PAZARTESİ KONUŞMALARI: ————————— Edebiyatımızda tenkid Bizde tenkid kelimesile çok geniş bir edebi çalışmaya işaret olunur. Etu- de hittöraire, essai gibi yeni sayılabile- cek nevileri de biz tenkid ile ifade ede- riz, Onun içindir ki hududsuz mânalı ve salâhiyeti henüz tayin edilmemiş olan bu terim, arada sırada nükseden münakaşalara mevzu olur. Bu yazış- maların faydası olduğu muhakkaktır. Son münakaşaların kendinden önce- kilere nisbetle daha ağır başlı, daha ol- gun oluşu bunun delilidir, Edebi tenkid, ilk mânasile memle- ketteki edebiyat efkârı umumiyesinin ifadesi olmaktır. Herhangi bir eser İn- tişar ettiği vakit, okuyucusu ne kadar az olursa olsun, hakkında iyi fena hü- küm veren bir zümre teşekkül ediyor demektir, Münekkid, bu zümrenin için- den fikrini meydana koymak vazliesi- ni üstüne alandır. Bu itibarla münek- kid, evvelâ okuyuculardan biridir. Yal- nız bilerek, anlıyarak ve başkalarının | da iştirak edebileceği hükümlere vara- | cak surette okur, İyi kari olmıyan bir | kimsenin isabetli münekkid olmasına imkân yoktur. : 'Tenkid ile uğraşanların çok olduğu yerlerde münekkidler daima biribirinin kontrolcusu olurlar. Ayni eser hakkın- da başka başka prensiplerden yürüye- rek büsbütün ayrı hükümlere varıldığı da olağandır. Fakat ehemmiyetli cihet, doğrudan doğruya neticeler ve hükün:- lerde değil, onlara erişinceye kadar yü- | rütülen muhakemeler, ileri sürülen delillerdedir, Her okuyucu elinde ve önündeki eseri şahsi intibalar halinde kendine göre bir kıymete bağlar. O eserden «hoşlandım veya hoşlanma- dım» diyebilir. Fakat bunların sebep- lerini izah için her zaman geniş bir mukayese imkânına sahip olamaz ve bu hususta dayanabilecek deliller bu- lâmaz. Münekkid muhakemelerinde karie yardım eden insandır. Münekkidi olmıyan bir edebiyat, ef- “ârı umumiyesi olmıyan bir memle- gibidir, Bizde şahıs ve eser bakı- adan havasının ârtık teşekkül et- .esi tabii, hattâ zaruri sayılacak bir «debiyat vardır. Gerek eser sahibi, gö- rek okuyucu bu hususta fikir söyliyen- leri aramağa başlamıştır. Tenkid ma- kalesi yazan meslektaşlarımın hiç bir yazısına raslamadım ki, etrafta müs- bet, menfi bir alâka uyandırmamış ol- sun, Bazı mecmuaları arada, sırada tengid yazıları neşrediyor diye arayıp #lanlara çok tesadüf etmişimdir. 'Tenkid makalelerinde, okuyanları Tahalsız eden en mühim nokta, mü- hekkidin şahsi duygularına kendini vermiş olmasıdır. Sevginin doğurduğu Ifrat hayranlık, nefretin verdiği müf- Tit tiksinti okuyucunun derhal münek- kide emniyetini yok ediyor. Münekkid derse ki «Medhettim, beğenirler.» veya «Zemmettim, beğenmezler». Kendini al-| datır. Çünkü aşırı medh okuyucuda aşırı zem gibi tersine bir tesir yapı- yor. Göğe çıkarılanı tutmuyor, yere batırılanı himayesi altına alıyor. Sürdüğü baş döndürücü lâvanta ko- kusile, dekolte sabahlığı ile, hayata güzlerini yeni açan bu delikanlıyı, âdeta sarhoşa çevirmişti. Ona öyle bakmış, öyle sokulmuştu ki, nihayet, istediği neticeye vasıl olmuştu. Fakat köyde, arzusu gibi görüşemi- yordu. Çocuğun çekingenliği, kendisi- nin evli oluşu, birçok maniler yaratı- yordu, Sonra Atıf İstanbula inmişti. Ara- dan yedi ay geçmişti. O kadar müddet ortu görmemeğe na- Mil tahammül ettiğine şimdi hayret ediyordu. > Verdiği adresin önünde araba dur- du. Ev sahibesi, kendi eski adamla- rındandı, — Misafirim geldi mi? — Henüz gelmedi efendim. Hemen bir odaya girdi. İnceden in- ceye tuvaletini yeniledi, O sırada kapı çalındı ve Atıf göründü. Memduha, pürneşe, onu karşıladı. Büyük bir işti- yakla boynuna sarılarak, âdeta susuz- Yuğunu giderircesine öpmeğe başladı: — Yavrum! Çocuğum! Güzelim... MAZİNİN YÜKÜ ALTINDA... Aşk ve macera romanı Nakleden: (Vâ-Nü) Artık bir mütearife halindedir ki, sanat eseri ince, dikkatli bir ölçü ile vü- cude gelir. Bu türlü eserler hakkında fikir söylemek daha ölçülü olmağı icap ettirmez mi? Hislerine zebun, muayyen mesleklerin veya mekleplerin mensu- bu olanların ölçülü kalmalarına pek az imkân vardır. Okuyucu, münekkid- de böyle bir koku sezdiği zaman, ona hiç bir suretle emniyet edemez. Halbu- ki edebi tenkid, edebiyatın fetva emin- liği gibi bir şeydir. Buraya kadar anlattığımız tenkid işini bugünkü eserler, edebi meseleler ve mühekkidlerimizi gözönünde tuta- rak mütalân etmiş bulunuyorum. Hal- Buki kendileri ölmüş, eserleri berhayat; yahut eserleri de kendileri gibi fena- ya intikal etmiş bütün kıymetlerimiz hakkında hüküm vermek zamanı gel- miş ve geçmiştir bile. «Fuzuli'nin ede- bi kıymeti nedir? Eseri ne söylüyor, | felsefesi, dünyayı görüşü nedir?» gibi meselelerle «Fikretin hayat telâkkisi nedir, milliyet ve insaniyeti nasıl an- Jamıştır, din ve Allah hakkındaki nok- tal nazarı nedir, sanatırın kıymeti ne- den ibarettir?. gibi sualler bugün bi- le cevapsızdırlar. Bu suallerin cevapları, şimdiye ka- dar bizde alışıldığı gibi, bir edebiyat ta- rihi davasından başka birşey olamaz zannedilir, İşin hakikati böyle değil- dir, Edebiyat tarihi eser ve müessiri zaman silsilesi içerisine yerleştirip ted- kik eder, Halbuki bütün sanat eserleri gibi edebiyat mahsullerinin de bizatihi kıymetleri vardır. Bu kıymetler zaman içinde, şu veya bu içtimai muhitte te- kevvün edişlerinin haricinde bir tedki- ke mevzu olmalıdırlar. Yunus Emre- nin tevellüd ve vefat tarihi, mezarların- dan hangisinin kendisine doğru olarak aid bulunduğu, bilmem hangi büyük mutasavrıflardan ilham almış olduğu, asıl Yunusun mahiyetini anlamak için kâfi değildir ve nitekim bu cihetlerin tedkiki bize Yunusu anlatamamışlır. İstorik ve sosyolojik metodlardan başka psikolojik ve estetik yollardan büyük sanatkârlarımızı tanımağa ve tanıtmağa başlamak mecburiyetinde bulunduğumuz kanaatindeyim. Bun- Jar herhangi bir romanı çarçabuk oku- yuverip iki.sütunluk bir tenkid maka- lesi şeklinde yazılamazlar. Böyle yazı- lamadıkları gibi sanatkârın ruhuna kuvvetli bir sempati ile bağlanmak cehdine katlanmıyan, ancak onun dış hayatına ald vesikaları toplamakla ik- fifa eden âlimane ve üniversiter çalış- ma İle de tedkik olunamazlar, Bizim Zweig, Gundolf, Maurols, E. Jaloux... gibi müdekkiklere ihtiyacımız vardır, Onlar, büyük edebi şahsiyetleri yeniden yaratırcasına yazıyorlar ve 0- kuyanlar da yazdıkları insanlarla be- raber doğup beraber büyüyorlar, Bu türlü eserler, başlı başına bir edebiyat- tır, Fuzuli, Hâmid, Fikret, Haşim, Yah- ya Kemal, Mehmed Akif böyle yazıl- malıdır, Ancak bu türlü yazılarla on- ları anlamış ve anlatmak imkânını ka- Tefrika No. 3 Çok şükür seni görebildim... Aman ne Genç erkek bu coşkunluğa lâkayıd- ca mukabele etti, Bu kadar sırnaşıklık- tan bizar olmuşa benziyordu, Kadın onu kolları arasından koyuvermiyor, bir söz söylemesine vakit bırakmıyor- du. Yalnız bir aralık geriledi ve sevgi- lisini baştan aşağı, hayran hayran süzdü: Atıf, uzun boylu, esmer, gayet zarif endamlı bir gençti. İyi bir terzinin ma- kasından çıkma lâciverd elbisesi için- de o kadar kibar, o kadar güzel görü- nüyordu ki, gönül vermemek kabil de- gildi, Geniş bir alın üzerinden arkaya taranmış muntazam ve gür saçlar; bol kirpikli zeki bakışlar, kestane gözler; biçimli dudakları üzerine kıvrılan in- ce, zarif bir bıyık... Yirmi üç yaşlarında olan bu delikan: lı, cidden güzel bir erkekti, Atıf kendi- ni toplamağa vakit bulmadan, Memdu- ha gene ona âdeta hücum etmiş ve onu öpmeğe, öpmeğe başlamıştı. Yorgun, fakat henüz sevismeğe kan- AKŞAM Hıdrellez günü gazetelerde şöyle bir havadis gözüme çarptı: «Bugün Eidrellezin birinci günü dür. Bir çok kimseler kırlara dökülüp eğleneceklerdir. “Topkapı haricindeki çingenler de muhteşem bir düğüne hazırlanmışlardır. Bu düğün çengi eğlenceleri arasında üç gün, üç gece devam edecektir. Çeribaşının mezar reti altında davetliler eğlendirilecek- lerdir, Düğüne Sulukule çingeneleri de davet edilmişlerdir.» Bu haberi okuyunca gidip çingene düğününü görmeğe karar verdim. Fakat yalnız ben mi?..: Daha bir çok meraklı gazeteci arkadaşlar yola çık» mışlar.. Topkapıda karşılaştık, hep berâber bir arabaya bindik. Araba surlarin dışına çıktıktan bir müddet sonra kesilmiş, yüzülmüş ku- zuların tepsiler içinde merasimle fi- mürekkeb bir grup taşıyor ve ken- dilerine çalgıcılar refakat ediyordu. Araba bizi yarım saatte düğün meydanına götürdü. Çingeneler ça- dırlarını hafif meyili bir eraziye kurmuşlardı. Yüzden fazla çadır gö- xe çarpıyordu. Bizi ilk istikbal eden çadırlara bağlı iri çoban köpekleri oldu. Her çadırın kenarında ipinin Üzerine boyluboyunca uzanmış bir köpek vardı. Biz çadıra yaklaştıkça yerlerinden fırlıyor, üzerimize doğru havlıyorlardı. Bir metreye yakın boyda bir çin- gene çocuğu koşup yanımıza gelme- seydi, belki de bu çöban köpekleri hafif rüzgârla yıkılacakı gibi görü- nen çadırları yanımıza kadar sürük- Myeceklerdi. Gelen çocuk, köpeklere çingenece bir şeyler söyliyerek On- ları teskin etti ve bizi çadırların or- tasma kadar getirmeğe muvaffak oldu. Köpeklerin havlamalarına alıştık- Jarı için önce bunu gayet tabii karşı- yan çingeneler şehirden omisefir geldiğini bizi görmek suretile öğre- nince bir âlemdir başladı. Kınalı saç- ları darmadağınık, cadı timsali ihti- yar bir çingene karısı hemen yerin- den fırlıyarak biraz ötedeki çadırın- dan yamrı yumru çamaşır leğenini zanmış olacağız. Bu nevi etüdler sa- yesinde pek çok edebi kıymetlerimiz yeniden hayat bulacak ve toprak altın- dan çıkarılmış antik eserler halinde gözlerimizin önünde, yaşıyan birer ma- nevi varlık olarak belireceklerdir. Hasan - Âli YÜCEL mamiş olan Memduhs güzel delikanlı- nın başını göğsüne dayadı; kollarile sardı. — Yaramaz çocuk! Niçin mektupla- rıma cevap vermezsin? Niçin sık sık İs- tanbula inişlerimden istifade etmek istemezsin?, Delikanlı, hafifçe kaşlarını çattı. Dü- şündüklerini dobra dobra söylemek is» tiyordu: Hayatının her gününü vakfe- decek kadar Memduhayı benimseme- miş olduğunu, ancak arandığı için ara- da sırada davetlere icabet ettiğini fa- Kat kendisinden on iki yaş büyük olan bu evli kadınla devamlı bir münasebet tesis etmek istemediğini söylemek, du- daklarının ucuna kadar geliyordu. Fa- kat kendini zaptederek, şu diplomatça cevabı verdi: — Çök meşgulüm... O Kadar çalış- mağa mecburum ki, seni görmek Zev- kinden kendimi mahrum bırakıyorum. — Çalışmanı anlıyorum... Fakat el- bet serbes zamanların da var... İstifa- Jımı bitirdim, yeni bir işe girmek üze reyim... Aradaki fasılayı tatil telâkki ediyorum. — A... Demek işe gireceksin.. Buldu- gun vazife iyi mi?.. Mevkiine göre mi? Sade bu sual aradaki çağ farkını gös- teriyordu. Zira şayed Memduha Atıfla $ağıd olsaydı bu tarz birşey aklından aönamas w badar smiiefik. Ailetintie © Hıdırellez ve çingeneler ; Topkapı dışındaki çingeneler 3 gün 3 gece süren bir d Beş çiftin evlenmesi, yeni gelinlere güveylerin' oyunları - Kuzuların merasimle furuna götürülüş ..... sakın, Çalgılarımız yok değil amma, &iz er- ken geldiniz. Daha her şeyi toparlı- yamadık. Erkeklerimiz bir yandan öteberi tedarikile uğraşıyorlar. 'Bir başkası karıştı: — Siz erken gelmediniz bayceğiz- lerim, biz geç kaldık. «Cümbüş» de- diğin şimdiye kadar başlamalıydı. — Gelinleri görebilir miyiz? Süs- lendiler mi? > Çingenelerden biri uzaktaki çadır- lara doğru avazı çıktığı kadar ba- ğirdı: — Fatma kız, Hüriş, Gülüm Ayşe, Safinaz, . İncinazzz.... Gelin. kızlar. İstanbuldan munşerler gelmiş, Oy- nayıverin misafirlere... İhtiyar bir çingene kadını ötekini susturdu: — Bozma âdetimizi kızl Çeribaşı duymasın; alimallah seni kapıdışarı Sonra bize döndü: — Oturun şöyle tepeciğe bayla- rım, Şimdi gelir erkeklerimiz de baş- üğün yaptılar > 9 Mayıs 1998 5 U Çimenlerin duktan sonra bizi yalnız bırakmak istemiyei misafirperver bir çingene kızınş ninninin mânasını sordum: m — Sizinkine benzer be karagözlüm! diye cevab vermekle iktifa etti. 4 Biz oraya oturalı henüz beş daki ka bile olmamıştı ki, yavaş yavaş efe Tafımızda çingene kalabalığının ço- * Ealdığını gördük. Boyunlarında bal m tesbihi asılı genç çingene kızları, © yalmayak, yarı çıplak çocuklar bis raz ötede yer almış bizi seyrediyor- Jardı. Çocuklar bugünün şerefine raslıkla süslerimişler, kaşlarını siyahi © kalın bir ay şekline soktuktan son- Ta burun köklerinde gene rastıkla big * daire çizmişlerdi. i Bizi ağırlıyan çingene kadını izan 7 hat verdi: a — Ne yapalım beylerim. Senedeni seneye böylece süslüyoruz Kızanlarr işte... Biz de en eski entarilerimizi © takıyoruz sırtımıza, oldu gitti. j — Dün gece de eğlenti var mıydı? — Yoook.. üç gün üç gece cümbüş. olacağı için dün gece herkes hanesis ne (!) çekildi, keyfine baktı. ği Bu esnada uzaktan davul zums sesleri gelmeğe başladı. Biraz sonra © da karşıki tepede bir kalabalık görün” dü ve etrafımızdaki çoluk çocuk çin- & geneler: — Cümbüş başlıyor!... a Diye bğrışarak çil yavrusu gibi dar Zıldılar. : (Devamı 10 uncu sahifede) j Necmi Mehmed ancak erkeğe nazaran yaşı ilerlemiş ka- dınlara mahsustur. Delikanlının cevabını beklemeden, aklına başka bir fikir geldiği için sor- du: — Madem ki şimdi tatilsin, demek birkaç zaman köye geleceksin? Oh, ne iyi! Ne esviniyorum! Delikenlının kaşları daha fazla çatıl- dı. Köyde de bu kadın ona nefes aldır- mıyacak kadar müsallât olacak mı aca- ba? Bilhassa orada, o dar muhitin için- de, müşkül vaziyette kalmak istemi- yordu. Müphem bir cevap verdi: — Bilmiyorum... Belki.. Ne yapa- cağımı henüz kararlaştırmadım. Ba- bamla konuşmam lâzım!, — Fakat her halde mutlaka gelecek- sin, değil mi? — Belki, — Öyleyse sık sık görüşürüz. — Orası küçük yerdir. Tabiatile bi- ribirimize birçok seferler raslarız. Bu lâkayıd cevap, Memduhanın coşkunluğunu söbdürmedi. Yalnız şi- kâyet eder gibi; — Hain çocuk! Ne garip bir tarzda bunları söylüyorsun!.. Ben yabancılar arasında sokaktaki tesadüflerden bab- setmiyorum.. Gizlice evime gelmeni Abi bim Aaliemmillkmn sim kendini müdafaa mevkiinde kalmıştı. — Köye geleyim de o zaman görüşü © rliz, Fakat şunu bil ki, ne bahasına 0- Jursa olsun, dedikodu çıkmasını iste- mem, Çünkü annemin kulağına böy- le bir havadis gidecek olursa yüreğine iner. Bu cevap kadını nevmid etmedi, iğ — Canım! Geceleri gizlice gelirsin... Biliyorsun ya, kocam, ekseriya, seyahas te gider, İşleri dolayısile pek çok gece- | Jer evde bulunmaz, i * Genç mühendis büsbütün soğuk bir tavırla: — Bakalım! - dedi. - Çok güvenme... ben, konu komşunun gözetmelerinden pek korkarım... iğ Memduha da bu tehlikeyi biliyordu. Onca, civardakilerin dikkatini celbet- meden görüşmenin de çaresi yok değil di. Erenköyünden biraz ötede, annesine den kalma, bahçe içinde küçücük, boş bir evi vardı, Onu hiç kiraya vermez- di. Kendi keyfine tahsis etmişti. Dost- larını orada kabul ederdi; Fakat deli kanlıya burasını teklif etmek cesare- * tini henüz gösteremiyordu, Böyle bir yerden bahsederek onun şüphesini W- yandırmaktan korkuyordu. Atıfa hak verir gibi görünerek: — Pekâlâ! - dedi. - İstediğin gibi ha“ reket edersin. Fakat unutma ki güze- lim, benim en büyük saadetim seni sık sık görmek olacaktır. K gi. “ME EEE. HEEEİEEK EBEBHP 2” 9 MEBLEFEREFERERER LEE, ri