta ve cenubda | ikişer kupa ve birer sinek kalır ve gark, | yerden evvel kâğıd yemeğ veziyetindedir. Koztu şarkın yiyeceği kâğıda göre yerden kâğıd yiyerek on birinci leveyi temin eder, Şark iki pikayı aldıktan sonm. kupa rüü- sını oynarsa vaziyei gene aynidir. şu farkla ki sonunda şarkta ve cenubda iki- yer sinek ev birer kupa kalır. ; Briç olmipiyadalrının sonu İZMİR ve mülhakalı için AKŞAM güze- tesinin tevzi yeri münhasıran İz- mirde İkinci Beyler sokak 52 nu- marada Hamdi Bekir Gürsoylar mağazasıdır. . * NEVR Baş, Diş, Nezle, Nevralji, kiriklk ve bütün ağrilarinizi derhal keser, b Mişel tie OZIN Grip Romatizma almilin; pikayı alıp arkasından | © DİŞİ KORSAN Tarihı Deniz Romanı Yazan: İskender P. Sertelli gimal ve cenub: «Yedi sinek, hata | Genç kızı yakalıyarak gemiye götürdüler mn Tetrika No. 120 ve yelkenleri açtılar Halil Geylân, ömründe bu kadar güzel kadın görmemişti. İmapartor, İriniyi Yassı adaya sürdüğü zaman prenses on dokuz yaşında genç bir kızdı. Üç yıldır adada papasların elinde yaşıyordu. İrini, babâsının gö- zü oyulduktan sonra - kendisi de bu- raya sürülünce - hayattan nefret ederek, papaslara dehalet etmiş ve kanını «Hıristoss a nezredip bu kü- çük manastıra kapanmıştı. Genç papas, böyle münzevi bir yer- de eline düşen bu güzel ve körpe kı kızı elbetle sevecekti. Bu sevgiye di- Mİ bir manlık uydurdu: «Ben Hiris- tosun ruhunu taşıyorum. Hayatın bana aiddir!> demişti. İrini Arabları görünce papasın ya- macına sokuldu: — Beni bu canavarlardan koru- yun, Hıristos! Diye yalvarmağa ve korkudan tit- rTemeğe başladı. Halil korsanlara bir güz işareti verdi.. Bir hamlede kızı gözü kararmış ke- şişin koynundan çekip bir kenara götürdüler Halil başını sallıyarak gülmeğe başladı: — İriniyi babasına götüreceğiz. Hıristosa haber ver.. e mi? Papas şaşaladı: — Kanını ne yapacaksınız..? O, canını Hıristosa nezretmiştir. Halil; — Biz müslümanız, dedi, insan yerine kurbanlık koyun keseriz.. onun için de bir koyun keseceğiz. anla- Gin mı? Papas, korsanların nesil olup ta kendisine dokunmadıklarına şaşıyor- du. Bu şaşkınlık içinde bocalaşıp dururken, İriniyi kucakladılar.. sa- hile indirdiler. ” Papaslar güzel prensesi o kadar al. datmışlar ve ruhunun göğe çıkacağı fikrini öyle kuvvetli bir iman halinde Aşılamışlardı ki,. İrini üç papastan baş- ka bir insan yüzü bile görmek iste- miyordu. Dünyadan o kadar nefret etmiş ve uzaklaşmıştı. Halil Geylân genç kıza; — Korkma, dedi. Seni babanın yanına götürüyoruz, İrini birdenbire hayretle korsana başını çevirdi: — Ne diyorsunuz. beni babamın yanına mi gölüreceksini? — Evet. Prens Vasilyos seni bek- Yiyor... İrini gemiye binerken çok düşün- celiydi. Papaslar ona: -— Korsanlar buradaki mahkümla- rı alıp götürdüler ve kılıçtan geçir. i cdiler. Demişli. İrini da bu söze inanmış- tı. Prenses İrini şimdi kendisini de götürüp kılıçtan geçireceklerini sa- mıyordü. Korsana: — Babam tekrar dirildi mi? Diye sordu. Halil; — Hayır, dedi, o ölmedi ki diril sin. — Demek babam yaşıyor, öyle mi? — Şüphesiz yaşıyor. emirin ge- — Hangi donanmanın? — Arab donanmasının... Prenses çok şaşkındı. Arâb donan- masının Bizansta Ne İşl vard. O Arabların geçip gittiğini sanıyordu. Denek ki o zamandanberi Arablar hâl Bizans önlerinde duruyordu. — Ya imparator, dedi, o nerede? — Mihail şehirde mahsurdur. Ka- pılari her taraftan tuttuk. — Babam sizin elinizde esir bulu- nüyor demek..? Korsan Hlail başını sallıyarak: çök seviyorum! O, tıpkı bir rahibe gibi, batıl iti kodlara bağlanarak başı önünde, kimse ile KE istemiyor ve kor- den gözlerini açarak İriniye baktı. İki kadın arasında dağlar kadar fark vardı. İrini, Kiveliden çok güzeldi. Sülün gibi ince uzun boyu, sehhar bakışları, edalı yürüyüşü her saha da diğer kadınlara üstünlüğü göze çarpıyordu. > Halil Geylân Kiveliyi unutmuştu. Arab korsanının içine yeni bir ateş düştü. — Kendi elimle bulduğum bir kız gene kendi elimle Necib Hayyata gö- türüp teslim edecek değilim ya, Diye söylendi. Halil, ne pahasına olursa olsun, Bizanslı prensesi emi- rülbahre teslim etmiyecekti. Necib ısrar ederse: «— Bütün güzel kadınlâr senin yanmda dürecak değil ya. Buda rehine olarak benim yanımda kal sın..» diyecekti. Necib Hayyat bu teklifi de kabul etmezse ne olacaktı? Halil Geylân yolda giderken bu ihtimali de düşündü. — Necib teklifimi reddederse, kor- sanları başıma toplar kendisile döğü- şürüm. Dedi. Halbuki Necibin vücudü dö- güşmeğe müsaid değildi. Dört yerin- de yarası vardı.. ayakta bir hayalet gibi dolaşıyordu. O zaten yataktan yeni kalkmıştı, Halile gelince, o çok kuvvetli bir canavardı. Necibi - Kiveliyi . elinden almak için - Bizansta kalmağa teş vik elmişti. Halbuki, şimdi iş tama» mile değişmiş, Halil başka bir kadına gönül verdiği için, Bizana önlermide fazla kalmağa da lüzum görmemişti. Nihayet aralarında bir anlaşma mazlık zuhur ederse, Halil Geylân da Mehmed Nühaş gibi çıkıp gitmeğe karar vermişti. Kızkulesi açklarına geldiği zaman, Halilin hayranlığı gittikçe artmış. içine düşön ateş bütün damarlarını sarmış bulunuyordu. Bir aralık pren- ses sordu: — Ölümden sin? — Babamı görmek ihtimali yoksa, kurtulmayı hiç bir zaman arzu et mem ve düşünmem. — Biraz sonra babanla karşılaşa- caksın! — O halde yaşamayı tercih ede- rim.. — Yaşıyacaksın, İrini! Ve babana kavuşacaksın! Fakat bir şartla, kurtulmak ister mi- İrini soğukkanlılığını muhafaza ediyordu. — Nedir 09... Diyerek başını kaldırdı. korsanımn yüzüne - belki ilk defa olarak - dik. katle baktı. Halil iri boylu, yakışıklı bir kor. sandı. Gözlerini süzerek cevab verdi: Seni seviyorum... Babanı gö- rünce, ona, benim yanımda kalmak istediğini söyliyeceksin! irini, Mesihe nezredildiğini hatır- liyarak, bu teklif karşısında, büyük bir günah işlemiş gibi derhal istav- roz çıkarmağa başladı: — Susunuz! Bana dünya ihtiras. larından obahsetmeyiniz! oOGöklerin kulağı iyi ve kötü sözleri işitir. Bana iyi şeylerden bahsediniz! Allahın ga- zâbına uğramaktan korkunuz! Halil bu sözlere gölmekle cevab verdi, Genç kızın yanına sokuldu: .— Papasla koyun koyuna yatmak günah değil de, benim sözlerimi din- lemek mi günah oluyor? Haydi bırak bu saçmaları.. yanıma sokul. kol larını - ona yaptığın gibi - boynuma dola! Görüyorsun ki, ber ondan çok daha yakışıklı bir erkeğim. ve senil — (Arkası yn.