ME İN | 3sİ 1ç miş! yz verirken ünü vw a oldur ana çe şudur bekledi neyine? ; başka n Crull ifede) — ve kö ıhaver€ ber 7 8 Hazıran 1955 “e mm iy am ma “ TAmerikada hâlâ harem hayatı & yaşıyan insanlar var Bir kaç kadınla evlenmek şimdi kanunla yasak ?dilmiştir. Bunun için Mormonlar resmen bir, dini iii > kaç karı alıyorlar Şikagodan bindiğimiz yataklı oto büste ihtiyar bir adamla orta yaşlı Iki vardı. Amerikanm meşhur Salt Teke City denilen şehrine gidiyoruz. Otobüs büyük bir otelin önünde, öğ- İe tatili yapmak için durduğu zaman Yanımızdaki ihtiyar adamla, orta yaş- Miki kadın bizimle beraber yemek 8a- lonuna girdiler. Ayni masaya düştük. İhtiyar yol arkatlaşım evvelâ yanın- daki kadınlardan birini takdim etti; — Karım!.. İhtiyar yolcu sonra öteki kadını İşaret ederek bana takdim atti; — Karım!.. : Dehşetli şaşırmıştım. Orta iü kür dınlarin ikisi de ihtiyarın karısı a İdi? Fakat sonra hatırladım. Şikago- dan sonra Salt Lake City'ye kadar Mormon denilen ve birden fazla ka- dinlarla evlenen erkeklerin yaşadığı Mıntakaya gidiyorduk, Evet, Yenidün- Yanın, Amerikanın tâ ortasında Salt Lâke şehrinde harem hayatı yaşıyan- lar da var... Daha Medeni kanun çıkmadan ey- Vel Amerikaya giden Türklere orada Sorarlarmış: — Kaç karınız var?... Biz zengin m Ben de odan hareket ettikten Sonra rasgeldiğim «Salt Llaka City 1 Erkeklere &yni suali soruyorum; — Kaç karinız var? ... Bir aralık yanımdaki ihtiyar bana* — Siz de Mormon musunuz? diye Bormaz mı? Telâşla cevap verdim: — Ne münasebet? Ne haddime düş- Müş?.. Harem daire- Salt Lake'de göl kenarı iel Ihtiyar yana yakılan; > N Dikkatle yüzüne baktım, Acaba şar ka mı yapıyordu? İki zevce ile hayat- ta yapayalnız kalmaki... Amma ds garip yalnızlık!... İhtiyar benim Türk olduğumu öğrenince gağilâne bir sual savurdu; — Sizde harem var m? — Eskiden, Sultanların zamanın da böyle şeyler olurmuş, Şimdi Tür kiyede Medeni kanun var, Bir erkek birden fazla kadınla evlenemez... İhtiyar cevap verdi; — Eskiden Salt Lake'de de erkek- lerin birden fazla kadınlarla evlene bilmesi hakkında kanunlar verdı, Şir öl bunlar kalktı. Fakat Mormonların âyinlerinin yapıldığı Mormon Temple duruyor. İstiyenler burada yalnıs di- ni merasim yaptırabilirler, Resmen yalnız bir kadın alabilirsiniz. Fakat öteki kadınları ancak «Temple nikâ, hiş denilen dini nikâhla almak kabil âir, İşin tuhafı nerede biliyor musunuz? İhtiyarın iki karısının biribirlerile bir- ieşip ikide bir kocalarına çatmaları... İki kadın biribirlerile çok dosttular, Kocalarına karşı daima birlikte hare- ket ediyorlar, adamcağızı müşkül var ziyetlere düşürüyorlardı. Göl göründü Akşama doğru Amerikanın meşhur Salt Lake gölü göründü. Otobüsümüzün rehberi seyyahlara izahat verdi; —İşte Amerikanın en büyük gölle- rinden biri. Salt Lake gölü... Bu gö lün suları fevkalâde tuzludur, Bu göl le Filistindeki Lüt gölü dünyanın en tuzlu fki gölüdür. Fakat Salt Lake Lüt gölünden çok daha büyüktür, Göl lün uzunluğu seksen mildir; genişliği isa 32 mile kadar çikar, Salt Lake'in Geldiğimizin ilk günü Mormon Temple'ı ziyaret ettik. Burası muaz- zam bir kilise idi, Yalnız içeride elliye yakın org, piyano, keman, harp göze çarpıyordu. Yanımdakine sordum: — Bu ne çalgı bolluğu?... Cevap verdi: — Morman âyinleri pek şalrane olur. Mormonlar musikiye son derece- de ehemmiyet verirler. İki şikâyetçi 'Temple'den çıkarken ihtiyar Mor- mona rasladık, Bana burayı gezdiren — Bir erkek bir kadınla güç uğraşır ken birden fazla kadınla nasıl başa çıkar? diyordu, sonra Amerika da zen- ginlik itibarile eski Amerika değil... Vaktile Amerikanın ilk zamanlarında her tarafta para oluk oluk akarken yük derdlerinden bir! de budur: Ame- Hira birçok eyaletlerden müteşekkildir. Her eyaletin kendisine mahsus kanun- ları vardır, Hattâ bir kısım eyeletle- Sazan: Sermed Muhtar Alus 'Tetrika No. 94 NANEMOLLA — Dinine kestiğimin padişahı, Ab- dülâziz mi, abdülleziz mi, keçiboynu- zu'mu her neyse benim de hakkımı yedi. Hafız paşayı Üskübe sürgün ederken Hassa binbaşısı Ragıb ve sağ kolağtası Neşet beyle beraber ben de beraberdim. Paşayı sağ salim götürüp döndük. Yaver beyler rütbeler, nişan- la aldılar; vere vere, bana 25 mecidiye ihsan verdiler... Âşıklardan ve saz şa- irlerinden Kemal mi, Cemal mi,o elendiyi (1) Kıbrıs zindanına teslim edip döndük, Gene yaverler rütbe al- dı; benim göğsüme kuru bir iftihar madalyası taktılar, Sağ olsun, başı- mızdan eksik olmasın, serasker Hüse- yin Avni paşa olmasaydı bu mülâzim- saniliği de daha bekliyecektim. 16 se- nedir tezkere terkediyorum; 9 sene başçavuşluk ettim. Adam, dilini tutamıyordu: — Çoluk çocuk var, evde sekiz nü- fusuz, Ayları bekle, aylık, yıllık çik- maz. Tayın olmasa açlıktan öleceğiz. Rıza beyimin dediği gibi köçekler, na- mussuzlar mabeyinlere alınıp yaşaya dursunlar, biz sürünelim. Allah razı mi buna? Zincirkıran artık fırsatı bulmuştu. Dedi ki: — Osman ağa, bu vapurda bizler- den başka bir de delikanlı, vezirzade bir genç te olacak zannederim. Yokla ortalığı; burada ise onu getir yanımı- Za... Mülâzımısani ağa: — Kumanda senin. Burada ise şim- di getireyim istediğini; kendini deni- zeafde, atayım!. diyerek aşağıya gitti, Nuh çavuş, anbarın önünde şeker- lemede; İrfan da çenesi avucunda de- nize bakmada. Sırım, başçavuşu tanıdı; dürttü: — Muhacir, gözünü aç, kalk... Ya- nındaki beyi yukarı istiyorlar. Ben yanındayım, merak etmel.. Nanemollacık, artık Nanemolla de- Ğİ, asıl sırım 0... Bu kadar eza ve ©6- faya tahammül eden, bunca hoyrat lıklara dayanan, gık demiyen adama polad vücud, yıkılmaz direk, saral. maz temel derler. Atalar sözünü ması yabana atar. sın?.. Babası eski toprak; o da o kişi- nin zürriyeti.. Yukarıdaki topantıya İrfan da ka- rıştı. Zincirkırandan başlıyarak Salih kaptan, Sırım ağa, çavuş ve onbaşı- lar da boynuna dolandılar: — Yerleş vezirzade.. Bu felek kim- seye yâr olmamış. Bir gün gelecek, Ocağımıza incir dikenlerin köklerine kibrit suyu dökülecek. — Lvalık rütbesini almak üzere iken attan inip eşeğe bindim delikan- lu. Hepsini sineye çektim... Ama ahım kalacak mı? Bu kâinatın bir Alahı varsa kalmıyacak ve kalamaz... — Çanakkale boğazına geliyoruz. Kaptan biraderimiz boğazdan çiktık- tan sonra adaların biraz sağına sap- sın, Yunan iskelelerinden birine, Şu delikanlı ile beraber atlayıver alay beyciğim... Bundan evvelki sürgüne götürdüğümüz Posta nazırını kaçır. dık, ne oldu?.. Başındaki miralay Ha- lim bey tekdir yemedikten maada ih- sanlar ve nişanlar aldı. Kendisi de İş- tanbula dönünce paşalık rütbesi al- dı... —oOndört senedir askerdeyim. Rumelisini, Karadağını, Bosnasını, Arabistanını dolaşıp durdum. Gerisi ziyade olsun, melmekete bir varayım... Onbaşılar da boyun eğip kafa sal- uyorlardı: — Zabitimiz, çavuşumuz böyle de- dikten gayri bizlere lâf düşmez... Vapur, Çanakkaleye gelmişti.. Muhafızlardan ne haber, hepsi sız- mışlar, Sırım Osman ağa sarhoşluk- la bidarlık arasında Söyleniyordu: — Yunan adalarına geldik mi?. Rıza bey, küçük bey, durmayın, bi- nin kayığa, Gemisini kurtaran kap- Zincirkıranın kalleşlikle işi yok. gene tavlayı önüne çekmiş, Rizeli ile oyuna girişmişti. İrfan, karşılarında yere uzanmış, denize, karşı sahillere, Çanakkalenin ışıklarına dalmıştı. Pek çocuklukta olduğu için eskile- ri hatılıyamıyor, Onlar bir varmış bir yokmuş; çoktan hatırından silinmiş- ler. İstanbuldan bu ayrılış, bu gurbet diyarına gidiş, sinirlerini son derece» de bozmuştu. Karşıda gördüğü pırıltılar ona tür. lü türlü hatıralar yaratıyordu. Boğaziçinde, amcasının Kuruçeş- medeki yalısı, Karşı sahil, Vaniköy, Çengelköy, Kuzmuncuk böyle gözük- mez miydi?.. Şahende hanımın Kanlıcadaki evi, Karşıda Boyacıköy ve Emirgândaki yalıların aydınlıkları, 'Tokmakbur. nunda Mısır Hidivi İsmail paşanın &» Ta sıra fanusları; rıhtım boyunda yö» kılan meşaleler, Sanki donanma YAR, Dadısı aklına geldi, O, evden çıkarı» lırken ne derece helâk olmuş, gelenle- rin ayaklarına kapanmış, sonra da; — Yavrum, evlâdeiğım, benim hal» kım helâl ölsun, sen de helâi et!.. diye ne çığlıklar koparınıştı. Kimbilir ne halde şimdi?.. Öldü mü, sağ mı? Bu dünyada ondan başka ki. mi vardı?.. Ondanda mi oldu, onu da mı kaybetti? Kadıncağızın mutlaka bir tarafına inmiştir, yarım olup kalmıştır. Merak bastırdıkça bastırıyor: Ölse kimsenin haberi olmaz. Konu komşudan gelen giden yok; konağın kapısını çalıp yoklıyacak kim var? Azabı arttıkça armada... Daraş kamarada bunalacak.. Kendini dışarı attı. Hava dönmüş; serin bir poyraz esiyor. Ortalık ağarı- yor. Başı açık; gömlek ve pantalonla... Vapur boğazdan çıkmış, pat pat pat, yol almağa çalışıyor. Solda, uzaklar. daki dağlar belirmeğe başlamıştı Vapur dilenci vapuru gibi; her is- keleye uğrıyacakmış meğerse, İkindiye doğru Midilliye geldiler. Sırım Osman ağa ve Nüh çavuş sür- günleri kamaraya, anbara tıkmak tenbihlerine aldırış bile etmiyorlar; üst güvertede hep birlikteler, Rıza bey gene kaptanla tavladaydı. İkisi de usta. Marsa karşı mars, oyu- na karşı oyun, çatçut pul vuruyorle*, İrfan, eli çenesinde, Midillinin ak» şâm güneşi vuran tepelerine, gölgeli yamaçlarına, evlerin suda harelenen akislerine dalmıştı. (Hamdolsun efiyetteyim. Sıhhati- nin iş'arı) diye dadısına bir telgraf çekse mi? İşallah vehmi boşa çıkar, kadınca- Zızdan hayırlı haber alır. O biçare bu- nu birine okuttuğu gibi cevabını da yazdırsın. Nereye çekecek?.. Öğle yemeğini, muhafızlar da be raber, hep birlikte yemişlerdi. Salih «benim o misafirimsinizs diye ikram ikram üstüne. Sabahleyin çay ve kahvaltılarını, öğleyin de etli, sebzeli, pilâvlı, hoşaflı yemeği hazır. latmıştı. Akşam Üstü içki gene ortaya konmuştu. Çandarlı açıklarında hava tekrar döndü. Hafiften hafife derken lodos artı; vapur başvurmağa başladı. Köhne geminin her tarafı çatır çutur, Maazallah kaburgaları ayrılıverecek. İzmir körfezine dönerken iş büsbü- tün berbadlaştı. Dalgalar büyüdükçe büyüyerek dağ gibi geliyor. Öyle bir yalpa ki sular alçacık teknenin bir yanından giriyor, öbür yanından çıkı- yor, (Arkası var) (1) Namık Kema) merhum, ide eyni adli ; X j iğ mA ELİ ET ği İY A eği i z z 4 : i