www e ame <a © e .. Ve e hi ii ki ii ev TVihiBEEE pakictaybavni üsPJİKEYERY. © Nihayet elektriği Kesti; 4 Mart 1938 Fehmi o gece bize misafirliğe gel- mişti. Hep beraber oturduk. Briç oy- Biyorduk. Bir aralık oturduğumuz | bozukluk vardı #alonun elektriğine bir şeyler oldu “Ampullerin ışığı zaman zaman aza İıyor. Zaman zaman çoğalıyordu. Yöhmi başını kaldırıp elektrikle | 16 baktı: — Sizin elektriğinizde bir bozukluk Yar... dedi. Ben tasdik ettim: — Evet, genliği m, — Öyleyse ben hemen tamir ede- Gülümsedik: — Elektrikten anlar mısın? diye #orduk. O kendisine dehşetli güve- hen insanların tavrile: — Oooo, dedi, beh sanki anamdan #lektrikçi doğmuş gibiyim. Elektrik- ten anlamak da söz mü? dedi, Elek- İrikçiler benim elime su dökem Hele elektriğinizi bir tam görünüz... Diyerek hemen işe başladı. Bizim €lekirik sigortalarını filân şöyle bir karıştırdı. Bir takım vidaları yerin- den çıkardı, bir takım (telleri kesti. ia sonra bütün evin elektrikleri Sönmüştü. Mumları yaktık. Mumla- Tın sönük ışığında Fehmi kanter için- de çalıştığı halde hiç bir şey yapamı- Yordu. Biz elektriklerin zaman zaman fazla, zaman zaman daha az Işıklı yanmasından şikâyet ederken şimdi büsbütün karanlıkta kalmıştık. Feh- mi bu suretle tamam bir saat uğraştı. tamirden “ümidini — Nafile, dedi, sigorta bozuldu ga- ağ Bu gece karanlıkta oturacak- n. fena halde kızmıştım: — Aşkolsun sana büyük, mahir #lektrikçi, dedim, bizi büsbütün ka- Tanlıkta bıraktın... Sanki böyle bir İşküzarlık gösterip «hemen elektrik- lerinizi tamir edeyim!> diye yerinden İrlıyacak ne vardı?.. Fehmi yaktığımız mumun ışığında derdii derdli başını salladı: — Ah kardeşim... Benim büyük, tedavi edilmez bir hastalığım vardır. Bu illet şu; Bozuk şeyleri tamir etme- Ğe kalkışmak... Bu illet bende tâ küçüklüklen baş- Jamıştı... Evde durmuş bir saat, işle- Miyen bir gramofon, bir yeri bozul- Muş bir dikiş makinesi gördüm mü? Duramazdım. Derhal saatin, yahud Bramofonun, dikiş makinesinin önü- | ME otururdum. Tamir edeceğim diye Onun bütün dletlerini, bütün vidala- Mını, bütün yaylarını çıkarır, söker- . Ondan sonra küçük bir bozuk- Tuğu olan bu saatlerin, bu gramofan- İarın, bu dikiş makinelerinin yayları- a, vidalarını, âletlerini tekrar yerli Yerine sokamazdım. Eskiden ehem- Miyetsiz bir tamire muhtaç olan bu Şeyler benim elim değince artık hiç ulmıyâcak bir hale girerdi. Bu- Rün için ev halkı bozuk bir şey oldu | Mu? Benden onu - tamir etmeğe kalk- Mam için - bucak bucak saklarlardı... Büyüdüm gitti, fakat bendeki bu şeyleri tamir etmeğe kalkış- Müks hastalığı geçmedi gitti. Bir ki- bunun insanlarda bir nevi has- olduğunu okumuştum. Bu illet de gün geçtikçe fazlalaştı. Bozuk şey gördüm mü? Âdeta kendimi am. Şeytan beni: — Kalk, kalk tamir et.. dürter... Bozuk şeyi tamir etmemek için kendimi ne kadar zorlesam fayda Mzdır: >> Ben bunu tamir ederim... diye Gaya atılırım. Ve tabii küçük bir duğu olan bir şeyi hiç kullanıl gp yacak derecede berbad ederim, İş- sizin elektrikleriniz de böyle oldu. teş atında bü hastalığın pek çok ıklarını gördüm. Naciye Ismin- ia Benç bir kıza âşık olmuştum. Onun- &vlenmeği düşünüyordum. Naciye- ası zengindi. Fakat son dere- ha MASİS. Kızının ısrarı üzerine eve » Pahalı bir radyo almıştı, Bir oni onlara misafirliğe gitmiştim. ak. Radyo çalıyorduk, Naci- Bı babası bu pahalı ve büyük rad- m Pek büyük bir itine gösteriyor. Radyoya bir şey olacak diye ödü opuyordu, «Sakınan göze çöp batar Men. «Bu radyoda da küçük bir diye âde- aciye: — Geçen gece radyoya bir şey oldu, dedi, eskiden ne güzel Berlini, P: Londrayı alıyordu. Şimdi almıyor Her halde radyoda küçük bir bozuk- luk olsa ger rım kabardı... K ha?.. Tamir edilmesi lâzım bozukluk öyle mi?... Kendimi tuta- madım. Hemi — Derhal radyoyu tamir edeyim... diye ortaya atıldım. 'Naciyenin hasis babası radyo tamir: nun gülümsedi: — Radyodan anlar mısını Ben de emniyetle gülümsedim: bedava bir | sağızlarını bile açı bulduğu için mem- | — Ne demek efendim? Sanki an- | nemden radyo tamircisi olarak doğ- muşumdur. Şimdiye radyolar tamir ettim, Bu sözler ağzımdan de çıkıvermişti. Naciyelerdeki Yadyo- yu tamir edeceğime bayağı emindim. Ben zaten böyleyim. Düzeltmek mak- sadile elime aldığım yüzlerce eşyayı berbad ettiğimi bildiğim halde her bozuk şey karşısında bana «bunu mutlaka tamir edebilirim!> kanaati gelir, Bu sefer de öyle oldu. Naciyenin babası: — Haydi bakalım... dedi. Mahare- tini göster... Bu radyoyu şöyle mü- kemmel bir surette tamir et, biz de güzel güzel dinliyelim... Derhal radyonun başına oturdum. Onun âletlerini, vidalarını sökmeğe, İ lâmbalarını yerinden çıkarmağa baş- ladım. Fakat ben uğraştıkça radyo düzeleceği yerde büsbütün berbad oluyordu. Çıkardığım vidaların, âlet- lerin, lâmbaların eski yerlerini bula- mıyordum. Onları tekrar yerlerine terleştiremiyordum. Naciye ile babası bana dehşet için- | de bakıyorlar. Bu işin altından nasıl kalkabileceğimi pek merak ediyor- lardı. Şimdi önümde o kocaman rad- yonun yerine bir tahta kutu, bir sü- Tü vida, radyo ampulü, teller, düğ- meler yığılmıştı. İmkânı yok bunları tekrar yerli yerine eski haline getiremiyordum. Bir, bir buçuk saat böyle uğr: koyup, radyoyu | tan ve radyoyu tam mânasile berbad ettikten sonra: — Galiba yapamıyacağım... | rek ayağa kalktım. Naciyenin “babasının gözleri faltaşı kadar açılmıştı: Eyvahlar olsun rady: mi kalacak?.. diye ken napeye attı. Vaktin geç men hemen bir radyo tamircisi ça- gırıldı. Adamcağız karşısında radyo yerine bir sürü vida, bir sürü âlet, teller, düğmeler bulunca şaşırdı. O da bir hayli uğraştı — Bu radyoyu öyle dağıtmışsınız ki tamirine imkân göremiyorum diyerek çıktı, gitti. Ben de radyocu- | nun arkasından Naciyelerin evinden | savuştum. O günden sonra Naciye nin basisliğile meşhur babası bana selâm bile vermez oldu. Bu «bozuk öteberiyi tamir etme- ğe kalkışmak» hastalığı yüzünden başıma gelenleri birer birer anlat sam kaç roman olur? Bir kere de hiç unulmam, Bizim şirketin umumi direktörünün hatıra diye sakladığı pek kıymetli birdolma | kalemi vardı. Sık sık kalemden mü- rekkep damlıyordu. Benim yanımda müdür her nasılsa: N — Kalem galiba bozuldu... Demek gafletinde bulundu. Sen misin bunu söyliyen?.. Derhal: — Aman efendim, hemen tamir Kalemi elime almamla sökmem, içinin ne kadar âleti varsa dışarıya Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevra' derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. ağrılarınızı bu haide 1 diye- | İ Hiç bir şeyi yok 4 ı edersiniz Ne kadar - kalemi tamir etmek Müdür hatıra olaruk sakladığı kıy- metli dolma kalemini parça parça nuş bir halde kendisine iade etti- gimi görünce küplere bindi. O gün- den sonra onun gözünden düştüm. imdi ne zaman arkadaşlarımdan, ahbaplarımdan, akrabalarımdan biri- nin bir şeyi bozulsa ber yanımda nazlar. Hattâ ben: mu?, Bu bozuk olsam telâ Haki! en... Bozuk filân değil, Diyerek tenim öte- yi beriyi tamir etmeme mâni olur- mum da bitti.. Şi z?.. Baska mum da yok... Bizim ev çarşıdan epey uzaktı, - Bari, dedim, garajdan otomo- bili çıkarayım da çarşıya ineyim. Bel- ki açık bir dükkân bulup mum alırım. * Yarın da eve bir elektrikçi getiririz. Evdekiler: — «Otomobili garajdan çıkarayım» diyorsun amma otomobilin motörün- de bir bozukluk var galiba... Fehmi bunu duyunca: — Ne dedi? Otomot motöründe bir bozukluk mu? Bak elektrikten anlamam amma otomobil motörün- den çok anlarım. Sanki annem beni otomobil tamircisi olarak doğurmuş... Hemen tamir edeyim... diye atıldı. Onu bu işten vazgeçirinciye kadar akla karayı seçtik... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetci eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçüyan, FL bul, Sariyer: Nuri, Aksaray: paşada Şeref, Beşiktaş: Receb, Fener: Fenerde Emilyadi, Kumkapı: Asadoryan, Küçükpazar: Yorgi, Samatya: Kocamustafapaşada Rıdvan, Alemdar: Ali Riza, Şehremi- ni: Topkapıda Nazım, Kadıköy:: Sö- tütlüçeşmede Hulüsi Osman: Üskü- dar: İskele, başında Merkez, Heybeli- ada: Tomas, Büyükada: Halk. Her gece açık eczaneler: Tarnbya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or. taköy, Arnavutköy. Bebek, Beykoz, Paşsbahçe ve Ansdoluhisarındaki ee- zaneler her gece acıktır. Cerrah- Süleyman Türkiye SENELİK © 1400 kuruş 7700 kuruş SAYLIK 750 > 1450 > # AYLIK » » 1 AYLIK », Ecnebi Posta ittibadına dahil olmıyan” ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi dey kuruşluk pul göndermek Urumdır. © Muharrem 1 — Ruzukasım 117 8. İmsak Güneş Öğle İkini Akya Yin E Joslizm 64 036 va, 453 629 1226 1538 İdarehanei Babiâli civarı Atımasluk So. No, 17 , kırıklık ve bütün . diye soracak | Tarihi Mahmut reis, Kılıç Ali paşaya çok benzediği — Azşipel adalarında kiminle te- mas edersek, başımızda Kılıç Ali pa- şa da vardır diyelim. Dedi. Hüsrev rei — Bu tedbire ne lüzum var? Diye sordu. Doğan rels düşüncesini izah etli: — Venedikliler Kılıç Ali paşadan çok çekinirler. Onun için bu sırada Akdenizde * dolaştığını duyarlarsa, Filipi Venedikte himaye edemezler, Filip Akdenizde dolaşmak meeburiye- inde kalır. Onu bu suretle bir liman- du yakulamağa muvalfak oluruz. Mahmud reis cevap vermedi. * Hüsrev reis bu teklifi makül gör- müştü.. Derhal bütün kaptanları Kiros adası önünde paşa «gemisine davet etti: —Düşmana karşı böyle bir tedbir almağa lüzum gördük. Kılıç Ali paşa büğünden itibarek donanmanın ba- şındadır. Gemicilerimize bile bu su- retle anlatın! dedi. Reisler gemilerine dönünce: — Bu gece ansızın kaplan paşa gelmiş. Paşa gemisinde bize talimat verdi, Diyerek denizcileri inandırdılar, Kaptan paşanın yüzünü kim göre- cekti? İcabında Mahmud reis bu oyunu pekâlâ oynıyabilecekti. Arşipel gövalyesinin paşa gemisin- de kaptan paşayı ziyarete gelmesi umuluyordu. Herhangi bir zorluk karşısında Mahmud rels kaptan p&- şa olarak şövalyeyi pekâlâ kabul ede- bilirdi. Maamafih buna da lüzum kal- mıyacağı sanılıyordu. Şövalye böyle bir arzu gösterirse: « — Kaptan paşa biraz dırlş Diyeceklerdi. O sabah paşa gemisi- nin sancak direğine «Kaptan paşa sancağı çekilmişti. ç Hüsrev rels çok sinirliydi.. Sinanı düşünmekten âsabı bozulmuştu. — Onun izini bulamazsak yang- rım... Diyordu. Bütün denizciler (Kor kunç Filip) in ele geçmesi için gece gündüz denizlerde dolaşmağa, uyku- suz kalmağa razıydılar Tahatsız- Pi Kılıç Ali-paşanın gözlerinden korkuyor! O gün öğleye doğru Arşipel şöval- yesinin bulunduğu büyük adaya varmışlardı. Doğan reis hâlâ: — Bugün burada kaptan paşa fle karşılaşacağız. Diyordu, Adalılar Türk donamasnın gel diğini görünce, korku ve heyecan içinde kaçışmağa başladılar, Paşa gemisinde kaptan sancağını görenler; — Bu mevsimde Kılıç Ali paşa bu- ralarda ne arıyor? Diyordu. Gerçek Türk donanması bu mevsimde buralara gelmezdi. Ar- şipelin en civcivli zamanı sonbahardı. Bütün kaçakçılar sonbaharda Arşipel adalarında toplanırdı. Limanda dört yelkenli vardı. Bun- lar ticaret bandırası çeken küçük ge- milerdi, Filipin büyük yelkenlisi meydanda yoktu. ljmanda kime sordularsa: «— Biz Fillpi çoktan beri görme dik...» Cevabını alıyorlardı. Kilıç Ali paşanın büyük bir do- nanma ile Arşipele gelişi yerlileri heyret ve dehşet içinde bırakmık ve adanın ilerigelenleri şövalyeye koş- mağa başlamıştı. — Türkler geldiler, — Türkler limanda demirlediler, Gibi fısıltılar gittikçe artıyordu. — Acaba Türkler niçin geldiler? Şimdi herkes bunun sebebini araş- paşanın iu, 'Türk denizcileri adanın ön ve arka cephesini iyice tutmuşlardı. Kılıç Ali paşanın üç buçuk yıl önce son seferi olan Arşipel hadisesini yerliler henüz unutmamışlardı. O Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mmm Tefrika No 158 KAPTAN PAŞA GELİYOR | Sahife 9 çin, donanmada Kaptan paşa rolünü oynıyacaktı! zaman da Doğan ve Salih reisler vardı. Sinan donanmadan ayrılarak - Rozita ile birlikte - Cezayire git- mişti, Garip bir tesadüf olarak, Bu sefer de Sinan Arşipele gelememişti. Müthiş ve insafsız bir Türk düş- manı olan Arşipel şövalyesi adada imparatorlar gibi, göz kamaştırıcı bir saltanat ve debdebe içinde yaşıyordu. Şövalyenin şâtosu 400 kişilik iki muhafız bölüğü tarafından muha- faza altına alinirişta. Sövalyehin canı çok kiymetlişdi” Sinyor Loredano adada kendinden başka bir kimse. nin hayatına' kıymet vermezdi O gün şatönün önünde toplanan yerlilere: > — Elendimizi" rahatsız etmeini O şimdi havuz başında tavus a rile eğleniyor. Demişler ve Külabalığı gıtmışlardı. Sinyor Löredano ağır kanlı bir zorla da- — Türkler adalara her zaman ge- lir.. bir kaç gün kalıp giderler. Derdi. O gün'de: — Limana Türk donanması gel Dedikleri zaman, ayni cevabı ver- miş ve tavüslarile oynamakta devam etmişti. va Sinyor Loredanonun €n çok çe- kindiği şahsiyet Kılıç Ali paşa idi, Loredano, türklerin bu ünlü derya kaptanından çok korkardı. Lorrda- nonun: ğ « — Şeytanla dost olmağa razıyım. Fakat, ömrümde bir daha onunla karşılaşmak istemem!» Sözü adalarda pek meşhurdu. Arşipel şövalyesi, Kılıç Ali paşa İle ilk defa yüzyüze'geldiği zaman, kap- tan paşanın: « — Gözlerimin için dikkatlı bak, sinyor! Ben kolay kolay aldatılır bir insan değilim...» Sözü hâlâ kulaklarında çınlıyordu. O zaman Kılıç Ali paşa yine bir korsan arıyordu ve şövalye bu korsa- nı himaye ettiği, şatosunda sakladığı halde inkâr ediyordu, Kıhç Ali paşa ile amiral - gemisinin güvertesinde ayakta konuşuyorlardı. Şövalyenin dizleri kesilmişti. Kaptan paşanın yüzüne bakmağa cesaret edemiyordu. Onun uzun sakalını, heybetli vücu- dunu, sert bakışlarını görmüş! amma.. artık gözlerinin içine bakamı- üordu. Loredano o zaman Türk ami- ralini aldatmış ve atlatmıştı. Fakat şimdi, hastayım diyerek şatosundan çıkmıyacaktı. Ç Kartacalılar gibi.. Andada (Korkunç Filip) in aramağa çımışlardı. Mahmud reis, amiral gemisinde Salih reise anlatıyordu: — Bu adalar, kara sularımıza uzak diye işgal etmiyoruz. Oysa ki ben, bu fikirde değilim, Bütün Ak- denizin fesad ocağı olan Arşipeli baştan başa işgal etmek elimizdedir. Devletimizin bunu ihmal etmesi bi- zim için çok zararlı bir siyasettir. — Kılıç Ali paşaya kalsa, Arşipel adalarını değil, Venediği bile işgal eder amma. gelgelelim, cesâreisiz vezirler iş başında iken, bunlar dü- şünmek bile gülünçtür. © — Bu adalar her devirde kaçakçı- lara yataklık etmiştir. Vaktile Kar- tacalılarla Romalılar harbederken, Romalilar burslara (o sığınırlarmış. Kartacadan bahsederken oOaklıma geldi: O zaman geçen bir deniz va- kası, bugün bizim karşılaştığımız ha- diseye ne kadar benziyor. (Tarih te- kerrürden ibarettir!) sözünün doğ- Tuluğuna şimdi biraz daha inanıyo- rum. — Hangi hadiseden bahsediyorsun, Mahmud reis? —Sizin, Kılıç Ali paşa oluşunuz. İkisi de gülüştüler. Mahmud reis sözüne devam etti: (Arkası var) izini