ft 8 Haziran 1938 AKŞAM Napolyon devrinde Fransa Bonapart bir “VEE, askerle Fransayı fethetti 13 Nisan 1814 te, Napolyon Elba adasına hicret ederken, Artua kontu halkın coşkun alkışları arasında Pa- rise girdi. Artua kontunu, 18 inci Lui başku- mandan vekili tayin elmişii Kon- tun üstünde muhafız alayı ünifor- ması, göğsünde Sen - Lül nişanının kordonu, şapkasında mavi, beyaz, kır mızı kokard yerine beyaz kokard vardı, : Kont elli yedi yaşındaydı amma gençliğini muhafaza etmişti, hâlâ güzel ve yâkışıklıydı. Bir kaç gün evvel Rus, Alman ve Polonya ordu larını alkışlıyan halkın o günkü âk kışlarına sağ elini kaldırarak muka- bele etti: — Fransaya kavuştum dedi. de” ğişmiş bir şey görmüyorum, ancak Fransa bir nüfus arttı, ben geldim!. . bi Bu sırada 18 inci Lui damla ağ- nlarile kıvranıyordu... Parise gelin- ce, balk Bonapartın çelik iradesile yeni kralın battal uyuşukluğu arasındaki büyük farkı derhal görecekti... 18 in- ci İni 19 nisana kadar sekiz sene- denberi yaşamakta olduğu Bukin- kamda kaldı.. Parise gelmek Üzere aynlırken Londra halkına; — Fransa tacını önce Allaha sonra sizin prensinize medyunum! dedi. 18 inci Lâ yirmi senedenberi Fran- sadan uzak kalmıştı. Yirmi sene sonra vatanına kavuşacak olan krala Ar- tua kontu Tüllöri sarayını hazırlatı- 1 inci Napolyon 18 inci Lüi 24 nisanda Kaleye çıktı. Napalyonun yerini tutabilmesi için askerleşmesi lâzımdı. 29 nisanda Kom- Pijende mareşallerle ordu erkfinını ka bul etmek için apületlerini taktı, çiz- melerini giydi. Ama çizmeleri kadife- dendi. Ayakları damladan şiş oldü- undan bacaklarma ancak kadife çiz- me çekebiliyordu. Bastonsuz yürüye- miyordu... İşle Arkol ve Osterliç kahramani- nın yerine bu adam geçecekti! 18 inci Luiyi Kompiyende Rus çarı Aleksandr karşıladı... Fransa kralı, menfi olduğu sıralarda, çardan eldı- ğı sadakalara herkesin içinde teşek- kür etti. ” Halk bu biçimsiz kralla pek çabuk alaya başladı. 3 mayısta Sent - Uen- de nutuk söyliyeceği gün, koltuğunu karanlık bir köşeye koydular... Tüilöriye geldiği gün doğruca Na- polyonun odasına çıkardılar ve Na- polyonun koltuğuna oturttular. 17 Mayıs 1814 te Operada kral bü- yük bir .müsamere tertib etti. Na polyon on gündenberi Elba adasın- daydı. İlk defa Burbon hanedanı bütün erkânile beraber Pariste hâ- kim vaziyetteydiler. Kadınlar bilâistisna tepeden tırma ğa kadar beyaz giymişlerdi. Elmas takmamışlardı. Bu aristokrası müsa- vatiydi, Kralın eilesi orta localardan birin- deydi. Locaya girdikleri zaman halk avuçlarını patlatarak alkışa tuttu... Burbonlar kaybettikleri taht ve taçalrmı ele geçirmişlerdi, artık elk lerinden barakmıyacaklardı. 17 Mayıs 1814 te buna kanaat ge- 18 inci Lu ailesi erkânile bir arada tirmişler ve karar vermişelrdi. . ” 16 Şubat 1815 te Napolyon Drüo'- yu çağırttı: — Millet beni İstiyor, bir kaç gü- he kadar adayı terk edip Fransaya gideceğim. Druo'nun kaşları çatıldı. Gene da- bir şey söyliyemedi. Napolyon hare- ket gününü tesbit etti: 26 Şubat. O gün saat on birde 1814 te aldığı ya- raların nekahet devrini geçiren Kam- bron kıtaata hareket emrini ver- di... Akşamüstü Napolyon bir araba e limana geldi. Arabayı generalleri yayan takib ediyorlardı... Halk Ilma- na birikmişti. 1 Martta Nopolyonun gemileri Juan körtezinde demirledi. Napolyon binbaşı Lamureyi yirmi kişi ile kara- ya çıkardı. Onları bin yüz kişi te kib etti. Napolyonun ordusu bun- dan ibaretti. Karaya en son Napol- yon çıktı, Kambrona dedi ki: — Sann en büyük seferimin idare- sini tevdi ediyorum... Bir el silâh at- miyacaksınız. Fransa tahtını bir damla kan dökmeden geri almak İs- tiyorum... Bu sirada yanlarından Monako Napolyonun askerleri yirmi dört saatte elli kilometre yol aldı ... Elba adasından gelen orduyu çe virmek Üzere kumandan Delassar gön- derilmişti. Askerlere Laffrey köyün de rasladı. Napolyonun muhafız kıtaatından bir subay görüşmek üze- re kumandanın yanına gitti. Delas- sar: — Buraya vazifemi yapmağa gel dim deği, şu anda geri dönmezseniz sizi tevkif ettiririm!... Subay cevab vermeğe vakit bula- madi.. Muhafız kıtaatı yaklaşmıştı. En önde Napolyon vardı. Delassarın askerleri sapsarı olmuşlardı. Elleri titrioyrdu, Napolyon haykırdı: — Asker... Sizin imparatorunu- zum, beni tanıdınız mı!... Bir iki adım daha attı, meşhur gümüşi redengotunun yakasını açtı, göğsünü gerdi; — İçinizde imparelorunu öldür- mek istiyen varsa İşte buradayım, vursun! dedi, Asker bir ağızdan cevab verdi: — Yaşasın imparator!... 5 Martta Napolyonun pariso doğ- ru ilerlediğini herkes duydu. “ Viyana kongresi henüz dağılma mıştı, Taleyran, Napolyonun Parise yürüdüğünü ancak 7 martta haber aldı. Yabancı hükümdarlar, Rus ve Prusya sefirleri harekete geçti. Müt- tefikler krala haber gönderdiler. İh- tiyacı olursa orduları emrine ama- deydi. Mareşal Ney TTüilöri sarayına koş- tu. Yabancılara fırsat vermek caiş değildi. Fransaâyı işgal etmek için be- hane arıyorlardı. O ordunun başına geçecek, Napolyonu tevkif edecek, demir kafes içinde Parise getire- cekti Bezansona gitti, ordunun başına t... Fakat bir şey yapamıyacağı- nı, askeri Napolyona karşı yürütemi- yeceğini çabuk kavradı. Hem Artua kontuna kizıyordu. Onu arabasına Hiç bir manevi teşvik göremiyen Ney çıldırıyordu. Sabahleyin kılıcını çekti, askerlerin ortasına girdi: — Askerler, subaylar, Burbonler davayı kaybetmişlerdir, yaşasın im- parator! diye Baykırdı. * “ Napolyon Fontenblo sarayına girdi: Artun kontu — Oh dedi, insan burada rahat ediyor! Biraz sonra 18 inci Luinin kaçtığı haberini aldı. Napolyon: — İyi dedi, bu akşam Tüilöriye gi- Her yere üç renkli bayrak çekil- mişti. Akşam geç vakit Napolyon Bo- müpart «yaşasın imparator!> nlda- ları arasında Tüllöri sarayına girdi... O tezahilrata şahid olanlardan biri ertesi günü bu hadiseyi anlatırken: «İsa yeniden dirildi sandım, halk o derece vecde gelmiştiz diyordu. “ Not: Bonapart Fransa hanedanını de- virdi, Fransızlar: #Kahrolsun kral diye haykırdılar. Müttefikler oBurbonlara Fransa tahtını iade ettiler. Yabancı ordular Parise girdi. Fransızlar yabancı or- duların başında gelen Çar Aleksandrı avuç patlatarak alkışladılar «yaşasın kral> diye haykırdılar, Napolyon Elba adasından döndü, gene Fransanın başına geçti. Fran- sızlar: «Kahrolsun kralı diye hay- kırdılar... Selâmi Sedes Afyonda tedkikat Afyon (Akşam) — Üniversite ne- batat ve hayvanat enstitüsünden iki profesör, yanlarında eczacı ve tabbiye talebelerinden bir grup olduğu halde ve memleketin Yazan: Sermed Muhtar Alus Sahife 7 Tefrika No, 84 NANEMOLLA — Nereye oturayım, nereye geçe- | yim?. Derken Asalı koluna yanaşıp çekmeli minderin yanındâki koltuğa oturttu. Hasba ayak ayak üstüne attı. Eşref, cebindeki defteri çıkarmak üzere... Bu da avuç içine girdi demek; defterine kaydediverecek ama altın kaleminin kurşunu tükenmiş. Etrafındakilere, fetvahaneliye, Kur- ban Osebe. Arab Tayfura karşı da ho- vardalığına kuş kondurmuyor; herke- se, yavaşçacık söylenmede: — Biliyorum bu mahudeyi. Elimden geçmişlerden, âşınalardan. — İki telliyi bile bitmezdi de Haseki | tulumba reisini çağırıp ben öğretlim.. — Sarhoşluğu cıvıktır ama tatlıdır. Cam, şişe, tabak kırmaz. İçince açılır; şarkıya, türküye, kiriz havalarına gi- rişir, Kulağını 0 taraftan ayırmıyan Mol la bey de alıyordu: — Henüz tayrana başlamış bir murg. Ahseni takvim üzere yaratılmış. Sinini vefireden biri Kağızhaneleri, Çırpitı, Velefândi, Göksü, Fenerbahçe, Çamlıca! kebir vö sağır mesirel dilâra- larında keştülgüzar'#tmekteyiz. Böyle rana, hasna, dübalA bir mahlükaya çeşmanım müsadif olmadı, olamadı: Fetvahane kâtibi de o ağızda: — Mezkür seyrangâhlara velinime- tim ve tevabiile ceman yekün gider- dik... İşbu dilaşupla kaddi kamet öl- çüşecek ne bir bikri bakireye, ne de seyyibeye müsadif olmadım... Kurban Oseb de medihde: — Şimdiki Prusya kralının validesi prenses hazretlerinin resmini ecnebi ve Osmanlı ceridelerinde görmüşüm. Mehtablığı Yevropada menşurdur. O karı bu Peçelinin yanında leşki amber Peçeli gene karşıki odayı bulmuştu. Taksimi yarıda bırakmış olan Saraylı da yetişti; — Gene ne var? — İç gömleğim kabarık duruyor, fistanın biçimini bozuyor; çıkartaca- gım onu! — Kuruntun pek boşuna elmasım! — Kaçkorsamı da atacağım! Soyundu. İç gömleğini, kaşkorse- sini çıkardı. — Bana 34 numara terlik bulun. Kumrunun terliklerini verdiler. Peçeli girdi odaya. Molla bey, kutnu örtülü minderin gerilerine çekilmiş, meydanı boş bi- rakmıştı. Eşref bileğinden tutup dil beri yanına oturttu. — Sakın el mel şakasma kalkma, güzel güzel otur, Kalabalık içinde lâti- feyi hiç sevmem. Pembe, hiç kızmıyor; bilâkis bu tek- Misizliğe, candanlığa pek memnun. Bir denemek istedi. Ensesine bir fls- ke vurdu, o anda payını aldı: — Senin şu tombul tombul, pembe pembe yanaklarına öyle bir şamar yapıştırırım ki alamadan gidersin.» Otur oturduğun yerde bakayım. Kuş ökseye konacakken üstüne saldırı. maz, ökseyi de söker, pır diyip uçar.. Siyah fildikos çoraplı bacaklarını gene biribiri üstüne attı, Dekolte göğ- sünü midesine kadar açtı, Pire arıyor; — Konağımızda, yalımızda pirenin, tahta kehlesinin, hâşa meclisten dışa» rı, bekâr bülbülünün tanesi yoktur. Beygirlerimizin idrarları tutulur, san- cılanırlar; arabacılarımız (aman bir bit, hayvanı kaşalandıralım derler) de biti izgara maşacı, falcı kıpti kadın- lardanjçiftini bir çeyreğe, Iki çeyreğe alırız. Eşref, bu yarenliklere memnun. Dil. berin derunü gayet saf, hepsini apaçık söylüyor. Göbekli, genin meşgul oluşundan müsterih, cigaradan cıgara yakıyor, kahve üstüne kahve getirtiyordu, zir- valamamak için rakıyı az içiyordu. Kurban Oseb de sesini yavaş çıka” rıyar, yanındakilerle konuşuyordu: — Davul bile çalarken dengi den- gine makam tutunur. Tahir efendim- le Zühre hanımım yanbeyan geldiler- se buna ne Allah karışır ne Peygam- ber, ne de onların dünya yüzündeki hocaları, papazları, hahamları.. Peçeli, birden gene düttürü Leylâlı- ğa girişti: — Şakaklarım zonk zonk zonklama» Eşref, elini avucunun içine aldı: — Nabzınıza bakayım!.. — Hekimsen Kalbimdek! deş!.. Zaten biribirlerine kaynamışlardı, büsbütün uyuşuverdiler, Peçeli aşka geliverdi: — Sarayhı"abla, bir ikitelli vur!.. O anda İkitelli başladı. Dilberi ra- nanın oyuna kalktığını görünce Pem- beten de aşka geldi. Ceketini attı. Tayfurun fesini başına koydu; kuşa- ğını beline doladı. Çıktı ortaya. Karşı karşıya me oynama, ne ger- dan kırma, ne omuz titretme, bel kıp. ma, göbek dtma... O geceki külfetleri, masrafları bini kere ödemişti, göbekli sevincinden çık. dıracak... — Kesmeyin; Resulüllah, imâ r yaramı Ali, Hasan Hüseyin efendilerimiz; Mer, pirler, dertetliler rızası için 8 devam edin işbu raksu ahengi... G8 yerinde yuvarlanmada, Araya bir hakem girse, Peçelimii Pembeteri mi, dese apışır kalır... $i berâber gitmedeler. O gerdan İin- yorsa öbürü de kırıyor, biri göğüs tit- retirken karşısındaki de geri kalmi- yor; göbek atışlarda hiç fark yok; ayak kıvrayışlar.da kezâ... Oyun arasında, Pembeten dilberi sofaya kadar çıkarttı. Yüzüne el attı; — Şu çehreni göreyim; gözüm, gön- lüm bir kat daha açılsın!.. İmkânı mı var?.. Yüzüne tokatı yedi: — Sevgili paşa babacığımdan, han- fendi anacığımdan, erkeğini kocacı« ğımdan gayri bu yüzü hiç kimseler görmedi. — Beni meraktan öldüreceksin. Aç gunu dürdanem! — Şartimı şurltumu önden bildi” miştim. Nafile hiç yorulma elmasın Oynıya oynıya meclis odasına Kö verdi. Molla bey, fetvahaneliye yayğ diyordu ki: K — Anlaşildı Vehbinin kerrak& (Kuyruklu yıldız her zaman doğma, kaziyesine istinad ediyor ve fazla müğ rurelerden. Revşi hale bakılırsa Eşre 9 ciği de, bizi de üzeceğe benziyor. E keyfiyet (Keşşemsü fi vasatünnehg j ayan. j O da cevabda; — Mezhşbden bahsolunur, meşreb- den bahsolunmaz değil mi efendici- Eim?.. Bakalım bir mikdar sabur olâ- ım. Ülfet kuvvet bulunca külfet ara- dan kalkar, Bu iki kafanın biribirine yaklaşı. şından, dudakların kıpırdayışından, yüzlerdeki hatların mânalarından, neye dair konuştuklarını anlıyan Asa» lu, yanlarına çömeldi: — Penç engüşt beraber nist (1). Hazret malümu irfanın işbu taife dört nev'e münkasemdir: Kapatma, tabiri aherle (mantenüt), sermaye, sokak, mezarlık... Mezbure, mevki ve asaleti- ni, güzellikteki kıymetini, bu rahe ye- ni mülâzemetini mizana koyup ken- dini ruyi zemine ((Sidretülmünte- ha) (2) dari nazil olmuş farrediyor, Yeni taliclerden ve bitecrübelerden olduğunu unütmıyalım; mazuredir.. Göbeklinin keyfi kaçmağa başla mıştı. Minderin üzerinde bağdaş, yö yılış, yana uzanış gibi oturma şekille» rini boyuna değiştiriyordu: — Acalb. Şalvarım mı darlaştı, yok&” sa lâhmü şahmim mi daha arttı, bal. dıraklarım (3) fena halde sıkıyor. Vechimde sufret (4) var mı Sinan efendi? — Ne münasebet sertacım, bilâkis vechinizde humret ve kemali sıhhağ runemun, Elf sultanla Mahmud şah oyuna devamdalarken, İkitelli epeyce uzadi- ğa için, Pembe havayı değiştirmek li zumunu hissetmiş, Saraylıya bir (kö çekçe) demiş, istediğini de söylemiştiz — Sabahın seher vaktinde. 5 Eski repertuvarlarından; vaktile en muvaffakıyetle oynadığı havalardan biri. Sabahın seher vaktinde, oturmuş İnel okur Ben o dilden anlamazam, sanırım bülbül şakır (Arkası var) (1) Beş parmak bir değil (2), Gökün yedinci katında bir makam, (3) Don veya şalvarın baldıra tesadüf eden yeri ğa başladı, hastalanıyorum galiba? İka) Sararmışuk, beniz uçukluğu, ğ i i , t N ! |