Sahife 6 PAZARTESİ KONUŞMALARI: Ikinci makale Yakup Kadri, son romanında, şim- diye kadar terkip ve inşa bakımından gösteremediği büyük bir muvaffakı- yete ermiş bulunuyor. (Nur Baba) da roman, parça parça tablolardır. (Ki- ralık Konak), şimdi izi kalmamış bü- yük evlerimizdeki gibi biribirile mü- nasebeti az, dağınık daireler intibamı verir. (Ankara), Ankaranın, bir oda- sı dalma natamam bırakılmış eski ev- lerine benzer, bitmemiş gibi görünür. Halbuki (Bir Sürgün) ün kahrama- nı doktor Hikmet, bütün romanın mihveridir. Âlemler, vaka ve hâdise- ler, onun etrafında döner. Heyeti mec- müasile semavi bir manzume arzeden bu vukuat, doktor Hikmetin görüşü, anlayışı, duyuşu; bir kelime İle yaşa- yışı, merkezinin cazibesinde hareket eder. En objektif olmak iddiasında bulu- nan bir romanda bile mubarririnin yokolması imkânsızlığı göz önünde tutulacak olursa - (Bir Sürgün) ün ve onun kahramanı olan doktor -Hik- metin varlığında Yakup Kadriden'ne kadar çok şey bulunduğu kolayca fars kedilebilir. Hemen her eserinde yaşa- dığı devri ve hâdiseleri kendi zati adı sesinden geçirip tekrar yaşatan Yar kup, bu romanında da ayni maksad- la hareket etmiştir. (Kiralık Konak) taki genç şalr, (Nur Baba) daki Ma- cid, (Hüküm Gecesi) indeki Kerim, (Yaban) daki Ahmed Celâl, ne kadar Yakup Kadri ise; bu romanlarda yâ- şattığı Bektaşi tekkesi, İttihad ve Te- rakki ve harbi umumi, mütareke dev- ri, milli mücadele zamanları da o ka” dar kendisinin içinde bulunduğu mu- hitlere akseden vaka ve hâdiselerdir. Yakup Kadri, en ilmi ve mevzuu en maddi meselelerde bile büyük bir süb- jektiftir. İç hayatının şiddeti ve de- rinliği, onu hiçbir içtimai manzar nın satlunda ve dış görünüşünde tu- tamamıştır. (Erenlerin Bağından), girdiği andanberi bir türlü çıkmağa muktedir olamıyan büyük edip (ona bu sıfatı düşüne düşüne ve bile bile veriyorum) objektif ve bitaraf kal- mağa cehdettiği mevzularda bile da- ima hislerinin, heyecanlarının zebu- nu olmaktan kurtulamamıştır. (Bir Sürgün) de bu ulvi taralgirliği, sana- tanın lehine olarak görmekteyiz. Yakup Kadri, doktor Hikmetin şah- sında garbı ve bizde onun en çök ta- nınmiş bir parçası olan Fransızı, mu- hakemeye çekiyor. Romanında Fran- &iz cemiyetinin bize arzettiği safha- ları, onun maddeye ve menfaate her kiymetin üstünde ehemmiyet yeren insanlarının yaşadığı . muhitlerdir. Otelei, lokantacı, sokak kadını, aç Tes- sam, dâvasını kaybetmiş şair, ilmine mağrur ve tezyifkâr profesör, hususi hayatının bir cephesinde basit ve ipti- dai olan akademisyen, romanda ras- geldiğimiz tiplerdir. Yakup ta pek güzel bilir ki bütün Fransa ve her Fransız bunlar değil- dir ve “dir ve böyle değil le değildirler, Fakat o, inki- razının korkunç gürültülerini yakın- dan duyduğu, yaşlı gözlerle yıkımının hazin manzarasını seyrettiği Osmanlı imparatorluğunun ölümlü mukadde- rinde rol almış Avrupaya oları kin ve gayzını dile getirmek için elbette onun asli, yüksek cephesini almıyacaktı, Bi- | raz evvel dediğim gibi o, aslâ bitaraf bir hâkim değildir. Yalnız romancı olarak kendisini şu noktadan tenki- de hakkımız olamaz ki, aldığı ve tasvir ettiği tipler ve muhitler hakikaten vardırlar, yaşamışlar ve yaşıyorlar, (Bir Sürgün) Ün malzemesi asla kap- lama değildir, temizdir ve asliyetleri- ni muhafaza eden birer içtimai rea- Bitedirler. Doktor Hikmet, iradesi zayıf, bilgi- lerini hayatın hakikatlerile karşılaş- tıramamış, kültürü derme çatma, Ç6- kingen ve kaygüı, fakat ruhça nezih, dış âlemden çok kendi benliğine gö- mülü, hayatın maddi taraflarını hiç hesaba" katmıyacak kadar maddeye düşman bir insandır. Yakup, bu:ma» raz sâyılacak vasıfları verdiği kahra- manında eski Türk münevverinin ka- rakterini çizmiş bulunuyor. Fransayı ve Fransızı onun gözile göstermekte dir. Romanda ideolojik taraf, (Yaban) dakinden çok daha meharetle vukua- tın seyri içerisine yedirilmiştir. Bu sa- hifeler, Yakup Kadrinin materyalist bir anlayışla Osmanlı tarihine bakan yabancı ihtilâl gençlerinin dilinde neler düşündüğünü bize işa ediyor. Ruh ve madde kutuplarının arasında hâlâ bir rakkas olmaktan kurtulamı- yan Türk romancısı, materyalizmin tebarüz ettirdiği medeniyet içinde madde üstünlüğünü orada büyük bir fikir açıklığile anlatmaktadır. Onda arasıra, ideolog olduğu zaman Taslak dığımız snobizm'den bir zerre bile ol- maksızın bu fikirleri söyletiyor, şer- hediyor ve zıdlarile karşılaştırarak - hiç ders verme edasına düşmeksi- zin - bizi tenvir ediyor. Buraya kadar soğukkanlı olan Ya- kup Kadri - affedin doktor Hikmet diyecektim - , memleketinin yarı müs- temleke olduğu hakikatine varınca bitkin bir hale geliyor. İçleniyor ve gözleri yaşarıyor. «Şu halde Tayif'te boğazlanan kahramanım şehadeti de- mek ki, boş bir hareketin cezası imiş! Demek ki, Fizan'dan Bitlis'e kadar bend hürriyet aslanının vaveylâları beyhude bir şamaladan ibaretmiş! Demek ki, Fizanıdan Bitlis'e kadar Türkiyenin zindanlarında prangâya vurulan yüzlerce, binlerce genç vatan evlâdı bir çürük dâva yoluna can çeki- şiyor...» Doktor Hikmet bunlara bir türlü inanamıyor. «Türkiyenin inhi- tat ve inhidamına sebep Avrupa dey- letleri imiş! Ne tuhaf bir iddia!; di- (Devamı 9 uncu sahifede) Hasan - ÂH YÜCEL Aşk ve macera romanı Nakleden: (Vâ — Nü) Hepsi birden bağırdılar: — Anlat, anlat!.. Neymiş Allah aş- kına! İçiyorlardı. Sarhoşluk haddi gaye- sine varıyordu, 4 Ökse »— Haydi! Nazın yeter! Anlat baka- hım! - dedi, Her kafadan bir ses çıkıyordu: — Yalan söylüyor. — Öyle usul de olur mu imiş?! — Caka ediyor! Mümtaz, yerinden fırladı. Masaya bir yumruk vurdu: — Susun olan! Anlatacağım!.. Zi- yafetin masrafını da, vadettiği gibi, Ök- se çekecek, Ve, büyük bir coşkunlukla, yaptığı iğrenç şeyleri, marifetmiş gibi anlat- tı: Peyman nasıl elde ettiğini, evden içeri nasıl girdiğini, Ferihayı nasıl tu- zağa düşürdüğünü, ilh, ih, bir bir hi- kâye etti, Anlattıkça coşuyor, coştukça izahat veriyordu, Fekât tam hikâyesinin nihatetine varmıştı ki, bölmenin ince kapısı, bİr (staz yumruklarını sallıyarak bağır Tefrika Ne. 31 tekmede açıldı, İki erkek birden içeri- ye girdi: Bunlar, Cahidle doktor Rah- mi idi, Sivil kıyafetinde olan genç subay Mümtaza yaklaştı ve ona bir şamar aşkederek: — Sen, alçak, rezil bir herifsin! - de di. Ökse, boş bir şişeyi ele alarak, arka- daşmı müdafaa etmek istedi Fakat Rahminin tekmesini yiyince yere yu- varlandı, Kadınlar bağrışıyordu. Cımbız, sar- hoşluğu arasında: — Yavaş olun be! - diye mırıldandı, Bir köşeye oturarak bir şarkı ho- murdana homurdana sızdı. Ani taarruzun tesirile şaşıran Müm- taz, kendini topladı. Eli masanın üze- rinde bir bıçak aradı, Hasmına taar- rTüz etmek üzereydi ki, daha şiddetli bir yumruk, onu sendeletti, Patırdıyı işiden garsonlar koştular. Ayılan bâyilen kadınlarını, kollarına girerek, dışarıya çıkarttılar, Kavga edenleri biribirlerinden ayırdılar. En 35 Nisan 1998 Ankarada 23 nisan bayramı PİLİN İMAN b mal meme eks ear en akm er seen) kimi sakız) Sankt MENEM çocuklar, küçük hatipler ve süslü kamyonlarin gezen çocuklar “Romanyada tevkif edilenler | © Fransadan tardedilen 5 , LitvanyaileLetonya Habeşiğ tevkif edilenler 260 kişi Bükreş 24 .— Bazı yabancı memle- ketlerde çıkan mübalâğalı haberle- rin hilâfına olarak son günlerde tev- kif edilenler 260 kişiden ibarettir. Bunlardan bir kısımı, tahkikat bittik- ten sonra tahliye edilecek, mücrim- ler mahkemeye verileceklerdir. Tev- kif edilenler arasında köylü fırkası- na mensub kimse yoktur, Fransadan tardedilen beyaz Ruslar Paris 24 — Bazı beyaz Rusların tardı bir takım tefsirlere sebab Ol- muştur, Emniyet müdürlüğünün ver- diği malümata göre hudud haricine çıkanlan ecnebiler 20 kişidir. Bu ted- bir yalnız beyaz Ruslara karşı değil- dir. Fransız menfaati aleyhinde ça- lışan bütün eenebilere teşmil edile- cektir. pi bağırıyordu: — Ben gösteririm sana... Seni geber- teyim de gör... Cahid, öfkeden sapsari kesilmişti: — Senin gibi kudurmuş köpekleri öldyrmek sevaptır amma, elimi mü- levves kana bulaştırmak istemiyorum... - diyordu. Doktor Rahmi, arkadaşının koluna girdi. Dışarı çıktılar, Ökse hesabı te- mizledi, Etrafına bakıp da kadınları görme- yince: — Neredeler gacolar? - diye sordu. — Korkudan hepsi de otomobile bi- nerek kaçtılar. Garson alaycı alaycı: — Fakat kaçarken, galiba hatira ol- sun diye bir de gümüş çatal bıçak al- mışlar... Lütfen bu hesabı temizleyin. Ökse aksi aksi: — Oh, oh... bir bu eksikti, O da ta- mamlandı, Bu geceki ziyafetin keyfi- ni de ömrüm oldukça unutamıyaca- ğim doğrusu... sx Rahmi ile Cahid başbaşa kaldıkları zaman, doktor: — Ne müthiş bir sır elde ettik! - di. Cahid helecan içindeydi: — Evet! Pek müthiş! Bunu öğren- dikten sonra Ferihaya olan şefkat ve muhabbetim bir kat daha arttı! Zaval- ; de- u yavrucak! Nasıl bir cinayete Kurban gitmiş... Bunu mutlaka telâfi edece- ğim! Ve onunla evlenerek bu lekesini sileceğim!,.. — O halde, bir taraftan da iyi oldu... Bak: Atifetin sana iyi baktığına, seni ölümden kurtardığına öfkeleniyordun. «Keşki böyle bir hâdiseyle karşılaşaca- ğıma ölseydim!..» diyordun. Kadınca- gız, İstanbula avdetin için de nasıl çabaladı, Fena mı olmuş? — Doğrusu kendisine minnettarım.. Ne merhametli, ne insan kadın!.. B tün deliliğine, hafifmeşrebliğine rağ men öyle altın gibi bir kalbi var ki.. Şimdiki nişanlısile pek sevişiyorlar... Galiba bu sefer sahiden evlenecekler!, 2g Atiye öldükten sonra Vahid bey ken- dini o kadar koyuvermişti ki, işlerile dahi meşgul olmuyordu. Kızlarının kendisine gösterdiği şefkat onu tesel- li etmeğe kâfi gelmiyordu. Yegâne oyalandığı kızımın hazırla” nan düğünüydü. İşte Mümtazla evle- nerek, mesud olacaktı. Çünkü o bu nazlı kızını doğrusu pek severdi. Bütün mânasile hayat adamı olan zengin mütcahhid, şimdi sofulaşı- yor; ömrünü Kur'an okuyarak, na- maz kılarak geçiriyordu. Gene © gün oturmuş, Atiyenin ru- huna yâsin okuyordu ki, hizmetçi içe- ri girerek haber verdi; Litvanya ile Letonya Habeşis- tanın ilhakıni tanıyacaklarmış Roma 24 (A.A.) — Zannedildiğine göre, Litvanya ile Letonya yakında İtalyan imparatorluğunu tanıyacak- lardır. Ç. E. Kurumu binlerce cihanı kucağında yaşatan yüce bir mâ- beddir. Ona yardım etmek gerek- tir. — Binbaşı Cahid bey aniniğ bir zat, sizi görmek istiyor. — Binbaşı Cahid bey mi?.. A.. De- mek binbaşı olmuş?.. Yaşıyofmuş?... Demek Cahid bey?.. Buyursun... Subayın perişan Halini görünce, Vas hid bey telâşla sordu: — Neniz var? — Müsaade ederseniz sizinle açık- tan açığa konuşacağım. Mukaddime yapmağa ne âsabım, ne de zihnim mü- sad! — Hay hay oğlum... Bilirsin ki ben seni severim... Açıktan açığa, istediğin gibi konuş!. — Efendim, ben, kızınız Feriha hiz nımın desti izdivacını İstemeğe gek dim, — Maatteessüf, oğlum... Biraz geç kaldın. Çünkü kızım yakında Mümtaz beyle evlenecektir, — Kabil değil, — Kabil mi değil? Ne demek isti- yörsunuz?, — Şunu demek istiyorum ki, Müm- toz bey en kısa bir zaman içinde orta. lıktan silinecektir, Vahid bey, fena halde şaşırmıştı, — Muamma gibi konuşuyorsunuz! « dedi. Silinecek midir? Ne mâna? Şayed onu kiskançlık yüzünden öldürmeğe | kalkıyorsanız, bunun bir cinayet oldu- ğunu haber vereyim, oğlum. (Arkası var)