,Bişanlanmışlar o ve > Naciye ile Mahmud Anadolunun | küçük bir kasabasında tanışmışlar, evlenmişlerdi. | Mahmud genç bir mühendisti. Uzun | müddet Avrupada okuduktan sonra memlekete dönmüştü. Anadoluda şi- mendifer inşaatında çalışıyordu. Ye- | Dİ evliler bir müddet sonra İstanbu- | Ia döndüler. Bamimi arkadaşları Naciyeye soru- | Yorlarâı: | — Mesud musun Naciye?... ! Genç kadın ince kaşlarını kaldıra- İ Tak cevab veriyordu: — Bilmem ki... İnsan ruhu, bil hassa kadın ruhu çok garibdir. Ko- cam çok iyi adam. Genç, iyi kazanı- Yor. Fakat meşhur bir şair: <Evli- likte - pek az olmak şaritle - kıskanç- İık lâzımdır. Bir parçacık kıskanç- lık, evlilik çorbasının tuzudur. Ona lezzet verir.» demiş... Ben buna ina- miyorum. İşte bizim hayatımızda bu bir tutam tuz eksik... Size ben garib bir şey söyliyeyim mi? Evlendik ev- | İeneli ben bir dakika bile Mahmudu kuskandığımı bilmem... Çünkü Mah- Mud dünyadan elini, eteğini çekmiş bir adam... O işinden ve benden baş- ka hiç bir şey düşünmez. Onu dün- Yanın en güzel kadınile yapayalnız bıraksam şöyle başını kaldırıp ta bir kerecik olsun karşısındakinin yüzü- me bakmaz. Sonra hayatımızda eğ- Jence diye bir şey yoktur. Ne kadar rar ettim. Onu geçen haftaki ba- loya götüremedim. Hayatımız gayet sakin, sessiz, he- hetansız geçiyor. İşte ben evlilikte- ki bu yeknasak hayatı anlıyamıyo- Tum. Bir karı koca niçin iki âşık gi- bİ yaşamasın? Niçin evlilerin haya” ida âşıklarınki gibi heyecanla eğ- lenceler ile geçmesin?.. Ben kocamı bir âşık gibi biraz da © kıskanarak sevmek istiyorum. Muhakkak ki bü- tün kadınlar kocalarının sadık ol- masını isterler. Fakat dikkat edin | kadınların çoğu biraz çapkınca er- | keklerden hoşlanırlar. Hiç değilse kocalarının, kendilerile evlenmeden evvel epice çapkın bir adam olduğu- NU Arzu ederler. Halbuki ben emi nim ki Mahmud bekârlığında da bö; le saf, kendi halinde bir çocuktu. Onun ben bekârlığında da bir kere- «İk olsun bara filân gittiğini zannet- mem. Arkadaşları Naciyeye: — Aman Naciye bu da derd mi?. Kocanın böyle bir adam olması de- ha iyi ya... Derlerken o gülüyor: — Anlamıyorsunuz, diyordu, be- MİM içimi anlamıyorsunuz... Nihayet İstanbula meşhur bir ti - Yatro srtisti kadın geldi. Beyoğlun- daki büyük barlardan birinde meş- hur artist Klotild bir kaç gece numa- Yalar yapacaktı. Bardaki masalar da- bir kaç gün evvelinden satıl- Muşta. Naciye kocasına: — Ne olur Mahmudeuğum?. Bu Meşhur artisti görmeğe bara gide- lim... Bilirsin ya onun filimlerini ne İar severim... Hem de biraz eğlen- MİŞ olurz canım... Bir kadının da &2 musikiye, dansa, eğlenceye, hey Cana ihtiyacı v .. diye rica etti. Mahmudr-karısının ricalarını Kıra- Madı. Razı oldu: — Ben bari smokinimi giyeyim... dedi, Nâciye içinden gülüyordu. Koca- Mı şimdiye kadar smokinle hiç Börmemişti. Anadoluda, işinde çalı- Şrken kravat bağlamağa bile üşenen Mahmud smokinin içinde kim bilir Me tuhaf olacaktır. Bir müddet son- TA Naciye aynanın karşısında hazır- rken Mahmud, giydiği smo- kinle içeri girdi. Fakat Naciye hay- Tetler içinde kalmıştı. Mahmudun, #nokinle ne kadar zarif bir hali var- » Siyah krayatını bile ne güzel lamıştı. Âdeta filimlerdeki Ame- Jönprömyelerine o benzemişti. Yariye balolarda bir çok erkeklerin Üzerinde smokinin, frağın Adeta ak- , Gİğreti durduğunu, başkası- Yun elbisesini giymiş gibi bir hal al- 1 bilirdi. Halbuki Mahmudun inde smokin sanki bir elbise değilmiş te, kendi vücudünün derisi Eibi tabii duruyordu. Naciye hayretini saklıyamadı: — Kocacığım... dedi, doğrusu se- | nin bu derece şık bir erkek olduğu- nu bilmiyordum. Mahmud güldü: — Bekârlığımdan beri ilk defa smokin giyiyorum... dedi. Evden çıktılar. Bindikleri otomo- bil barın önünde durdu, İçeri girdi- ler. Barda paltolarını alan zenci, Mah- mudu görünce: — Efeudim sizi kaybettik... diye ona âşinalık etti. Naciye şaşırmıştı. Bu bardaki zenci kocasını nereden tanıyordu. Salona girdiler. Bir ma- saya oturdular, Avrupadan gelen meşhur artist Klotild numaralarını yapmağa baş- lamıştı. Hakikaten güzel kadındı. Her numarasından sonra dehşetli alkış- lanıyosdu. Artist numaralarını bitir. dikten sonra sahneden, halkın arâ- sına indi, Gözlerile oturacak bir ma- sa arıyor gibi idi. Avrupalı arstistin gözü Mahmuda ilişince : — Mahmud!... Gözlerime inana- mıyorum... Sen misin?... diye âdeta mübalâğalı bir heyecanla koştu. Mahmudun i tuttu: — Mahmud, hâlâ Paristeki eski genç talebesin... Yüzün hiç değişme- miş... Seni gördüğüme me kadar memnunum... diyordu. Neciye bayretten küçük dilini ya- tacaktı. O kendi halindeki, o işinden ve kendisinden başka bir şey düşün- miyen obabayani Mahmud, bu Av- rTupadân yeni gelen meşhur artisti bu kadar heyecana düşürsün ha... 'Klotild, Mahmudu gördükten son- ra Adeta etrafını unutmuş gibi idi. Genç mühendis, artiste; — Size karımı takdim edeyim... dedi. Klotild o zaman kendine geldi: — Evlendin mi Mahmud? diye sorduktan sonra #wni Naciyeye uzattı: — 'Teşerrüf ettim... Memnun ol dum madam... dedi. Karı koca güzel artiste masaların- da oturmasını rica ettiler. Klotild çok neşeli bir kadındı. Onların masa» larına oturdu. Fakat Mahmudu Klotildden tanıyan yalnız yanından geçerken Mahmuda selâm veriyorlar, âşinalık ediyorlardı Biraz sonra cazband başlamıştı. Kloytild Mahmuda sordu: — Ne o Mahmud?. Senin eski dans | çılgınlığın geçti mi? Artık dans ta mı etmiyorsun?... Hayretimden ba- yılacağım.... Mahmud gülümsedi: ibaret değildi. Bardakl | bir çok kadınlar onların mâsalarının | İ | — Çoktanberi dans etmiyorum. Naciye de: — Hakikaten, dedi, tuhaf değil mi?... Ben Mahmudun dans ettiğini bile bilmiyorum... Klotild: — Aman efendim, dedi, o bir şiir gibi datıs eder... Onun dansı meş- hurdur. Naciye kocasına: — Haydi öyleise dans edelim... dedi, Mahmud evvelâ karısile dans etti. Naciye kocasının bu kadar güzel dans etmesine hayrette kalmıştı. Masalarına döndüler. İknici dans havası başladığı zaman Klotild o neşeli tavrile: — Ah, dedi, benim de canım dans etmek istiyor... Naciye kocasına: — Matmazeli dansa davet etse- Mahmudia Klotild dansa kalktı- lar. Naciye onları uzaktan seyredi- yordu. Hakikaten ikisi bir şiir gibi dans ediyorlardı. Bardaki projek- törler onların üzerine çevrilmişti. Na- ciye işte ne zamandanberi istediği evlilik çorbasının tuzu olan kıskanç- lığı acı acı kalbinde hissetmişti. Bi- rTaz sonra onların musasına Malhımu- dun eski bir bekârlık arkadaşı gel- di. Ferdi... Mahmud, Ferdiyi karısı- na ve Klotilde takdim etti. Ferdi bi- raz sarhoştu, Biraz da patavatsız bir adamdı. Naciyeye: — Sizi tebrik ederim, diyordu. Dün-! yanın en uçarı çapkın adamından gayet iyi bir ev erkeği çıkarmışısı- nız... Mahımudun haline hayret edi- yorum doğrusu... Darısı bizim ba- şımıza... dedi. O gece bardan dönerlerken Mah- mud: -- Kancığım, dedi, bazı insanlar evlilik hayatını, âşıkların hayatına benzetmek isterler. Birbirlerini bi- raz da kıskanarak sevmek arzu eder- ler. Birbirine benziyen, sakin, ses- siz, muntazam evlilik hayatından lenmıyanlar da vardır... Hattâ kocasının çapkın - bir erkek olması- nı: istiyen kadınlar da vardır... Son- ra bir çokları evlendikleri halde hâ- lâ basdan, danstan elini, eteğin! çek- / mek istemezler... Naciye kocasının sözünü kesti; — Ben öyle düşünmüyorum Mah- mud... dedi, ben sakin, sessiz, mun- tazam bir evlilik hayatı isterim... Er- kenden yatmalıyım , o erkenden kalkmalıyım Ove kocamı zerre kadar kıskanmamalıyım. Öyle bar eğlenceleri bekârların olsun... Hem kocacığım... Tekrar Anadoluya ne zaman gideceğiz?... (Bir yıldız) Yazın insan kendini daha kolaylıkla üşütür ! “Nezle Başağrısı Kırıklık Dikkat ediniz Bu ilk tehlike alâmetlerini görür görmez derhal A4deyâ ALMAK LAZIMDIR. NEVROZİN soğuk algınlığının fena akibetler doğurmasına mâni olmakla beraber bütün ıztıraplarıda dindirir. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. İsmine dikkat, Taklidlerinden sakınınız. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No. 216 Üçüncü Murad, Zühreyi görünce kasırgayı unutmuştu. Çerkes dilberi on dördünü tamamlamış bir içimsu idi. O gün, bu tesadüf; üçüncü Mura- | dın hayatında saadet ve felâketin bir | anda birleştiği acı bir vakanın ha- | tırasını taşıyordu. Murad, ortada | hizmet eden cariyelerden birine göz- | koymuş, yanına çağırmıştı. Bu kız, Osman kâhyanın yalısına geleli henüz bir yıl bile olmamıştı. Çok sevimli, çok sehhar bakışlı bir Çerkes güzeliydi. On beş yaşında kadar vardı. Saçları misir püskülü gibi sarı ve parlaktı. Gözlerinde in- sanı kendine çeken kuvvetli bir ca- zibe vardı. Ya edası. yürüyüşü Bel büküşleri.. Dudağının vcile gü- Yüşleri.. İşte Murad bunlara bayıl- mıştı. Bir aralık: — Kız senin adın ne? Diye sordu. Çerkes dilberi bir lâle gibi boynu- nu bükerek cevab verdi: — Zühre... Murad gülmeğe başladı: — Çok güzel. Kim koydu bu adı sana? — Kâhya efendi. Aferin Osmana. Zevki selim sa- hibi imiş. Evvelâ seni buluşu, sonra sana bu adı verişi, Murad sözünü tamamlamadan, Zühreyi yanına oturttu, okşamağa başladı. Öteki cariyeler, hünküârm (halvet olmak istediğini anlayınca, birer bi- Ter çekilip gittiler. Darüssaade ağa- sile Osmanın ağası Cafer kapıda bekliyorlardı. Murad bir aralık: — Kız sen bir içim suya benzi- yorsun! deği. Bugün denizde geçir- diğimiz felâketten sonra, bir maidel semaviye gibi, Alalh mı gönderdi se- ni gökten? Zühre gülümsedi, medi, Bu sırada Paşakapısına haber sa- larak, Osman kâhyayı aratmağa baş- Tanuşlardı. Padişahım, büyük bir ölüm tehlikesi atlatarak, bin müş- külâtla sahile çıkabildiği haberi der- hal Üsküdara yayılmıştı. Padişahın böyle bir tesadüfle Os- man kâhyanın evine uğraması, Os- manı sevindirmişti. Bu haberi alın- ca yalıya koştu. — Efendimize geçmiş olsun. Diyeceğim, dedi. Fakat, darüssan- de ağası padişahın geçtidiği felâket- bir şey söyliye- İ ten sonra biraz İstirahat etmek iste- diğini söyledi, yanına bırakmadı. Üçüncü Murad, denizde çok kork- tuğu halde, Zühre ona bütün izti- rablarını, bütün kederlerini unut- turmuştu. Şehzade Mehmedi - yağmur dinin- ce - Mihrimah sultanın sarayına gö- türmüşler, orada elbisesini değiştir. mişlerdi. Fırtınadan sonra halk sokaklara dökülmüş, padişahı görmek için bek- leşiyordu. Halbuki, Murad, Osman kâhyanın yalısında yeni bir âleme dalmıştı. «Billâr Okadehlerle şarab içerek, güzellikte (Hoşeda) $ 5 gede bırakan yeni mahbul mi kadar parlak gözlerine mestoluyor» du. Zühre, Muradın sonsuz Htifatına ak masumane ezilip bükülüşleri- le mukabele ediyor, bir şey söyle- mekten çekiniyordu. Murad: — Sesini duymak istiyorum, Züh- re! p Diyerek Çerkes dilberini dizinin dibine oturtmuştu. Zühre, padişaha yaklaştıkça sikı- ıyor, pembe yanakları büsbütü zarıyor, üçüncü Murada söş söz bulamıyordu. Haremağasının bir aralık tepsi içinde getirdiği şarabdan Murad ken- di elile kadehleri doldurdu. Bir kade- hini Zühreye uzatarak: — Bir yudumda içeceksin! dedi. Zühre emre itaate alışmıştı. Zehir olsa içecekti. Önüne bakarak barda- ğı bir yudumda midesine boşalttı. Murad yeni dildadesini fazla sık- madı, bakıp Gülerek sordu: — Nerelisin sen? — Adapazarında büyüdüm. Kü- çükken gelmişim oraya. — Anan baban var mı? — Var. — Neredeler onlar? — Adapazarında. © — Ne iş görürler? — Çifçidirler... — Servetleri var mı? — Olsaydı 'beni satarlar mıydı? Biricik kızlarıydım. — Demek seni para ile sattılar, öy- le mi? — Evet. Dedi. Murad genç kızın anasına babasına hasret çektiğini bakışların- dan anlamıştı. — Üzülme, dedi, onları hemen İs- tanbula getirteceğim. Yakında ana- na, babana kavuşacaksın! Zühre birdenbire sevinçle başını kaldırdı. İçi titriyor, gözleri gülüyor- du, Murad bir kadeh şarab daha içti. — Haydi, sen de iç bakalım! Zühre ikinci kadehi de bir yudum- © da içti. Gözleri birdenbire dumanlandı. Murad: — Seni kim satın aldı? Diye sordu. Zühre sıkılarak sevab verdi; — Esirci bir kadın... — Kaç lira verdiler? — Babama iki yüz altın vermişler. Fakat, beni Osman kâhyaya dört yüz altına sattılar ve hemen Üsküda- ra (1) getirdiler. — Bir misli fazlasile ha! Sonra kendi kendine mırıldandı: Halamın kâhyasıda ağzının tadını bilenlerdenmiş... Pekâlâ, Züh- rel Bende seni Osmandan satın alacağım. Ve bütün aileni Adapa; rından İstanbula getirteceğim. Osman kâhyanın kıskanç cariyele. rinden kurtularak padişah sarayına gidecekti. Orada rahat edeceğini sa- nıyordu. Öyle ya, padişah gözdesi ol- mak ta yanı kraliçe olmak demekti. Kim bilir? Belki de günün birinde hasekiler sırasına geçecekti, Murad o gün geç vakte kadar 9s man kâhyanın yalısında kaldı. Yalıdan ayrılırken, Osman kâh yaya: K — Zühreyi yarın erkenden saraya gönder. Bedelini hazine emininden alırsın! Dedi. Osman kâhya başına gele- ceği önceden tahmin etmişti. Mura- dın göz koyduğu bir kadını onun elinde kim alabilirdi? — Amap şevketlim, dedi kulunu- zun bir hediyesini kabul buyurmak- la Osmanı ihya etmiş olursunz! Zühre ancak siz şevketlime lâyık bir çiçekti. Onu ben koklamağa kıya- mamıştır. Üçüncü Murad saltanat kayığına atladı. Şehzade Mehmed o gece Mih- rimah sultanın yanında kalmıştı. Murad sarayına döndüğü zaman su- lar kararmış, hünkâr iskelesindeki meşaleler çoktan yanmıştı. (Arkası var) (1) Rumlar eskiden Üsküdara Chryso- polis derlerdi. Sebebi de akşamları gurub eden güneşin altın ziyalarile par parıl yanması idi. Gurub Üsküdardan görün- düğü kadar hiç bir yerden bu derece gü- zel görünmezdi. Lâlinler Skütari diyor- lardı, Bir Skütari de Amavudlukta vardı. Türkler ikisini birbirinden ayırd etmek için birinciye, yani İstanbuldakine Üskü- dar, ii ye de İşkodra derlerdi. Türkler İstanbulu almazdan önce de Üsküdara gelir giderlerdi. Hattâ Orhan bey, Bizans imparatoru Kantakuzinos'un kızı Teodora ile evlendikten sonra dört oğlu ile bera- ber Üsküdara gelmiş ve Bizans imparato- ru tarafından kendilerine parlak bir zi- yafet, verilmişti. ge — Yakında BİZANS KAPILARINDA . DİŞİ KORSAN