“Mısırda kısa bir dolaşma... Amerikalılar Baklavayı hiç beğenmediler. Buna mukabil su mahallebisine bayıldılar Sokakların her köşesinde küçük küçük tepeler halinde Sabahleyin erkenden İskenderiye Sokaklarına düştük. Her taraftan dar- buka sesleri geliyordu. Her köşeye bir küçük tepeler halinde satılık dar- bukalar konulmuştu. oDarbukacılar ,bağırıyorlar: — Hani ya... Güzel sesli darbuka Jar... Güzel sesli darbukalar... mızdaki Amerikah kadınlar calarına: — Aman ne garib vo orijinal çal Bi... Şunlardan birer tane olalım... Hepsi darbukacıların başına gittiler. Şu Amerikalılar, kendilerine hiç Jâ- ,zım olmıyan eşyayı satın almağa ba- yılırlar. Kadınların her biri koca ko- ,ca darbukaları satın alıp koltukları- run altlarına yerleştirirler, Etrattan herkesin garib garib bakmasına hiç aldırış bile temeden darbukaları to- katlıya tokotlıya çalarak yürüyorlar. 'Ara sıra da birbirlerile münskaş& ediyorlar: — Benimkinin sesi daha tatl... — Hayır, benim çalgım daha gü- Zel ses veriyor... Bundan sonra tat- het dükkânlarının camekânları için- de beyaz beyaz mahallebileri, sütlâç- Tarı, beyaz baklavaları, sarıburmala- Tı, ekmek kadayıflarını görünce Ame Trikalılarda şafak atti, Bu sefer erkekler kadınlara: — Aman ne garib vene orijinal tatlılar... Şunlardan birer tabak ye- sek... diye başladılar. Bizim için mahallebi, sütlâç, beyaz baklava, sarıburma vesaire bilinmi- yen şeyler değildi. Fakat yol arka- daslarımız bunları yemek için o kâ- dar israr ediyorlardı ki nihayet tatlı- cı dükkânlarından birine girdik. Bu sefer de İçeride: — Ne yesek? S — Hangisinden tatsak?.. — Acaba hangisi daha güzeldir?.. Gibi düşünceler ve münakaşalar başiadı. Nihayet genç bir Amerikalı kadın ortaya güzel bir fikir attı: — Hepimiz ayrı ayrı şeyler getir. telim. Bütün çeşidlerden alalım. Ve bu getirttiğimiz bütün bu orijinal, arib tatlılardan tadalım. ii Bu fikir alkışlar arasında kabul oldu. Derhal sütlâç, mahallebi, bak- lâva, sarbürme, bülbül yuvası vesai- re getirtildi. Bütün tatlardan birer yalm a adılar, Kân yediklerini fev- ayni kâh: sAman pek tatlı, pek ağır...» diyorlardı. Baklâ- vayı beğenmediler, Sarıburma da hoşlarına gitmedi. Fakat su mahal- lebisine bayıldılar, Pek sevdiler. Hat- th bunun ismini bile not ettiler. İh- tiyar Mısırlı tatlıcıdan su mahalle- hisinin nasıl yapılacağını sordular. Tatlıcının yarım yamalak verdiği izahatı not, ettiler, Nevyorka dönü- şünde bunu mutlaka yapıp ahbap- a yedireceklermiş. arılar şişmiş sokağa çıktık e adımda bir piyankocular, PİYank bileti satanlar ... "o Mısırhlar piyankoya son 5 rağbet ediyorlar. İskenderiyede i men her gün bir piyanko sti gi bi Ve herkes sabahları gazete âhr bir piyanko bileti satın alıyor. Bir Mısırlı bana sordu: — Eskiden sizin Tayyare ye larmı burada kolayca Mlar pi Şimdi pek bulamıyoruz. ik bi pi bebi nedir?.. Çok güzel, çok anko idi... ” akat burda ön gök bayret ef ğim şeylerden biri de genler ies yi daki futbol merakı oldu. Bir gi rım üzerinde yanyana beş ee büne rasladık. Sağınıza Va Tv. arapça yazılmış «Futbol Kin? la hası başınızı sola | çeyirirsiBiZ ve aynı kelimeler: Futbol KÜPÜ. a büyük arsadan, en küçüğüne ve > darma kadar futbol oynıyan gen$ Ter, çocuklar... Zenginler yi formalarla (oynuyorlar. see şa çiplâk ayakla topun peşini Si Si yorlar, Tevekkeli Mus futbo'ü Ş | kez | darbukalar satılıyor Bembeyaz bir müslüman köyü ve İskenderiye sokaklarında darbuka satanlar ilerlememiş, Burada en güzde spor futbol ... Yarımızdaki Amerikalı kadınlar? — Aman... dediler, Mısıra geldik, az daha unutuyörduk. Gülsuyu ala- lum... Gülsuyu... TA Nevyorktan 1- marladılar. Bu gülsuyu, gül kokosu da Amerikalıların indindeen lüks âvantadan daha makbuldür. Bunun için biraz sonra bizim Ame- rikalhı arkadaşlar: — Sizde gülsuyu var mı?.. diyerek dükkân dükkân dolaşmağı başladı- lar, Gülsuları alındıktarı sonra Mısırı gezdirmek için bize rehberlik eden vapurumuzun acentesi: —- Aman, dedi, bugün Mısırı daha hı gezmek İçin İyi bir firsat var... i enarlarına. ka» İskenderiyeden Nil ki a dar uzanan bit tenezzüh treni asıl olsa sizin vapurunuz kacak. balın karşı hareket ede- cek... Daha Misırda 16 - 17 saatiniz var,.. Bu tenezzüh trenine binerse- niz çok meraklı yerler görürsünüz... Kahire civarına kadar gider, tekrar İskenderiyeye dönersiniz. > Buna hepimiz razı olduk. e sonra Kahire treninin arkasma el lenen, tenezzüh yolcularına mahsus vagona yerleşmiştik. Amerikalılar: — Neresini dolaşalım... Bakalım bir Afrika treni Amerika trenlerine benziyor mu?... diye tutturdular. Hep birden öteki yolcu vagonlarına geç- tik. üncü le dolu Üçüncü mevki Museviler” idi, © etinde türkçe bilenler de var- dı. Bunlardan biri: — Bugün Filistinden geldik... di- yordu, ne yaparsınız, Füistinde se rnmak çok tehlikeli... Hele Musevi- ler için... Biz de buraya geldik... Fakşt bakalım burada da misafirper- verlik görebilecekmiyiz Wi -— Şimdi nereye gidiyorsunuz? di- ye sordum. pi Buyunlarını büktüler: -— Kahire etrafındaki köylere... dediler. Pilistinde Musevilerin e. lara dehşetli diş e im - 'akat Mi - ilerde okuyotuz. F sardı hudilerin. süngüleri pek inline hassa, Araplara karşı pek nazik ranıyorlar, 'Trenimiz hurma ağaçlarının ke petli, kucaklarmadz. çocuklarmı taşı- yan köylü kadınları arasında haki- katen güzelleri de var. Tren yolunun etrafındaki Müslü. man köyleri bembeyaz... Bu beyaz kubbeler uzaktan bakılınca insana mukavvadan yapılmış, sinema dekor- larını hatırlatıyor. Kahire civarına kadar geldik. Öğ- le yemeğimizi Jokantalı vagonda ye- dik. Bundan sonra dönüş başladı. Akşam üzeri tekrar İskenderiyede idik. Trenden inince yolumuz büyük çarşıya rasladı. Balıkçı dükkânları- nın önündeki büyük tablaların içinde koca koca kaplumbağalar gözümüze ilişti. : Ben şimdiye kadar Mısırda kap- lumbağa yenildiğini bilmiyordum. Kaplumbağacının önünde büyük bir kalabalık olduğuna nazaran burada bir çoklarınn bu hayvanı pek sev- dikleri anlaşıliyordu . Fakat İskenderiye çarşısında iler- leyince hayretimiz daha ziyade arttı. Yerde kanlar içinde debelenen iki güvetcin görmüştük. Ben bunların çocuklar tarafından vurulduğunu zannettim. Bir de baktım bir sandık inçinde 20-30 güvercin... Bir adam bunları birer birer alarak, elindeki bi- çakla Kesiyor ve satıyordu; Güvercin- lerin yanında da tavşanlar... Burada güvercin ve tavşan tıpkı pi- liç gibi kesilip kesilip halka satiliyor. İskenderiyede sicak bir gece başlar- ken gemimize döndük. Sabaha karşi da İstanbula doğru hareket ettik... Hikmet Feridun Es Yeni telefon numaralarımız Gazetemizin telefon numaralarında değişiklik olduğu için yeni numara- arı okuyucularımızın dikkatine ar- zediyoruz: Başmuharrir Yarı işleri 2eres İdare, ili ve abone 20651 Akşam matbaası Olüdür) 20497 20565 Yazan: Sermed Muhtar Alus NANEMOL Tefrika No, 125 LA İşte burayı zaptedip kati neticeyi elde etmek, düşmana aman diletmek, Ahmed Eyüp paşanın gayesiydi. Ku- mandası altındaki kuvvetlerin hepsi oraya teveccüh etmiş, müşir Ali Salb paşa (1) fırkasıda bunlara iltihak eylemişti. Tam o siralarda İstanbuldan bir telgraf; hatır ve hayale gelimiyecek beklenmedik bir haber: «Beşinci Sultan Muradın zâafı di- mağa müplelâ oldukları müteaddid etibba raporile tebeyyün eylediğinden Topkapı sarayı hümayununa davet olunan bilcümle vükelâ ve ulemanın tensibile ve çıkarılan fetvayi şerif mu- cibince hakanı müşarünileyh hal' olunup tahtı âli bahtı osmaniye sul- tan Abdülhamid hanı saninin cülüs buyurdukları..» 19 Ağustos 1293 ve 31 Ağuslos. 1876 Prens Milan, harb cephelerinden gayet gerilerde, başına açtığı işlere bin kere pişman vaziyette, Avrupa devletlerine müracaat elmiş, istim- daâda bulunmuştu, Eylül ortalarında, devieti aliye mü- tareke ve sulh şartlarını bildirdi: Prens Milanın hükümeti seniye merkezine yani İstanbula gelmesi ve metbuu bulunan zatı hazreti padişa- hiye arzı ubudiyet etmesi. 1876 yılın- da terkedilmiş kalelerin ve müstah- kem mevkilerin iadesi. Sırbiyedeki ordunun dağıtılarak 10 bin milis nefe- rile iki batarya topa münhasır kalma- Ss... Bu şeraiti Avrupa büyük devletle. ri kabul etmemişler, Sırbiye ve Kara- dağ hakkında statikonun muhafaza- sında israr etmişler, altı haftadan ni- hayet iki ayı geçmiyecek bir mütare- keyi kabul ve sulhnamenin biran ey- vel imzasını teklif etmişlerdi. Babıâlideki vükelâ heyeti bu teklifi kabul etmemiş ve yeniden harbe baş- larmışta, Aleksinaç karşısındaki mevcud kuv- vetlere Bosnadaki Derviş paşa da as- kerile iltihak etmişti. Kaleye savletler gayet şiddetli ve kanlı oldu. Pek kahramanane hücüm- Jar yapıldı. General Çernayef, kuman- dası altındaki kıtualı mukabil taar- ruzlarda bulunduruyor, kan gövdeyi götürüyordu, Üç gün üç gece cenkleşildi. Kalenin anahtarı hükmünde olan Krevet tab- yesini müdafileri terkedip kaçtılar. Çernayef, ekseriyeti Rus efrad ve za- bitlerinden ve ecnebi gönüllülerinden mürekkeb seçme bir alayı tabyeyi is- tirdada sevketti, Hücumları neticesiz kaldı, eridi ve Asker panik halini aldı. General Hörvatoviç sağ cenahta tu- tunmağa çalışıyordu. Muvasalası ke- sildikten sonra, Çernayef de Deligrad kasabasını terkedince, Aleksinaç ka- lesi teslim oldu, Nanemolla bu muharebelerde de bulunmuş, geçenkinden kat kat fazla yararlıklar göstermiş, kurşunlar vızır | vızır yağarken, gülleler tepelerde pat- Jarken, toz dumana karışırken müte- madiyen İleri atılmıştı. Bölüğün başçavuşıydı. Onbaşıları- na, heferlerine; — Haydin din kardeşlerim, yürü- yün hemşerilerim!.. Analarımız bizi bugün için doğurdu, bugün için ye- tiştirdi!.. Allahımız, Peygamberimiz bizlere yardımcı!.. Gazi dönersek baş- lara tac olacağız, şehid düşersek gö- nüllerde yatacağız. Ömür fâni, ne zaman olsa öleceğiz!.. diyerek kurşun- lara, güllelere doğru dalıyordu, İki yerinden daha vuruldu. Bereket versin, gene tehlikeli taraflardan de- gil, Biri o yaralı kolunun omuz başın- dan, öbürü de bacağından, Zabitleri: — Başçavuş, diyorlardı, dön geri, dört yaran var; insaf yahu!., O, dinlemiyor; kesip atmada: — Dönemem mülâzimim, yüzba- şım!. Düşmanın payitahtına Belgra- da da gidelim. İki kurşun da orada yiyeyim, ondan sonra!., Yeni yaralarını da sarıp sarmala- mış; yoluna devamda ve gene ileriye atılmada,.. Aleksinaça ilk giren kıta gene Ha- fız paşa fırkasıydı. O akşam şehidler defnedilmiş, düş- man cesedlerf gömülmüş, yaralılar ge- rilere taşınmıştı. "Tabur binbaşıları alay kumandan- , Jarının çadırlarında o toplanmışlardı. Veli bey aralarında. Abdülmennan Paşazade başçavuş İrfanın kahraman« liğını söyliye söyliye bitiremiyor, Nihayet, onu Hafiz paşanın çadırı- na kadar götürmüş, delikanlının bu kere de evvelkilerden kat kat yüksek ve akla sığmıyacak derecelerde gözü peklik ve yiğitlik göstermiş olduğunu söylemiş, paşa, gene alnını öpüp: — Var ol delikanlı! Mülâzımlıği hakettin, müşir paşaya inha edece- Zim!.. diye sırtına vururken, tesadü- fe bakın, Ahmed Eyüp paşa çıkagel- mişti, Kıtaları dolaşıyor; kumandanları tebrik ediyor; rütbelerinin terfi edil- diğini bildiriyor. Hafız paşayı: — Aliah senden razı Hafız!,, diye kucakladı, 'Tam zamanı; paşa, müşire; — Paşam, bu delikanlıyı görüyor musun? dedi, Cenabi hak bu genci milletimize bağışlasın. Bunca karb- lerde, cenklerde, müsademelerde bu- lundum; nice babayiğitlere rasladım, bunun gibisine ender tesadüf ettim.. Veli beye hitab etti: — Senin taburunda, sen de söyle!,, Veli bey yakına gelip vaziyet almış; — Böylesine merd, ateş, kahraman bir genç bir daha yoktur!.. diye şaha det ediyordu. t Ahmed Eyüp paşa gayet ağır, az lâf söyler, ağzından dört beş kelime çı- karması mucize sayılan bir zat (2). Yamna gelmesi için İrfana elile işa- ret etti: 1 — Eksik olma!, diyerek, sırtına vur- du ve: — Tak mülâzim işaretlerini!.. dedi, Veli beye de bir emir; — Sen de giy kaymakam üniforma» al, j olsun koca Aleksinaç kasabasının içi ve etrafı mahşer gününden bir nümüne. Her tarafta hareket, canlılık, O çetin sa- vaştan çıkmış, yorgun askerin hepsi ayakta. ! Kumandanından tut ta erkânı, ümerası, küçük zabitanı, efradı, her- kes galebe ve zafer sürurları içinde... Bir şenliktir gidiyor, f En ağır yaralıların bile iniltisi ke. silmiş. Yerlerinden kalkamıyanlar, topalıyanlar ayaklanmış. İzmir ve Aydınlılar bağlamalar, curalar çala» rak zeybek oyununda, Karadeniz uşak» ları kemanelerle, elele tepinmedeler, Rumeliler kendi horalarında.., Askeri bandoların muzikaları biri- birine karışıyor. Kimi Cezayir mari Ri. çalıyor, kimi. (Ey gaziler) i gürle tiyor, kimi (Sivastopolun önünde ya- tan gemiler) havasını, Gök kubbe bile bu şenliğe katılma- da. Hayli büyükçe olanı ay, ışıklar yağ- dırmada.. ğ Bir taraflan, askeri koymak için, #ahibleri kaçmış evler işgal ediliyor; bir taraftan çadırlar kuruluyor; bir taraftan kazanlar kaynıyor, yemekler pişiyor, Borular ötmede, yüksek seslerle kumandalar verilmede. O zamanki muharebelerde Adet, Mehmedciklerden biri onbaşı veya Ça- vuş old umu, zabitler rütbe aldı mı şehidlerin elbiselerindeki işaretleri çı- karıp takmadalar. ( . (Arkası var) (1) İkinci Abdülhamid zamzoyda söraskerlikle beraber Tophane müşürlüğü etmiş, hünkârın bir nesneden dolayı si kıfıkı sigaya çekmesi üzerine sarayda bin tarafı uyuşup Çarşambadaki konağına geldikten sonra ağırlaşmış ve irtihal eyle j i miştir. (8 (2) Kendisine aiiedilen şu menkıbe meşhurdur: , Harblerin birinde, bir akşam çadırında; Olurmada. Elinde tesbih, dudakları ki UM, Etrafında rütbe teşrifatı sırasile fe“ rik ve ira paşalar, miralaylar, kamas kamlar ih. Bir saat, iki mat, Üç saat geçmi, kim- sede tek lâf yok; kör girse çiyniyecek.. ' Nihayet, edeb ve erkân haricliğini gös “ze alan bir paşa, (devletim, artık bizlere müsaade buyursarız.) deyince, müşüg demez mi ki: l — Ne oldunuz yahu, tatlı tatlı konus şayorduk! General Keçecizade İzzet Fund (Kaçis rılmış Firsatlar) isimli eserinde bu his kâyeden bahseder, fakat bu sükülüğü serdar Çırpanlı Abdülkerim paşaya at- feyler...