Vv poo ssvş v up vag EDEN dk YEREUYE YEŞRSUn rureu > r- as 17 Nisan 1938 pa Macidin halile hepimiz alay eder dururduk, Bu çocuk, kafasında birçok şeyleri cuğurlus ve «uğursuz» diye iki kızma ayırmıştı. Meselâ 13 rakamın- dan nefret ederdi. Salı günleri hiçbir | işe el sürmezdi. Ayın son çarşamba» larında evden dışarı çıkmazdı. Bir kile Title katiyen üç sigara yaktığı görül- memişti, Bir sokağın öteki ucunda bir kara kedi görse hemen yolunu değiş- tirir, başka taraftan giderdi, Kars ke- dinin yanımdan katiyen geçmezdi. Mahallemizde, büyük, kullanışlı, boş bir ev vardı, Numarası on üçtü. Bazan bu 13 numaralı evin önünden geçer- ken aklıma bizim Macid gelirdi. Ken- di kendime: — İşte, derdim, bu 13 numaralı evi bizim Macide bedava verseler tut- Fakat geçen gün hayretler içinde Kaldım, 13 numaralı eve yeni bir kira- «i taşırıyordu. Bu yeni kiracı da kim olsa beğenirsiniz? Bizim Macid... O kadar merak etmiştim ki hemen koş- tum. Kapıda eşyaların içeri sokulma- Sına nezaret eden Macidi buldum. — Gözlerime inanamıyorum Mi cid... dedim... Sen bu eve mi taşını- yorsun??... Mutlaka henüz taşındı- ğın evin numarasına dikat etmedin... Macld güldü: — Nasıl dikkat etmedim birader... 13 numaralı ev... — Peki amma.. O sözümü keserek: — Yalnız evimin numarası mı 13... dedi, sen öşyalarımı getiren kamyo- Bun numarasına da baksana... Başımı çevirip kamyonun numara- sma baktım. Tuhaf şey, oda 13... Ben hayretler içinde yüzüne bakar- ken, Mâcid gülüyordu. Birdenbire ba- Da sordu; — Bugün ne?... — Çarşmaba... — Amma hangi çarşamba... Ayın Son çarşambası... Görüyorsun Ya... Ayın son çarşambasında 13 numarelı Kamyonla, 13 numaralı eve taşiniyo- Tum. Dahası var... Bildiklerden birin- den hiçbir tarafında küçük bir bene- Ğİ olmıyan bir de kara kedi aldım. Ev- de besliyorum. — Peki Macid... Sendeki bu deği- şiklik ne böyle?... Eskiden sen bu 13 lere, ayın son çarşambalarma filin Gayet uğursuz nazarile bakardın... Anlatsana kuzum... — Dur, dedi, şu eşyanın hepsi eve girsin... Ondan sonra evdekiler eşyayı yerleştirir, biz de bir gazinoya gider, e ana Sana başımdan geçenleri er birer anlatırım. Macidi âdeta merak içinde bekliyor- dum. Nihayet onun işleri bitti, Gazi- ip gittik, Macid anlalmağa baş- - — Bu birçok şeylerin uğurlu veya ursuz olduklarına inanmak yüzün- den başıma neler geldi, bir bilsen... Bu batıl itikadlara inanmak yüzün- den ne felâketlere uğradım... Anlata- Yanı da dinle... Bundan dört, beş sene evveldi. Bir bir evde oturuyoruz. Haydi bir “Tayyare piyango bileti alalım» de- ei pe > e oğünü yazacak bir sü- y var. Hizmetçiyi çağır- dım. Para verdim: zi — Git... dedim, köşedeki dükkân- e bir Tayyare piyango bileti al, Hizmetçi gitti. Biraz sonra geldi. mr biletin numarasına şöyle bir ii tum. Gözlerim faltaşı kadar açıldı. etin numarası «130133 değli mi?... Hem bir 1$ değil de yan yana iki «133. att. Hi tekrar bil Gi zmetçiye bileti — Götür... Bunu değiştir... Dedim, ka numaralı bir bilet al... gitti gelmez, gitti gel Ee Nihayet bir saat sonra gelebil- . Ere ayni bilet... — Efendim, diyordu, bugün bilet Da son günü imiş... Biletçi bü- biletlerini satmış, başka bilet kal- Mamış... Baktım, olacak gibi değil... İşimi, k bıraktım. Hemen giyindim. Yyare piyango biletleri satan dük- ax koştum. Dükkân sahibi hakika- bütün biletlerini satıp bitirmişti. — Ben küçük bir piyango bayii- yim... Zaten az bilet alıyorum. Sata- <ağım kadar bilet alıyorum. bitti... diyordu. 3d er Yaşasın ““13,,..: Nihayet ricalarıma (dayanamadı. Gitti, bir arakadaşından başka bir bi- let aldı. Benim öteki biletle değişlir- di, Eve memnun dönmüştüm. Çok yo- rTulmuştum amma çifte 13 lü bileti de- ğiştirmiştim ya... Ertesi günü piyan- go çekildi. Gazeteyi aldım. Bir de ne göreyim... «13013» numaralı bilete 40,000 lira çıkmamış mış? Yani be- nim o kadar uğraşıp, o kadar didinip, çalışıp çabalayıp değiştirdiğim bilete 40,000 lira çıkmıştı. Deli olacaktım. Maamafih ben gene 13 rakamının uğursuzluğuna inanıyordum. Aradan bir müddet geçli. Bilirsiniz ki ben biraz çapkın adamım. Ara sıra fırsat buldukça, ufak tefek kaçamak- lar yaptığım olur, Bir aralık bir damla bal kadar tatlı, ufak tefek, çıtı pıti bir dulla tanışmıştım. Bir gün sine- maya gitmeğe karar verdik. Bir sinemaya gittik, Fakat ben gö- rülmekten, dedikodudan son derece korkan bir adamım. Karmdan da ödüm kopar. Tuttum, bir loca bileti aldım. Sinemaya girdik, Bize yol gös- teren adamla beraber bir locanın önünde durduk. Bir de ne bakayım? Gişedeki matmazel bize 13 numaralı Jocayı vermemiş mi idi? Bileti alırken, «Acaba etraflan kimse görüyor mu?> korkusile bize verilen locanın numar rasına dikkat etmemiştim. Bize yol gösteren, sinemanın adamına: — Ben,dünyada bu locaya gir- mem!... dedim. Adam şaşırdı, sevgilim hayret etti: — Ne var bu locada?... Girelim Ma- cid, girelim... diyordu. Fakat ben ne yaptım, yaptım, loca yı değiştirdim. Filim güzel olduğu için sinema da kalabalıktı. Başka boş tek bir loca varmış. O da üst katta imiş... Zarar yok, sinemayı üst kat localar» dan birinde seyrederiz. İlle'şu alt kat- taki 13 numaralı locaya girmiyelim Üst kattaki locaya çıktık. Oh... Ben memnundum... 13 numaralı locaya girmemiştik ya... Filim başlamadan evvel «belki sinemada bir tanıdık var- dır, beni görür» düşüncesile locanın arka tarafına oturdum. Filim bâşla- dıktan sonra filimi daha iyi seyrede- bilmek için iskemlemi locanın ön ta- rafına çektim. Fakat dalmışım. Bir- denbire filimin ortasında sigara İç- mek Için beş dakikalık fasıla verildi. Salon birdenbire aydınlandı. Locanm arka tarafına çekilememiştim, Tam bu esnada yanımdaki locada oturan karımla göz göze gelmiyeyim mi?... Evet, o günü karım, Bursadan İstan- bula gelen annesile kardeşlerini sine- maya götürecekti. Onlar hep beraber gelmişler, sinemada bir loca tutmuş- lardı. Tabii karımla göz göze gelince benim neye uğradığımı tahmin eder- siniz. Eğer 13 rakamının uğursuzlu- ğuna inanmayıp ta aşağı Kattaki lo- cayı tutmuş olsaydım, başıma bunla- rın hiçbiri gelmiyecek, o güzel sevgili ile seyrettiğim sinema da bana zehir olmıyacaktı. Yaptığım büyük fenalığı karma unutturuncıya kadar akla karayı s€ç- tim, Ona hediyeler aldım, Fakat «huy canın altındadır» derler. Kör olasıca huyum kurusun. Bu sefer de uzun boylu, insanı daha bakışlarile eriten bir genç kadınla tanışmıştım: Necmiye, Fakat bu yeni sevglülm beni yordu. Bu sıralarda bizim evdekiler de Bursaya misafirliğe gitmişlerdi. Koca evde yapayalnızdım. Necmiyeye yalvardım, yakardım. Evime gelip bir çay içmesi için onu razi edinciye ka- dar anamdan emdiğim süt bumum- dan geldi. Necmiye nihayet: — Peki;.. dedi, sah günü gelirim. Salı mı?.:. Dünyada olmaz... Ben sahıları son derece uğursuz addede- rim... Necmiyeye bunu söyledim. Gü- zel yanaklarını çukurlaştırarak güldü: — Peki... dedi, Çarşamba günü ge- irim... Aklıma bu çarşambanın, ayın son çarşambası olduğu geldi. — Çarşamba da olmaz... dedim, ayın son çarşambasıdır... Uğursuz dur... Nihayet Necmiye karar verdi. Perşem- be günü bizim eve gelecekti. Salı ve | çarşamba günleri hava ne güzeldi? | Fakat perşembe sabahı bardaktan bo- şanırcasına yağmur yağıyordu. Her tarafta seller akıyordu. İçimden «Sa- kın Necmiye bu berbad havayı görüp te gelmemeziik etmesin!» diyordum. Fakat ben dehşetli hazırlık yaptım. Evde mükemmel bir sofra kurdum. Her tarafı çiçeklerle süsledim, Nec- miye saat beşte geldi. Onu ne heyecan içinde karşıladığımı tasavvur edemez- siniz. İlk defa baş başa yalnız kala- caktık. Mantosunu sırtından çıkar- | dım. Onu evvelâ doğru sofraya oturt- tum. Likörler, vermutlar, paslalar bi- zi bekliyordu. Gramofonu da kurdum. 'Tam bu esnada bizim sokak kapısı açıldı. Karım, çoluk çocuk, hepsi bir- den içeri girdi. Düşün birader... Va- ziyeti . Eğer şu aşk âlemini salı günü, yahut ayın son çarşambası günü yapsaydım, başıma hiçbir şey gelmiyecekti, Bu ikinci fırtınayı kolay allatama- dım, Karımla bir sene dargın kaldık. Daha böyle ne vakalar, ne vaka lar... Fakat nihayel baktım ki olacak gibi değil... Hele şu salı ve ayın son çarşamba gününü uğursuz telâkki etmem yüzünden buşıma gelen hâ- diselerden sonra tamamlle bambaşka bir adam oldum. 13 numaralı kam- yonla, ayın son çarşambasında 13 nu- maralı eve taşınıyorum. Başıma da artık eski belâlar gelmiyor... Oh... Rahatım... Bundan sonra yaşasın 13 Takamı,.. Yaşasın ayın son çarşam- bası... (Bir yıldız) ar Askerlik bahisleri (Baş tarafı 7 nci sahijede) Afrikada, belki Tunusla, yeni bir müs- temleke elde etmek için Avuslurya meselesine karşı göz yummasına mu- kabil, bir gün Brenner gibi mühim bir geçidin elinden gidivermesini istemi- yor. İtalyanın Brenner geçidine verdiği ehemmiyeti anlamak için Umumi harbde bitaraf kalmasına mukabil o geçidin kendisine verilmesini 1915 de Avusturyadan istemiş olduğunu ha- tırlatmak kâfidir. Zaten İtalyanın iti- 1âf devletlerile akdettiği gizli muahe- | de mucibince Brenner geçidi İtalyaya | vaadedilmiş bulunuyordu. Hitler 13 martta Avusturyaya gir- diği gün Linzden Musoliniye çektiği bir telgrafnamede gösterdiği bitaraf- lığı unutmıyacağını ve Brenner hu- dudunun değişmiyeceğini bildirdi ve bu hususta teminat verdi. Musolini de parlâmentoda irad ettiği nutukta Brenner hududunun sarsilmaz bir hu- dud olduğunu Kaydetti, Fakat, iki devlet adamının Brenner hududu hakkındaki teminatı ve beyanatı Al- manya ile İtalya arasında o yüzden bir gün ihtilâf çıkacağına birer işaret olarak da telâkki edilebilir. Öyle ol masaydı o teminatın verilmesine ve İ o beyanatın yapılmasına ve nihayet, son gelen haberlerde bildirildiği gibi, İtalya tarafından Brenner geçidinin daha ziyade tahkimine karar verilme- sine hacet kalmazdı. A.C.D. Bu akşam Nöbetçi eczaneler #işi; Halâskâr Gazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tarlaba- şında Nihad, Beyoğlu: Kanruk, Dai- Hasköy: Kâzım, Fatih; Şehsedebaşında Asaf, Karagümrük; Ali Kemal, Bakırköy: Merkez, Sariyer: Osman, Aksaray: Cerrahpaşada Şeref, Beşiktaş: Vidin, Fener: Vitali, Kumkapı: Asadoryan, Küçükpazar: Hikmet Cemil, Samat- : o Kocumustafapaşada o Rıdvan, Paşabahçe ve “Anadoluhisarındaki e zareler her gece açıktır. Merhamet ve şefkatin yıldızla. rı öksüzler ve terkedilmiş yavru- lardır. Bunları kanadınız allına almız. —— KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi — Olmaz olur mua devletlim?! Onu kaçırdıkları gecedenberi sultan efendimiz çok kederlidir. Onu çok s6- verdi. — Ya... Dem karada bir de sevgi var, öyle mi? — Hem de ne vevgi.. ne muhabbet bilseniz! Mihrimah sultan ömründe hiç kimseyi bu kadar sevmemişti. — Kim kaçırdı acaba Sinanı? — Vallahi bunu biz de sizin kadar merak ediyoruz. — Onu her halde bulmalıyız. Çün- kü Sinan idama mahkümdur. — Ne diyorsunuz, devletlim? Onun bir şeyden haberi yoktur. O masum- dur. — Haydi sus! Buişesenin aklın ermez. Padişahımız idamını ferman buyurdular. Hüküm yerini bulacak. Onun yüzünden yıllardanberi ne is- yanlar, ihtilâller oluyor. Onun kanı yere akmayınca efendimiz rahat et- miyecek... — Bana öyle geliyor ki, Sinanı pa dişah bir kere görse, onu İdam et- meğe kıyamaz. Böyle olmakla bere- ber, bu işe Mihrimah sultdnın da mâni olacağını sanıyorum. © — Sullan Murad onu gebertmeğe | yemin etmiştir. Padişahın bu kar&- rını hiç kimse bozamaz... Siyaviş paşa bu izahatı aldıktan sonra, Osman kâhyayı serbes bıraktı: — Haydi işine giti Sakın bu ko- nuştuklarımızdan .kimseye bahset- Osman kâhya, Siyaviş paşanın ya- | nından çıktığı zaman ccel teri dökü- yordu. — Padişah ta gittikçe hunharla- şıyor... Altı, yedi yaşında bir yavru- cuğu idam ettirip eline ne geçecek?! Diyerek, tekrar pazar kayığına bindi, Üsküdara geçti. Bu konuşmadan anlaşılıyordu ki, Sinan reisin yavrusunu — Mihrimah sultanın sarayından bir hafta önce kaçırmışlardı. Osman kâhyanın söyleyişine göre, mini mini Sinanın kaçırılmasından Milirimah sultan çok müteessirdi. Sinan reisin çocuğunu kim kaçır- muşta? Bu muammayı kim çözecekti? . » «Sinan reis, halanızın hima- yesinde imiş şevketlim!» Siyaviş paşa bu haberi alınca, ye- medi, içmedi, cübbesini toplyarak saraya koştu. Padişahın huzuruna girdi: — Sinan reisin izini buldum, şev- ketlim! Dedi, Üçüncü Murad yerinden fır- | Jadı: — Nerede imiş o alçak? — Sinan, bir hafta evvelisine ka- dar halanızın himayesinde imiş, şev- ketlim! Sullan Murad gözlerini açarak ba- — Ne diyorsun? Halamın, Mihri- mah sultanın himayesinde, öyle mi? — Evet, şevketlim! — Buna inanılmaz... halam, ide- muna hüküm verdiğim kimseyi bir dakika bile yanında saklıyamaz. Siyaviş paşa ısrarla anlatıyordu: — Sarayında saklamış, şevketlim! Hattâ onun kaçtığı gecedenberi de ar- kasında gözyaşı döküyormuş. — İşte buna İnanılmaz. Seni gi- datmışlar, Siyaviş! Ben seni bu ka- dar çocuk beyinli sanmazdım! — Şerefime yemin ederim ki, Si- nan, Mihrimah sultanın sarayından bir hafta önce kaçmıştır. Bunu ku- lunuza, halanızın en sâdık ve mah- rem adamı olan Osman kâhya söy- ledi. Hem de yemin ederek. — Eğer bu tahakkuk ederse, vay halamın başına. Vallahi ne ihtiyar. ığına hürmet ederim, ne de baba- min hatırasına. Demek o alçağı ha- lam himaye etmiş... Tevekkeli değil, yıllardanberi aradıkları halde bula- — Bir insam Mihrimah sultan hi maye ederse, kolay kolay yakalanır Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mama Tefrika No. 202 smmm Şehzade Mehmedin eğlenmesi için toplar atılırken Üçüncü Murad halasına Sinanın nasıl kaçtığını sordu mı hiç, a şevketiim? — Şu alçak köpek ne kadarda talihli imiş. Halama nasıl da çat- mış! Ve bunu halam bugüne kadar nasıl - kimseye sezdirmeden - sara- yında saklayabilmiş?! pg Üçüncü Murad, şehzade Mehmedle Üsküdara geçiyor Siyaviş paşa üçüncü Muradı adamakıllı fititlemişti. , Osman kâhya, Sinanın bir hafta önce Mihrimah sültanın sarayından kaçtığını wezirlizama (o söyledikten sonra, ortahk İyice karışmıştı. Sultan Murad o gün şehzade Meh- medle birlikte Üsküdara geçmişti. mahküm ettiği bir adamı neden ve nasıl himaye ettiğini soracaktı. Mihrimah sultan, üçüncü Muradı se, Murad Mihrimah olurdu. Top sesinden şehzade Mehmedin Üsküdara geldiğini anlıyan Üsküdar. lar Şemsipaşa caddesine akın edi- yordu. Her saman yirmiden fazla atılmıyan toplar o gün yüzü buldu- ğu halde ardı, arası kesilmiyordu. Üçüncü Murad o gün çok sinirliy- di. Şehzade Mehmedin eğlendiğini gördükçe: — Top sesi durmasın... #ultann her dediği İhtiyar sultanın içine bir şüphe düştü. Acaba yeni ' bir harb hazırlığı mı var? Çünkü topçular harbe gitmeden Mmee de yeni topların denemelerini yaparlar ve bu suretle ardı, arası ke- silmiyen top sesleri duyulurdu. geldi. Mihrimah sultan, yeğeninin rengini ve bakişlarını beğenmemişti. Üçüncü Murad bir müddet hasbi- halden sonra: — Hayatıma kasdeden ve hüküm. lerimi dinlemiyen bir adamı nasi himaye ettiğinize şaşıyorum! deği Benden > ne fenalık gördünüz bugü“ ne kadar?... Mihrimah sultan birdenbire Şâ- şırdı, Zavalı kadıncağızın bir şey- «den haberi yoktu. » Murad kaşlarını kaldırarak, ilk sözüne şu cümleyi de ekledi: *— Görüyorsun ya"hala. rengin birdenbire sapsarı oldu. Artık inkâ- ra sapma sakın. Ben her şeyi büi- yorum. Mihrimah sultan mubakemesini topladı: — Fakat ben bir şey bilmiyorum, oğlum! Ve bu şaşkınlığımın sebebi bir şeyden haberim olmayışından ile- Tİ geliyor... Murad sert bir sesle sordu: — Sinan, senin sarayında saklan- mış. O hain, gaddar herifi bir haf- ta evvelisine kadar yanında sakla. mışsın! Mihrimah sultanın şaşkınlığı he- nüz geçmemişti. Yedi yaşını bile dol- durmamış olan Küçük Sinan nasil hain ve gaddar olabilirdi? Mihrimah sultan biraz düşündük- ten sonra, işini farkına vârarak. gül meğe başladı: . 0 rn var)