Sahife 12 SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM —Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur Tefrika Nihayet Mahmud Muhtar paşa ka- binenin istifa ettiğini öğrendi. Artık kendisi için de makamından çekilip gitmekten başka çare göremedi. İs- tanbulda da durmıyarak bir Alman vapurile (Pire) ye hareket etti, Üçüncü avcı taburu kumandanlı- ğında bulunup vakadan evvel Yıldız- da ikinci fırka erkânıharbiyesine ta- yin edilmiş olan binbaşı Remzi bey - paşa - hatırat defterinde 31 mart vakasına dair şu izahatı vermektedir: (Kıyamın vaki olduğu gece fırka ku- mandanı beni Nişantaşındaki evine çağırttı. Hemen hareket ettim. Ku- mandan paşa bana dördüncü avcı ta- burunun isyan ederek meclisi mebu- sanın butundüğu Adliye dalresi önün- de, Sultanahmed ve Ayasofya meydan- larında toplandığını, Harbiye Nazırı Ali Riza paşanın bizi yanına Çağırdı- Banı bildirdi. Birlikte evvelâ Taşkışla: ya uğradık. Maksadımız oradaki vazi- yeti bizzat görüp isyanın genişliği de- recesini ve evvelce kumandasında bu- lunduğum üçüncü Avcının ne yaptığı- nı anlamaktı, Üçüncü Avcıyı kışla önünde toplu bir halde gördüm. Ara- larında zabitleri yoktu. Taburu çavuş- lar idare ediyordu. Bunlar vaziyeti ba- na şu yolda anlattılar: Dördüncü av- cının çavuşları bütün gece kendilerini isyana iştirak için teşvik ve taciz et- tin dinsizler elinde kaldığından, hep böyfe şeylerden bahsetmişler. Dördün- cü avcı taburu çavuşlar U Ga Mba claim piller çi orada, «di- ni bütün; lerle birlikte hesap sorma- Ea karar vermiş. Üçüncü avcı bütün gece bunlara kayşı'durmuş ve onlarla birlikte hare- ket etmemiş: Ancak kışlada dâha (a2- edecek dördüncü avcı ile karşı karşı- ya fena bir vaziyette. kalacaklarını düşünmüşler. İsyan dolayısile” zabit- leri de uzaklaştığından, zaruri İstan- bul cihetine geçmeğe hazırlanmışlar. Çavuşlara şu nasihati verdim: — Madem ki kendinizde İstanbula geçmek mecburiyetini görüyörsunuz. Muntazam bir yürüyüş hâlinde Sa- rayiçine kadar gidiniz. Ayasofya tara- fına geçmiyerek orada vaziyete inti- zar ediniz, Dördüncü avcının yapaca- ğı hâreketlere aslâ iştirak etmeyiniz. Bonra sükünetle gene kışlaya avdet ediniz. Hakikaten üçüncü avcı taburu isyan hareketlerine iştirak, etmedi; fakat Akıbette o da diğer avcı taburlarından farklı tutulamadı. Fırka kumandanile ben Taşkişla- dan ayrılarak Unkapanı köprüsü yoli- le - Karaköy köprüsü açık olduğu için oradan geçemedik - Ali Rıza pâşanın Kedikpaşadaki evine sabaha karşı va- rabildik. Harbiye nazırı bizi tehdiğle Karşila- dı. Avcı taburu isyan ettiği halde ha- berimiz olmadığını, bizi mesul edece- ğini söyledi. Böyle bir tehdid için bizi yanına çağırması lüzumsuz bir işti. Başka emri olup olmadığını sorduk. Gidip isyanın önüne geçmemtizi em- retti, çıktık. Ayasofya meydanma doğru gittik. O civardaki jandarma dairesinde umum jandarma kuman- dalının yanına girdik. Vağiyet hak- Kiiğda imalümat aldık. Âsilerin yanına yarlaşmak mümkün De Atladık. Yıldıza, vazife başın dön- ve oradaki kıtaları elde iri intizamı muhafazaya e Kârarını verdik. “Tophane caddesine çıkınca “Yıldıza doğru giden Derviş Vahdeti kafilesile karşılaştık. Yolumuza devam etsek bu kafilenin hakaretlerine; tecavüzle- rine uğrıyacağımız şüphesizdi. - Yolu değişlirerek Galatasaray, - Mecidiye köyü taraflarından Yıldıza geldik. Be- şiktaş tarafından Derviş Vahdeti ka- filesinin (Allahüekber!) sadaları du- yuluyordu. Ne yapabilirdik? Elde söz dinletecek kuvvet yoktu ki bununla tedbir ala- ım, Bahçe içerisindeki fırka karar. gühinda durmakla da hiç bir iş e "No. 157 >—Asilerin elebaşıları mebusan meclisine J > giriyor, isteklerde bulunuyorlar rütbeli zabit ile birlikte saltanat ka- pısı önünde dizildik. Bir hücumda mahvolabilirdik. Fakat buradan ay- rılamıyorduk. Fırka kumandanı Ce- vad'paşa mabeyin dairesinde idi, Pa- dişah tarafından verileceğini umdu- ğu emirlere intizar ediyordu. Akşam olmuştu. Açlık hatırımıza gelmiyordu. Heyecan bizde her şeyi SUStUTMUŞİU. Bir süvari zabiti mektebli olduğu için caminin karşısındaki bahçe için- de kendi kumandası altındaki atlı ef- radı tarafından öldürüldü. Zâvallı bahriyeli Ali Kabuli beyin de şehid edildiğini gördük. Halife s- fatını taşıyan ve bidayetten nihayete kadar bütün fesadın membaı olduğu- na şüphe caiz olmıyan Abdülhamid mabeyin dairesinin alt katina inmişti, Asi Hamdi çavuş ile diğerlerine iltifat ediyordu. Biz hâlâ yerimizde mihlan- mış gibi duruyorduk. Cevad paşanın ağası Hüseyin ağa yanıma yanaştı, Âsilerin Cevad paşa ile beni öldürmek için aradıklarını haber vererek hemen kaçmaklığımı Söyledi. Karanlıkta fırka karargâhi- nın bulunduğu bahçeye daldım. Ten- ha yoldan Beşiktaşa doğru indim. O sırada Yenimahallede serasker Rıza paşanın selâmlığında oluruyor- dum. Gidip eve kapandım. Her daki- ka bir tecavüze intizar ediyorduk, Ge- ceyi uykusuz geçirdim. Sabah olunca hünkâr yaverlerinden bir Arnavud binbaşının evin önünde dolaşmakta olduğunu gördüm. Evde daha fazla kalmak tehlikeyi davet etmek olacak- tı. Bir kapalı araba getirttim, Sivil elbisem olmadığı için askeri elbisemle Beşiktaş iskelesine indim. Vapuru gelince hemen içeriye girdim. Ali Ke- msi karşıma çıktı. Zehirli makaleleri- le ortalığı fesada sokan bu adamı böy- le bir anda görmek ruhuma ayrı bir ezgi oldu. İstanbula geçince ilk işim bir sivil elbise tedariki oldu. Benim gibi barı- nacak yer arıyan jandarma kumanda- nı Galib paşa İle birlikte akrabamdan birisinin Düyunu - umumiye civarın- daki evine sığındık. Fakat burası da emin değildi. Beyoğlunda bir Almanın, daha son- ra Şişlide Osmanbey civarında topçu feriki Şükrü paşanın evine geçtim. Abdülhamid müşür İzzet paşayı (1) Selânikten gelmekte olan Hareket or- dusu nezdine gönderiyordu. Ben de Şükrü paşanın evinden çıkıp İzzet pa- şanım bineceği trende vagonlardan bi- rine gizlice atlıyarak Hareket ordusu- na iltihak ettim, Hünkârın rey ve işa- reti olmadan taraftarlarından kims6- nin kendiliğinden bir teşebbüste bu- Tunmasına imkân olamazdı. Abdülha- mid zorla kendisinden alınan meşrü- tiyeti ikinci defa ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmağı azmet- mişti. Abdtllhamidin o hedefine varmak için etrafında büyük resmi makamla- Ti işgal eden zevatı tevsit etmiyeceği tabii idi. O başka vasıtalarla asekri tahrik ettirip aralarına fesad tohum- larını ekerken saray büyüklerine ve hükümete karşı süreli haktan görü- nüyordu, Yanındaki en zeki mabeyin- ciler de dahil olmak üzere bütün bü- yükler Abdülhamid tarafından alda- tılmışta. Meşrutiyetten sonra efkârı umumi. yeyi zehirlemek için kullanılan muh- telif vasıtalar arasında bir de Rumeli- de bir avuç askerle mikdarı mahdud | sivillerin kopardıkları gürültü üzeri- ne sarayca lüzumsuz bir telâş göste- rildiği, bunların haklarından gelmek pek kolay olduğu, hilâfet ve saltanat makamının göstereceği azimle o tü- redilerin her vakit iskât ve imha edi- Jebileceği iddia edilirdi. ” Abdülhamid bunu tecrübe etmek istemiş, fakat bu defa takdirinde isa- bet etmemiştir.) (Arkası var) (1) Müşür İzset paşanın Hareket ordu- su nezdine gönderildiğine başka bir yerde Amerikada halâ harem hayatı yaşıyan insanlar (Baştarafı yedinci sahifede) Daha bunun gibi, her eyalet arasın- da nice nice kanun farkları görürsü- nüz. Meselâ Nevyorkta idam mah- kümlarını zehirli gazla öldürürler; Nevyorkun biraz ilerisinde Mişigan eyaletinde, Detrolt'te idam cezası bir kanunla kaldırılmıştır. . Bunun için bütün gangsterler şimdi buraya akın etmişlerdir. Birçok vilâyetlerin idam cezası elektrikli sandalyelerde görü- lür. Bazı vilâyetlerde idam mahküm- larınm başlarını balta ile keserler. Bi- zim usulde asmak şeklinde de idam vardır, Bazı eyaletlerde talâk yasak- tır, Reno gibi birçok şehirlerde ise ta- lâk son derecede kolaydır. Boşanmak istiyenler buraya akın ederler, Hattâ bazı vilâyetlerde berberlerin 'müşleri- leri rahatsız etmemeleri için sarmısak yemeleri yasaktır. Birçok yerlerin hü- kümete verdikleri vergiler de başka başkadır. İşte Cümhurreisi Ruzvelt Amerika eyaletleri arasındaki kanun farkları- nı kaldırmak için geceli gündüzlü ça- Tşıyor. Fakat Reisicümhurun karşısı- na başta Hanri Ford olmak üzere bir sürü sermayedar çıkmıştır. Onlar da eyaletler arasında müşterek bir ka- nun yapılmasına aleyhtardırlar. Bil- hassa kendi oturduğu şehirde, Det- Toit'te idam yasağı kanununun kal- dınlmasına katiyen taraftar değildir. Amerika hükümet reisi ile serma- yedarların arası biraz da bu cihetten açıktır. B. Ruzveltin mesaisi Mister Ruzvelt taaddüdü zevcat gi- bi gülünç bir usulün memleketten ta- mamile atılmasına azmetmiş bir va- ziyette görünmektedir. Bu usulün kal dırılmasına Salt Lake kadınları da ta- raftardırlar.' Hattâ bazi kadınlar: — Madem ki taaddüdü zevcat hak- kı veriliyor; o halde biz kadınlar da Mormon olalım.. birkaç erekle evlöhe- lim., diye gazetelere beyanatta bulun- muşlardır. Maamafih bugün Bahrımuhitike- birdeki baxı adalarda kadınlar arasın- da Mormonlar olduğunu, bunların bir iki erkekle evlendiklerini o Amerikalı tanınmış muharrirler kitaplarında yazıyorlar: Hikmet Peridun Es Kadın Landrü (Baş tarafı 6 ncı sahifede) adındaki bu kadın da duldu. Muhte- Mf ticaret işlerine girerek bir servet yapmış, sonra işten çekilmişti. İradi- le geçiniyordu. ; Marie Becker az zaman içinde bu kadınla çok sıkı dost oluyor. Kadına Şu yolda nasihatler veriyor; — Kardeş, sen budala mısın? Pa- ran var, neden bundan istifade et- miyorsun. Bir çok delikanlılar gö; zünün içine bakıyor. Bunlardan biri- ne bir parça gülsen el... Marie, altmışını geçmiş olmasına rağmen genç erkeklerle düşüp kalk- maktan zevk duyardı. Kendisinin bir dostu vardı. Madam Crull'uda kandırarak Michel Smets adında ya- kışılkı bir gençle tanıştırmıştır. Bir | müddet sonra madam Crull ölmüş- | tür. Yapılan tahkikat kadını Marie Becker'in zehirlediğini meydana çı- karmıştır. Kadın ölünce elmaslarını ve yanındaki parasını * Michel ile Marle paylaşmışlardır. Bundan başka madam Crull'un bütün servetini genç dostu Michele” bıraktığına dair bir vasiyetname de yapmışlardır. Buna mukabil Michel de Marie'ye yüz bin franklık bir se- ned imzalamıştır. Madam Crul'un ölümünden son. | ladı: ra polis ayni tarzda «hazımsızlık neticesi ölümlerden şüphelenmşi ve esaslı tahkikat yapılarak mesele mey- dana çıkmıştır. Marie, mahkemede her şeyi inkâr etmekte, kendisini müdafaaya çalış- maktadır. Fakat her şey aleyhinde- dir. Mahkeme 294 şahid dinliyecektir. DİŞİ KORSAN Tarihi Yazan: İskender F, Sertelli Deniz Romanı Tefrika No, 30 Ortalık kararmıştı !. Yolda giderken Hacer kendini attan — Yolda gelirken bir korsan gemi- sine rastladık. Said bu gemiyi batır- mak istedi. Ben mâni oldum. Gemli- nin yanına sokulduk, Said o zaman bana: «İyi ki batırmamışız, dedi, bu Saydavilere mensub bir erzak gömi- sidir» Geminin kaptanı Saide teşek- kür*ederek sevinçle ayrıldı. Kabilesi- ne erzak gölürüyormuş. — Keşki batırsaydınız... Düşma- rumın midesine yardım ettiniz! — Sald de sizin fikrinizde idi. Fa- kat, ben şöyle düşündüm: Mademki Saydavilerle denizde birleşmek ve müşterek bir hereket yapmak ihti- mali vardır. O halde onlarla barışık bulunmak faydalı olur. Ve bu düşün- cemi üç gün Üç gece mütemadiyen söylemek şartile Saide de kabul etti- rebildim. — Demekki Said, düşmanlarımla anlaşmağa karar verdi, öyle mi? — Neden şaşıyorsunuz. . hazret? Bu, ergeç olacak. Başka türlü Bizans yolunu tutamazsınız!| Şeyh Abdullahı kızacak sanıyor- lardı. Halbuki o, Sadin - bu kararını du- yunca sevinmişti. Sald kabilede, şeyhden sonra hatırı sayılan nüfuz ve kuvvet sahibi bir adamdı. Şeyh Abdullah, Moğol zabitile konuşurken, Said de söze karıştı: — Saydavi şeyhini Aykut hanla birlikte yola getireceğiz, dedi, biz bu- na karar verdik. Şimdi siz kızınız Haceri ikna edin! Şeyh Abdullah hayretle; — Ne dedin? dedi. Hacer, Sayda- vilerle anlaşmamıza taraftar değil mi? Said, bir kelime ile; — Hayır... Dedi ve sustu. Aykut bahsi çabuk kapatmak ni- yetinde idi. — O, nihayet bir kadındır. Erkek- lerin vereceği kararlarla alâkası yok- tur. Kendisine; «Falancalarla harb Sm denir, silâhını alıp gelir; dai Abdullah; kızı Haceri kırmak istemiyordu. | O, bu meseleyi ona sükünetle aça- caktı. Aykut, merakını yenemeği... Şeyhin yanından ayrılıp istirahate çekildikten sonra, Sahib'i çağırllı: — Sana gizli birşey soracağım, dedi, Hacer Saydavilerle neden an- laşmak istemiyor? Sahib ilkönce çekindi, Başını önüne eğerek; — Bana sormayın! Dedi ve sustu. Aykut - ısrar edince, namadı; — Saydavi kabilesi şeyhinin kan- bur bir oğlu vardır. Şeyh oğluna Haceri istemişti, Hacer varmadı. Bir akşam Hacer etraftaki hurma bah- çelerinde dolaşirken, Saydavilerin kurduğu pusuya düştü, Haceri ka- çırdılar, Sahib daya. — Meraklı bir hikâye bu. Sonra nasıl aldınız. Haceri Saydavilerin elinden? — Ortalık kararmıştı. Yolda gi derken, Hacer kendini attan dereye atmış. Hacer derenin sazlıkları ara- sına saklanmış. Onu saatlerce dere- de aramışlar, bulamamışlar... Suda boğuldu diyerek dönüp gitmişler, Onlar gittikten sonra Hacer sudan çıkmış ve kabilesine gelmiş. İşte bu hadiseden sonra Hacer Saydavilere düşman oldu. Ne zaman babası on- larla barışmağa teşebbüs etse, o der- hal bu teşebbüsün önüne geçer, mâni olur. Aykut düşünceli bir tavırla başi- — Hacerin hakkı var. Onun gibi kahraman ruhlu bir kız, Saydavi şeyhinin kanbur oğluna elbette va- TamAaz. — Fakat, Saydavi şeyhinin oğlun- dan başka, civarımızda ona münasib hiç kimse yok. — Erkek kıtlığı mi var,..? Kabile dereye attı... niz arasında ceylân gibi delikanlıla- rı görmüyor musun? — Hacerle onlar evlenemez. Çün- kü, Hacerin büyük bâbası ölürken, şeyh Abdullaha:; «Kızını civarimızda- ki kabile şeyhlerinden birinin oğ- Tuyla evlendir. Bu suretle hem iki kabile birleşerek “büyük * bir kuvvet - teşkil edersiniz! Hem de iki kabile arasında gürültü olmaz.» diye “ya- #iyet etmişti. Şeyh Abdullah. kızını cİvarımızdaki kabile şeyhlerinden bi- rinin oğluna vermeğe - mecburdur amma... — Pekâlâ, Pena bir vasiyet değil bu. Her iki noktadan da faydaları var. Neden vermiyor kızını..? — Kime yersin?... Etrafımızdaki bütün kabile şeyhlerinin evlâdları kızdır. Saydavilerden başkağının' er- kek çocuğu yok:.. Aykut güdlü; — O da kanbur desene?! — Evet. Hem de şöyle böyle kan burlardan değil. Sırtına büyük bir çekmece yerleştirilmiş gibi... Evden çıkar çikmaz kabilenin bütün çocuk» lari onunla eğlenirler. Oda bir ço- Cuk gibi ağlıyarak evine döner. Bu yüzden bütün çocuklar şeyhin adam- larından sık sık dayak yer ve işkence görürler. Hacer - Saydavilerle dost olsak bile - böyle bir serseme varir mı hiç? — Evlenme çağını geçiriyor amma... Kendine hâlâ bir eş bulamamış mi? — Onun kiminle evlenmek istedi- ğini siz tahmin edebilirsiniz! — Saidle mi demek istiyorsun? Sahib gülümsedi. — Tam onun eşi değil mi? — Evet... Said tam mânasile bir kara kartaldır. Cesur, atılgan, merd bir genç. Said, Hacer için biçilmiş kattandır. Bunlar, ayrı ayrı evlenir- lerse, arâdıklarını bulamazlar ve mesud olmazlar. — İyi amma, büyük babasının va- siyeti ne olacak? Şeyh Abdullah ba- basını çok severdi. Ölürken başı ucun- da vasiyetini tutacağını ve tatbik edeceğine yemin etti. Yer gök birbi- rine karışsa, şeyh Abdullah kızını Saidle evlendirmez. — Bundan başka sebebler yoksa, ben hazreti kandırırım. Sahib tekrar söze başladı: — Bundan daha mühim bir sebeb var: Said, Trablusgarbden para ile satın alınan bir kölenin oğludur. Kabilemiz arasında köleye ve köleza- deye kız verilmez. — Haniya sen bana: «Sald, şeyhin yeğenidir.» demiştin... Yalan mı söy- ledin? — Evet. Yalan söylemeğe mecbur- dum. -Şeyhin ne kız kardeşi, ne de biraderi vardır. Sald, hazretin yeğeni olamaz. Fakat, hazret onu o kadar çok sever ki, onunla akraba olmayı şerefsizlik saymaz. — Şu halde kızını böyle bir kahra- mana vermek te şerefsizlik değil, bilâkis öğünülecek bir hadisedir. “ İardinal İstello Arablardan ayrılırken. Şeyh Abdullahın gemileri Akdeniz- de bir keşif yapıp döndükten sonra, Aykut han, Saydavilerle Hamdânile- ri barışlırmağa ve donanma kuvve- tini bü süretle genişletmeğe teşebbüs etmişti. Artık bu vaziyet karşısında kardi- nal İstellonun Arabistanda daha faz- la kalmasına imkân ve sebeb yoktu. Kardinalı Korsan adalarına götürüp bırakacaklardı. Aykut barıştırma teşebbüsünü yar parken, bir taraftan da Saidle Hace- ri birleştirmek istiyordu. Ne şeyhin babasının vasiyeti, ne de Saldin, Trablusgarbden para ile satın alınmış bir köle oğlu oluşu Aykutun teşebbüslerini geri bırak- miyordu. Sahib de Aykuta elinden geldiği ka- dar yardım etmeyi vadetmişti. (Arkası var)