25 Temmuz 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

25 Temmuz 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ŞEFTALİ Ç Sıcak yaz günlerinde Neclânın en büyük zevki, akşam üstleri balkonda- ki geniş iskemleye boylu boyuna uzan- mak, eline aldığı romanını tatlı tatlı okumaktı, Genç ve güzel kadın buzlu, Soğuk yaz yemişlerini pek severdi, Bu- Nun için balkonda romanmı okürken yanımda dima küçük bir tabak içinde soğuk yemişler bulunurdu. O günü de romanını almış, balkona çıkmıştı. Bir yandan kitabını okuyor, Baman zaman da elini yanındaki taba- ğa uzatarak, soğuk, sulu bir şeftali alı- yor, güzel, kırmızı dudakları arasına götürüyordu. Genç kadın elindeki meraklı roma na pek ziyade dalmıştı. Yediği şeftali- nin çekirdeğini gelişi güzel balkondan Aşağı fırlatmıştı. Pek az sonra aşağı- dan, sokaktan kalın hiddetli bir se$ ba- ğırmağa başladı: — İşte buna düpedüz rezalet der- Yer... Bu ne saygısızlık!., Kocaman şef- tali çekirdeği kafamı yaracaktı. Üstelik başımdan omuzuma düştü. Beyaz el bisemi de lekeletti... Neclâ heyecan içinde kitabını bırak» tı. Kendini göstermek istemiyerek ya- vaşça başını uzattı, Sokağa baktı, Aşa- ğıda beyaz yazlık elbise giymiş şapka- &iz genç bir erkek hiddet içinde bağı- np çağırıyordu. Gayet iri şeftali çekirdeği, apartı- manın beşinci katından, pek yüksekten Atıldığı için genç adamın başı herhal de çok acımış olacaktı. Delikanlı şap- kasız dolaştığı için şeftali çekirdeği zâ- Yallının herhalde, tam tepesine gel Mişti, Çünkü gerç adam bir elile başi- ni tutuyor sinirli sinirli apartıman ka» pıcısına — Kim oturuyor şu beşinci katta... Çıkıp kendilerine bir kaç söz söylemek isterim... Böyle rezalet olur mu?., di- yordu. Kapıcı delikanlının hiddetini yatış- tırmak için uzun uzun dil döküyordu. Lâkin bunların hiç biri fayda verme- di, sinirli delikanlı: — Ben beşinci kata çıkıyorum... Bu saygısızlığı yapanlara hadlerini bildi- ririm... diyerek aparlımana girdi. Netlânın heyecani büsbütün ziyade- leşti. Şimdi beyaz elbisesi fena halde kirlenen, hâlâ acıyan kafasını elile tu- tan bu hiddetli gence ne cevap ver&- cekti?.. Neclâ dört senedenberi yalnız ve sakin bir dul hayatı geçiriyordu. Bötle kavgadan, gürültüden pek hoş- Janmazdı. Neclâ ne yapacağını şaşır- mıştı. Evvelâ bu hiddetli adama kapı- yı açmamağa karar verdi. Sonra bun- dan vaz geçti, Biraz geçince kapı hızlı hızlı çalım- mağa başladı. Neclâ koştu. Kapıyı ken- di açtı. Hidetli genç, kapı açılır açıl maz: — Bu ne tuhaf hareket... diye söze başladı. Fakat gözlerini kaldırıp Neclâ- ya dikkatli dikatli bakınca birdenbire hiddeti geçti, dudaklarında bir gülüm- seme belirdi. Âdeta sesinin tonu de- gişti. Biraz evvel aşağıda sinirli sinirli söylendiği halde, şimdi büyük bir ne- zaketle: — Şey efendim şey... Sizi rahatsız et- mekten maksadım... diye kekelemeğe başladı. Neclânın baş döndürücü güzelliği si- hirli genci allak bullak etmişti. Neclâ gülerek, hâlâ karşısında kekeleyip du- Tan genç adama: — Vallahi affedersiniz efendim... de- di, balkondan gelişi güzel fırlattığım şeftali çekirdeği başınıza gelmiş... Bir yeriniz acıdı mı efendim? Çok üzül- düm doğrusu. Delikanlı: — Aman efendim... Bunda üzülecek ne var? Hiç bir yerim acımadı... diye a- taldı. Yukarıya hidetle, hışımla çıkan deli- kanlının böyle birdenbire yumuşayi- vermesi Neclânın pek ziyade hoşuna gitmişti. Genç kadın: — Fakat, dedi, beyaz elbisenizde 1€- ke olmuş... Sinirli adam buraya kadar çatmak İçin geldiğini unutarak: — Rica edem efendim... Bunun da sözü mü olur? diye mırıldandı, Delikanlının bu sözü üzerine Neclâ kahkahasını zor zaptetti. Genç adama: «Madem ki başınız acı- madı, madem ki elbisenizin kirlenme- sinin sözü bile olmaz, o halde yukariya kadar niçin teşrif ettiniz. Kapımı hid- detli hiddetli üst üste üç kere niçin çaldınız?. diyeöekti. Fakat delikanlıyı mahcup etmek istemedi. Sonra onun müthiş bir hiddet halinden birdenbire yumuşayıvermesi de Neclanın pek ho- una gitmşiti. : , Şimdi Neclâ yerine genç adam: — Sizi rahatsız ettiğim için aflınızı dilerim... diye tekrar tekrar üzür di)i- yordu, Neclâ: — Eğer leke çıkarmak elimden gel- seydi elbisenizdeki şeftali lekesini çi- karırdım... diyordu. Delikanlı hürmetle şapkasını çıka- rarak Neclâya veda etti. Genç ağa hemen içeriye koştu, bal- kona çıktı, Delikanlının sokaktan uzak! seyretmeğe başladı. Genç adam hem gidip hem de dönüp dönüp arkasına, Neclânın balkonuna rdu. ay o günden sonra başına şeftali çekirdeği düşen genç her zaman evin önünden geçiyor, Neclânın balkonuna, pencerelerine uzun uzun bakıyordu. Biri balkonda, öteki sokakta iken ara sıra göz göze geliyorlar, gülüşüyorlar, hatiâ bazen selâmlaşıyorlardı. Bir gün Neclâ gene balkona çıkmış, kitabı elin- de, şeftali tabağı yanında keyif çati yordu. Gene bir şeftaliyi dalgın dalgın ye- dikten sonra çekirdeğini balkondan aşağı fırlatıp attı, Aşağıdan: — Of1.. diye bir feryad koptu. Ey- vahlar olsun... Çekirdek galiba gene birisinin kafasına düşmüştü. Neclâ he- men balkonun kenarına fırladı. Bi kaç gün evvelki delikanlı ile göz göze gelince şaşırdı kaldı, Genç adamın say) kın şaşkın bakışları karşısında Neclâ gülmemek için kendisini zor zapledi- yordu. Nihayet özür dilemek için balkondan seslenmeğe mecbur oldu: — Vallahi affedersiniz. Size karşı © derece mahcubum ki... Delikanlı aşağıdan cevap verdi: — Rica ederim &fendim... Ne ehem- miyeti var?., Aparlımanın kapıcısı geçen gün bü- yük bir hiddet içinde bağırıp çağıran genç adamın, başına ikinci defa şef- tali çekirdeği düştüğü bâlde, hiç kız- mamasına, böyle büyük bir nezaket göstermesine hayretler içinde bakıyor- du. Delikanlı Neclâyı uzaktan selâmlı- yarak ayrıldı. EKİRDEĞİ İki üç gün sonra postacı Neclâya uzun, açık mavi bir zarf getirdi. Neclâ zarfı açınca bunun bir aşk mektubu olduğunu hayret Mektup başına şef; ğı delikanlıdan geliyordu. : İmza yerine: «Başına şeftali çekir- deği düşürdüğünüz adam» cümlesi | vardı, ! Mektupta: «Başıma düşen şeftali çe- kirdeği değildi, O başıma konan bir devlet kuşu idi. Ben bu sayede sizi gör- düm ve sevdim. Sizin elinizden başıma düşen herşey mukaddestir» deniliyor- du. Bir hafta sonra Neclâ genç udama sokakta rasladı, Selâmlaştılar, konuş- tular. Delikanlı ona kısa bir gezinti teklif etti, Beraber saatlerce dolaştılar, Erkeğin ismi Muraddı. Neclâ onu çok samimi ve sevimli buluyordu. Bir şeftali çekir- deği onları biribirlerine bağlamıştı | Nihayet evlendiler. Neclâ iyi hoş bii kadındı. Yalnız ne zaman kızsa, | | detlense eline geçirdiği herşeyi Mura- dın kafasına fırlatıyordu. Âdeta bu genç kadında bir huy haline gelmişti. Böyle kavgalar esnasında Muradın ba- şına atılan bir vazo yahud bir tabakla canı fena halde acıyan Murad, somurt- gan somurtgan bir köşeye çekiiiyordu. Ozaman Neclâ: — Pek de nâzlı oldun... diyordu. Es- kiden, evlenmeden evvel başına attığım şeftali çekirdeklerine kızmazdın am- ma, bilâkis çok memnun olurdun... Ha- ni «senin elinden benim başıma düşen | herşey mukaddestir. diyordun. Eski çamlar bardak mı oldu? Ah, | ah ben ne bedbaht bir kadınim... Şu er-| kekler ne kadar çabuk değişiyorlar, Hikmet Feridun Es DOYÇE ORIENTBANK Dresdner Bank Şubesi Merkezi: Borlin Türkiyede Şübeleri: istanbul (Galata ve istanbul) Depo: Tyne Gümrük Her türlü bala muamelât Tarihi , Arab korsanları Bizans kapılarını sararken, rum dilberleri prens Andronik'in dizlerini oğuşturuyorlardı! — Arab korsanlarının birleşmek- teki maksadlari Bizansa gelmektir, Bugün değilse yarın gelecekleri mu- hakkaktır. Belki Boğazdan geçmiş- lerdir. Diyordu. Prens Andronike gelin- ce, onun bir şeyden haberi yoktu... Atinaya giderken ufuktaki gölgeleri görmüştü. İşte o kadar... Ondan ötesini bilmiyordu. Arabların Bizan- sa hücum edeceğini de Antoniden duymuşut. Beklenilen günlerin üçüncü sabâ- hıydı. Andronikin Yedikule zindanların- da yatan zenci hizmetçisi, hapishane gardiyanına sesleniyordu: — Bu gece bir rüya gördüm.. beni prensin yanına götürünüz! Gardiyan, zindan muhafızıma ha- ber verdi. Muhafız zindana indi... Elindeki kamçıyı sallıyarak: — Canın dayak mı istiyor gece suratlı karı? Diye bağırdı ve kamçıyı Muşanın omuzlarında gezdirdi. Muşanın sırtı Afrika çöllerinde na- sırlaşmıştı: — Ben kamçıdan falan korkmam, dedi, sana. söz söylüyorum... Beni efendimin yamna götürün! Arablar bu gece gelecekler... Fakat, muvaf- fak olmadan dönecekler. — Kim söyledi bunları sana? Zenci kadın ensesini kaşıyarak, vahşi bir hayvan gibi homurdandı: — Allah söyledi... — Arablar mağlüb cekler, öyle mi? - Yenilecekler.. olarak döne- ve düöne- cekler, — Başka bir diyeceğin var mı? Evet... Var amma, sana deği! Ancak prensime söyliyebilirim. Zindancı elindeki kamçıyı Muşanın sırtında şâklattı: — Haydi, ber şeyi bana söyle! Ge- bertirim seni... — Söyliyemem. Zindancı üstüste bir kaç vurduktan sonra: — Gebereceksin! Diye bağırdı. tekrar kamçı PARFÖMÜ ile COTY Ruju p ve GOTM Pudrasını tavsiye ediyor pi ğ HUR FRA e her yem ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM ekten sonra muntaza man dişlerinizi fırçalayınız Muşa uzun beyaz dişlerini göste- rerek: — Ben kolay kolay gebermem, dö- di, fakat sana acıyorum. Çünkü pren- sim bunu duyacak olursa, seni gebertecek! — Nereder söyliyecek? — Budala. Ben ona cirlerle haber gönderdim bile. — Cinlerle haber gönderdin de be- ni niçin rahatsız ettin? Tatlı tatlı 'uyuyordum.. geldiler, uyandırdılar. — O sırada cinler gelmemişlerdi. Sesimi duyunca başıma üşüştüler... Senin büna yaptığın zulmü gördü- ler.. ve prense koştular. Zindan muhafızı cinlerden çok kor- kan cahil bir adamdı. Birdenbire elindeki kamçıyı yere atarak zenci kadma yalvarmağa başaldı: — Ben şimd! saraya bir adam gön- dereceğim, Muşa! Prens gelirse, sa- kın seni döğdüğümden bahsetme ona! Ve hizmetçinin omuzunu okşıya- duyacak? Şeytanlar mı — Cinler “gelince, onlara beni ra- hatsız etmemelerini de söylersin de- &il mi? dedi, i Muşa, Bizanslıların cinlerden çok korktuklarını bildiği için, bu suretle işkenceden kurtulmanın yolunu bul- muştu. Prense derhal haber saldı- Jar, — Muşa mühim bir rüya görmüş.., Size söylemek istiyor, dediler, * Prens Andronik zindancıya derhal $u emri verdi: Muşanın ımı bağlayınız.. Andronik oArablardan korkmustu ki, bin bir muhafız ara- snde bile bir zencinin - birdenbire o kadar atılarak - bir canavar gibi insanı parçalıyabileceğine inanıyordu. DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli 'Tefrika No, 66 Muşanın kollarını ve ayaklarım bağladılar... Bir al üzerinde saraya getirdiler, i Muşa, efendisini görünce ağlama» ğa başladı, Zindancıya anlattığı rü- yasını tekrarladıktan sonra: — Kulağınıza mühim bir sey söy- liyeceğim, esaletmeab! dedi. Prens: — Bü kara aygır mutlaka bana bir fenalık yapmak istiyor. Acaba kulağımı mı ısıracak?) Diye mırıldandı... Zenci kadının yanına sokulmağa cesaret demedi — Haydi söyle, diye bağırdı, içi- mizde senden başka yabancı kimse yek! Muşa söylememekte ısrar etti. — Sizden başkası işitirse, başını za bir felâket gelebilir! Dedi. Prens Andronik büsbütün çekindi.. korktu; — Ben Arabların gözönünde in- sana fenalık yaptıklarını gördüm. Bu sihirbaz ruhlu mahlüklardan bun- dan sonra uzük kalacağım. Diyerek, zenci tariyeyi tekrar 2in- dana attırdı. Bu hadiseyi duyan imparator hid- detinden ateş püskürüyordu: — Yurdumuz heyecan içinde, mu- hasara tehlikeleri geçirirken, sen hâlâ Arabların sözüne mi inanıyor. sun? v Diyordu. Böylece aradan bir gün daha geçli, Düşman geliyor İmparator o gün surlardaki as- keri teftişe çıkacaktı, Saray erkânı erkenden kalkmış, maiyet zabitleri saray bahçesinde hazırlanmıştı. Prens Andronik Marmaraya ba kan odâsınm penceresi önünde bir sedire uzanmış yatıyordu. İki Rum dilberi prensin bacaklarını oğuşturu- yordu. Andronikin dizleri ağrıliydı. Sabahaleyin gözlerini açtığı zaman cariyeler prensin bacaklarını oğuş- turarak, bazan masal, bazan türkğ söylerlerdi. Prens mahmurluğu gi- il dinceye kadar sedirden kâlkinaz.. ondan sonra kahvaltı yapar ve kah- valti arasında bir küçük kadeh eski şarab içerdi. Prens itiyadlarına çok düşkündü. Andronikin sabahleyin giyinmesi de uzun teşrifata tabidi. Diğer iki saraylı kadın prensi soyfrlar, vücu- düne güzel kokular sürerek yeni ça- maşırlarını giydirirler, süslerlerdi. Andronik o sabah henüz giyin- memişti, Cariyelerden biri pencereye yak- laşarak, Marmraradan gelmekte olan bir çok gemiler gördü. Herkesin ku- lağı kirişte olduğundan, genç kadın: — Arabla geliyor... Diye bağırmaktan kendini alamadı. Bütün zevklerini, ve ihtiraslarını her şeyden üstün tutan ve şahan- dan başka bir şey düşünmiyen prens Andronik: «Arâblâr geliyor!» sözünü duyunca birdenbire sarsıldı. titredi. Rüya mı görüyorsun kaltak? Diye bağırdı. Fakat, merakını ye- nemedi.. başını yattığı yerden kal dırdı.. denize şöyle bir gözatlı. — Evet... Yalan değil. Onlar... Diye mırıldandı. Prensin gözleri kararımşlı. Birden yattığı yerden fırladı, — Düşmanın geldiğini babama hâ- ber verdiler mi? Cariyelerden biri dışarı çıktı. Koridorda dolaşan bir haremağa- sına seslendi: — Düşman geliyor... İmparator hazretlerini hemen haberdar ediniz! Bu adam ihtiyar bir Rumdu... Şi- ya adasından İzniğe, İznikten de Bi- zansa getirilmiş İmparatorun sa- dik hadım ağalarındandı. — Ne diyorsun? dedi. Biz düşma- ni senden çok önte gördük. Prens uyandı mı? — Evet. Şimdi uyandı. ve Arabla- nn geldiğini irmpearatora haber ver- memi emretti, yi (Arkası var) ita”

Bu sayıdan diğer sayfalar: