>. TURŞU SUYU Necati Remziye ile eveneli hemen | hehen bir sene oluyordu, Karısı son | derece güzeldi. Cana yakındı. Fev- | kalâde şık bir kadındı. Yalnız pek | fazla” eçıtkırıldım» dı. Pek fazla «iki | dirhem bir çekirdek» ti. Ondan bah- sedilirken: «Güzel kadın, terbiyeli k: dın amma biraz züppe; derlerdi. E keğin züppesi olur da kadının olmaz mı?.. Necati karısını pek seviyordu. Yalnız adamcağızın küçük bir derdi vardı. Necati bekârken her öğle y- meğinden evvel Sirkecide bir turşucu dükkânma girer, turşucuya; — Doldur bakalım şuradan bir bar- dak turşu suyu... Amma kırımızı biber suyundan da bolca koy... derdi... Tur- şucu bu her gün dükkânmı ziyaret €den müşterisinin Adetini, zevkini bi- lirdi. Bunun için içi beyaz, dışarısı Mavi küçük çinko maşrapayı evvelâ güzelce yıkardı. Sonra dükkândeki dört beş çeşld turşu suyunu birbiri- me karışlırırdı, Bunların içine hafif Penbe rengindeki kırmızı biber su- yandan da bol bol karışlırmağı ihmal etmezdi. Necati ağzı sulana sulana turşucunun kendisi için hazırladığı EE suyuna uzanır ve içmeğe baş- Bu esnada, çok defa gene kenğisi gibi turşu suyu meraklısı olan arka- daşı Hilmi de yanında bulunurdu. Tki arkadaş, büyük bir zevk İçinde turşu suyunu İçerlerken her yudumda bir dururlar, derin birer: — Ooooh... Çekerlerdi.. Hilral arada bir turşu suyunun me- Hiyetleri hakkında Izahat verirdi: — Bilir misin birader... Yemekten evel turşu suyu içmenin iştihayı aç tığını söylerler... İştaha açmasa bile her halde nefis şey değil mi?... > Bazan onlara birer bardak kâfi elmezdi. O zam; i: şöyle belki an birbirlerine şöyle — Birer i i Ve bardak daha içeriz değil- — İçetiz... İçeriz ;.. e bardak turşu suyunu da yu- ladıktan sonra Hilmi bir <0ooh> daha ue arkasından: — Ne turşu suyu değil mi?. e turşucu değil rik vallahi a vs Ovoh... Değdi yahu... Derdi. ecali aşağı yukarı senelerdenberi Yeni dilek meftunu idi. Necati- sevdiği şeylerden biri de bol toğanlı ciğer kebabı idi. Tani şu <Ar- MAYUd ciğeri dedikleri yemek... İn- Sanın gönlü gibi midesi de fermen Bu AZ gibi kibar ve pahalı bir yemek dururken siz öcü Deki çi soğan doğranmış ciğer ke- 1 Seversiniz. Tıpkı gönül gibi... a kibar, ince, arif kadınlar du- Sa saçları okşijenli âdi bir kadı- MA gönül kaptırmak gibi... Pe Necati de kenarına bir tutam doğranmış bir tabak ciğer dünyanın en nefis yemek- leğişmezdi. a gene en bayıldığı yemekler- - biri gayet bol sarmısak ve sirke- İşkembe çorbası içmekti. Bunun için Hilmi ile Necati turşu İçtikten sonra doğru soluğu yi Piyazcı Arnavudda alırlardı. — Getir birer işkembe çorbası... Derlerdi. İşkembe çorbalarile beraber m üstüne konulan içine parça Sarmısak doğranmış sirke şi- #Sine uzanırlardı. Şişenin içindeki #ammsaklı sirkeyi bol bol karıştırdık- ar çorbalarına dökerlerdi. isaklı işkembe çorbasından İğ) gelsin bol soğanlı ciğer kebabı... pe Necati Remziye ile evlendikten A bu eski iştahlı yemeklere tama- ağ etmek mecburiyetinde kal- ei pek çıtkırıldım, pek iki dir- ir çekirdek, hattâ birez zü; ir kadın olan Remziyeye; e — Karıcığım,. Ben bugü: i — ığım... ugün öğle ye- yeğinden önce bir bardak turşu su- İçeceğim... Ondan sonra da şu pi- iLe gideceğim. Gayet bol sirke e Sarmısaklı bir işkembe çorbası içe- e Arkasından da bol soğanlı ci- er kebabı yiyeceğim... Dese karısı- AKŞAM nın âdeta dehşetle gözlerini açarak: — Ne çıldırdın mi sen? Öyle turşu suyu gibi, sarmısaklı çorba gibi, 80- ğanlı ciğer gibi şeyler yiyip yanımda fena fena kokmana tahammül eder miyim ben? Diyeceğini pek âlâ bili- yordu. Bunun için Kecati hiç ağzını | açmıyordu, Karısına turşu suyunu, soğanlı ciğer kebabını, sermisaklı İş- kembe. çorbasını fevkalâde sevdiğini söylememişti bile... Necati ara sıra kaçamak yapıp giz- li turşu suyu, sarmısaklı işkembe çor- bası içemiyor, ciğer kebabı yiyemi- yordu. Çünkü Remziye hiç kocasın- dan ayrılmıyordu. Bilhassa yemekleri dalma beraber yiyorlardı. Necati bar zı arkadaşlarının kaçamak çapkınlık bile yaptıklarını görüyordu. Fakat o bir kaçamak fırsatı bulsa doğru tur- şucu dükkânına koşacak turşu suyu- nu yuvarlıyacak, ondan sonra sarmı- saklı işkembe çorbası içecek, bol 50- Zanlı elğer kebabı yiyecekti. Bir gün öğle üstü karısile Sirkeci- den geçiyordu. Tam yemek zamanı idi, Bir aralık yavaş yavaş turşucu dükkânının önünden geçerlerken Ne- cati şöyle bir içeri baktı. Vay kâfir Hilmi vay... Turşucunun tezgâhı önü. ne dikilmiş, eline kocaman maşrapa» yı-almış, büyük bir zevk içinde yu- dum yudum turşu suyunu içiyordu... Ne de iştahlı bir hali vardı! Necati âdeta - annesile beraber Ka palı çarşıdan geçerken baloncunun önünde dikilip kalan çocuklar gibi - turşucu dükkânının önünden ayrıla- muyordu. Remziye sordu: — Kuzum Necati bu dük Necati bir rüyadan uyanı — Ne dedin karıcığım? kânm önünde niçin mi düruyorum?.. Hiç... Hiç sadece baktım... İçeride pek sevdiğim bir arkadaşım var da... İ Karı koca ilerlediler. Fakat Neca- tinin hasretli bakışları hâlâ arkada, turşucu dükkânında idi. Nihayet da- yanamadı. Karısına: — Karıcığım... dedi. Müsaade eder- sen turşucu dükkânındaki arkadaşı- ma bir şey söyliyeceğim... Remziye: — Ben de seninle beraber geleyim... Deyince Necati telâş içinde: — Yoooo... dedi, sakın ha... Zah- met etme karıcığım... Sen bu köşe- de dur... Necati böyle söyliyerek he- men turşucu dükkânma koştu, İçe- rideki arkadaşı Hilmiye «merhaba'; bile demeden: — Turşucu çabuk bana bir bardak turşu suyu... diye bağırdı... Turşucu çoktanberi görünmiyen müşterisini Jâfa tutacak oldu. Fakat Necati: —'Aman... Çabuk, çabuk... Bir bar- dak turşu suyu... Diyordu. Turşucu, turşu sularını birbirine karıştırarak | Necatiye uzattı, Yanındaki arkadaşı Hilmi: — Yahu.. bu ne telâş? diye sorü- yordu. Fakat cevab veren kim?.. Ne- cati Hilmiye söz söyliyeceği yerde turşu suyunu dikmişti. Oooh... Âde- ta çoktanberi görülmiyen bir sevgili- ye kavuşmuş gibi idi. Fakat birden- bire dükkânm kapısında Remziye- nin sesi: — Necati!.. diye kendisin! çağırın- ca telâşla döndü. Genç kadın turşu- cu dükkânına girerken gülüyordu: — Orada bekliyeceğime buraya ge- leyim, dedim, fakat sen ne yapıyor- sun?.. Necati şaşkın: — Şey... Şey karıcığım... dedi, tur- şu suyu içiyorum. Remziye gülerek: — Hain... dedi, yalnız kendini mi düşünürsün... Bana da bir bardak turşu suyu ısmarlasana... Necati hayretler içinde: — Sana da mı bir bardak... Emre- dersin karıcığım... Emredersin ru- hum... Sonra turşucıya döndü: — Çabuk... dedi, bir bardak daha... Remziye ilâve etti: — Kırmızı biber suyu bol olsun... Necati büsbütün şaşırmıştı. Rem- ziye turşu suyu İçmenin bu tafsllâtı- nı, içilecek suya «kırmızı biber suyu ilâve edildiğini de nereden biliyordu. Remziye bir bardak turşu suyunu | büyük bir iştiha içinde içtikten son- Ta: | | lara hasrettim... Bunları seni: — Oooh... dedi, ne nefis şey kat.. Genç kadın söyliyeceği şeyden 81- kılıyormuş gibi ilâve etti — Ben bir bardak daha içeceğim... işi Fa İkinci bardak tuşu suyunu içtikten sonra... dükkândan çıktılar. Necati gordu: — Kârıcığım... Sen bu turşu süyu- Ne diyorsun oNecati2.. Bayılı- rım... Hele yemekten evvel içmesi- De... Fakat ne bileyim? Garib bir dü- şünce ile <belki ayıplarsın!z diye sa- na söylemiyorum... Necati içtiği turşu sularından mem- nun: Oooh... diyordu, yaşa karıcığım... Doğrusu sandetim tamam oldu... İş- İe şimdi bizimki tam bir aile saadeti... Şimdi Arnavud piyazcının önüne gelmişlerdi. Necatinin gözü camekin- daki tabak tabak bol soğanlı ciğer kebaplarına ilişince gene durakladı. Remziye: — Kocacığım,.. dedi. Bak kokulu bir yemek amma... Manzarası ne ka- dar güzel... Doğranmış yeşil soğanlar- Tarihi İstanbul halkı çok heyecanlı ve karâ günlerden birini yâşiyordu. Her semtte bir kaynaşma, her köşede bir. pusu ve her: sailede' bir emniyet sizlik vardı. Herkeş birbirinden Kor- kuyor, baba oğul birbirlle çarpışı- yor... Palalar, bıçaklar harıl harıl bi- leniyordu. Sarsyda da şiddetli tedbirler alın- mıştı. . Padişah haremden dışarı çıkmı- yordu, «Babı hümayun» un iç ve dış avlularındaki nöbetçilerin sayısı art- tırılmış, balfacılar sarayı iyice mu- hafaza altına almışlardı. Saraya ha- riçten yabancı bir kimsenin girme- sine imkân yoktu. Üçüncü Murad suikasâden kor- kuyordu. «— Olmaya Ki, bir hain gelip beni öldüre...» Endişesile etrafındakileri kasıp ka- vuruyor, şüphelendiği kimselerin ge- ce karanlığında birer birer başlarını la bu ciğer kebabı tabağı âdeta kü- çük bir bahçeyi halılatıyor... Acaba içeri girip bu yemeklen yesek mi? — Hay ağzını öpeyim karıcığım... Ben bu yemeğe bayılırım... — Doğrusunu - istersen ben de... Fakat bunu sana söylemeğe utanı- | yordum. Haydi girip yiyelim... Son- | ra da ağzımız kokmasn diye birer çiklet sakızı çiğneriz. Karı koca âdetâ mesud dükkâna | girdiler. Remziye bol sarımsaklı iş- | kembe çorbasına da bayılıyordu. Genç ! İ kadın bir kâse çorba içli, İki tabak | ciğer kebabı yedi. Remziye: — Oooh... diyordu. İki senedir bun- sevme- diğini sanıyordum. Necati: — A karıcığım... diyordu, iki sene- denberi bunu bana neden Söylemez- 8in!.. İki senemizi : perhiz içinde ge çirdik... Vallahi işte bugün &ile saa- detim tamamlandı yahu... Hay Allah senden râzı olsun., (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, “Taksim: Kürkçüyan, Firuzağada Ertuğrul, Kalyoncukullu- ğunda Zafiropulos, İstiklâl eaddesin. Aksaray: Nuri, Beşiktaş: Vidin, Fenre: Vitali, Kumkapı: Lâlelide Haydar, Küçük- pazar; Necati, Samatya: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Ali Rıza, Şehremi- OGelimiyede Selimiye, ik, Büyükada: Şinasi Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhiserındaki ©c- zaneler her gecs açıktır. Çocukların yüzünü güldürme- ğe, fenalıklardan korumağa çelı- şan Çoruk Esirgeme Kurumuna para yardım: yapınız. 23 NİSAN Çocuk bayrami haftasının ük günüdür. Yavrularınızı * bayram için hazırlayınız. vurduruyordu. “ | Yangın saçağı sarınca, Üçün- i cü Murad korkmağa başladı Gece.. Kılıç Ali paşa sarayda ka- panıp kalmıştı. Üsküdardan nakledilen akıncılar | Eyübe çıkarılarak Rami, Gümüşsu- yu sırtlarını sarmışlardı. Üçüncü Murad: — Yangın, saçağı sardı. Neden işi bu raddeye getirdin? Diyerek, Kılıç Ali paşaya — bağırı- yordu. Kaptan paşanın elinde . bir şey yoktu: Sinanı yatıştırmak imkö- nını bulamayınca, işi padişaha bi- rakmıştı. Üçüncü Murad sarayda kendisini emniyet allında göremiyordü. «— Sinanı sevenler çoktur. Ona | kapılıp ta, birisi canıma Xıyarsâ > Endişesi beyninin içini burgulu- | yordu. O gece Kılıç Ali paşa ile başbaşa Kalmıştı. Padişah: — Üsküdardan geçen asker hâlâ bu çapulcu alayını kuşatıp vurama- dı m? Diye soruyordu. Akıncıların başında tanınmış ve | değerli reisler vardı. Gece yarısına doğru”saraya şöyle bir haber geldi: «Akıncılar Sinan reisle birleşmişler..!» Bu haber sultan Muradın beynine bir yıldınm gibi inmiş, müvesvsi pa dişahın muhakemesini altüst etmişti. — Bre Kılıç... Bu melinu beniki kere astırmak İstedim. Sen mâni ol- dun! Bu haber gerçekse ne yapa cağız? Diye bağırmağa başladı. Üsküdardan Eyübsultana getirilen kuvvetlerin Sinana iltihak edeceği haberine kolay kolay inanılamazdı. | Zira, bu kuvvetin başında bulunan- lar arasında Sinanın eski hasımları da vardı. Hüsmen ve Mustafa reisler, Sina- nın o Kadar insafsız düşmanlarıydı ki, denizde bile birbirlerile atış- maktan geri durmazlardı. Kılıç Ali paşa: — İnanmayın şevketlim! dedi. 8i- hanın başında bir avuç baldırı Çıp- lak var. Gönderdiğimiz . kuvvete Ev, apartıman, köşk, sayfiye kiralama mevsiminde AKŞAM'ın KÜÇÜK İLÂNLARI kiracılar ve bina sahipleri için En emin, en süratli ve en ucuz vasıtadır. 3 defası 100 kuruş katiyen karşı duramaz. Hüsmen reis daha geçen gün kulunuza: «Bir da ha Sinanın bulunduğu sefere (çık- mam!» demşiti. Sinanın bu kadar kuvvetli düşmanları varken, bir avuç baldırı çıplağın o gelebesine imkân | yoktur. Kilç Ali paşa O gece saatlerce İ padişahı avutmağa çalışmıştı. Koca Sinan paşa bir aralık: — Bırakın beni, atıma binip gide- yim ve şu asilere nasihat edeyim. Bilekli yola gelirler! Dediyse de, buna Kılıç Ali muhalefet etmiş: — Paşam deli misin sen? Gece ya- rsi ateşe atılmak olmaz, paşa İ edilmişti KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No, 193 Kılıç Ali paşa o gece sarayda Sultan Muradı avutmağa çalışıyordu. (Hoşeda) da telâş içinde bocalıyordu Diyerek vezirlâzamın önüne geç- in Edirnekapıya, Eyüb üstüne gün- derilen adaların Tiç birisi sadra şi- İa verecek bir hâber getirmiyordu. Sabahı beklemek gerekti, İyi amma, sabahleyin ne olacağı- nı da kimse bilmiyordu. Herkeste ayni merak ve ayni en- — Acaba asiler sabahleyin saraya mi hücum edecekler?! Gece yarısından sonra harem dai- resinde de bir hayli telâş vardı. Valde sultan: — Ne oluyoruz oğul? Diyerek, üçüncü Murada sik sık haberler Muradın gözdesi (Hoşeda) nın da rengi almıştı. Ne de olsa, onun da Sinanla geçmiş bir hatırası vardı. Acaba Sinan vaziyete hâkim ola- bilecek kadar kuvvetli miydi? Böyle ise, Hoşedanın sonu ya mandı. Çünkü, vaktile Sinanın ağzından ona neler söylememişler, ne ya- lanlar uydurmamışlardı, Hattâ: «— Sinan seni “bir daha ele geçi- rirse, ikiye bölecek.» diyenler bile olmuştu. Hoşeda haremağalarından - birine gizlice sordu: — Sinan ne istiyor.. kaldırmış? — Bilmiyorum, sultanım! — Haydi canım, hakikati söyle ba na! Dünyanın bildiği şeyleri sen bilmez olur musun hiç? Haremağası saray dışında Olup bitenleri kadınlara söylemeğe mezun değildi... Bahusus Hoşedaya hiç bir şey “söylenmemsei şiddetle tembih neden baâş- Arabın; boynunu bükerek susması Höşedânın büsbütün merakını arttır. mıştı. — Padişahin esaretten kurtarıp İs- tanbula getirttiği bir adam nasıl oluyor da bu iyiliğe karşı başkaldı- iyor? Diyerek, yakasın- dan tutup sarstı, Arab gene suslu. cevab vermedi. Ve biraz sonra, odadan çıkarken, güya kendi kendine mınldanıyor. muş gibi: — Rezitasından ebediyen ayrıldı- ğı için başkaldırmış olsa gerek... Dedi ve hemen uzaklaştı. (Hoşeda) bu sözü işitince şaşır- mıştı. Onlar sarayın duvarları için- de - dünyadan haberleri olmadan - körler ve sağırlar gibi yaşıyorlardı. (Hoşeda) Rozitanın Romaya iade edildiğinden haberdar bile değildi. Haremağasının sözleri onu şüpheye düşürmüştü. «Rozltasından ebediyen ayrıldığı için...» Demek Rozita ölmüştü! Bu söz- den başka türlü mâna çıkarılamaz- dı. (Hoşeda) hartmağasının sözlerini bu şekilde tefsir edince sevindi. — Oh, dedi, düşmanlarımdan biri gebermiş... İşte buna çok sevindim. (Hoşeda) Rozitanm öldüğüne hük- metmişti. Artık bu neticeye göre vaziyeti kavramak güç değildi. Si- nan-Romadan dönünce Rozltayı öl- müş buluyor; hiddetleniyor.. meyus oluyor... Başına topladığı adamlarla isyan bayrağını çekiyor... İşte (Hoşeda) nin verdiği hüküm- ler, (Hoşeda) Rozitayı © kadar çeke- miyordu ki, akrabası olduğu halde Rozitaya yapmadığı fenalık kalma- muşta. (Hoşeda) bir kâç kere sultan Mu- rada, Rozitanın fena ve tehlikeli bir kadın olduğundan bahsetmiş, hattâ onun idamırı bile istemişti. (Hoşeda) nın görüşüne göre, Ro- zita günün birinde tekrar bir dolab çevirerek saraya ve padişahın gözü ne girmeğe muvaffak olacaktı. (Arkası var)