Mayıs 1938 Sahe Y aa Tutumlu kadın Ne Şemsi: — Şöyle istediğim gibi bir kız bul- | sam hemen evleneceğim... derdi. Am- ma alacağım kız gayet hesabını bilir, tutumlu bir insan olmal... Bir erke- ğin iki yakasını bir arıya getiren ka- dindir. Şemsinin ne dereceye kadar eli si- Kı bir adam olduğunu hepimiz bilir- dik. Bunun için onun «gayet tutum- hu, pek hesabını bilir bir kız» arama- 8 çayet tabif idi. Karşısına çıkan, son derecede güzel hattâ zengin kız- Yarın hepsinde aynı kusuru bulmuştu: — Nafile,.. diyordu, istediğim ka- dar tutumlu değil... i Bunu söyledikten sonra mühim bir tavırla ilâve ediyordu: — Malümya... Bir erkeğin iki ya- kasını bir arıya getiren karısıdır. Nihayet Şemsi aradığını buldu. Naciye tam onun istediği gibi bir kızdı. Evlendiler. İlk zamanlarda fi saadetine diyecek yoktu zaman evlenmekten lâf açılsa — Azizim, diyordu, omesudum Mesud... Hem de tam mânasile... Ka- Rim benim iktisad hocam, ben hayatı, Ucuz yaşamağı henüz yeni yeni öğ- Teniyorum, Ve her zaman olduğu gibi gene ilâ- Ye ediyordu: — Malüm ya azizim bir kocanın iki yakasını bir arıya getiren karısı- Aradan dokuz on ay geçmişti. Bir Hece Şemsiye Beyoğlunun büyük birinde rasladım. Hay- Yetler içinde kalmıştım. Şemsi bir Masanın başına oturmuştu. Önünde Şampanya şişeleri. Sağında süzgün gözlü bir esmer, solunda dalyanlar Bibi bir sarışın... Şampanya şişelerinin boşları gidi- Yor, doluları geliyordu. Bizim o ha- 8İS Şemsiyi bu halde göreceğim dün- Yada aklıma gelmezdi. Bir aralık be- Mİ gördü. Masasına çağırdı. Hayret- ler içinde sordum: — Ne o Şe Bu hal ne? İki Yakan bir araya geldi galiba Şemsi bana cevab vermeden evvel: — Ne içersin? dedi, bir şampan- Ya?... İç canım, Alahaşkına iç... Ha- arım için, bir şampanya çek canım... a şaşırıyordum. Çünkü €ekiden Şemsiye bir sade kahve 15- Mârlatmak bile büyük bir mesele İdİ. Şimdi karşımda: «Allahaşkına... için... bir şampanya içiver..» diye israr eden Şemsi miydi?.. Arka- im hatırını kırmadım. İkram Şampanyayı içtim. O bir ara- ettiği hik; — Azizim... dedi, sen benim bu , bu israfıma şaşıyorsun değil 1 Halimi bilsen benim bu yaptık- 'arıma yerden kadar hak verir- Hele seri bir bardak sampanya Yuvarla... Yuvarla yahu, yu- ia bir bardak daha şam- Panya içirdikten sonra anlatmağa başladı; mağ Birader... Kendime tutumlu, 'esâbını bilir bir hayat arkadaşı bu! Mak için ne kadar uğraştığımı bilir- | an, ayet arıya arıya Nariyeyi bul- | Ni gigi benden bin kat tutum- | En kat hesabını bilen bir kadın- e Hi& ona müthiş surette hasis dentlebilirdi, lendik. İlk aylar çok mesuddum. an haline bayılıyordum. Fakât | e Btçtikçe Nariyenin hasisliği | dır, GLÜn artıyordu. Eski bir söz var- | iş .Dinsizin hakkından imansız ge- | derler. Vakıa ben de tutumlu bir Undır amma Naciye derece- Aşın bir hasis değilim. İsrafı mekle beraber benim ne dere- ye İsi sigara tiryakisi olduğumu Evlendiğimizden dört beş ay geç- Ni gün Naciye benim sigara in nda söndürdüğüm sigara iz. lerine şöyle bir baktı: aç parima amma kocacığım... de- » Sem çok müsrif bir adamsın... R sigaraları yarısına kadar m İçmiş sonra tablaya bastırıp bes irmüşsün, Bu gidişle aile bütçe- i mahvedeceksin.. Bu sigaraları Plerine kadar içersen tütün mas- Yarı yarıya eksilir. Çünkü Üğin siparaların yarısını tablada » orsun... Vallahi bu günahtır, İ de onlardan birine dönmüştüm. Üs- Halbuki ben bir: sigarayı iki, iki buçuk santim kalıncıya kadar içe- rim. Bunun için karımın bu fikrine şaştım. Naciye benim bir sigarayı yarım santim kalıncıya kadar içme- mi istiyordu. Onun fikrine göre ben böyle yaparsam daha az sigara pa rası verecektim. Öyleya para ile faz- la sigara almadansa tablaya baslı- rıp attığım izmaritleri içmeliydim!.. Naciye her gün evden çikarken ba- na gündelik verirdi. Bir gün baktım. Gündeliğimden 20 kuruş kesti. İtiraz ettim: — Karıcığım... Sen 20 kuruşumu kestin, Ben bu para ile sigara al&- mam... Verdiğin para ile ancak tram- vaya binebilirim. Sigaram ne olacak? Naciye bilgiç bir tavırla: —- Ben bugün sigaranı temin et- tim. Tabakan sigara ile dolu... dedi” İşime geç kalmıştım: — Peki karıcığım... dedim. Evden fırladım. Zaten ne yapabilirdim ki?. Benden daha ziyade aklı eriyor diye evin idaresini tamamile karımm eli- ne bırakmıştım. Sokakta tramvayın durduğu yere doğru ilerlerken gayet | hürmet ettiğim bir zata rasladım. Onu gökte ararken yerde bulmuş- tum. Kendisile pek mühim bir işim vardı. Konuşa kanuşa birlikte yürür- ken: — Bir sigara buyurmaz mısınız? diyerek tabakamı açtım. Fakat ne göreyim? Aman yarabbil... mun içi ikişer, ikişer buçuk santim bo- yunda bir sürü sigara izmariti İle dolu idi. Yanımdaki zat tabakadaki bu uçları yanık, ağza gelecek taraf- larından tel kadayıfı gibi Wf Mf tütün- ler uzamış, iğri büğrü izmaritler iğ- Tenerek baktıktan sonre: — Teşekkür ederim, dedi, kendi sigaramdan içeyim... Başka sigara beni öksürtüyor. Göğsüme dokunu- yor. Karımın: «Tabakan sigara dolu... Bugün sana sigaranı temin ettim sözü aklıma geldi. Hiddetimden Çıl- dıracak gibi oldum. Naciye evde be- nim içerek tütün dığım bütün sigara toplayıp tabakama doldurmuştu. Naciye gittikçe hasisleşiyordu. Bir | — Saçlarım uzamış... Berbere gi- | dip kestireyim... dedim. Hay demez olsaydım. Naciye: — Aman, dedi. Sen aile bütçesini mahvedeceksin. Berber. berber. berber. On beş günde bir saçlarını kestiriyorsun. Bu israf değil mi?... Getir makası, getir jiletini... Ben en- senin saçlarını alıvereyim.... — Aman Naciye yapamazsın... Na- sıl olur?... Filân diyecek oldum-fakat dinliyen kim? Karım bir şeye tuttur- du mu? Tutturur... Beni bir iskem- deye oturttu. Aksi gibi de o günü çok mühim bir yere gidecektim. Karım saçlarımı kesti: — Vallahi mükemmel, dedi, mü- kemmel,.. Acaba senin usta berbe- rin bu kadar güzel saç kesebilir mi? Al şu aynaya da ensene bak bir ke- re... Ensen meydana çıktı... Aymayı aldım; Bir de enseme bak- İ tam. Dehşetimden bağırmışım... Ha- ni bazan sanser pençesinden kurtu- İ lan başının etrafındaki bütün tüyleri yolunmuş horozlar vardır Yi Ben telik Naciye ensemdeki kare denilen kumaşlar git şe dört köşe gayet acayib bir şekilde kesmişti. Ben bu halle nasıl sokağa çıkabilirdim. Delirecektim. — Ne yapayım? Berbere gidib saç- Jarımı düzelttirebilir miyim acaba? Bu saç düzelir mi hiç? Diye dövünü- yordum. » Halbuki Nariye karşımda: -—— Çingeneye hıyar vermişler, çar- pık diye beğenmemiş... İşte senin saçlarını da mükemmel kestim. Ni- çin beğenmiyorsun... Diye bağırıb çağırıyordu. Berbere gittim. Lâkin berber be- nim ensemi bu halde görünce şa- şırdı: Aman efendim... dedi. Saçları- nızı kim kesmişse ta yukarılara ka- dar kesmiş. Bu saç nasil düzelit?. Uzamasını beklemekten başka çare yok... Saçlarım uzadı. Fakat karım dün- yada beni bir yere göndermiyordu, tablasına bastır- ; izmaritlerini ; 1 — Şekerleme, 2 — Nutuk 3 — Yemek - Mizır hayvan - Dervişle- rin teranesi. 4 — Lükırdı - Beyazın tersi - Şehir. — Bir komşu memleket - Alle ocağı. — lâtife - Sonuna «D» konuma bir meyva olur. 7 — Yağ lekesi - Sonuna «Ra konursa ok olur - Kıvam. 8 — Ehli bir hayvan - Ansızın gelen fe- Miket - Menfi edatı. 9 — Olmuş masal, 10 — Yunanistanın zeytinle meşhur bir yeri, Yukarıdan aşağı: 1 — Gayretli, 2 — Şartlar. İ 3 — Kederlinin her zaman söylediği - Fıkaralık - Nida. 4 — Afrikanın şimalinde bir çöl - bir rengin tersi - Suyu sızdırmıyan topruk Atılgan - Karadeniz kayığı. yetlerimizden biri olur - Byültme. 7 — Kabile - Başına «A» konursa bir ku- maş olur - Avuç içi. 8 — İle muhaffefi - Kayıd - Vücudun yumuşak kısmı, 9 — Hasad sonu, 10 — Beyoğlunda bir bar. Geçen bulmacamızın halli: Soldan sağa: 1 - Barbaros, 2 - An, Alâka, 3 - Bay Fular, 4 - İlâve, Lane, 5 - Liman, Man, 6 - Zanbak, 7 - Eleman: 8 - Heybe, Yukardan aşağı: 1 - Babil, Saha; 2 - Analiz, Ben,3 - Ya- man, Y. B, 4 - Bae, Van, Ebe, 5 - Al, En- beter, 6 - Raf, Al, 7 - Okul, Kenan, 8 - İ Salam, Moda, 9 - Anavatan, 10 - Seren, Name, Türkiye © Ecnebi SENELİK f s AYLIK 1 AYLIK v Posta ittihadına dahil olmıyan senebi memleketler: Beneliği 600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. “Rebiülevvel 6 — Ruzahızır 1 & İmsak Güneş Oğle İkindi hiye Yan E. TM 942 5402 8,55 1400 147 v. 256 4,51 1211 1604 19,10 2057 İdarebane: Babıâli civarı Acımusluk So. No, 17 ker defasında: — Artık öğrendiri... Eskisi gibi fe- na kesmem... Diyerek bent önüne oturtuyor, saçlarımı kesiyordu. Yani her on beş günden on beş güne beni maskaraya çeviriyordu. Ne yaparsın? Serde kı- ibıklık da var. Sözünden .de çıkamı- yorum. Artık Naciyenin hasisliği çekilmi- yecek bir hale gelmişti. Eskimesin diye beni mobilyelerin, kanapelerin, divanların üzerine bile oturtmıyor- du. Yalnız evdeki tahta sandalyele- re oturmak hakkımdı. Bir misafir geldikçe yumuşak, rahat koltuklar- da, yahud ipek yüzlü divanda otura- biliyordum. Daha neler de neler azi- zim... Artık onun cimriliğinden gık demiştim, Şöyle huvardaca bir hayat sürmenin hasretini çekiyordum. Nihayet muradım oldu, Karım iki ay için Bursadaki annesinin yanına gitmeğe mecbur oldu. Kızkardeşi ev- leniyor. Ben İstanbulda kaldım. İşte bu iki aylık hayattan istifade için har vurub harman savuruyordum. Naciye cumartesi günü geliyor. Bu huvardalık cuma akşamına kadar sürecek... Bunun için zamandan is- tifade etmeli... İç yahu, içsene... Bir şampanya daha iç... Garson... Bize siyah havyarla muz getir... Bir şişe de şampanya... (Bir yıldız) — Sonuna «Şe konursı eenup viâ- | Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Tefrika No. 221 Toplar atılmağa başladı, önde ilerliyen paşa gemisinin direğinde Kılıç Ali paşanın bayrağı göründü.. «Kılıç Alİ paşanın muzaffer ola- rak dönmesi bekleniyor. Türklerin Avrupayı teshir ve donanmalarını yeniden takviye ettiği bir sırada İspanyayı kışkırtmak, Venedik cum- huriyetinin istiklâlini bile tehlikeye düşürebilir. İstanbulda: «Koskoca bir Azerbaycanı fethediyoruz du küçücük bir Venedik cuyhuriyeti- ni neden ortadan kaldıramiyoruz?» diyenler gitilkçe çoğalmaktadır. Ve benim göre böyle bir ha- yalin de bir gün kolayca tahakkuk edivermesine hiç bir mâni yoktur!» Çanakkalede ele geçen bu mektu- bü derhal İstanbula ulaştırmışlardı. Üçüncü Murad, elçinin bu mektu- bunu okuduğu zaman, ellerini kaldı. rarak: — Allahım, sana şükür olsun! Düşmanlarımın kalbine bu korkuyu veren sensin! Demiş ve o gün büyük bir sevinç duymuştu. Bu hadiseden sonra, Venedik el- çisine bir şey söylememişlerse de, sarayda bir kabul resminde reisül- küttab efendi bir aralık elçinin ya- nına sokularak: — Umarım ki Venediğe yazdığınız mektuplarda Türkiye aleyhinde çalı- şan kundakçıların suslurulmasını tavsiye etmeyi ihmal etmezsiniz! Demekten kendini alamamıştı. Venedik elçisi, bu mektubun türk- ler eline geçtiğini ancak yahudi Kira vasıtasile öğrenmişti. İstanbulun © devirde arzettiği manzara hemen hemen şu şekilde ta- rif edilebilirdi: Lehliler, İspanyollar, Venedikliler, Tatarlar, Ermeniler, Araplar, Avusturyalair, Ulahalr, Ma- carlar, Bulgarlar... Bunlar oldukça mühim bir kesafetti, Bundan başka İngilizler, Fransız heyetleri de olduk- ça kalabalıktı, Çok karışık bir insan meşherine benziyen İstanbulda gizli entirikaların dönmemesi, gizli anlaş- malar, tahrikler yapılmaması kabil miydi? Şehrin büyük ve dağınık bir şekilde kuruluşunun da, bu- sahada çalışanların işlerni kolaylaştırmasın- da tesiri vardı. Ases kollarının ve atlı asts teşkilâ- tının genişletilmesine bu devirde lü- zum görülmüştü. Asayış ve inzibat Yolunda olmakla beraber, Muradın vesvesesinden korkan vezirler ve hü- kümet erkânı bu arada yeniçeri ocak- larına da ayn vâzileler vermişti. İ Semt semt dolaşan kolbaşları en çok yabancıların yaşayışlarile (meşgul olurlar, onlar arasında çok şüpheli gördükleri şahısları takib etmekten geri durmazlardı. Bir gün tesadüfen Avusturya elçi- sinin peşine takılan bir sipahi boz- “ması - yolda giderken - gari bir hakaretle karşılaşmıştı. Elçi ar na | dönerek: — Beni mi takib ediyorsunuz? Diye bağırmıştı. Biraz ileriden ge- çen atlıases kol başısı vaka mal ne yetişmemiş olsaydı, hadise büy yecekti. Avusturya elçisi Türk dos- tuydu. Her hangi bir kimse tarafından takib edilmesine tahammül edemez- di. Kolbaşı: — Siz memleketimizde serbes ge- zebilirsiniz! Bu adam sizin arkanız- dan tesadüfen geliyormuş. Kendisine böyle bir vazife verilmemiştir. Diyerek elçiye özür dilemişti İşin garibi şu ki, asıl hadiseye ehm- miyet verilmediği halde, kolbaşının elçiye özür dilemesi bir mesele Ol- muş, Muradın kulağına kadar git- mişti. Öyleya... Hükümete mensup her- hangi bir adamın bir elçiye özür di- lemesi, hükümetin şeref ve haysiye- ne temas eden bir hadise değil miydi? En küçük bir hükümet memüuru- nun bile en büyük bir ecnebi karşı- sında boyun eğmesine tahammül ve müsamaha edilemezdi. Üçüncü Murad bu vakayı duyunca, ases kolbaşısının kıçına yüz sopa vurulmasını irâde etmiş ve bu işe fe- na halde hiddetlenmişti. «Kaptan Paşa geliyor!» Halk arasında birşayia dolaşı- yordduz « — Donanma geliyorumuş... Fa- kat, Kılıç Ali paşa Kefede kalmış!» Kılıç Ali paşanın Kefe limanında kalmasının hiç bir mânası yoktu. Türk amipali donamayı nasıl gö- türdiyse öyi bula getirecekti, Kılıç Ali oralarda kalmasın- da ancak Milmal ileri sürülebi- lirdi: Ölüm. Haldbuki Ali paşanın ölme- diği mı Reisülküttap efen- di elçilerle görüşürken: — Kaptan paşa geliyor... Demişti. Kıkç Ali paşa Kefede öl- müş Olsa; reisülküttapın bunu Saklamasındâ ne fayda vardı? Hiç... Bu haberden en çok sevinenler âra- sında Venedik elçisi de bulunuyordu. Eğer bu şayfa doğru çıkarsa, Vene- dikliler bayağı yapacaklardı. Akde- nize donanmanın çıkması teahhür edö- cek ve Akdenizde Venedik korsanları istedikleri gibi yelken açmak, istedik- leri yerde dümen kırmak fırsatını bu- lacaklar, sahillerimizi yine eskisi gibi soyacaklardi. Bereket vetsiri ki, bu haber teeyyüd etmedi, Bir sabah Kizkulesi açıkların- da görünen Karâdeniz donanması bü- tün İstanbulluları sevindirmişti. Her- kes sahillere koşuyor, Türk denizcile- rinden kaptan paşanın hayatta olup olmadığını söruyordu. Biraz sonra toplar İatılmağa baş Tadı ve önde ilerliyen paşa gemisinin sancak direğinde Kılıç Ali paşanın bayrağı göründü. Halk sevinç içinde bağrışıyordu: — Kaptan paşa geliyor... — Kaptan paşa geliyor... Üçüncü Murad Karadeniz donan- masının geldiğini nce saraydan karşılayıcılar gönderdi. Kılıç Ali pa- şayı istikbale giden , heyet arasında divan kâtibi Nasuh efendi de vardı. Nasuh efendi, kaptan paşaya: — Boş geldiniz, devletlim! Gaza- nız mübarek olsun... Dedikten sonra, kulağına eğildi: — Padişah Osman paşadan çok çekiniyor, dedi, kendisine eski iti madi kalmadı. Nasıl, kendisi oralar. da yeni bir muvaffakiyet temin ede- bildi mi? Kılıç Ali paşa, divan kâtibinin di- linin altında bir şeyler gizlendiğini sezmişti: — Henüz büyük bir muvaffakıyet elde edilmedi. Fakat, Osman paşa bu seferde Azerbaycan fatihi olarak dö- necek ve efendimize olan sadakatını bir daha isbat edecektir. Dedi, Nasuh efendi tekrar kaptan paşa- nın kulağına Şunları fısıldadı: — Saraya gidince sakın Osman pa- şanın yeni fütuhatından bahsetme- yin, devletlim! Zira efendimiz Osman paşadan çok korkuyor. — Bu korkuya sebep ne? - Kulağımıza gelen dedikodulara inanmak lâzım gelirse, Osman paşa Azerbaycan ve Kafkas fatihi olarak orada kalacak ve hükümdarlığını ilân edecekmiş. Bilmem ki, bu şayialar doğru mudur? Kılıç Ali paşa, geminin güvertesin- de ayakta duruyordu. Nasuh efendi- nin sözlerini gülmekle karşıladı: ; — Benim tanıdığım Özdemir Os- man paşa yalnız Azerbaycanı değil, bütün Rusyayı ve bütün şimal mem- leketlerini baştan başa fethetse, yine böyle bir ihaneti aklından geçirmez. O, padişaha çok bağlıdır. Yaptığı fütuhata katşılık olarak beklediği bir şey vardır: 'İtimad. — Bu itimadı göremezse ne yapar? Ne demek. istiyorsun, Nasuh efendi? Padişah böyle büyük ve fe- dakâr bir vatansever kumandana karşı itimadsızlık mı gösterecek? — Evet... Biraz önce dedim ya, efendimizin ona itimadı yoktur. Dil lerde dönen şayialara çok inanmış- tır. * — CArkası var) Pİ Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN am saian i Ee Na veri emmema eme e j i RR er