TTTTBEBAB TEP ai A SE EREK hi O İ TET FFPR BPFTAFEBESE 5 I REŞERBBARE Ymm VE 16 Nisan 1838 — —— AKŞAM mam Ahmed bir yandan otomobilini ida- re ediyor, bir taraftan da benimle | konuşuyordu: 4 — Seneler var ki yolum bu taraflsra İç düşmemişti, diyordu: Buraları ne lar değişmiş... Yeni yeni, kübik köşkler yapılmış... Ahmed birdenbire gözlerinde gerip bir ışıltı ile ilâve etti: — On dakika sonra önünde koca- man İki ihlamür ağacı bulunan bir köşk göreceğiz. Buraya gelir gelmez bir kaza yapacağım. Otomobilimi bile Me, köşkün önündeki ihlamur ağaç- larından birine çarptıracağım... İki- miz de hafifçe yaralanacağız... Ahmedin yüzüne dikkatli dikkatli baktım, Acaba yavallı çocuk kaçırıyor mıdı?. — Deliriyor musun Ahmed? dedim. Arkadaşım güldü: — Ne delirmesi?. Bilâkis dünyanın en akıllıca, en kurnazca hareketini yapacağım... Biraz sonra otomobili © büyük köşkün ihlamur ağacına çarplıracağım,.. Bu «sevimli kaz» dan sonra nasıl bir cennete gireceği- mizi, nasıl bir cennet hayatı yaşıya- cağımızı tasavvur edemezsin... Ahmed benim itiraz etmeme mey- dan vermeden anlatmağa başlı — Bak, dedi, bundan evvel başım dan geçen bir vakayı sana anlatayım da bana hak ver... Bundan eyvelki otomobilimi daha satmamışlım. Dir gün şöyle otomobille şehirden uzak- larda bir gezinti yapmağa karar ver- dim, İşte buraya kadar geldim. Yolu- ma devam ediyordum. Bilirsin ya bın otomobilimi biraz ihtiyatsızca süre- Tim. Şimdi yaklaşmak üzere olduğu- Muz yolun köşesini hızla döndüm. Dönemeyten çevrilir çevrilmez yolun tam ortasında küçük bir çocuk kar- şıma > çıkmaz mı? Çöcukla benim aramda © kadar az mesafe vardı ki otomobilimi o durdurtamıyacağı'nı anladım. Direksiyonu bülün kuvve- m. Fakat çocuğu hareket ederken ötomobilim yolun sağ tara- | fandak! kocaman ıhlamur ağacına vi- tün şiddetile çarpmıştı. Müthiş hir « Sersintı!... Başımda bir ağrı... Kendi- mi kavbetirişim.. Ne kadar baygın kaldığımı bilmi- yorum... kendimi son derece temiz, ipekli, ko- Kulu bir yatağın İçinde buldum. Baş Him. Şöyle kafamı çevirdim. Amar... Burası cennet mi? Başucumda iskem- lede dünyanın en: gözel kadınlarır- dan bir! oturuyordu, Benim gözlerimi Açlığımı görünce gülümsedi: — Nasıl?.. Biraz iyileştiniz mi? Fısıldadım; Çok iyiyim... Fakat deresi? Dudaklarındaki tatlı gülüşile is- emlesini karyolanın kenarma çe- Kerek: — Çarptığınız ihlamur ağacının karşısındaki köşktesiniz... dedi, hs- pencereden kazayı görmüş... Doktor çağırtmağa adam gönderdi. Tabii doktor gelinceye kadar sizi © belde bırakamazdık İçeriye aldık, buraya yatırdık. — Teşekkür ederim... dedim Şimdi yattığım yerder ona dil bakıyordu » Aman ne güzel şeydi! Tiz sonra kapı açıldı, içeriye yanım- genç kadın kadar güzel gibi bir sarışın daha ize mi? Onun arkasından bir de iriyarı, süzgün Bözlü, genç, esmer bir ka sellikten yana hiç biribir değil... ederim... Teşekkür Kendi kendime: «Acaba rüya mı Börüyorum?..» diyordum. Yeni gelen genç kadınlar içeri girince: sol Geçmiş olsun... dediler, çok Iktuk... İhlamur ağacına o kadar hızla çarptınız ki... Başucumda duran genç kadın, son- Tadan gelenleri bana takdim etti: — Neriman... Nazan... kızları,.. Ben de Selma... Yatağımın yanında oturdular, Ci Wil civil konuşuyorlar, “bana iltifat Yağdırıyorlardı. Aman bu ne hayırlı kaza idi böyle?.. Ben onların cıvıldaş- dıklarını gördükçe kendi kendime: «Acaba diyordum, ben, bir keklik yu Yasınz wi düştüm? N Amcamın Gözlerimi açtığım zaman | | Neriman bir sene evvel | ayrılmıştı. Otomobil kazası Bu aralık doktorla beraber gerç kızların halaları da yanıma geldi. Hala ihtiyar, fakat insanda hürmet hissini uyandıran bir kadındı. Doktor beni muayene ettikten sonra: — Yaralları ehemmiyeisiz... Fakat üç gün yataktan çıkmamalı... Demez mi?... Sevincimden ez daha dokto- run boynuna sarılacaktım. Üç gün bu cenette, bu üç nefis kadınn ara- sında vaat geçirmek!.. Ne büyük sa- adetli bu? Yanımdaki genç kadınlar rın yüzüne baktım. Benim üçgün burada kalmamdan onlar da son de- recede memnun olmuşlar gibi idi Fakat ben istemiye istemiye halaye: — Efendim... Dünyada sizi rahat sız etmek istemem... Zaten bana yap- tığınız bu iyiliğe nasıl teşekkür ede- ceğimi bilmiyorum. Üç gün burada sizi taciz etmiyeyim... dedim. Hala: — Evlâdım... dedi. Sen hastasın... doktor üç gün yataktan çıkamamanı söylüyor... Seni bu halde bırakmak, eve göndermek bir cinayettir. Belki bu yüzden, eve gitmek için ayağa kalktığın zaman sıhhatin bozulur, sonra ben vicdan szabından kurtula- mam... Evine «merak etmesinler» diye haber göndeririz. Onların adre- sini verin bana... Evimin adresini söyler söylemez | hala; — Vay, dedi, sen Şaziyenin oğlu Ahmed misin?.. Şaziye... Benim en iyi arkadaşım... Hay vefasız Şaziye... Benelerdenberi yüzünü görmüyorum. Ben onu Adanada zennediyordum. Gülümsedim: — Adanadan İstanbula efendim... dedim. geldik Hala yatağımın kenarına otur | muştu: — İlâhi Ahmed... Ayol ben senin çocukluğunu bilirim... Hatlâ bir kere kucağıma almıştım da üstümü başı- mı kirletmiştin.,. Demek 25 sere velki yumurcak şimdi koskocaman bir adâm olmuş ba... Annen nasıl? Hay vefasız Şaziye ha; İslar gelsin de bir kerecik bana uğramasın ha... Şimdi artık dünyada seni bırak- mam... Üç gün değil, bir hafta, iyi- leşineyeye kadar buradasın... Hala bunları söylerken Neriman, Nazan, Selma gülerek karyolamın et- rafını sarmışlardı. ucumda birinin oturduğunu hisset- | Oh... Gel keyfim gel... Mesudum... Bir hafta nasıl bir cennet hayatı ya- şadım. Sabahleyin gözlerimi açar aç maz dünyanm en güzel kadınları, türlü türlü iltifatlarla » kahvaltıları mı, haşlanmış yumurtaları, treyağ- ları, reçelleri önüme getiriyorlardı. Burası tenhaca bir köy, bir sayfiye olduğu İçin genç kadınların fena halde canları sıkıldığı belli idi Bu kaza ve benim evlerine misafirliğim onlar için bir değişiklik olmuştu Bunun için bana iltifat etmek busu- | sunda üçü âdeta birbirlerile re! t ediyorlardı. Hepsile de gayet samimi olmuştum. O kadar ki yatakta canım sıkılıyor diye, hattâ başımın ucunda bane tatlı tatlı masal, hikâyeler söy- ledikleri bile oluyordu. Şimdi üçünür de hayatı hakkında evi malimalım vardı. Nazan üç senedenberi duldu. kocasmdan Üç gün sonra yataktan çıktım. Fakat beni bir hafta alakoymak istiyorlardı. Benim de cennet, canıma minnet. Bir hafta köşkün bahçesinde ne he- yecanlı saklambaç oyunları, ne tatlı kovalamacalar oynamadık ki... Fakat bir hafta sonra köşkten ay- rTümağa mecbur oldum. Adanaya ha- Teket etmemiz lâzımdı. Şimdi görü- | yorsun ya... İşte karşıdan köşk ken- | dini gösterdi. Daha şimdiden kalbim heyecanla atmağa başladı. Üç sene | evvel başıma! çelen kazayı, bu sefer kasden, bile bile yapacağım. Amma | dikkat et... Ben otomobili ağacına yavaşça çârptıracağım. San- ki mühim bir kaza olmuş gibi bayıl- ma taklidi yapacağım... Köşkten tek- rar bizi içdri alacak O zaman geçireceğimiz cennet hayatını bir dü- şünsen, bir düşünsen... Ahmedin elini tuttum — Vaz geç Ahmed... Vaz geç ca nım... Böyle çocukça iş olur mu? Bu güzel otomobile yazık değil mi? ihlamur | Dedim, O güldü: — Otomobili gayet hafif çarptıra- cağım, diyorum. Sonra biraz çamur. Tuklar filân eğrlisede geçirec miz cennet hayatına değer... Sen sus şimdi, geldik... Demeğe kalmadı, Ahmed otomo bili ihlamur ağacına çarplırdı. Fakat arkadaşım manevrasını — beceremr miş, otomobili ihlamur ağacına pek hızlı çarpmıştı, Otamobilin önündeki cam kırılmıştı. Kırılan camın parça- larından başlarımız hafifçe yarılmıştı. Üstelik otomobil de berbad olmuştu. Ahmed bana: — Derhal gözlerini kapa... Bayıl- ma taklidi yap... dedi. O kadar sert söylüyordu ki, itiraz edemedim. Gözlerimi kapadım. Ba- yılma taklidi yaptım. Beş dakika böyle kaldık, gelen olmadı. On da kika.. Kimse yok.. Gözlerimiz ka- palı, sanki bayılmış gibi bir vaziyette yavaşça konuşmağa başladık: — Yahu Ahmed... Senin küşklen ses sada çıkmıyor... Başımdaki yara ağrıyor... Böyle bekliyecek miyiz? Gözlerimizi yavaş yavaş açtık, şöyle ihlamur ağaçlı köşkün tarafına bak- tık. Köşkün kapısında bir lâvha sal- lanıyordu: «Kiralık köşke... Boş köşkün perdesiz pencereleri bize alay eder gibi bakan gözlere benziyor- du. Bu esnada bir adam yanımıza yaklaştı: En eski koraşumuz bu köşkün | yüzünden karl. | Yeni Kırım Ham İslâm Giray önündeki kazalar Bir gün burada /bir otomobil kazası olmuştu. Bir çocuğa çarmamak için | otomobili bir genç adam ters bir ma- nevra yapmış, şu ağaca çarpmış, ya- ralanmış,.. Köşktekiler yaralıyı içeri almışlar... Eh köşkte de çok güzel genç kadınlar varmıs, Kazaya uğr- yan delikanlı bir hafta köşkle kal- mış... İyi bir hayat geçirmis... Fakat, bu vakayı civarda bütün gençler işlt- mişler... Artık bu köşkün önünde keza yapan yapara... Kaza panlar de hep genç bekârlar... Kimi yalancıktan attan düşmüş, kimi si- zin gibi otomobilini bu ağaca çartır- Kazalar © kadar çoğulmıştı ki nihayet köşk sahibi olan < ihtiyar bayan buradan taşmmağa mecbur oldu... Nafile, siz geç kaldınız... (Bir yıldız) Bu skşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Halâskâr Gazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tarlaba- sında Nihad Abdullah. Beyoğlu: Kan- zuk, Dairede Güneş. Galata: Topçu lar caddesinde Sporldis, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Halıcıoğlunda Bar- but, Eminönü: Hüsnü Onar, Fati Saraçhanede İbrahim Halil, Kara- Mehmed Fuad, Bakırköy; iy: Yeni. kapıda Sarım, Beşiktaş: Halid, Fe. ner: Balatia Hüssmeddin. Kumka- pi: Cemil, Küçükpazar: o Bensasön, Samatya: Yediktilede "Teofilos, Alem- dar: Cağaloğlunda Abdülkadir. Şe Temini: “Ahmed. Hamdi, Kadıki Sudır, Yeldeğirmeninde Üçler, Üskü- dar: oÇarşıboyunda Ömer Ken 'Heybellada: Tomas, Büyükada: Halk. Her gece açık eczaneler: “Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- zaneler her gece açıktır. SENELİK # AYLIK 3 AYLIK 1 AYLIK Posta itihadına dahli olmıyan ecnebi memleketler: Beneliği 8000, miti aylığı 1900, &ç ayhğ: 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Sefer 9 — Ruzukasım 28 & İmsak Güneş Öğle İkimil Akşam Ya Va. 346 528 12.16 15,56 18,43 20,19 E. 9041046 534 914 Babikli civan Acımusluk So. No. 13 | dan yardım beklediği haberinin or- , lalığa yayılması üzerine, nisanın yir- | veti Kafkasyadan Kefeye - gelinceye | | kalan Osman paşanın vaziyetini pa- | İ | de Mehmed Giray tarafından muha- KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertel mmm Tefrika No 195 Bir büyücü, Kırım hanına: “ Yakında seni boğacaklar !,, demişti. Mehmed Giray geceleri çadırında yatamıyordu. «— 'Tez, yarın sabah enbarlara erzak yükleterek hemen Karadenize çıkasın!» Emrini verdi. O gece gemi anbarlarına erzak yük- lendi. Ertesi sabah otuz parçadan ibaret donanma Hâiliçten çıkarak Boğaziçine doğru açıldı. Kılıç Ali paşa otuz kadırga İle Kâradenize çıkarak Trsbzona uğr- yacak, oradan Kefe limanına gide- cekti. Artık Küçük Sinanın takibinden de vazgeçilmişli. Esasen Sinan O ge- ce Eyübden çikan kuvvetle döğüşemi- yeceğini anlayınca, başına topladığı | devşirmeleri yüzüstü bırakarak, bir kaç arkadaşlle birlikte oÇatalcaya doğru kaçmıştı. Sinanın nereye gittiği belli değildi. Sultan Murad: > — Bırakın melünun peşini..! Demiş ve bir sürü baldırıçıplağı yakalatıp, kimini astırmış, kimini de Yedikule zindanına attırmıştı. Sinanın kâh Çatalca civarına kaç- tığı, kâh Boluda bir çifliğe ütica et- tiği söyleniyordu. Kaplan paşanın Kırım seferine çık- masile bu vaka muvakkaten kapan mış sayılabilirdi. Kefeye gidiyor.. İ iroğlu Osman paşanın Kaf- kasyadan Kefeye gelerek İstanbul- mi dördüncü günü Karadenize çi- kan donanmanın başında Kılıç Ali paşa bulunuyordu. Kırım hanı Mehmed Giray kırk bin kişilik bir kuvvetle Keleyi sar- mıştı. Halbuki Osman paşanın kuv- kadar dağılmıştı. Şehir muhasara al- tında bulunurken, Osmanlı &skeri, açık sahrada harb yapmasına imkân yoktu. Mehmed Giray ordusile Ke- fe mıntakasını yakıp yıkivordu. Bu haber İstanbula eriştiği zaman, derhal divan “kuruldu: O sırada Konya oMevlevihanesinde (oturan | - âsi hanın kardevi - İslâm Giray ye ni hanlığa nasbedilerek hemen yo- | la çıkması kararlaştırıldı İslâm Giray divzii hümayuna çı- karılarak, padişah tarafından bey- lerbeylik alâmeti olmak üzere kendi- | sine bir kılıç, bir at ve altın kitabeli bir kırmızı sancak ihsan olundu. İslâm Giray © zaman yirmi beş yaşında idi. Yanında bulunan kü- çük kardeşi Derviş Girayı da birlikte | götürüyordu. Donanma O gece Beşiktaşa gele- | rek, derya kaplanı Barbaros Hayred- dinin mezarı önünde durdu. Kaptan paşayı ve yeni Kırım hanmı teşyi için Barbarosun mezarına kadar ge- len vezirler ve diğer devlet erkânı burada donanmanın hareket saati | olan gece yarısına kadar meşaleler | yakarak beklemişlerdi. ) Buradaki veda merasimi pek par- ! lak olmuştu. oBarbarosun mezârın- dan yüz metre sağ ve sol sahillere meşaleler dizilmişti. Beşiktaş önün- deki kadırgalardan rengârenk fişek- ler alılıyordu. Padişah bu tezahürattan hiç mem- nun değildi. Zira Kefede mahsür İ dişahtan ve saray erkânından başka bilen yoktu. Sultan Murad: — İnsanın içi kân ağlarken, nasıl şenlik yapabilir? diyordu. * Özdemiroğlu Osman paşanın İran- Wlara indirdiği yumruktan ve temin etiği büyük zaferden sonra, Kefe- sara edilmesi haberi üçüncü Muradı çileden çıkarmıştı. — Böyle bir müdebbir kumandan nasil olur da Mehmed Girayın tu- zağına düşer? Diyerek hayıflanıyordu. Etttâ bir gece: — Talihim bana: «Şu dakikada ne İstersin?» diye sorsa:-#Kuş olup Ks feye gitmek isterim!» demişti Üçün- cü Muradın * bu sözü ertesi gün sa. Tay halkının ağzına düştüğü zâman: — Padişah Kırım harbine ne ka- dar ehemmiyet veriyor! Akdenizi, Avusturyayı uruttu artık... Gibi dedikodular yapmağa başia- Maşlardı. © Üçüncü Mürad Dağıstan valisi Ce- fer paşadan ve o sırada Erzuruma gilmiş olan Sinan paşadan büyük muvaffakıyetler umuyordu. Vaktile Rusyanın . içlerine kudar ordu ile gitmiş, Moskovayı baştan- başa yakmış ve nihayet Volga ile Don nehirjerini bir kanal ile birles- leştirmeğe çalışmış olan Kırım hanı (Devlet Girây), sultan Muradın tah- ta çıkışın “üçüncü yılında ölerek Rusyada (Bahçesaray) da 'bir tür- beye gömülmüştü. O zaman Devlet Girayın on sekiz oğlundan Mehmed Giray babasının yerine geçmiş ve kardeşi Adil Girayi kalgay, yani ve- zir ve veliahd tayin eylemişti. Meh- med Giray Kırım tahtına oturduk. tan bir müddet sonra, padişaha ay- kırı vaziyet almağa başlamıştı. Meh- med Giray uzun zaman, İran seferi- ne ve Kafkasyaya yardım vadile pa- dişahı aldattığı halde orduya bir tek at ve bir çuvslerzak bile vermemiş, bilâkis bizimle cenge tutuşniak yo- Tuna sapmıştı. İşte Osman paşa Kefeye gelir gel mez, âsi hanı hal'etmek üzere pa- dişahten emir aldığını halka bildir. di. O sırada orada bulunan diğer kardeşi Alp Girayın onun yerine geç- mesi bekleniyordu. Mehmed Giray ise, bu kardeşinin kalgaylığını kabul etmediğinden ne onu, ne de başkasını tanımıyor, mu hasara hattını daralttıkça daraltı- yor, babasının Moskovayı yakması gibi, o da günün birinde Kefeyi ya- kıp tarihle unutulmaz bir nam trakmak istiyordu. Osman paşa bunu sezdiği için, şeh- rin etrafını gözcülerle doldurmuştu. Esasen Mehmed Girayın hanlığın- dan memnun olmıyan yerliler de - İ ni har olacağı umulan - Alp Giraya ve Osman paşaya yardım ediyor. İ dar, gizli gizli haberler getiriyorlardı. Mehmed Giray şehir karşısındaki sahradan bir şey yapamıyor, Kefe. ye sokulup ateşlemek fırsatını arr yordu. Böyle teşebüslerin sonu gel- : meyince, Mehmed Gifay hiddetleni- yor ve muhasara uzadıkça şehir için- dekiler de açlık tehlikesi karşısın- da gözlerini İstanbula çevirmişler, padişahdan imdad bekliyorlardı. Bu sirada Kırım hanı Mehmed Gi- raya bir Rus büyücüsü - suya ba- karak - çokyakında öleceğini haber vermişti. Mehmeâ Giray, Rus büyücüsünü çadırına çağımyor: — Benim öleceğimi bildin! Nasıl öleceğimi de elbette bilirsin... Söyle bakalım! Diyor. Sihirbaz çekinmiyor.. tek- Tar suya bakarak: «— İple boğularak öldürülecek- sin!» Deyince, Mehmed Giray kılıcını ruyor. Vuruyor amma.. içine de bir şüp- he giriyor. — Acaba beni kim öldürecek? Mehmed Giray bu vehim ve endi- şe içinde gecelerini yarı uyur, yanı uyanık bir halde geçirmekte ve kim- seye itimad etmemektedir. Üçüncü Murad bunu duyduğu za- man gülüyor: «— Ona söyleyin. idam fermanı- nı ben verdim!» diyor. Fakat, padi- şahın bu sözünün o sırada Kefeye ulaştırılmasına imkân yök. Donanma İstanbuldan ayrılalı bir hayli zaman olmuştur. Artık Meh- med Girayın idamı ve kati zafer has berleri bekleniyor... kızıyor, çekip sihirbazın boynunu vu-