25-Nisan 1938 - Hollivuddan Meksikaya... Amerikanın Monte Karlosu Agva Calientede bir gece Burada ne servetler uçup gitmemiş... Yalnız Dolores del Rio 400 bin dolar kaybetmiş ! İşte nihayet Meksikanın meşhür eğ- Bence şehri... Bütün Amerikanın Mon- te Karlosu, eğlence, kumar ve rumba memleketi Agva Caliente... Buranın yalnız Amerikada değil, bütün dünya- da büyük şöhreti vardır. Dünya zen- ginleri kumar oynamak, ve tam mâ nasile eğlenmek için Agva Caliente'ye geliyorlar, Agva Caliente yeryüzü zen- ginlerini çekmek hususunda Avr panın Monte Karlosuna en büyük ra- kiptir, Birçoklârı Agva Caliente'nin Monte Karlo'yu bastırdığını söylüyor- lar. Çünkü Agva Callente'de Monte Karlo'da olamıyacak birçok şeyler vardır. Evvelâ Caliente, dünyanın en delicesine eğlenilen yeridir. Bütün re- simierinin altında ismile beraber şu cümle yazar: La Rumba and Row lette... Bunun için Yenidünyadaki Kane dalı, Alaskalı, Amerikalı, Brezilyalı, Arjantinli, Perulu milyonerler Monte Karolya gitmek üzere tâ Avrupaya ka- dür uzanmadansa Agva Calliente'ye geliyorlar, Burada hem istedikleri gibi kumar oynuyorlar, hem de Meksika- nın meşhur rumbaları arasında can- larının diledikleri gibi eğleniyorlar... Otobüsümüz meşhur Agva Callente kumarhanesi yanındaki küçük otelin önünde durdu. Gec: Otelde elimizi, yüzümüzü yıkadıktan sonra dışarıya fırladık. Çünkü Agva Callente demek, gece Alemi demektir. Kumarhaneye girmke için âza ol- mak lâzımmış... Fakat gazino kıs- mına girmek mümkün... Bizim otel, öteki otellerle kumarhane hep bir şir- ket tarafından işletiliyormuş. Otelin defterinde gazeteci olduğum yazıldr- ından, gazinonun başgarsonu yanı- mıza yaklaştı: — Arzu ederseniz oyun salonlarını gezebilirsiniz. Gazeteciler için serbes- tir; dedi. Meksikâda gazetecinin küçük çap- ta bir kral kadar ehemmiyeti var. Ga- getecinin önünde açılmıyan kapı yok gibi... Bilhassa Amerikalı ve ecnebi gazeteciler pek rTağbette... Sonra - ne derin bir gaflet - gazeteci denildi mi? Burada akla zengin bir adam geli- yor... Cepları dolarlarla, ceklerle do- Iu Amerika gazetecilerine Agva Cali- ente'nin roulette Salonları o kadar alışmış ki biz masaların etrafında do- laşmağa başlar başlamaz, krupyeler hürmetle selâm verip yer gösteriyor. lar... Gazi Bir masanın başında ilk gözüme ili- şen Dolores del Rio oldu, Ağzında si- garası, dalgın oynuyor... Önünde bir öbek fiş... Yanında küçük bir patlican, dolması kadar irt bir yaprak sigarası- nı dudakları arasında güçlükle tutan #labildiğine şişman, dazlak kafalı bir Agva Caliente kümarhanesi adam var... Dolores del Rio bu adam- Ja beraber oynuyor... Burada kimler yok ki?... Alaskalı milyarder kürk tüccarları, Brezilyalı kahve kralları, vücudünün harikulâ- de güzelliğile Yenidünya erkekleri ara” sında ihtilâller koparan meşhur Kü- balı dansözler, Havanalı tütün kral ları, Arjantinli milyarder celep, ko- yun ve et tüccarları, Amerikadan kaç- mış, hakkında hiçbir delil Olmadığı için bir türlü yakalanamıyan yüzü güö- zü yara izlerile dolu eski, fakat paralı gangsterler... Babalarından kalan mi- rasları burada eriten Kansaslı genç kowboylar, Arizonalı portakalcılar, meşhur sinema yıldızları, muharrir- ler, gazeteciler... Ve Avrupada Pariste dikiş tutturamıyarak buraya kapağı atan sefih yüzlü, eğlence düşkünü be- yaz Rus dilberleri... Ortada dönen milyonlar... Öbek öbek dolar... Hattâ bir avuç fiş mü- kabilinde kulaklardan, parmaklar- dan, bileklerden çıkarılan kiymetli küpeler, yüzükler, bilezikler... İşte Yenidünyanın Monte Karlosu meş- hur Agva Caliente... Milyarderlerin, bilmem ne krallarının, harikulâde gü zel kadınların arasında tabii bütün dünya polisi tarafından aranılan bey- nelmilel serseriler... Burada me servetler uçup gilme- miş?... Yalnız Dolores del Rio bu be- yaz duvarlı gazinoda 400,000 dolar kaybetmiş... Komik Malek şimdi beş parasız kalmadan evvel burada yüz binlerce dolarını yoketmiş... Gene meşhur sinema yüdizı Telma Tod'u bir gece buradan dönerken Meksika - Amerika hududunda, lüks otomobili içinde öldürülmüş bulmuşlar... Gazinonun içinde delicesine bir rumba çalınırken çok defa dışarıda | bir tabanca patlar; bir hurma ağacı- nın dibinde, servetini son santimine kadar Avga Caliente'de yemiş eski bir milyonerin ölüsü bulunurmuş... İşte Agva Calinete... Bugün Meksika hükümeti Ameri- ka llududunda katiyen kumar oyna» tılmamasına karar vermiş... Bunun için Agva Callente can çekişiyol a Caliente'nin sahibi bir Ame- | Adamcağız kan ağlıy A Ertesi günü Agvâ Callentenin civa rındaki ormanlarile meşhur köyleri- ni gezdik, Burada hadsiz hesapsız yaş- Mh ağaçlar var, Sağdaki ağacı gösteri» yorlar, ilâve ediyorlar: — 1000 yaşındadır. Soldaki ağacı işaret ediyorlar: — 1200 yaşındadır... Her adımda ağaçların Zaro ağala- rından birine raslıyoruz... Ormanın sirkasına bir Meksika köyüne rasladık, Buradaki evler dünyanın en acaip bi- naları, Yanımızdaki rehberimiz: — Amerikada halk ilk aparlıman şeklinde evleri bu köylerde yapmış- Jardır... Bakınız bülün köylüler spar- tıman şeklindeki evlerde oturuyorlar. Hakikaten gördüğümüz binalar pek ömürdü. Kerpiçten yapılmış bir ta- kım apartıman şeklinde köyevleri... Merdivenleri dışarıdan... Her katında bir aile oturuyor. Her apartıman dairesinin üstü birer bal- kon şekline konulmuş. Bu balkonların üzerinde gitara çalan, şarkı söyliyen, kastenyetlerini şakırdatan Meksikalı kadınlar var... Meksikanın meşhur eeaip çarşılarını, pazarlarını gezece- ğimiz için köylerde fazla kalamadık... Hikmet Feridun Es Yazan: Sermed Muhtar Alus 'Tefrika No. 42 NANEMOLLA — Bence de gerekmezdi. — Kim umardı? — Şayanı hayret şey... — Betvefki dilhah hareket edeme- di vesselâm! — Erkânı harblik başka, harb ve darp başka... — Askeri kitablardaki tabiyeye mabiyeye kulak verme, zırvadır cüm- lesi.... Zavallı müşireik hepsinin gözüne diken. Vecde gelmişlerden biri yerinde duramayıp ayağa kalktı: — Serasker Koca Namık paşanın Rauf paşaya çektiği telgraf ta serâpa eseri bercesledir, nişanei besalet ve hamasettir. Bir İstanbulinli vezir, susamadı: — Reyi samileri mincihetin musip ise de telgrafhamel mezburdeki sebkü raptın düşüklüğü, seci ve ka- fiyelerin zaafı... — Yooo, bu lâfı kabul etmem. Öy- le dar bir zamanda inşa ve kitabet sökmez, Koca serasker erkekçesine yazıyor, kesip atıyor. (Piva kasaba- sında ihata edilmiş taburu kurtar- mazsan, diyor, Allahın, peygamberin, padişahın lâneti üzerine olsun!)... Gördün mü tabanının altı öpülecek er oğlu eri? Evvelce Fuad paşanın âvukatlığı- nı yapmış olan zat, gene kelâma ağaz etti — İhvanina, biraderi mükerremim paşa hazretleri demin şerzimei kalile buyurdular. Bu mütalâsi devletleri» ne maalesef iştirâk edemem. Merku- min bütün Bosna ve Hersek halkı, Karadağ ve Sırbıyadan iltihak eden cemmigafir de caba,., Nemçelunun, Prusyalının, Moskoflunun bir ara- ya gelerek Macarlıya yazdırdıkları nota... Neydi o Macarlının adı? — Andriyal.. — Rum değildi yahu!.. — Andriomeno... — Tâtifeyi bırak, o da Beyazıdda- ki fotografçının ismi Gene bir erkân minderinden, gâ- yet hürmetkâr bir ses çıktı; — Andrasi, paşa hazretleri... İsmi soruşturan: — Ya "beni Andrasi ettin, ya da sinyoru paşa hazretleri yaptın ya hul.. deyince kahkahalar yayıldı. Alaycı paşa devam etti: — Evet, Macarlınm notası bize dayandıktan sonra Bosna Hersekli- ler daha yüz buldular, — Fransız ve Alman konsolosla- rının Selânikte katli keyfiyeti de efrence karşı mevkiimize büsbütün tüy dikti, Az söyliyen, çok dinliyen, yani ke- lâm gümüşse, süküt altındır fehva- sile âmil olan paşa, altını tepip gü- müşe rağbet etti: — Tuna vilâyetindeki hadisata, Bulgarların da gayretkeşliklerine ne buyurulur?.. . Dün ve “evvelki gün, meclisi hâsta okunan telgrafnameler muhteviyatı fevkalhad garib... Söy- lesenize paşalar, sizler de “işittiniz. «Diğerlere:»> Şimendifer hat komiseri Antonyadis denilen zıpır, Zankof na- mında bir sergerdenin Yanboluda büyük bir Bulgar çetesi kurduğunu, ehalii müslimeyi katliam eyliyecek- Jerini, hufyeten Babiâliye bildiriyor. Edirnedeki Şevket paşaya, icab eden kıtaatı alıp derhal Yanboluya hare- ket etmesi emri verildi. Paşa gitti, O Antonyadis Maryolu hepsini işkembel kübradan atmamış mı?.. Meğerse çe- tebaşı dediği adama 500 lira borcu yarmış keratanın. Bu parayi deve yapmakmış maksadı... Bölkeyif Tayyar paşadan hiç ses, sada yok diyeceksiniz. Yukarıda söy- Jedik. Devletlü, pırnığı fazla kaçır- dığından ağzı eğri, gözü şaşı, neye lâfa karışsın da mostrasını bozsun? Keyfi bol adamın böyle keyif kaçırı- cak şeyleler ne alâkası var?... Bununla beraber, (evet!.. Sahi mi?.. Yok a canım!..) larla baş sal- uyarak işi geçiştiriyordu Saat alaturka beşe, gece yarısına yaklaşmış. Misafirler hazeratı hâlâ gırdalar. İçlerinde esniyenler var; kazasker efendi gibi uykuya varan- Jar da, Sirtikler bitişik odada dokuzdo- guruyorlardı. Bolkeyif paşayı ziyâret kararını sabahtan verdiler ya, iki dertli karşı karşıya dertleşmişler, birbirlerine da» ha ziyade yaklaşmışlar, akşamı da iplerle çekmişlerdi. Tufan efendi daha sabırsızdı. Bir an evvel gidip işleri yola koymak ar- zusunda idi. Hava kararırken ayak- lanmış, yatsıyı bile beklemedn deli- kanlıyı evden çıkarmış, oKadirgayı boylamışlardı. Hakikaten konak kapısının iki ka- nadı ardına kadar açık, Kırmızı çep- kenli ve şalvarlı, Trablus kuşaklı, sâhtiyan silâhlıklı, tabancalı bir ka- Pıcı, bunları gözü tutmadığı için sor- muştu: — Kimi istiyorsunuz, mı? Altıkarış: (Devletlü paşa efendimiş hazretlerini!) cevabını verince, (ge- çin!) diyerek içeriye salıvermişti. Ucubucağı bulunmaz bir bahçe. Yeşli çimenler, çiçekli tarhlar, büyük ağaçlar. Bir taraf boyiuboyunca kuş çiftehanesi, güvercinlik; teller ârka- sında tavuslar, sülünler, berç tavuk Tarı, çeşid çeşid tavşanlar, İrfan adımını zor atmada. »Hem şaşkın, hem tereddüdde... Şimdi paşa kabul etmezse onla- rı... Meşgulüm 'dedirtirse... Ağır dave ranıp geldiklerine bin pişman eder- se... baş ağayı Tufan, koluna asılmada ve cesaret vermede: — Babacığının bunca yılık hatırı var, ayak altına alı mi hiç?.. Bak ne kadar hoşuna gidecek, senin al- nımı bile öpecek, Arabayı hazırlatıp Sır kâtibini sadrâzama, şehislâma bu gece göndermezse gözüm çıksın!, Bahçede yürürlerken, gencin zih- ninde bütün eski günler... Dünyanın haline bakın bir kerre.. Bu da vezir dairesi, babasınınki de vezir dairesi idi. Bir bu hasbahçeye, bu saraya bak, bir de Koskadaki viran konağa, harab bahçeye, Zavallı Abdülmen- | nan paşa... Karşılarına çıkan ağaya da Tufan elendi şu cevabı vermişti: — Devletlü paşa efendimiz hazret- lerinin hakipayine yüz süreceğiz! Selâmlık bölüğünde, küçükçe bir Odayı götürülmüşlerdi... Üst katta bir şenlik ki değme gitsin... Kıvrak bir keman, oynak bir ut, çalâk bir kanun ahenklerine tatlı, şakrak kadın sesleri karışıyor. Mu- hakkak cariyelerin bir incesaz taki- mi. Şaşkoloz, durmadan O yanındakint dürlüştürmede: — Buyur bakalım, herifin ehli ke- yifliğini söylemedim miydi? Arkasından, fesi kaşa yıkıp bıyık buruşta: — Kanaryaları, kumruları, piliçle- Ti karşısına dizmiş; yaşıyor. Sanki gebermiyecek!... Sekiz, on dakika sonra, suratının bir tarafına kızgın ütü geçirilmiş gi- bi. sakalı ve bıyığı yarım, temiz gi- yimli bir adam odaya girmişti. Zi- yaretçilerin kim olduğunu, arzı ubu- diyet edip fazla tazdi etmeden gide- ceklerini öğrendikten sonra çıkmış Ye çabuk dönmüştü: — İntizar buyurun, paşa hazretle- ri sizleri görecekler!. Bu yanık suratlı adam, veziri Ali- şanın sir kâtibi imiş. Tufan efendi, gene dürtmede: — İşte sadrâzama, şehislâma, es- teğe kösteğe bunu gönderecek. Göre- ceksin, arabaya oturtup şimdi yoll- yacak... Yukarıki cümbüş devamda. Bolke- yif paşa, keyfin gâyyasında, Sayha- Yarı basıyor: — Ömrün artsın, çık meyanı Gamzel... Vur mızrabı Azmiğil!... Patlat tefi Benâinigâr!., Derken efendim, bir cürcüna, bir cürcüna, (Atımı bağladım ben bir ormana) türküsüyle zil şıkırtılaır, el şapırtılari... Gırtlaktan kalın sesle: Aman gıdı gıdı da gel, gel, gel Canım çıtı pıtı da gel, gel gel... lere, güm güm tepinişlere bakılırsa paşa da oyuna kalkmış. Tufan, olurduğu yerde oynarken fesini çıkarıp kafasını uzatıyor: (ârkası var), '