tk teyatirie İzEiE iR RRBİLELKA dünetttişt & tiras eititağke bel Hee AbEğeelk, Hin, Sena derdimi dökersem belki bi- sm | Aman kimse duymasın! Tramvaya binince sahanlıkta ar- Kadaşım Lütfiye rastladım. © — Aman, dedi, seni gördüğüm ne © Kadar iyi oldu... Sana o derece ihti- © Yecım var ki... Merakla sordum: — Hayrola... © Derdli bir tavırla başını salladı, de- Bin bir of çektikten sonra kulağıma güai: “— Derdliyim kardeşim, derdi... İçimi dökecek candan bir arkadaş © arıyorum, Hızır gibi imdadıma yetiş- Faz ferahlarım. © alatasarayda tramvaydan indik. © Bir pastacıya oturduk. Lütfinin der- Ü adetâ bann merak olmuştu. Niha- yet anlatmağa başladı; © — Birader... Senden saklıyacek eğilim ya... Bu sene tam elli dört Yaşına girdim. Şimdiye kadar ulak İefek başımdan bazı aşk vakaları Beçti. Fakat hiç biri de bu son geçir- © “diğim aşk kadar kuvvetli değildi. ii Şaşkın şaşkın sordum: — Ne 0? Âşık mısın? O kederli kederli; © — Hem de nasıl? Hem de nasıl? © ülye cevab verdi. Önündeki pastayı > Yarısına kadar yedikte nsonra çata- anı bıraktı, devam etti: — İşin asl müthiş tarafı nedir bi- yor musun? Sevgilihele benim “aramdaki yaş farkı... Azizim Naciye tamam 22 yaşında. Halbuki ben ta- Mam 54 yaşındayım, Faciayı düşün bir kere... Aramızda tamam 32 yaş — fark var... <54 yaşında bir adam 22 © Yaşındasbir kıza gönül kaptırır mı? diyeceksin... Gönül bu, ferman din- ler mi? © Arkadaşımın macerası beni iyiden İyiye meraka düşürmüştü: — Peki hasıl oldu bu 1ş?... dedim. — Naciye, yani uzâktan uzağa sev- genç kızla aynı sayfiyede otu- Tuyoruz. Köşklerimiz karşı karşıya. Her gün bahçeden birbirimizi görü- yoruz. Azizim bu genç kız benim ak- Nr lumı başımdan götürdü. Adetâ hani Matirfilmenam» “denilen ve rüyasın- © “A yürüyen, hareket eden insanlar Bibiyim, Her gün yatağımdan kalkı- Yorum. Ayaklarım beni bazı yerlere Bötürüyor, Bir takım kimselerle ko- İhuşuyorum, amma kendimde deği- İm. Aklımda, fikrimde hep Naciye, Bir aralık sustu. Heyecan içinde © Ç ©eblerini karıştırdı. Küçük bir fotoğ- “Yaf çıkardı. Bu bir genç kız resmi MI. Lütfi fotoğrafı bana uzatarak: — Bak... dedi, Fotoğrafı alarak bir göz attım. —O mu? ©, — Evet... Naciye... Onun evine mi- Safir gittiğim için bu fotoğrafı ku- yemen çaldım. Artık halimi dü- . Aşk uğrunda hırsızlık yapacak Kadar glçaldım... — Peki buna genç kız pe diyor? — Hiç... Benim kendisini deli gibi Sevdiğimi bilmiyor ki... Ona kalbimi Basi açabilirim? Dur sana bir şey daha göstereyim. Yine telâş elçinde ceblerini kariş- Mirdıktan sonra lavanta kokulu bir Mendil çıkardı. Bana uzattı; — Kokla, kokla Allah aşkına... Ağır bir lavanta kokusu genzime Çarptı. Lütfi anlatıyordu: — Ne derece alçaldığımı tasavvur 8. Bunu da çaldım. Sırf onun koku- Bunu daima koklamak için... Lütfinin haline acımıştım; — Zavallı Lâtficiğim... dedim. — Evet hakikaten zavallıyım. “Bu Yaştan sonra âşık olmak, hem de 22 Yaşında bir genç kıza gönül kaptır Mak... Hakiki bir zavalhlık... Birbirimizden ayrılırken Lütfi ba- Mâ sıkı sıkı tenbih etti: — Aman kardeşim... Kalbimin en büyük sırrı sana açtım, Bu derdim- , senden başka hiç, hiç kimseye edim. Senin namusuna ha- Yale ediyorum. Söylediklerimi tama- Mile unut... Hiç kimseye tek bir ke- Söylememeni rica ederim, Aman kimse duymasın... Eğer bu du- © Yulacak olursa kopacak rezaleti bir Kere tasavvur et... O zaman ben mah- Yolurum, . — Aman Lütficiğim... dedim, hiç böyle şey ötedeberide anlatılır mı? lüsterih ol. Kalbin rahat etsin. i hiç kimseye anlatmam, |, setme... Bini sıktım, ayrıldık. Henüz bir | kaç adım yürümemiştim ki Lütfi ar- kamdan seslendi: — Bir dakika kardeşim, bir deki- Döndüm, Lütfi; — Beni mazur gör birader... dedi, bu sırrımı senden başka kimseye açmış değilim. Sen de yemin et, SÖZ ver, kimseye söylemiyeceğine dair... Lütfi benim ağzımdan $öz aldık- tan sonra: — Aman, dedi, kimse duymasın. Lütliden ayrıldıktan on dakika sonra bizim Haşime rasgeldim. Bir aralık Haşim sordu: Arkadaşlardan kimsey! gördüğün var mı? — Evet, dedim, şim raberdim, Bunun üzerine Haşim: — Lütfi mi? dedi, Zavajlı... Baktım, Haşimin dilinin altında birşey var... Fakat söylemek istemi- yor, Onu biraz deşmek maksadile: — Senin dilinin altında birşey var n... dedim, Lütfiden bahsedince biraz tuhaflaştın... Haşim: — Aman, dedi, sana birşey anlata- cağım amma vicdanına havale edi- yorum. Sakım bundan kimseye bah- Çünkü bu büyük sırı bir ben biliyorum, bir de Lütfi... Söyliye- ceğim sözleri kimseye anlatmıyaca- ğına dair söz ver bi i Lütfi ile be- bir şey söyliyecekmiş gibi kulağı iğildi: — Bizim Lütfi âşık... Sanki hiç bir şey bilmiyormuşum gibi: Hem de 54 yaşından gi de 22 yaşındaymış. Felâketi düşün birader... Zavallı Lütrficik o kadar kendisinden geçmiş ki sevgilisinin bir fotoğrafını, bir de kokulu mendilini aşırmış... Sen aş- kının şiddetini tasavvur et. — Peki buriları sen nereden işittin? | Haşim cevab verdi: — Lütfi kendi bana anlattı, Amma ağzımdan kimseye söylemiyeceğime dair söz aldı, Bu büyük sırrı benden başka hiç kimseye anlatmamış. Bunu bir ben biliyorum, bir de Lüt; Ben de hiç kimseye söyliyecek değilim... Fakat sen yabancı mısın? Zavallının halini bil diye sana anlattım... Aman bu büyük sırrı kimseye söyleme... Çalıştığı şirketin kapısı önünde Haşimden ayrıldın. Köprü üstünde Fuada rastladım. Beraber yürüyor- duk, Fuad filozofane bir tavırla; — Birader, dedi, şu dünya garip bir âlem. İnsan öyle tuhaf şeylere rasgeliyor ki... Meselâ bakıyorsun, 54 yaşında kerliferli bir adam 22 yu- şında bir genç kıza delicesine âşık oluveriyor. İ kontre cenubun üzerinde kaldı. Fuadın bu sözü üzerine evvelâ şa- | şırdım. Demek hadiseyi o da biliyor- du. Sonra güldüm ve; — Bu 22 yaşındaki genç kıza âşık |» olan 54 yaşındaki adam kim? Fuad evvelâ işi benden saklıyacak | #A oldu: — Hiç, böyle bir insan yok..: Fakat insanların tuhaflığına bir misal ola- rak söyledim. Lâf gellşatı... Ben: — Hele hele... diye gülümseyince Fuad: — Aman, dedi, bu işi sana anlata- cağım amma, rica ederim, yalvarırım kimseye bunda nbahsetm Çünkü bu büyük sırrı bir ben biliyorum, bir de bizim Lütfi... Bir sigara yaktıktan sonra anlgt- mağa başladı: — Bizim Lütfi âşık yaşında bir genç kız: Zavallının aşkının şiddetini tasavvur et, gizlice sevgilisinin bir fotoğrafı ile bir ko- kulu mendilini de aşırmış. Aman kardeşim bunu kimse duymasın. Eğer etraftan bir duyulacak olursa zayallı Lütficik mahvoldu demektir. Gülümsedim: — Sen bunu nereden duydun? — Lâtfı, kendi söyledi. Bu büyük $ırrı bir ben, bir de Lütfi biliyorduk. Hem de 22 berberimde traş oluyordum. Berber Kulağıma iğildi: — Mühim bir havadisim var. Bi- GLA Kâğıd yedirme Briç masasındu müterıadiyen karşılaş- tığımız vaziyetler arasında, hiç şüphesiz en zarifi ekliğnd yedirme. manevrasıdır. Buna muvaffak olmak büyük bir meha- Kete ve kuvvetli bir hafızaya mütevakkıf- tar. Çıkan bütün kâğıdlara dikkat etmek ve hatırda tulmak lâzımdır. Bu manevra, uzun rengi, ekseriya seri halindeki kozları çekip muhasım ta- rafa başka bir renkten ya büyük bir Gnor veya lüzumlu bir onor kâğıdın ya- nini yedirmeğe icbar etmekten ibarettir. Ekseriya son koz gelişinde muhasım ta raf fena bir vasiyete düşer. Küğd yedirme manevrasını tatbik et- mekle bir çok ustalar en güç oyunu çı- karmağa muvaffak olurlar. Halbuki orta kuvvette bir oyuncu iş işten geçtikten sonra böyle bir vaziyetin farkına varır. Geçenlerde bir briç oyununda seyirci idim. Kozcu kâğıd yedirmeyi tatbik et- mekle oyunu kazanacaktı. Bu oyuncu va- sallan yüksek derecede kabiliyeti idi, iki defa oyunu güç bir vaziyetten kurlar- muşli. Halbuki üçüncü delâsında muvaf- fak olamadı. Klini gçtıktan sonra kâğıd yedirme vaziyetinin farkına yardı. Kâğıd yedirme manevrasına bir misal: 4403 vVWETA4 “ 63 * 109 41087652 Müzayede neticesinde oyun, dört pika Kozu üç karo verdiklen sonra kupanın ruasını | asin aldı. Köğd yedirmeyi tatbik etmezse bir leve daha kaybederek içeriye girecek- ti. Kupartin yarını kaçacak yer olmadı- Rına göre alelide bir oyuncu kupayı ver- mefte mecbur kalırdı. Kozcu altı el stu çektikten sonra eller- deki vaziyet şu oldu: Ya *v .— AV . * * vE Son koz üzerine garb sinck yerse koz- cu yerden kupa yiyecek, kupa kızını yer- se, oda yerden sinek valesini yiyecek ve her halde geriye kalanı iki leveyi de ka- yanacaktır; zira garbdeki oyuncu yerden | evvel küğid yemek mecburiyetindedir, | kurtulacak başka hiç bir çaresi yoktur. Muhasımlurm he rikisine karşı tatbik olunan iki taraflı kâğd yedirme battabi | daha güçlür, daha fazla meharet, çok sağlam bir hafıza lâzımdır. Bir misel: 2 2 3 . r * . Her iki taraf zonda. Cenubdaki oyuncu konle'u pika oynuyordu. Kozcu elindeki atuları çektikten sonra Yukarıdaki vazi- yet hami" olmuştu. Eğer muhasım tarafa bir lere daha verirse içeri gerecekti. Bir müddet düşünceye daldı ye nihayet elini açarak: «Karo bir yere kaçmıyor, siz de karo asım alacak üeğilsiniz, bir karo ve- Tiyorums dedi ve oyunu kaybetti. Halbu- ki elini açmayıp ta son kozunu çekseydi muhasım taraf karşılıkı. kâğıd yemek mecburiyetinde kelneak ve oyunu çıka- racaktı, bay Lütfi âşıkmış, Hemde 22 aşında bir genç kıza... Aman Allah aşkına bünu kimseye söylemeyin... Kimse duymasın, bana işi bay Lütfi kendi anlattı. Zavallı adam. Aradan bir hafta geçmişti. Lütfiye rasladım, Arkadaşım: Birader... diyordu, şu insanlar ne dedikoducu şeyler... Bizim mace- ra herkesin dilinde yahu... Dünyada ne boşboğaz insanlar var. Saştım kal- dım birader Acaba kim söyledi bun- ları? Sevgilim bile duymuş da artık benimle selâmlaşmıyor. (Bir yıldız) Yine Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Tefrik No. 29 Kabile şeyhi, kızını bir kanbura vermek istemediğinden Haceri bir gece pusuya düşürüp kaçırmış'ardı! — Ne diyorsun Sinyor? Moğollar, bizim biricik deniz kartalımız olan Seyid Saidi esaretten kurtarıp bura- ya getirdiler, Şeyhimizle beraber bü- tün kabile efradı, Moğollarla ebedi- yen dost kalmağa and içtiler. İstello, nöbetçinin ağzından fazla lâf alamadı. Nöbetçi çadırın önünden uzaklaştı. Şeyh Abdullah henüz haremden çıkmamıştı. Sahib meydanda yoktu. İstello Saydaviler arasma gitme nin yolunu arıyordu. Fakat, şimdi vekili bu vaziyeti biran evvel Romaya bildirmeyi daha fay- dalı buluyordu. İstello Saydavilere gitse bile niha- yet iki kabile arasını tamamile aç- mış olmaktan başka! bir netice elde edemiyecekti. Şeyh Abdullah Ssyda- vilerden ziyade başka kuvvetlere bel- ki de Moğollara güveniyordu. Bunu, şeyh Abdullah sarhoş olduğu gece bi- le izhar etmemişti, Arab kabileleri arasında (gittikçe artan bu kaynaşmanın önüne geçe- bilmek, onları gittiği ve gidecekleri yoldan çevirmek kolay bir iş değildi. Bunu ancak mukabil kuvvetlerle te- min etmek mümkündü. Biraz sonra Sahib göründü. Ve İs- tello âni olarak verdiği kararı şey- hin nedimine açtı: — Artık memleketime dönmek is- tiyorum, Sahib! Bunu dün gece Hazrete de söyliyecektim. Fırsat bu- Tup açamadım.” — Burada rahatsız olduğunuzu tahmin etmek güç değil Romanın muhteşem saraylarında yaşıyan bir insan, kâbilemizin hurma ağaçların- dan başka bir güzelliği olmıyan kum- sallarında nasıl barınabilir? Fakat, bize dost olarak gelen bir ziyaretçi- nin aramızda en aşağı üç dokuzu doldurması gerektir. Hazretin bun- dan evvel sizi bırakacağını ummu- yorum. — Buraya geleli on beş gün olu- yor. Üç dokuzu tamamlamak için on iki gün daha kalmama imkân yok- tur. — Haceri görmeden gideceksiniz demek? Halbuki onu görmeyi çok is- tiyordunuz. — Yakında geleceğini umuyor mu- sun? S — Bir haftaya kadar geleceklerini “umuyorum. Sahib biraz düşündükten sonra ilâve etti: — Zaten onları beklemeğe mecbur- sunuz, sinyor! — Niçin?.. Bu mecburiyet nereden doğuyar? — Gemilerimiz gelmeden, sizin için ayrı bir yelkenli çıkarmamıza imkân yok da... — Beni buraya getiren yelkenlinin bu günlerde buraya uğrıyacağını sa- nıyorum. Çünkü ben o zaman gemi- nin kaptanına burada On beş gün- den fazla , kalmıyacağımı söylemiş- tim. — Siri buraya getiren korsan ge- misinin bu sırada Arab sularında ser- bestçe dolaşabileceğinden emin deği- lim. — Neden... Bu emniyetsizliğe se- beb ne? Sularınızda harp mı var yok- sa”... — Hayır. Harp yok'amma.. Sayda- yilerle bu günlerde aramız çok açık- | tar. Bu civara gelecek yelkenlileri çe- | virmelerinden korkulur. — Eskidn de böyle çevirme hare- ketleri yaparlar miydi? — Hayır, Fakat şimdi gemilerimiz burada değil. Seyid Said sularımız- dan uzaklaşınca sahillerimiz daima tehlikeye düşer. — Şu hâlde üç dokuzu bekliyece- Biz demek. — Beklememek için bir çare var, sinyor! — Nedir 0? — Saydavilere gitmek, onların yelkenlileri limanlarında duruyor. Eğer uzlaşabilirseniz, o yelkenliler. — den birile wemleketinize dönersiniz! — Bu, fena bir fikir değil. Acaba beni memleketime götürürler mi? — Para verince elbette götürürler, Onlar da sizin gibi bir müşteri bek- lerler, Sahib bunları söylerken sinyorun gözleri ışıldiyordu. Sahib, kardihalın yanına oturdu. — Gerçi bunlar mümkünse de, Hazretin almadan bir şey ya- pamazsınız! ım şeyh Abdullah, sizin Saydavilörden - gitmek için - yardım istemenize razı olacak mi? — Muhalefet edeceğini mi sanıyor- sun? — Muhsletet değil, belki de mü- manaâai edebektir. Çünkü bu, Hazret için bir nevi küçüklük olur, Zaten misafire müddetiniz de henüz dol- mamıştır. Venediklilerin gösterdiği dostluğa karşı, sizi düşman bir kabi- lenin yardımıyle memleketinize gön- dermesini İmkânsız görüyorum. — Böyle ,düşünmekte haklısınız, Sahib! Fakat ben bundan fazla bu- rada kalamıyacağımı söyler ve biran evvel memleketime dönmek istersem, Hazret neden buna mümanaat et- sin? Sahib ağzını kulaklarına Kadar açarak güldü: p — Şimdi ne deseniz boştur, sin- yor! Hele bir kere Hazrelle görüşü- nüz., ona dileklerinizi söyleyiniz. On- dan sonra tekrar derdleşiriz si?'nle. Bana kalırsa, Seyid Sald ve Aykurt han dönmeden buradan bir yere adım atamazsınız! *Hem, ben size bir şey yüzündeki insanlar değil, öbür dün- yadaki mahlükler bile şaşar. Şeyhin kızı dönüyor Kardinal «üç doküz» u yani yirmi yedi günü Hamdaniler arasında güç- Yükle geçirmişti. Nihayet bir sabah yordu. Şeyh Abdullah kızını karşıla- mak için harem çadırının önüne çık- mıştı. Kumsaldan çadırın önüne Ka- dar süren beş'yüz metrelik mesafe- ye sular serpilmiş ve yeşil yapraklar atılmıştı. Sahilden ilk önce Said, onun ar- kasından Moğol zabitleri çıktı. Zavi- yeye doğru yola düzüldüler. Deniz ,kahırftmanları çıktıktan sonra, yolun iki tarafında bir velvele koptu.. Ka- dınlar: «Hoş geldiniz!» sadalarile el- lerindeki hurma dallarını birbirine vurarak, neşe ve sevinç içinde Hare- ri karşılıyorlardı. Şeyh Abdullah, Saldin alnından öptü.. diğer kabramanlarıda güler yüzle karşıladı. Sıra Hacere gelince, kabile şeyhinin gözleri sulanmıştı. Şeyhin kalbi kopacak gibi çarpıyor- du. Bütün Arabistanda adı anılan böyle cesur ve atılgan bir kizi karşı” larken sarsılmamak bir baba için ko lay değildi. Zaten Şeyh Abdulah kı- anı oğularından çok severdi. O kâşki bir erkek olsaydı. Şeyh Abdullah her zaman bu nedameti duyar ve sanki kendi elinde imiş gibi: — Neden Allahdan bunun da oğlan olmasını istemedim? Diye dövünür, üzülürdü. Abdüllah Kızını kucakladık- tan ve biraz konuştuktan sonra, Mo- gol zabitlerini dinlemeğe başladı. Aykut: — Denizlerde bir haylı dolaştık, dedi, dost veya düşman gemilerinden hiç birine tasflamadık. Hava güzel, deniz fırtınssiz... Sular berrak, Bi- zâns yolu açık. Akıncıların Bizansı sarmasına hiç bir mâni Yok. Şeyh Abdullah sakalını okşıyarak — Evet, * Bizans yolu açık, Bizanstan önce açılacak bir yol var. Saydailer çok kuvvetlidir. . Onlarla ül iii 7 İber li pm e v # a i DİMİ DEMİRAL vi mü dere lm illilininküei