me İK g #EETEP BE,EBBFK KEFFEŞeKY EF O Mayıs 1938 Ramizle berâber Tunda oturuyo; Masına iki, üç ik vapurun bi Kat salonuna genç, güzel, şık bir ka- , Zayıf bir delikanlı girdi. Et dal Tafa bakınmalarından oturacak mü- | Hasib bir yer aradıkları anlaşılıy Pakat Ramiz güzel, genç kadınla zayıf erkeği görünce evve- kıpkırmızı, sonra sapsarı kesildi. Arkadaşıma yavaşça sordum: — Ne oluyorsun yahu? »— Sonra anlatırım... dedi. Genç kadınla zayıf delikanlı da görmüşlerdi. İkisi de arka- âdeta alay ediyorlarmış gibi , yanımızdan geçtiler. «Lüks Mevki» denilen küçük solona otur- ular. Onlar uzaklaştıktan sonra Ra- miz hiddetle: — Sahtekâr herifi... diye dandı, murl- Hayretle sordum: — Kim bu sahtekâr herif? — Demin gördüğün sıska herif... genç kadının yanındaki... Ka- da genç, güzel, şık olmasına Dehşetli zekâ fıkarasıdır. © yanındaki herif bana öyle bir oyun oynadı ki sorma birader... mda böyle şey başıma gelme- Vapur iskeleden ayrılırken arka- da hikâyesine başladı: — O demin kadının yanında gör- adamın ismi Ahmeddir. Bun- dan 10 sene evvel gayet canelğer ar- Bir yaz sayfiyelerden bi- beraber bir yer kiralamıştık. Büyük bir köşkün, bir bölüğünü tut- Mşutuk. Oturduğumzu sayfiyede gayet gü- Mel kızlar vardı. Köşke taşındığımı- ın ikinci günü idi. Hiç unutmam yanmda kitab okuyor- dum. Bir de karşıki köşkün balko- Muna gözüm ilişti, Aman!... Tarif #dilmiyecek derecede güzel 18 - 19 bir kız... O ne ağız? One dudaklar? O ne gözler?. Köşklerimiz e çok yakın olduğu için onun bülün inceliğine kadar yordum. Artık bugünden son- MR benim işim gücüm, pencerenin Kenarında karşıdaki güzel komşuyu ikti, Pakat aksiliğe bak ki ona dışarı- ü hiç raslamıyordum. Sayfiyede onu bana tanıştıracak bir ahbabım filân da yoktu. Bu son derecede güzel Benç kızla nasıl tanışacak, nasıl ab- bab olacaktım? Arasıra bu Ahmed de pencerenin Kenarına, geliyor, o karşıdaki güzel komşuya gözlerini dikiyordu. Âdeta hapı koapumu Ahmedden kıskan- şlamıştım, Hele onun zaman Zaman; z 7 Gene karşıki köşkün balkonu- Da Büreş doğmuş... diye gülümse Mesine bayağı sinirleniyorum. Yavaş Yavaş karşıki komşumuz hakkında Malümat ta toplamıştık. Güzel 1 gayet zengin bir adamın bi- Yİcik kızı idi. Babasının pek ziyade Vardı. Ahmed bunları işittik- Sonra genç kızın ismini «Devlet- ten yatan koydu. Artık o balkona Ççi- — Gene karşıki doğru... demiyordu. konma evletkuşu karşıdaki balkona Y üŞİ... diye murıldanıyordu. Lu” ben güzel komşumun para- Yade, Pulunda değildim. Beni en zi- Zere eden şey onun küçücük kaman ağzı, açık renk iri gözleri, boyuposu idi. Kendisile ahbab “ol. için elimden geldiği kadar gay- #diyordum. Fakat bütün çalış m boşa çıkıyordu. Olsun Yet karar verdim. Ne olursa karşıdaki güzel komşuma bir b yazacak, içimi dökecektim. i gibi böyle aşk mektubları yaz- İ hiç elimden gelmez. Fakat le; ii york lâzım. Oturdum. Önü- Xa tomar kâğıt aldım, Sevgili- Yazacağım mektuba nasıl başlı- Yarağını bir türlü kestiremiyordum. kei, na evvelâ: «Sarı papatyam!» ieleri geldi. Çünkü güzel kom- uzun saçları sapsarı idi, Wu İ «Sari papatyam» balkona güneş ret tabirini az tuhaf buldum. Biraz sonra m oturduğumuz üst | Hiç unutmam mektubumda şöyle de bir cümle ardı: «Benim nazlı ka- ılarını yakından dinle- işitmek için çıldırıyö- aman ve nerede din- ğım cümleler pek âdi şeylerdi amma daha iyisini bulmama İmkân yoktu. Bunun için aklıma ge- leni yazmağa (başladım. Dünyada bana bu kadar zor gelen bir iş ol- madı. Sabah saatin sekizinden baş- ladım. Mektubu ancak öğleden son- ra bitirmek kabil oldu. Bir buçuk pa- ket sigara içtim. Nihayet mektub tamamlanmıştı. Oturdum, temize çektim. Mektubun müsveddesini de masamın üzerinde bıraktım, sokağa çıktım. Niyetim hava karardığı zaman mektubu sev- giiimin alçak balkonuna atmaktı. Hava kararmağa başladığı zaman büyük bir heyecan içinde köşkün önüne geldim. Sevgilim balkonda oturmuş, odasının pencerelerinden sızan elektrik ışığında kitab okuyor- du. Hemen mektubu ayaklarının di- bine fırlattım, uzaklaştım. Eve gel- diğim zaman heyecandan bayılacak bir halde idim. İçeri girer girmez hemen odama koştum, Biraz sonra Ahmed odama girdi. Baktım Ahmedde tuhaf bir hal var. Nihayet: — Kardeşim... dedi, ben bir iş yaptım amma bilmem darılacak m- sın? — Ne yaptın? — Ah sorma... dedi, ben fena hal- de âşığım Ramizciğim. Sevgilime bir aşk mektubu yazmağa karar vermiş- tim. Bugün o kadar uğraştım, yaza- madım, Bir âralık mektubluk kâğıd almak için senin odana girmşitim. Baklım. Masanın üzerinde bir aşk mektubu müsveddesi duruyor. Sen yazmışsın... Ehhhh... Aramızda ya- bancılık yok ya... Mektubu okudum. | Mektub «benim nazlı kanaryams di- | ye başlıyordu. Çok hoşuma gitti. Be- nim de sevgilim kanarya kadar sa- rıdır. Oturdum, senin mektubunu ay- nen kopye ettim. Hemen götürüp sevgilime verdim. Darılmadın ya... Bu işe biraz canım sıkılmıştı, Fakat | Ahmede: — Yok dedim, ne darılacağım... Fa- kat ben mektubumda sevgilimin saç- larını, dudaklarını, gözlerini ayrı ay- rı tarif etmiştim. Mektubu aynen kopye etti isen bu tarifler senin sev- giline uydu mu? Ahmed #renkgömleği düğmesi k&- dar küçük gözlerini süzerek: — Mektubunda tarif ettiğin genç kız aynen benim sevgilim... Aynen... Onun için bende senin mektubu- nun kelimösine blie dokunmadım. Güldüm: — Tuhaf bir tesadüf... kim bakayım?... Ahmed: — Senden saklıyacak değilim ya... Kraşıki balkondaki kız... Demez mi? Yerimden sıçradım: — Ne?.. Benim yazdığım mektubu aynen kopye ederek karşıdaki genç kıza mi verdin? Ahmed: — Öyle ya, dedi, ne kızıyorsun? Sevgilin Aramızda yabancılık mı var? Ne çi | kar bundan?... — Allah senin müstahakını versin emi? Tüüü.. Ne zaman verdin mektubu? | — Öğleyin... Balkona çıkmıştı. Atı- verdim. Güldü, aldı. Ahmed bunla- rı söylerken az daha hiddetimden deli olacaktım. Düşün birader. Ayni kıza, iki kişi tarafından yazılmış, cümlesi cümlesine ayni iki mektub... Hem de Ahmed kendi mektubunu benden evvel genç kıza vermişti. Ben abdal, akşam üstü mektubu genç kı- zın balkonuna atmıştım. Ertesi günü Ahmede genç kızdan cevab geldi. Ahmed sevgilisinin mek- tubunu benim yanımda okudu. Mek- tubda deniliyordu ki: «Mektubunuz çok güzel. Çok ho- şuma gitti. Fakat size tuhaf bir şey söyliyeceğim. Her halde bana yazdı- ğınız mektubun müsveddesini masa- nızın üzerinde unutmuş olacaksınız ki köşkteki arkadaşınız bunu aynen lokantalar (Baş tarafı 7 nci sahifede) ne zulüm yapsınla ip bir usul de var, Bura- ya gelen lokantadan iki saatten önce çıkamıyor, Hapis müddeti en saat... Bu müddet dolmadan r dan kalkmağa davrandınız mı? He- | men güzel gardiyanlar yolunuzu ke- siyorlar — Gidemezsini... diyorlar... Müd- detiniz dolmadı... Bâzen lokantaya yani hapishaneye genç bir çift giriyor. O zaman ser gar- diyan olan en güzel kiz maiyeline ba- ğırıyor: — Bu genç çiftin kabahatları pek büyüktür... Bunları hususi bir zindana hapsediniz... | Bunun üzerine genç çift Jokantada hususi bir odaya kapatılıyor ve kapi- ları da şıkır şıkır kilidleniyor, | Neden sonra hususi zindana hapse- dilen çiftler dansetmek için odaların» dan çıktıkları zaman bir de bakıyorsu- nuz ki, delikanlının yüzünde dudak bo-| yası izleri.. Allah Allah... | Bu boyalar aa zavallı mahpusun yüzüne nasil gelmiş?.. Lokantada sigara, çikolata satan kızlar bağırıyor: | — Sigara... Çikolata... Güzel kelep- | çeler... Hapishane hatırası.. İ Evet burada telden kelepçe de satı- hyor... İsteyenler hapishanenin hususi localarında demir parmaklıklar ara- sında resim çıkartıyorlar., Tabii bu ha- | pishanenin sahipleri milyon kazanı- yorlar. Eğer garip şeyler bulmada ka- | biliyetiniz varsa Amerikada pek az za man içinde kasanızı dolduracağınız şüphe etmeyiniz... Hikmet Feridun Es rlâr... Hollivud hapis- | iki | i ca sığmıyan Kendine beyhude yere eziyet ediyor. NEVROZiN Varken ıstırap çekilir mi ? Baş, diş ağrıları üşütmekden omüteveltit ağrı, sızı, sancılarla nezleye, romatizmaya karşı İNEVROZİN kaşelerini alınız. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. İSMİNE DİKKAT. 'Taklitlerinden sakmınız ve Nev- rozin yerine başka bir marka ve- rirlerse şiddetle reddediniz. kopye emiş. Ayni günü arkadaşınız bu sizden kopye ettiği mektubu be. | nim balkonuma attı, Fakat ben-o kadar budala bir kız değilim. Böyle | güzel bir mektubun ancak sizin ka- leminizden çıkacağını derhal anla- dım... Çünkü «insanların yüzü kal- binin aynasıdır; derler. Ben de si- zin yüzünüzden ne kadar ince bir ruhunuz olduğunu hemen kavradım. Bu mektubu sizin yazdığınızı ve arka- daşınızın da sizden kopye ettiğini an- lamamak için budala olmak lâzımdır.» İşte azizim... Biraz sonra Ahmed de bu zengin, güzel kızla bu suretle evlendi ve adevlet kuşunu başına kon- durdu, (Bir yıldız) gözkoymuştu. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli mam Tefrikü No, 224 Hekimbaşı gülerek Kaptan paşaya: “Bu yaştan sonra çiçek koklamak tehlikelidir, devletlim,, dedi Kaptan paşa o gece Yalı köşkün- | den ayrılmadı, Fakat, Adileyi de ya- nına çağırmamıştı. Adile bu vaziy ten de şüpheye düşmüştü. Kılıç Al paşa Adileye düşkünlük güstermi- yordu. Hattâ bir sabah: * — Paşacığım, beni neden İstanbu- la getirdiniz? Burada bir odaya hapsetmek için mi? Demişti, Kılıç Ali pasa o sabah ha- kikati söylemeğe mecbur oldu: — Ben seferde iken padişaha Züh- İ re isminde bir kız takdim etmişler. Hünkâr şimdi gönlünü ona vermiş. Bu vaziyet karşısında seni saraya götürmeyi doğru bulmadım. Fakat, çok eminim ki, yakında Murad Züh- reyi terk edecektir. O zaman seni saraya götürmek fırsatı elde edilmiş olacaktır. Adile Giray bu izahattan da mem- nun olmadı: — Zühreyi terk edeceğini nereden biliyorsunuz? Diye sordu. Kılıç Ali paşa boş bu- Yundu: — Padişah bir dalda durmaz, yav- rum! Dün sevdiğini bugün unutur. Zühre de unutulmağa mahkümdur. Ve sonra birden kendini toplıya- rak ilâve etti: — Fakat, seni görürse, kolay kolay ayrılamaz senden. Çünkü sen çok zeki ve çok güzel bir kızsın ! — Zühre güzel değil mi? .— Güzel olmasa, padişahı teshir edemezdi. Şüphe yok Ki çok güzel bir kız. Fakat, Murad gibi ele avu- bir hükümdarı, Zühre gibi ilerisini göremiyen bir kız nâ- ! sıl idare edebilir? Nasıl oyalar? Hal- buki sen bakışlarınla, görüşlerin ve buluşlarınla ve bilhassa bir erkeği kolayca teshir edebilecek tatlı sözle- rinle derhal onun külbine girebilir- i sin! Dayler, ark cipelekele lamaktan vazgeçiniz!» Günler geçtikçe Adile Girayın iz- tarabı artıyordu. İkbal, hanımına köşkte ne duyar- sa haber veriyordu. Kılıç Ali paşada nihayet Adileye Akşamları onu kar- şısına almadan yemek .yiyemiyor, onun sesini duymadan uyuyamıyor- du, Kıhç Ali paşanın yalısında otuz- dan fazla gözdesi vardı. Adile bunla- İ rın başında geliyordu. Zekü ve gü- * zellikte hepsinden üstündü. Kaptan paşanın gözdeleri Adileyi gözden dü- şürmek için neler yapmıyorlardı! Bir gün kaptan paşaya: — Devletlim, bu kız pencereden de- nize bakıyor ve kayıkla gelip geçen- lere görünüyor. Demişlerdi. Kaptan paşa için bir zorluk mu vardı? Derhal emir verdi. O günden itibaren kapı ağası, kayıkla- rın elli metre uzaktan geçmeleri için denizin — üstüne mantarlı işaretler koydurmuştu. Adilenin pencereden denize bak- maması için pencerelere kalın kilim perdeler takılmşıtı. Bu perdeler gün- düz de kapalı düracaktı. Kıskançlık neler yaptırmazdı ki.. Bunlar da yetmemiş gibi, Adilenin oda- sını deniz üstünden bahçe tarafına nakletmişlerdi. Şimdi de: — Adile bahçıvanlara göz ediyor... Diye iftira atıyorlardı. Kaptan pa- — Bahçıvanlardan pencereye bâ- kan olursa, gözünü oyarım. Demişti. Kaptan paşanın gözdesi- ne işmar etmek kimi haddi İdi? Ondan herkes Allahtan korkar gibi korkardı. şa Bir gün hekimbaşı Feyzullah efen- di kayıkla Yalı köşkünün önünden geçiyordu. Kılıç Ali paşa pencereden gördü, seslendi. * Feyzullah efendi sahile çıktı. — Üsküdara gideceğim, dedi, Ay- şe sultanın çocuğu hasta imiş, Kaptan paşa, hekimbaşıyı çok se verdi; Hele biraz istirahat et, bir şer- bet iç bakalım. Diyerek Feyzüllâh efendiyi oturttu? — Hünkâr hâlâ Zühresinden vaz- geçmedi mi? ğ — Aman devletlim, bırakın vaz- geçmesin! Onuğla oyalanıyor. Biz de biraz rahat . Bu sırada genç ve güzel bir kız girdi... Elinde gümüş tepsi içinde iki bardak şerbet vârdı. Feyzullah efendi genç kızın yüzü- ne baktı: —ı İnsanın gözleri kamaşıyor bu güzellik karşısında... Diyerek gülümseği, Kaptan paşa şerbeti içti: — Ben onu bu sefer Kefeden ge tirdim. Nasıl, çok güzel, değil mi? — Güzelliğini ifade etmek için «güzel» kelimesi kâfi değildir, dev- letlim! O, bir melek kadar güzel... Adile Giray tepsiyi ahp çıktıktan sonra, Kılıç Alİ paşa sakalını sivaz- yarak: — Ben ömrümde bu kadar nefis, Feyzullah efendi şakayı severdi: — Devletlim!: Artık, çiçek kokla- maktan vazgeçiniz! Gerçi bunların temaşası hoştur amma, bu yaştan sonra biraz da tehlikelidir, — Ben, soframda bir güzel kadın bulunmazsa, yemek yiyemem, Fey- zullah efendi! Onlar, benim iştah ilâ- cımdır. Güzele bakmayı Allah bile günah saymıyor. -Adile karşımda oturduğu zaman bütün keğderlerimi, iztırablarımı unutuyorum. Derhal ikram ederlerse, o zaman iş değişir. 'Yüreğiniz çarpmağa başlar! Malüm ya, bu yaştan sonra yürek çarpıntı- ları hayır alâmeti değildir. — Adam sen de, Atın ölümü arpa- dan olsun. Benim babam yüz otuz yaşında öldü. Dedem yüz kırk sekiz. yaşında iken dağdan sırtında odun taşırmış. Bizim ailemiz çok yaşar. Bi- 2e «Ölmez Oğulları» derlerdi. Ben de- demin ve babamın yaşına göre daha genç sayılırım, İçimde eğlenmek; neşeli yaşamak arzusu var, İnsan kendi kendine bu arzuyu nasıl ve niçin söndürmeli? — Allah afiyet versin, devletlim! İnşallah siz de dedeniz gibi çok yaşar, vatana, devlete daha büyük hizmet- ler görürsünüz! Feyzullah efendi biraz sonra tek- rar kayığına binerek Yalı köşkünden ayrılmıştı. Bu konuşmadan da anlaşılıyordu ki, sultan Murad «Zühre» sini terk” etse bile, kaptan paşa Adile Kirayı kolay kolay elinden kaçırmıyacaktı. * ” «Harem pencerelerine bakar- sanız gözlerinizi oyarım!» Kılıç Ali paşanm gözdeleri ne yap- tılorsa, Adile Girayı gözden düşüre- mediler. Adilenin deniz üstündeki odası arka bahçe tarafına nakledildikten sonra da çekememezlikler devam etti, Adilenin hizmetçisi İkbal her gün: — Hanımcığım, size bir fenalık yapacaklarından korkuyorum! Diye söylenirdi. Bir gün cariyeler birleştiler: — Bu kadın köşke geldi geleli pa- şa efendimiz bize iltifat etmiyor. Onun bahçıvanlarla gönül eğlendir- diğini söyliyelim. Diyerek ağızbirliği yaptılar ve kaptan paşaya böyle bir yalan uy- durdular. 5 ü (Arkası var) Yakında BIZANS KAPILARINDA 5 DİŞİ KORSAN | di baağuys da ğ mafia Yİ A l di il İl | l il HN IN İl | il