i i a ii İngiltere kralile kraliçesinin Parisi ziyaretleri münasebetile, bütün dün- ya matbuatı İngiltereden ve kralın: dan bahsediyor, Bu münasebetle yazı- Jan yazılardan enteresan gördüğüm kısımları naklediyorum: k sİngiltere kralının adı Jorj değil dir, Alberdir. Babası Berti derdi. 14 kânunuevvel 1895 de doğdu. Bahriye mektebinde tahsil etti. Gemide çalış- tığı zaman mürettebatla beraber 80- ğün ekmek yer, bira içerdi. Harb ©8- hasında Kolingvud gemisinde idi. “Teni- 8i çok sever, fakat herkesin içinde 0Y- namaz. Fevkalâde mahcubdu, Konu- Şurken kızarır. Lindbergi çok sever, #i- Bemaya gitmez, fransızca ve almanca bilir. Boyu bir metre seksendir. Krala şapka çıkarmıyan Baron Büyük Britanya krali ve Hindisişn imparatorunun elinde öyle kuvvetler vardır ki, bir çoğunu çok kişi bilmez. Meselâ: İngiltere donanmasının sahi i canı isterse bütün harb gemilerini sa- tar, incili tabedip satmak yalnız ona ve- Yilmiş bir haktır; bu hakkı para mu- kabili elde etmiştir. Komway dukalığı kendi malıdır, bu dukalığı satmak hakkı krala verli- miştir Canı istediği kâra, deniz ve hava kuvvetleri edebilir, Meclisi fesheder ve canı isterse tOP- lar, istemezse toplamaz. Canı isterse hapisane kapılarını &r- dina kadar açar ve bütün mahpuslar! tahliye ettirir. Harb ilân etmek kararını verir. Hiç bir yergi vermez ve hiç bir ver £i memuru kendisinden bir santim İs teyemez. zi Ben - David kilisesinin Talibidir. Senede bir kere bu kilisede vaaz vere dr, Pul ve posta ücreti vermez. Bütün ban mukabil: Halk için- de iken bir tek sigara bile İçemez. anda bütün orduyu, ini terhis Kral isterse orduyu terhis eder , Hürmet etmeğe mecbur kaldığı im- tiyazlar vardır. Athol dükası bir ordu geler. Bu ordunun sahibidir. BU O unun bayrağında Athol dukasının yazması vardır. Şayed Athol GU 2 mahküm edilecek olursâ, eş her sehpadan on metre daha yük” ; bur- — sehpa yaptırmağa me bı Önünde şapka çıkarmıyan yalnız * kişi vardır: Kinsal baronu. Bir gü» gal baronu 3 üncü Jorjun önünde Pkağını çıkarmamış, bu aralık i be kraliçe girmiş, Bunun üzerine kra hiç: «Kralın önünde şapka çiksr- 4, illesiniz, fakat bir Kadına Mecbursünuzu demiş, O 62 Sün Kinsal baronları İngütere Anma sapka çıkarmazlar. İngiliz temiz, dürüst, soğuk kanlı- dır. , birine çarp- İngilterede kalabalıkta mak, itmek, “dürtmek. telâş etmek ayıptır, kabalıktır, terbiyesizliktir. “Bizde ve Avrupanın daha bir çok şehirlerinde şöförler sabırsızdır. e mobilin önünde başka bir otomobi durursa korna çalar, Klakson öttürür. Bu hali İngiliz şolörler görse şaşıp kalırlar. İngiliz şoförünün sabrına bütün cihan hayrandır. İngilterede rışa kalkan otomobil yollarda gö- “ İki otomobil karşılaşacak Ol- re örer biribirlerine nezaketle Yol rler. yan “e İngüterede pazar günleri gazeteler ikaz. : 'Trenlerde oturduğunuz vagona ye- getirirler. sisi Otobüslerin üst katı vardır. k Zabıta memurları beyaz eldiven gi- yerler. v 7 ala kahvaltısı öğle yemeğinden daha boldur. p Ziyafetlerde peynir ve karades ye- mezler. SI bus bir mebus otur der de me- oturmakta gecikirse reisten âzar tir, alel «Avrupa» demezler, data» derler. a İngilizler e) sıkmazlar. Otomobiller soldan gider, sağdan & elir, Sinema ve tiyatrolar bittikten son- ra milli marş çalınız, halk ayakta din- | v ler, sonra dağılır. ingiltere kralı, Hindistan imparatoru , 6 ncı Jorj Kadın rberleri kadındır. payla kadınların elini öpmez. Pazar posta dağıtılmaz. Tünellerde V€ mağazalarda sigara gildir. içmek yasak deği e gösteren bir iki le haber verdiler: sDün gece kıta 15517 kaldı...» “as Üç centilmen kulübün geniş koltuk- ömülmüşler. Derin bir sessiz- merter bir motör sesi duyuldu. yi sonra biri: 10, ye Şu erki lâm! çeklere güven olmaz vesse- İngiltereye, Kralına ve Ingilizlere Bu hali gören garson nihayet sabre- demiyor soruyor: — Ne yapıyorsunuz? — Kendi kendime fıkra anlatıyo- rum. -—« Ya ne diye elinizi havaya kaldı- ryorsunuz? — Bildiğim fıkra olduğu zaman... ... Bir İskoyalı evlenmek istiyordu. Ama ülküsü muktesid bir kadın ak maktı. Bir gün gözüne kestirdiği bir kıza sordu: — Bir tanıdığım var, geceleri oku- Orüu bediyen duka yor, çok ışık sarfediyor, SİZ geceleri okur musunuz? — Mehtab olduğu geceler okurum. Bir hafta sonra evlendiler. ss İngilizlerin hayvanlara büyük mu- habbet ve hürmetleri vardır. Bir gün den birine bir örü ları çıkmış, seyrisefer mı vanların Krşıdan karşıya rahat ge- çebilmeleri ” için seyrifeseri durdur- muf. İngiliz çocuklarını stadlarda yarı çıplak görürsünüz; fakat yeryüzünün en şık mekteb talebesi İngilizlerdir. İngiliz talebeleri katı yaka, silindir şapka, uzun bastonla gezerler. Londra Lord belediye reisi, işe baş- ladığı gün bir teraziye oturur ve tartı- ır. Londra halkı kendilerini idare eğe- cek olan adamın kilosunu öğrenmek isterler, Başvekil Çemberlayn ile karısı, umumi parklara yeni “konan tahta koltuklarda otururlar, rahat oturulup oturulmıyacağımı tedkik ederek hal- kın rahatı ile yakından âlâkadar olur- lar. İngilizlerin bir büyük sevgisi de ço- cuktur, İngilizler çocuğa hayrandır. Kral isterse donanmayı satar Çocuk bahçelerinde hava âlan çocuk- ların arabalarında; «Lütfen öpmeyi- niz» yazılıdır. İngilizlerin prensipi çocuğu rahat bırakmaktır, bu sıhhat meselesidir, S.İ.S. B. Morgantav şerefine ziyafet Paris 26 (A.A.) — Amerika sefiri B. Bülit, dün akşam Amerika Maliye Nazırı B, Morgantav'ın şerefine bir i- yafet vermiş ve bü ziyadette birçok na- sırlar hazır bulunmuştur. Jp Graç şehrine verilen unvan Graç 26 (AA.) — B. Hitler, Graç şehrine, «Mili kıyam beldesi» tinva- nını vermiştir. Bu tinvanın bu şehre verilmesinin sebebi, Graç'ın ve İstir- yanm. Avusturyadaki nazi hareketine vâsi mikyasta iştirak etmiş olmala- dair NANEMOLL Sahife 7 Tet O gündenberi deniz aşmak, gemiye binmek şöyle dursun, yanında deniz, gemi lâfı olunca böyle hafakanı tutu- verir, bayılıp gidermiş, (1) Fevkalâde telâş içinde kalan, bay- gını ayıltmağa - uğraşan muallim ve mümeyyizler: — İmtahan, mimtahan istemez, al tam numarayı, çık dışarı!.. demişler. Kadri efendi Atlamataşı da en kotktu- ğu (Müfredatı tıb) imtihanını böyle- ce atlatıp, kıvrılmış yılan işaretlerini boynuna ve yüzbaşı gâlonlarını kol- larına takmış, Kadri bey diyordu ki: « Allahtan ki o mümeyyiz beyin böyle bir illeti varmış. Allahtan ki Fransız, İngiliz gemileri gözüme iliş- miş, ağzımı tutamayıp söylemişim. Muallim aksinin büyügiydi. Deniz, ge- mi kelimelerini işitince hafakanı tu- tup bayılan o kır bıyıklı mümeyyiz de Yânetin lâneti idi. Talebe ondan tirtir titrerdi. Yoksa imtihanda tornistan ettiğimin resmiydi... Ve, kahkah katılıyordu? — İrfan, evlâd, damad!. Bu sözle- rime bakıp beni, alayı doktorlardan İ sanma ha!. O dersi baştarı aşağı ez- | Berlemiş, yutmuş gibiydim. Demek is- tediğim şu; heriflerin ukalalığına kur- ban gidecektim! Bir çavuş çadıra girdi. Selâmı ver- dikten sonra doktora bir mektub uzat- tı, Selânikten, ailesinden... Kadri bey hemen zarfı yırttı, Okur- ken ağrı kulaklarında.. Bitirmeğe kalmadan mektubu İrfanın kucağına attı: — Bak şu inci gibi satırlara!.. Söy- le, bu erkek yazısı mı, kadın yazısı mı? Sahiden gayet okunaklı, işlek, im- lâları düzgün bir yazı, — Söylesene, bunu yazan erkek eli mi, kadın eli mi? İrfan mektubu almış, bakmada... e, yavrum Mehlikacığımda bu hüsnühat, bu Made, bu sebkürabit vardır. Babiâlinin en yüksek kalemle- rine oturtsam vallahi sermümeyyizle- ri, başkâtibleri cebinden çıkarır... Şu- na sen de bir göz gezdir Velleiğim, de- diğim yalan mı? Veli bey askerlikten yana tamam, fakat böyle mümeyyizlikle, kâtibiikle ne alâkadar? Mektubu eline bile almadan: — Bilmez miyim kerimemizin kuy- vel kalemiyesini? diyordu. ; İrfan, her gün, her saat doktordan: — Sana kızımı vereceğim, damadım olacaksın!.. sözlerini ne vakittenberi dinlemede idi. Bu sözlere karşı daha hiç bir cevab vermemiş, hiç bir fikir de beslememiş- ti. Gelişi güzel olarak, lâf diye dinle- mişti. Fakat o gün gelen mektub, içinde- ki satırlar, o yazış, o ifade hakikaten doktorun kızının mi? O dakikadan itibaren alâkadar ol- mağa başlamıştı. Demek Kadri beyin kızı, kendisine verileceği söylenilen Kız okumuş, mühevve; O mektub İrfana bir tılsım tesiri yapmıştı. Çarçabuk gözden geçirdiği satırlarm bir kaçı hep hatırında: «Babacığım, diyor, karlar yağıyor Pencereye alnımı koyuyorum. Cam buğulanıyor; karşımızdaki sokak, ev- ler, bacalar yavaş yavaş siliniyor... Gö- zümün önünde hep sen, hep senin ha- yalin canım babacığım. Sanki İstan- bulda Aksaraydaki evimizde imişiz. Karsı köşeden çıkıvermişsin, ben de kapıyı açmağa koşacakmışım...» Bu bir kaç satırı okuduktan sonra İrfanın aklında hep doktor Kadri be- yin kızı... Mehlika zihninden bir tür- Yü çıkmıyor. Yalnız okumuş, münev- ver değil, çok ince, hassas bir ruhu da var, Son zamanlarda Herkesten fazla Mf eden, kimseye lâkırdı sırası ver- miyen İrfan Adeta şaşkın, az konuşan, hemen hemen eski haline yakın bir hal almıştı. Arada bir kendi kendine: (Bu ne hal?.. Hiç bilmediğin, yüzünü görme- diğin bir kimseilebune alâkadar oluş. Gene torbadakileri çıkarmağa mı başladın?) diyordu. Bununla beraber gene ayni halde; “gene fikren Meşgul, “ 1 Acaba beni o tarafa bu kadar çeken sebeb onun da, benim de aârmelerimi- zin soy birliği mi, Çerkesliği mi? diye düşünüyordu. Hiç tanımadığı anacığını gözünün önüne getiriyor, canlandırmağa calı- şıyordu. Herhalde çok güzel ve dilber olduğu muhakkaktı.. © güne kadar yaşıya- maz mıydı?.. Sâğ olsa daha 40 yaşım- Ğa bile olmıyacaktı. Bu suç kimin? Bu günah kime yük- letilecek? Dindardı. Allaha kabahat bulma- nin şirk olacağını biliyor, mukaddera- ta boyun eğiyordu. Selâniğe doğru... Mart nihayetleri.. Rumelinin ve Balkanların kışı deyamdâ, fakat so- guğun şiddeti oldukça tavsamış. Gü- neş sık sık görünüyor. Karlar eriyor. Sırbiyedeki ordumuzun bazı kısım- ları 'Tuna boyu kalelerine, Edime Bosna vilâyetlerindeki münasib nok- talara dağılmıştı, Hafız paşa fırkası Şimdilik gene Nişte kalmıştı Ortalık karişik olmakla beraber doktor Kadri bey, yanına Veli bevi ve İrfanı alarak Hafız paşaya çikmiş, hayırlı bir iş için Selâniğe kadar git- meğe izin istediklerini, kızını Abdül mennan paşazade mülâzim İrfan be- ye mikâhlıyacağını, fırsat elverirse düğünü de aradan çıkarıvereceğini, en nikayet on beş gün Selânikte kalıp döneceklerini söylemiş, paşa bu işe çok memnun olmuştu. — Tarafeyne, cümlemize uğurlu ve mübarek olsun. Güle güle gidin, kâhınızı, düğününüzü yapıp gelin Mümkün olsa ben de sizlerle berabı oraya kadar atlayıverirdim ama şim- dilik kabili yok!.. dedikten sonra İrfs- na elini uzatmıştı: — Şunu bir de güvey, damad gibi öp bakalım, Sen bir oğlumsan, âl k olduğun da kızım!.. Hafız paşa hemen fırkanın idar» reisini çağırttı. Doktorun birikmiş hazır parası bulunmıyacağını biliyor. Bunca senedir cephe cephe, müsade- me müsademe, muharebe muharebe durmayıp dinlenmeden dolaşan adam. Kızına çeyiz çemen yapabilmiş midir ki?.. Düğüne lâzım parası var mıdır ki? Şimdi Selâniğe gidecek. Karı koca başbaşa verecekler. Ecdaddan, baba- dan yadigâr kıymetli öteberilerini, kadının bir iki elmasını, belki de yöz görümlüğünü mü satacaklar, masrafı bunlarla mi koruyacaklar nedir? Damad tarafından da bir şey bekle- me; onun da adı vezirzade, İki eli böğ- ründe kalmış zavallılardan... Eytam sandığından aldığı, ancak 20, 25 lirasını harcadığı paradan paşunın haberi yok tabii. İdare reisi geldi. Hafız paşa oluttu. Cigara, kahveden sonra doktora teda- hülde kalmış “aylıklarının ne kadar olduğunu sordü, Kadri bey: — Paşam, hesabını kitabını bilen adamı tam buldun iştel;.-diyordu. Ne bileyim ben ne kâdardır? Aylık çıktı diyip veriyorlar, ben de #lıp geğiyo- rum! Hep gülüşüyorlar, Veli bey de araya karışıyordu: Beni de doktorla bir arabaya koş, baş beraber gidelim paşaim!.. Ve gülüşmeler kahkaha halini yordu. (Arkası var) (1) Buna benzerler çok vardı. İs Müzım değil, gençliğimiz. zat böyle bir kaza geçirdiği için denizden o kadar Ürkerdi ki Gedikpaşadaki koca konağını, pencerelerinden deniz görün- düğü için satmış, Aksarayın çukuruna tas şarımışta. Başının Kesileceğini bilse Köprüyü ge- çip Galata tarafına adım atmazdı. Çün- kü deniz görecek. Araba ile geç ve gözlerini yum be haz- ret!.. Oda yok. İşinden gözlerini açıp et- rafa bakmak geliyor. Bir zelzele olup Köprünün ikiye bölünmesi de mümkün, Ortaoyuncu meşhur Kavuklu Hamdi de bu makulelerdendi. Yaz yaklaşırken Kadıköy taraflarına silmek mecburiye- tinde, Gitmese açlıktan ölecek. En ksa yolu geçecek olan Üsküdar vapuruna bi- nerken göğsüne enam, bi? elinde tesbih, öbür elinde mon ve güzoz şişesi, vapu- run en âli katına İnip iskeleye gelinceye kadar terler döke döze adaklar adar, kıyıya ayak alar atmaz, dört beş ay sonra nasıl döneceğini düşünürmüz. (Gelip gitme şu deniz yolu var mi y mu? Mabvediyar beni. Peşekdia Jâf or tüştirirken bile o aklımdan gi ye temin edermiş V