Sahife 9 Gece, Aşağıya indim. Kendi elimle kapıyı açtım. Bir adam. koridorda yanan €lektriğin ışiğında, beklemediğim bu xiyaterçinin yüzünü iyice görebili- yordum. Bu otra yaşlı, saçı başı dağılmış, Oldukça perişan kıyafetli bir erkek- ti. Fakat yüzünde okumuş yazmış, hisli bir adam ifadesi vardı. Ben kapıyı açtığım zaman O: — Affedersiniz, dedi, sizi son dere- ce rahatsız ettim. Fevkalâde mah- cubum. Sizden büyük bir istirhanım Sesinde, duruşunda o kadar büyük bir zavallılık vardı ki hemen: — Buyurunuz efendim... dedim, içeri buyurunuz... Yapacağım bir Şey ise size yardım etmeği borç bili- rim, Bir takım teşekkür kelimeleri mr- rildanarak içeri girdi. Ben de büyük bir merak içinde bu tanımadığım adamı dinlemek istiyordum. Salonun bir köşesindeki iskemle. lerden birine büzüldü. Hiç mnukadde- Me yapmadan maksadına girişti: — Siz kitab mereklısısınız değil mi? — Evet efendim... — Bundan bir buçuk ay evvle Taksimde vefat eden, kimsesiz, genç bir kadının eşyası müzayede ile sa- talmış... Bunların arasında 40 - 50 €ild de kitab varmış... "Tanımadığım adam bunları söyle- dikten sonra suslu, yüzüme baktı. Ben sözlerini tasdik ettim: — Evet efendim!... — Bu kitabları zannedersem #iz Salın almışsınız... Değil mi? — Ben satın aldım... Perişan kıyafetli adam sözlerinin Pek nazik bir yerine gelmiş gibi bü- Yük bir tereddüd içinde: — Bu kitablardan birinin içinde kurumuş bir karanfil vardır. Ben iki günlük yerden bu kurumuş karan- fiM almak için geldim. Gecenin bu saatinde de sizi bunun için rahatsız MİN yüzüne şaşkın şaşkın baktığımı Görünce biraz izahat vermek lüzü- Munu hissetti: — Kitablarını satın aldığınız genç kadın çok güzeldi ve ben kendisini Bayet yakından tanırdım. O benim İçin çok kıymetli bir insandı. Sevi- şirdik. Bir gün şehirden uzak, çiçeklerle dolu bir bahçede oluruyordu. Naci- Yenin - ismi Naciye idi - elinde bir kitab yardı. Bir aralık güzel gözleri tâ uzak- lârdaki bir karanfile dikildi. Bana: — Mecdi... dedi, ne güzel karan- Ül değil mi? Pek hoşuma gitti... Kalktım bu karanfili kopardım. Maciyeye verdim. Teşekkür ederek göğsüne taktı. O gün karanfil onun göğsünde saatlerce kaldı, Fakat gü- meşin tesiri altında yavaş yavaş çi- çek solmağa başlıyordu. Naciye: — A... dedi, bu karanr!li o derece güzel ki bunu kurutup saklıyacağım. Zaten kitab içinde çiçek kurutmağa da bayılırım. Naciye böyle söyliyerek karanfili elindeki romanın içine koydu. Kita- bı kapattı. Bundan sonra sık sık evine gitti- ğim zaman kitabı açıyor, karanfili bana göstererek: — Bak... diyor, karanfilini saklı- yorum. Hediyeni kaybettiğimi san- ma... Onu hep saklıyacağım... Bundan sonra hayatın bir çok mecburiyetleri (bizi o birbirimizden Ayirdı. Ben İstanbuldan uzaklaştım. . Naciye ile mektublaşıyorduk. Bir gün, hiç ümld etmediğim bir Zamanda onun ölümünü haber al- dim. Eşyalarının müzayede ile se tıldığını da işittim. Aklıma kunr muş karanfil geldi. Senelerce evvel Naciyeye hediye ettiğim bu çiçeği tekrar ele geçirmek için içimde önü- he geçilmez bir arzu uyandı. He- men İstanbula koştum. Bilenlerden tahkik ettim. Kitabları sizin satın aldığının dün öğrendim. Halbuki ya- Yın Adanaya gilmeğe mecburum. Bu- Run için bu gece, vaklin geç olma $ına, rağmen sizi rahalsız ettim. Aca- ba satın aldığınız kitablar içinde geç vakif kapım çalmdı. | böyle kurumuş bir karanfile rasgel- diniz mi efendim? Cevab verdim: — Hayır efendim... Satın aldığım kitablara daha elimi sürmüş deği- lim. — O halde sizden ricam şu... O kitablara bir kere bendeniz bakm yım. Kurumuş karanfili bulayım. — Emredersiniz... Hemen size ki- tabları göstereyim. Gece, beklemediğim bu ziyarelçi bana meşhur «Lâdam O Kamciya> romanının başlangıcını hatıristıyor- du. Oradaki âşık ta bir adamın evi- ne gelir ve sevgilisinin satılan kitab- larından birini ister... Perişan kılıklı adamla beraber ki- tabların durduğu odaya girdik. Ben bir köşeye yığılmış duran yeni satın aldığım kitab cildlerini göstererek: — işte, dedim, bu kitâblar... Gece ziyaretçisi âdeta bir mabede giriyormuş gibi hürmeti kitabların önünde durdu, eğildi, kilabları bi- rer birer açmağa, muayene etmeğe başladı. Nihayet heyecan içinde: — İşte... dedi. Avuçlarmın içinde kurumuş bir çiçek tutuyordu. Bu kurumuş Karan- file şefkat, aşk dolu gözlerle bakı- yordu. — Ne kadar memnurum... Bu çi- çeği tekrar bulduğum için mesu- dum!... Bu kurumuş çiçeği hayatı- mın sonuna kadar saklıyacağım, diyordu. Bu esmâda ayni kilabların arüsm- dan bir cild yere yuvarlandı. Yanımdaki adam: — Bu da Naciyenin bir kitabı... dedi, Yuvarlanan kitabın içinden bir mektubla, başka bir kurumuş çiçek daha yuvarlandı. Perişan kılıklı adam eğilerek bu mektubu ve kurumuş çiçeği aldı. Mektubu yavaş bir sesle okumağa başladı. «Naciyeciğim. Geçen gün görüp i&: «Ne güzel çiçek» dediğin kırmızı gülü sana gönderiyorum. Bu çiçeği sevdiğin bir kitabın içinde kurut ve sakla... Unutma ki o çiçeğin önünde ne tatlı dakikalarımız geçmişti, Seni uzun uzun öperim, Naciyeciğim... İmza: Ahracd» Sevgilisinin kitablarının arasın- dan başka bir kurumuş çiçek çıkması yanımdaki adamı allak bullak ct- mişti: — Müsaade ederseniz ben gide- yim... diye ayağa kalktı. İki günlük yoldan gelip bende aradığı kurumuş çiçeği masanın Üstünde unutmuştu. Kendisine hatırlattım: — Aradığınız çiçeği unuttunuz!.. — Artık lüzumu kalmadı. Allaha 15- marladık... dedi, evden çıktı, gitti... Yarım saat içinde gözümün önün- de bir aşk macerası geçmişti, Hikmet Feridun Es 1 — Bir nevi düdük çalan. 2 — Yokluk - Pratik, 3 — Mesheb - Ufuklar, $ — Eski kukla oyunlarının kami- Bi - Tavır, 5 —Medden sonra deniz sularının geri çekilişi - Kalın sicim. 6 — Vücudün sinirle karışık et kıs- mı - Aşağı taraf, 7 — Tersi beygir olur - Bir erkek İs- mi - Nola 8 — Geçim - Bir aded. 9 — Güzel sanat - Nida - Gerçek, 10 — Parlak - Tarla mahsulü, Yukarıdan aşağı: 1 — Pek sz tesadüf edilenlerden. 2 — Edebiyat üstadı - Değirmi çizgi. 3 — 20 kuruşluk sigara, 4 — Başına «Te konursa bütün olur - Çağlıyan. 5 — Bir kadın ismi ken ibüret - Tersi beyan cda- 1— area - Terek » Nota. 8 — Dümen kolu - Ekmeğini yemeğin suyuna batır. 9 — Kolum wcu - Sinema yıldızı Mer- Terin İkinci ismi, 10 — Maske - Bir meyva. Geçen bulmacamızın balli; Soldan sağa: 1 — Hayderiye, 3 — Ada, Maraza, 3 — Yaprak, Isı, 4 —Yenik, Er, 5 — Emek, 'Tank, 6 — Ra, Ad, Sa, 7 — İrat, Kızak, 8 — Yas, Karine, 9 — Rza, Sağlam, 10 — Ant, Ta, De. Yukarıdan aşafı: 1 — Haydariye, 2 — Ada, Maraza,3 — Rupye, Asan, 4 — Rekât, 5 — Aman, K. 8, 4 — Nakit, Kâat, 7 — Di, Kasırga, B — Aş, Naril, 9 — Lesok, Anad, 10 — Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şisii: Maçka, Taksim: İstiklâl end- desinde Kemal Hebul, Kurtuluş cad- desinde 4. Galapulo, Beyoğlu Galula- saray, Posta sokağında Garih, Gala- ta: Topçular caddesinde Tildayet Kasımpaşa Müeyyed, Hasköy: Aso, ü: Hüsnü Onar, Fatih: Sa- rük: Mehmed Arif, Bakırköy; lal, Sarıyer: Asaf, Aksaray: Nuri, Beşik- taş: Halid, Fener: Balatta Hüsamed- din, Kumkapı: Lâlelide Haydar, Kü- gükpazar: Bensason, Samatya: Ye- dikulede Teofilos, Alcindar: OÇeğel- oğlunda Abdülkadir, Şehremini Ah- imed Hamdi, Kadıköy: Altıyolda Mer- kez, Modada Nejad Sezer, Üsküdar: Iskelebasında (OMerkez, Heybeliada: Halk, Büyükada; Şinasi Riza. Her gece açık eezaneler: Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or. taköy, Armavutköy, Babek, Baykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ©p- &areler her kece açıktır. Apartıman sahipleri! Boş dairelerinize hemen iyi kiracı bulmak için «Akşamın KÜÇÜK A isti- fade ediniz. Baş, Diş, Nezle, Grip Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. BEREN AA İcabında günde 3 kaşe alınabilir. MAYAN Ay Tarihi DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli 'Tefrika No. 108 Denizin üstü ei e. oldu. Harp mi, ik mi? — Bende do kabahat vra, baba! Aryüs, bana Arisi çok sevdiğini söy- lemişti, — Bundan bana niçin bahsetme- din, Antonyo? Ben bunu bilseydim, Aryüsü baş ambarda hapsettirirdim. Geceleri serbes birakmazdım. — Bu serbestiyi ona veren relstir. Sen onu baş ambarda nasıl hapsede- bilirdin? — Geceleri kendisinden şüphelen- diğimi söylerdim. Saidin bana itima- dı vardı. Sözümü dinlerdi. Şimdi geri dönmezlerse, onların gideceği yere hiç şüphe yok ki ben gideceğim. — Merak etme, bubal Sald seni onlar için feda etmez. Yalnız şu sıra- da gözüne görünme... Haydi, amba- ra git., saklan! Biz onu yatışlırınız. Semiko yavaşça güverteden il dı, ambara indi. . Bizanslılar ateş yağdırmağa başladılar! Dalgıçlar o gece boş döndüler. Aradan yirmi dört saat geçmişti. Bir gece s&baha karşı, bütün kor- sanlar uykuda iken, surlardan müt- hiş bir ateş yağmuru yağmağa baş- ladı. Hava lodostu. Surlardan atılan kun- daklar suyun üstünde parlıyordu. Arab | gemileri alev içinde kalmıştı. Aryüs Bizansa dönünce hiç şüphe | yok ki imparatoru tahrik etmiş ve: — Arablara, Bizanslılar . çok kuv- vetlidir. Muhasaraya onlar dayanır- lar, fakat siz dayanamazsınız! dedim. Demişti. Böyle olmasaydı, Bizans- hlar her cepheden bir anda korsan lara yangın kundakları almağa yel- tenirler miydi? Arisin korsanlar elinden kurtarılı- şi da imparatoru sevindirmiş ola- cakt, Bu hücum, sonsuz bir sevincin ifa- “desinden başka ne olabilirdi? O gün akşama kadar ok yağmuru devam etti, Tıpkı Haliç hücumunda Bizanslı- ların yaptığı gibi. Hattâ bu sefer bu ateşin bambaşka bir mahiyeti var- dı. Binsliların korsanlar üzerine at- tığı yangın kundakları suyun üs | tünde bile patlayıp yanıyordu. Arab gemileri derhal geri hatta çe- kildiler, Fakat, demir alıncaya ka- i dar bir hayli zaylat verdiler. Küçük şalopelerden bir kaçı yandı. Bir kaç geminin, güvertesine ateş sirayet ede- rek bir çok yangınlara sebebiyet verdi, Sald bu vaziyeti görünce, gemide ilk saldırdığı adam şüphe yok ki Se- miko olmuştu. — Abdal bunak! Sana güvendim de esirleri teslim ettim. Onlar sen kaçırdın. Diyerek ihtiyarı her saat yerden yere vuruyordu. Eğer Semiko Arab korsanının hayatını kurtarmamış ol- saydı, çoktan öbür dünyayı boyla- muşta. Gece oldu... Fakat, surlardaki faa- Byet durmuyordu. Denizin üstü gün- düz gibi aydınlık olmuştu. Bizanslı. lar şehir içinde rengârenk havali fi- şekler atarak, harb değil; âdeta şen- Tik yapıyorlardı. Arablar bunu görün- ce ateş püskürmeğe başladılar. Reisler birer birer küçük kayıklar- la Saldin gemisine gelerek: — Bu ne rezalet? Bizanslılar bi- zimle istihza mı ediyorlar? Diye bağrışmağa başlamışlardı. Muhammed Nühaş, emir Saide: — Bir gece hücumu yapalım. Diye bir teklifte bulunmuşsa da, Said bunu kabul etmemişti. Bu va- — Bizans surlarına hücum, bence göklere hücum etmeğe benzer! Diyordu. Antonyo kendi kendine: — İşte, en doğru sözü Necib Hay- yat söyledi. Diye murıldanıyordu. Anlonyo, âr- kadaşı Romalı Aryüsün cesaretine hayran olmuştu, Gece yarısı güver- tede oturmuş, deniz üstündeki alev dalgalarını uzaktan seyrederek ken- di kendine konuşuyordu: — Hem kendini, he mde Arisi kur- tardı. Ne mutlu ona! Şimdi tam mâ- nasile Arise kavuşmuştur. Öyle ya... Bu cehennem kuyusundan bir kadı- nı kurtaran erkek, her zaman onâ kendini sevdirebilir. Fakat, ben dün- yada Aryüs Kadar kelum adam gör- medim. O Mer sırrımı bana açardı. Demek ki bütün bunlar bana iti- mad vermek içinmiş. En mühim sır- rını benden saklamış. Gerçi Arisi sev- diğini itiraf elmişli anma. bu ni- hayet gökteki yıldızlara erişmek ar- zusu gibi, tahakkukuna imkân olm. yan bir hayalden ibaretti. Aryüs, hayali hakikat yaplı. Aşkolsun ona Antonyo gözlerini len surlara dikerek di ladı: — Bu hudise belki harbi de bitire- cek. Çünkü Aryüs Arablarn buiş- te ne kadar mütereddid olduğunu biliyor. Hepsinin : ayrı ayrı taşıdığı kansatlere de vakıftır. Bizanslıları biraz daha teşvik ve tahrik edecek olursa, Arabların çekilip gitmesi de muhtemeldir, İşte o zaman benim halim ne olacak? Babam zaten bu yüzden Saldin gözünden düştü... Za- vallı babacığım, altmış beşinden son- ra dayak yemeğe, her gün bin bir hakaret görmeğe başladı. Bana gelin- ce, muhasara devam ettikçe İltifat göreceğimi süniyorum. Fakat bir ne- tice elde etmeden dönüp gidecek olurlarsa, beni de babam gibi amba- ra, belki de forsalar arasına atacak- lar, Ah, melün Aryüsi Kaçmak fır- satı varmış ta bunu bana neden şez- dirmedin? Ben de seninle birlikte ge- Harb imi, şenlik mi?! O gece, güvertede dolaşan emir Said omuzunu sivri bir demirin ucu- na çarptı... (Romanos Portas) ta al- dığı yara kapanmak üzere İken yeni- den deşildi. Saldin fena halde canı yanmıştı. Ufak telek Acılara ehem- miyet vermiyen korsanın o kadar ca- nı yanmıştı ki. birden olduğu yere çöküp kaldı. Kımıldamağa, konuş- mağa mecali yoktu. Arab müverrih- lerinin dediği gibi, «denizde ve Bi- zans surları içindeki şehriâyinn hâ- Jâ devam ediyordu. Arüblar aleş hatlı gerisine çekildikleri için ilk tehlikeyi atlatmışlardı. Lodos ta dur- muştu. Zaten Korsanlar reisi, do- nanmasına: — Hava dönerse (yani lodos baş- larsa) Adalara doğru çekiliniz! Diye emir vermişti. Bizanslılam dini günleri olup ok madığını Antonyodan sordular. An- tonyo: — Dini günleri olsa bile, Bizanslı- lar harb sırasında şenlik yapmazlar, Ve bunu günah sayarlar. Bu, zafer alâmetidir! Diye cevab verdi. Said bitab bir halde güvertede yalarken, arkadaşlarına soruyordu: — O halde, dört kapısı kapalı olan bir şehir halki neye güveniyor da şenlik yapıyor? Antoryo buna da şu cevabı ver mişti? — Aryüs, Arab mücahidlerinin ka» radan hücum edecek kadar büyük kara ordusuna malik olmadığını im- paratora müjdelemiş olmalıdır. — Demek ki (Momanos kapısı) ni tekrar aylar öyle mi? Aantarıyonun sükütu çok müna Uydı. Said, bu sükütlan büyük bir acı duymuştu. O da susmuşlu. Antonyo emirin başı ucunda duru- yordu, Said: « var), a a a PM