şsIiz Mühendis Vecdi bey, karısı öldü ündenberi Dirayet hanımın köşkün- de, alt katta iki oda kiralamış; otu- Tuyordu. Ev sahibesi ihtiyar kadın, uzun zamandır dul olduğundan, geçinmek için köşkünün iki bölüğü- | Dü daima kiraya verirdi. Birisinde Mütekald yetmişlik bir paşs yaşamak- | taydı. Diğerine de Vecdi taşınmıştı. Zaten, eskidenberi de ahbaptılar. Mühendis yedi ay evvel karısını kay- betmişti, Dirayet hanım, bu yalnız ka- Jan ellilik adama çok acır, onu ekseri Odasına çağırır, çay, kahve ikram ederdi. Kadının tatlı ve hazin gözleri, munis sesi, en asabi insanları bile so- kinleştirirdi. O gün gene karşılıklı çay Içiyorlar- | | Dirayet hanım, elinde iki şiş, örgü | örmekteydi. Erkek içini çekti: Karım da tapkı böyle, sizin gibi, sanllerce iş işlerdi! - dedi. - buraya, Söz- de rahat etmeğe gelmiştik. Âhırı öm- rümüzü şehirden uzak, asude geçire- cektik. Allah insana rahat vermek İs- temezse... HAJâ bu acının sarsıntısının tesirindeyim... Yirmi beş sene beraber yaşadık... Bütün hislerde birleşerek up Uzun bir hayat sürdükten sonra ar- kadaşını kaybetmek, yapayalnız kal- mak!.. Çok acı şey... İhtiyar kadın, içini çekti. — Hakkınz var... Ben de dulum... 'Bu hissi anlarım... Fakat kaldınlar ev hayatına alışık oldukları için, yalnız da kalsalar, etlerinde nisbeten rahat- larını temin edebilirler. Fakat kadın mevcudiyetine alışmış erkek için ye- niden bekârlık pek güç... Bana kalır- sa siz evlenmelisiniz... Erkek, acı acı güldü, Kadın devâm eti: — Evlenmelisiniz... Ahçı dükkânı yemeklerine eminim ki, mideniz alışık değil... Rahatsız oluyorsunuz... Ben de sizinle, gönlümün istediği kadar meşgul olamıyorum... Muhakkak size bir hanım lâzım... Filhakika, Dirayete kalsaydı, öte- denberi tanıdığı bu adamı sık sık sof- rasına davet ederdi. Lâkin daha eski kiracısı olan mütekald paşa, yeni ge- len Vecdiyi görünce kaşlarını çata- Tak: — Eğer başka pansiyoner alırsanız ben çıkarım. Sofrada yabancı erkek yüzü görmek istemiyorum! - demişti. Ev sahibesi de daha temelli olan, ki- yasını da muntazam veren bir müşte- Tiyi kaçırmak istemediğinden arzusu- Da inkiyad etmişti. Mühendis Vecdi, odasında, açmağa bir türlü cesaret edemediği ambalâj- ları üzerine oturmuş, düşünüyordu: Evet, yerleşemiyordu; eşyaları aça» mıyordu. Açsa da kim onları yerli ye. rine koyacak, süsliyecekti? Bu bekâr- hık hayatı, hakikaten pek güç... Dirayet hanımın nasihatini acaba dinlese mi?.. Evlense mi?.. Keridi yar gına uygun bir arkadaş bulsa... Karr- $ının ruhu da bundan memmun ola- cak! Emindi... Fakat kimi? Birdenbire aklına gençlikle geçir- diği bir macera geldi. Henüz yirmi ya- şında talebeyken, bir kız sevmişti: coş- kun bir aşk! Ne kadar üzülmüş, ne kadar sarsılmıştı. Fakat Vecdi daha istikbalini temin edemiyor diye, kızın babası izdivaca razı olmamış; kaçırma teşebbüsleri suya düşmüş; kız, anne- sinin, babasının sözünü dinliyerek, kendinden yaşlı zengin bir adamla ey- Jenmişti. Yirmi beş sene evvel, onlar da Eren- köyünde otururlardı. Köşkleri vardi. Acaba şimdi Râna neredeydi? Dul miys dı? Hesapça, onun da kırk dokuz, ek Mi yaşlarında olması lâzımdı. Çünkü © zamanlar yaşıttılar. Kızcağız sarışın, beyaz tenli, çapkın. bakışlı, cevval bir tazeydi. Herhalde şimdi o da Aksaçlı, yaşlı bir hanım olmuştur, Evet, Vecdi Rânayi bulur- sa ve kadın dulsa, onunla evlenmek en muvafığıdır. Karısının ölümü Üze- rine kapattığı köşkü gene açar, ora- ya yerleşirler; çünkü tabif bu yaştan sonra balodan baloya; davetten ziya- fete, bardan restorana gezecek değil- ler, Her ikisi de yazın bahçelerile meş- Nakleden: (Vâ - Nü) İ gul olur; kış geceleri sobanın karşı- sında erkek gazete okurken kadın yün örer; ve gene böyle asude, sakin, ölü- mü beklerler. Vecdi bu hayal içinde geceyi geçir- di. Muhakkak Rânayı bulmak istiyor» du. Ertesi gün, Erenköyün iç tarafla rını şöyle bir dolaştı. Rânanın babası Kadri beyefendinin köşkünü aradı. Fakat yarabbi! Her yer ne kadar de- Üişmiş. Köşkten eser bile yok... Yeni yeni kübik binalar yapılmış... Eskiden köşe başını teşkil eden, fa- kat şimdi arka plânda kalan küçük bir bostan gözüne ilişti. Burası ne dense gene 0 halinde duruyor, Acaba sahipleri ayni insanlar mı? Pek iyi hatırlıyordu: Şurada, şu çardağın #l- tında merol yerlerdi. Bir de bostancı- nın kendi yaşlarında bir kızı vardı. Acaba ne olmuştu?. Yampiri duran büyük tahta kapıyı ayağile dürterek içeri girdi. Başı örtü- Yü, şişmanc« bir kadınla karşılaştı. A... O kız... Fakat ne değişiklik ya- rabbi... Yüzü buruşmuş, kilosu üç mis- ne çıkmış. Abullabud birşey olmuş, Vecdi sordu: — Pembe hanım mısınız?, Kadın, afallıyarak, erkeği süzdü: — Evet benim... Nereden tanıyorsu- nuz?, — Yirmi beş sene evvel hatırlamıyor musunuz? Şu çardağın altında marul Pembe, «hayır. mânasında başın? sallağınca, erkek israr etti: — Canım şurada komşunuz Kadri beyler vardı. Hani kızı Râna hanımı bilmiyor musunub?, Kadın, dişleri dökülmüş ağzını aça- rak: — He... - dedi, - Nasil bilmem... Bü- tün zerzevatlarını bizden alırlardı... Amma, Kadri bey öldü.. Kızı evlen- di... Onun da kocası öldü... Sonra köş- kü sattılar... Fakat Râna hanım yazla- ri bazen gelir Bize de uğrar. 'Bu sözleri işitince Vecdinin kalbi he- lecania çarptı. Demek Râna dul ve bu- ralara geliyor... Mevsim de işte yaz.. Her gün ona raslamak ihtimali var... Muhakkak o da bu kadın gibi değişmiş, ağırlaşmış, ihtiyarlamış olacak... ##- Akşam üstü Suadiye yolunda ağır ağır yürüyordu, Önünde zarif endam- 1, gayet şık giyinmiş bir kadın gidi- yor. Erkek birdenbire irgildi. Bu endam ona hiç de yabancı gelmiyor... Evet, bu tamamen yirmi beş sene evvelki Râ- na... Vecdi adımlarını sıklaştırdı. Âdeta koşarcasına kadını geçti... Döndü ve hayretle bağırdı: — Sen misin? Kadın şaşırarak erkeği süzdü: — Fakat siz kimsiniz? — Beni Vecdi! Kadın iki elini uzattı: —A... siz?... Az kaldı tanımıyordum. Ne kadar değişmişsiniz.. — Benim... Fakat siz... siz... siz hiç değişmemişsiniz... Hattâ diyebilirim ki daha güzelleşmişsiniz... Râna bir kahkaha attı: — Bu kompliman, doğrusu, hoşu- ma gitti. Bunca sene sonra size Tasla- mak! Ne tuhaf... Ben burada ahbap- larda misafirim, Müteahhid Zâhir bey- ler... Şu deniz kenarındaki güzel, be- yaz köşk... Yarın gelin... Beni ziyaret edebilirsiniz... Bahçede bir çay ziyafe- ti var. Belki eğlenirsiniz, Şimdi müsaa- denizle gidiyorum. Acele işim var! Râna, geçen otobüsü durdutarak at- adi. Vecdi yalnız kalınca bir müddet şaşkın şaşkın düşündü. Kadını bu şe- kilde bulacağını hiç ummamıştı... Ne- şesini, güzelliğini, gençliğini böyle mu- hafaza edebilmek! Fakat ayni zamanda da memnun oldu: Kış geceleri başbaşa, soba kar- şisında oturdukları zaman, demek, geç. miş, göçmüş bir kadını değil, taraveti yerinde, hoş bir simayi seyredecek... Kalbinde tekrar uyanan bü aşkın coşkunluğile, daha dinç, daha genç eve döndü. İlk iş olarak aynaya bak- | mak aklına geldi. Amma da yıpran- miş! Esasen geniş olan alnı, saçlarının dökülmesi yüzünden bir kat daha açıl- miş; seneler birer çizgi halinde göz- lerinin etrafında izler bırakmış... Kırı siyahından fazla kesik bıyıkları, onu du. Fakat buna mukabil, hayatta mevki tutmuş, oldukça servet sahibi olmuş- tu. “.. Ertesi gün çaya gittiği zaman, mun- tazam bahçenin, Adeta papatya tarla- & gibi, kadınlarla, kızlarla, beyaz giy- miş erkeklerle doluştuğunu gördü. 'Hiç kimseyi tanımadığı, yabancı kaldı- ğı bu muhitte, RAnayı aradı, Kadın, bir hasır koltuğa oturmuş, kısa kol- Tu beyaz bir elbise giymiş, etrafını sa- ran yedi sekiz delikanlıya, pümeşe, 1Af yetiştiriyordu. Birkaç adım ötede, babriyeli kılığın- da bir genç, ağaca dayanmış, hayran hayran, onu süzüyordu. Vecdi, çekingen hareketlerle Râna- ya yaklaştı. Kadın, eski arkadaşının elini sami- miyetle sıkarak: — Durun sizi ev sahibesint prezan- ta edeyim! - dedi. Siyah saçlı, balık etinde, gayet süs- Eşyalarını açamııyordu. Mahzun mahzun bağajları üzerinde oturuyordu Yü giyinmiş bir kadına seslenerek: — Naimeciğim! Sana Vecdi beyi tak- dim edeyim... Eski ahbaplardandır, Kadın, inci gibi dişlerini gösteren bir tebessümle: — Sefa geldiniz beyefendi... Bir vis- ki içer misiniz? - diye sordu, Râna, gene ortadan kaybolmuştu. Erkek bu kadın cıvıltısı ortasında âde- ta afallamış gibi duruyordu. Bir aralık şişman, gerdanı sarkık, kafası cascav- lak bir erkek kendisine yaklaştı: — Efendim, sıkılıyorsunuz galiba... Ben ev sahibiyim... Müteahhid Zâhir. Karım kalabalığı çok sever... İki gün- de bir, davetler, ziyafetler yapar... Kı- zum yarın gelecek... Avrupada seya- hatteydi — Herhalde küçük hanım mektep- ten geliyordur... Zâhir, karnını sallıyan bir kahkaha attı. — Amma yaptınız... Kizımiz koca- sından boşandı... Üzüntüsü geçsin di- ye seyahate yolladık... İşte yarın geli- yor... Sizin uzaktan hazin hazin du- ruşunuzu gördüm, Sıkıldığınızı anla- dım, Ben de böyle caril cuvul hayattan hiç hoşlanmıyorum... Güya buraya ra- hat etmeğe geliyoruz... Bu hissiyatta anlaşabileceğimizi sanarak yanınıza yaklaştım... Ve iki erkek, romatizmalarımdan, sü- hattâ yaşından bile büyük gösteriyor- | AŞK VE MACERA NUVE kalan kün ihtiyaçlarından, monden hayata karşı hissettikleri nefretten bahse baş- ladılar. Vecdi, bü palırtı ortasında ahvali ruhiyesini anlıyan bir insana rasladı- Zından pek memnun olmuştu. Artık sık sık görüşmeğe, derdleşmeğe karar ver- diler. Ertesi sabah, ihtiyar âşık, yerinde duramıyordu. Rânaya raslamak ümidi. le köşkün civarına doğru gitti, Genç kadının uzaktan telâşla tenha sokak- lara saptığını gördü Yavaşça onu takip etti. Yaptığının doğru olmadığını bilmekle beraber hissiyatını yenemiyordu. Frenk bağının karşısındaki büyük ağaçların altında dünkü bahriyeli ile Rânanın birleştiklerini gördü, Delikan- lı kadının elini öptü. Tenhalıktan isti- fade ederek belini sardı... Sonra yürü- meğe başladılar, Öylece, muhabbetli muhabbetli konuşaraktan uzaklaştı- lar, Zavallı Vecdi, dizleri kesilerek, ora- daki bir yıkık duvarın taşlarına otur- du. Hava bozuyordu, Şiddetli bir rüz- gâr esti. Birkaç iri damla yağmur serp- t. Ne kadar zaman geçmişti?. Far- kında değil... Fakat birdenbire karşı- sında Rânayi gördü. — Burada ne yapıyorsunuz, Vecdi bey? Erkek, şikâyetli mazarlarla kadını süzdü. Râna, müstebzi bir sesle; — Beni takib et- tiniz, değil mi)... Bir şey değil... Ufak bir flört... Vecdi, sevgilisi- nin ellerine sarıldı: — Beni dinle, Râ- na... Evet, seni gör- düm... Çok üzül- düm... Fakat buna rağmen (fikrimde sebat ediyorum... Seni seviyorum... Seninle evlenmek is- tiyorum... Bu hayat sen yaştaki bir ks- 'dına yakışmaz... Za- ten devam da ede- mezi... Gidiş gidiş değil... Bu yol çık- Yol güzel olduktan “sonra ister çıksın, İs- ter çıkmasın... Râna bir kahka- ha aktı, — Bugün gülü- yorsunua, fakat ya- nızl Size dostane nâsihat ediyorum. Vazgeçin. Ricamı kabul edin. Rahat, Asude bir hayat ya- şıyalım... Bunu temin edebilirim, © Kadın başını salladı: — Yirmi sene izdivaç hayatı yaşa- dım. Kendimden çok yaşlı, ihtiyar bir adamla evliydim... Bütün gençliğim heba oldu... Şimdi birdenbire çükece-* ğim saate kadar eğlenmek, hayattan istifade etmek istiyorum. Onun için katiyyen evlenmiyeceğim. Aşkla oyna mak! işte emelim... Vaktile sizi sev- miştim. Şimdi etrafımı saran gençler de sizin © zamanki coşkunluğunuzu, Oo zamanki sesinizi, o zamanki carlılığını- zı buluyorum... — Niçin beni ölmüşüm gibi yadedi- yorsunuz? Ben karşınızda mevcud de- gil miyim?, Râna başını salladı ve bütün merha- met hislerini biran içinde kalbinder. silerek: — Hayır! - dedi, - Siz benim için eski Vecdi değilsiniz, O delikanlı öldü, Mühendis içini çekti. Artık birşey söylemeğe mecali kalmamıştı. Biran aşkının tesirile kendisinde his- settiği gençlik lâhzada yıkıldı, Omuz- ları çöktü. Sert esen rüzgürin altında titredi. ..» Birkaç gün Vecdi, ortalarda görün- meyince, Râna merak etti. Dirayet ha- nımlarda onu aradı. Yanında, spor giy- : mm amm erkek miş, erkek kılığında bir genç kadın vardı, Bu Zâhir beyin Avrupadan ge- len dul kızıymış. Mühendis, bu zi retinden memnun olmakla beraber fev- kalâde üzüldü. Çünkü o gün nezley- di, Boynunda bir yün atkı, başında takke, sırtında hırka, yüzünde iki gür- lük traş, koltuğuna büzülmüştü. Mazeret beyan ederek, kısık bir ses- le: — Hastayım! - dedi Râna, oksijenli büklelerini sallıya- rak, öfkeyle: Vallahi olur iş değil... Ayıp! in- san kendini bü kadar bırakmaz! - de- di, Vecdi, mırıldandı: — Bu yaştı — Olur'iş değil... Seneleri niçin mev- zuu bahsediyşorsunuz? İnsan kendini daima muhafaza etmeli... Geçen gün bana rasladığınız zaman ben de has- taydım... Halimden birşey belli miy- di?, Erkek Kabahatlı gibi önüme baktı, Zâhir beyin kızı Cenan, iki eli sveteri- nin cebinde, ıslık çalarak, odada dola- ıp duvardaki resimlere bakıyordu. — Evinizden manzara ne güzel g0 rünüyor, Vecdi bey! Ben resim yapa” rım. Müsaade ederseniz, balkonunuz- da bir tabloya çalışayım! — Hay hay. O günden itibaren, genç kız, her sa- bah koltuğunda boya kutusu gelmeğe başladı. Kalın köseleli spor ayakkabı- Tarla âdeta erkek gibi yürüyerek odayı sarsar, bir koltuğa kurulur, tabakası- ni çıkarır, sigarasını içer, alâgarson kesilmiş saçlarını elile düzelterek tab- suna devam ederdi. Artık Vecdi ile arkadaş olmuşlardı, Bir sabah Cenan gülerek: — Bizim moruklar bugün kıyamet gibi hazırtıkta.. Akşama Sundiyede balo varmış. — Moruklar dediğiniz kim? — Annemle Râna hanım!.. İstan- bula indiler... Kuaför, manikür... Ak- şama kadar tazeleşmek lâzim... Şaka maka bertaraf amma, ne yapıyorlar bilmem, oğlanları da etraflarına top- Tuyorlar... Mühendis hışımla kökredi: — Elbet... Ne olacak... Sizin nesil böyle erkek üzentisi gibi giyinirse... Pu- fur pufur sigara içip, kadınlığına, 26- rafetine zerre kadar itina etmezse... Gençler de, tabiatile tuvaletine dikkat eden kadınları. etrafını sarar... Velev- ki yasıd olmâssıar Siz mevkiinizi tut- muyorsunüz, başkaları yerlerinizi zap- tediyorlar... Oh olsun!.. Genç kız biran düşündü. Sonra kaş- larını kaldırârak: — Orijinalsınız! hoş fikirler... - de di, . Ertesi gün Cenan Vecdi'ye: — Bakın... Tabakamı evde biraktım... Sigara içmiyorum... Sözünüzü dinie- dim! - dedi. - Bugün de İstanbula gi- dip terzileri gezeceğim... Herhalde hüs- nü tabisliniz vardır... İsterseniz bera ber gelin... Birlikte indiler. Yolda Vecdi genç kızı yanında gördükçe kalbinde bit gü- rur duyuyordu. Şimşek gibi bir fikir zihninde çaktı: niçin olmasın? Madem- ki dünya tersine dönmüştü, madem- ki yaşlı kadınlar delikanlıları inhisara alıyorlardı, niçin genç kızlar da bilmü- kabele ihtiyar erkekleri almasınlar... Belki bu tazenin de saadeti onun elin- de idi, birlikte pek mesud olabilirlerdi... Kızcağız nasıl munis! sigaradan vaz geçmiş, tuvaletine itinaya başlamış... Demek ki üzerinde hâkim oluyordu. Birlikte bir pastaneye girdiler, Vec- di bir kutu çikolata yaptırarak kıza hediye etmek istedi, Cenan güldü: — Flört mü ediyoruz? Efkek tereddüdle: — Şey... -dedi. -Belki de... Müsaade ederseniz... Hissiyatım... Flörtten daha fazla... Sonra, birdenbire bütün - cesaretini toplıyarak: — Cenan hanım! Size birşey teklif Genç kadın bir kahkaha atta: — İzdivaç mı? — Şey... evet... İkisi de sustular. Sonra Cenan ciddiyetle, muhatâbi- na; (Devamı 12 inci sahi'ede)